KOMİSYON KONUŞMASI

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Sayın vekiller, Sayın Bakan, Bakan Yardımcıları ve değerli bürokratlar; hoş geldiniz, sunum için teşekkür ederiz.

Biraz, dünya ve bölgeye bakarak bir analiz yapmak istiyorum. Birçok olay ve olgunun iç içe geçtiği bir dönemde yaşıyoruz; bu iyi mi kötü mü bilmiyorum ama bu bakımdan, olaydan çok olgu boyutuyla bir iç ve dış değerlendirme yapmak istiyorum.

Şimdi bugün tartışılırken yeni bir düzen tarifi yapılıyor fakat galiba işin özü yeni bir düzenden çok yeni bir dünya düzensizliği denebilir. Küreseldeki, gelişmeleri bu açıdan bakarsak birkaç noktaya değinmek istiyorum:. Bugün artık dünyada kurallar değil pazarlık belirleyici oldu, bunun galiba en önde gelen öznesi ABD Başkanı Trump. İkincisi, çok kutuplu ve çok katmanlı bir işleyiş içindeyiz, siyaset de buna göre şekilleniyor; artık büyük güçler kendi alanlarında egemenlik arayışını sürdürüyorlar, orta güçler büyük güçlerin pozisyonu ve kendi çıkarlarına göre günübirlik siyaset izliyorlar -Türkiye'yi belki bu orta güçler içinde değerlendirmek gerekir- küçük ve zayıf güçler ise söylenenleri yapmak dışında herhangi bir iradeye sahip değiller, ya gelişmelere uyum içinde davranacaklar ya da yok olacaklar alternatifiyle karşı karşıyalar. Bütün dünya açısından baktığımızda, artık kurumlara güven yok, artık hukuk işlevsiz hâle gelmiş vaziyette maalesef, artık diplomasi pazarlık ve tehdit gücü olarak işliyor ve maalesef, yine, güvenlik her şeyin başı gibi görünmeye başlandı. Bu durumun içe yansımaları da oluyor tabii, sadece bir parantezle belirtip geçeyim, sonra döneceğim buraya yani ülkede de buna paralel olarak hukuk, yargı, seçim ve toplum sadece birer mühendislik alanı olarak görülmeye başlanıyor ki bu çok yanlış bir gelişme. Tekrar dışa dönecek olursak, bugün soykırım yaşanan Gazze'de ve savaşın sürdüğü Ukrayna'da aslında yeni dünya düzensizliğinin tüm kodları test ediliyor Sayın Bakan, gördüğümüz o esas itibarıyla ve orada olan, bu iki alanda olan biten her şey aynı zamanda küreselde de olan bitenin yansıması olarak karşımıza çıkıyor. Toparlayacak olursak, ticaret, teknoloji ve güvenlik eksenlerinde tamamen hibrit, akışkan ve yeni bir dönüşüm hikâyesiyle karşı karşıyayız bugün dünyada. Şimdi, bu açıdan baktığımızda, küreselleşme yani "globalleşme" dediğimiz küreselleşme yerini parçalanmaya bırakmış vaziyette aynı zamanda, bir fragmantasyon yaşanıyor ve daha seçici ekonomik ilişkiler ön plana çıkmaya başlıyor.

Şimdi, bütün bu tablonun -çok kısa özetlemeye çalıştım tabii zamanımız kısıtlı olduğu için- önemli odaklarından bir tanesi Orta Doğu ve yeni düzen veya düzensizliğin test alanı aynı zamanda Orta Doğu. Bunun için üç eksenli düşünmeye ihtiyaç olduğu kanaatindeyim, tartışmak açısından -elbette ki hani şimdi yapalım diye değil- bunu söylüyorum. Bir tanesi, çok kutuplu siyaset zemininden ötürü ortaya çıkan bir güç rekabeti var, bu güç rekabeti aynı zamanda ülkelere yeni bir stratejik özerklik alanı da açıyor. Bu stratejik özerklik alanı hem yeni fırsatlar yaratıyor hem de yeni tehlikeler barındırıyor içinde ve Türkiye açısından baktığımızda, bu mesele çok önemli yani Orta Doğu ve Türkiye bağlamında ele aldığımızda hem yeni fırsatlar var hem de çok ciddi tehlikeler ve tehditler var yani atılacak her adım bu geleceği belirlemek yönünde bir adım olacak, bunu görmek gerekiyor. İkincisi, geleneksel hegemonya mücadelesi dönüşümü bağlamında, devletlerin dönüşümü ile devletlerin çöküşü arasında bir diyalektik yaşanıyor ve bu gelişme, aslında, özellikle Orta Doğu açısından da bakarsak bölgesel hiyerarşiyi yeniden şekillendiriyor. Dönüşen devletler ve çöken devletler; dönüşen devletler özellikle kendilerini korumak için dönüşüm yapmak zorunda olduklarını hissediyorlar, hissetmeleri iyi bir şey ve kendi finansal ve diplomatik güçlerini bunun için bir kaldıraç olarak kullanıyorlar, bu iyi bir şey; eğer dönüşüm mekaniğini ve ihtiyacını algılamazlarsa da çökme noktasına doğru ilerleme ihtimalini içinde barındırıyor bu tehlikeler, onu da söyleyelim. Bu açıdan da baktığımızda, Orta Doğu'da çok bariz bir çevre ve merkez dinamiği yaşanıyor. Üçüncü olarak değinmek istediğim konu da devlet dışı aktörlerin artık sadece birer vekâlet savaşında kullanılan aktörler olmaktan çıkıp yönetişim fonksiyonlarını üstlenen hibrit aktörlere evrildiğini görüyoruz. Bunu en yakında Suriye'de görüyoruz, yanı başımızda yaşanıyor, biraz uzakta Afganistan'da da bunu görüyoruz ve bunun yarattığı sonuçlar var. Peki, bütün bu ortaya çıkan tabloda Orta Doğu açısından baktığımızda, İran, Irak Suriye ve Türkiye'yi de kapsayan bir coğrafya açısından baktığımızda Kürtler bütün bu gelişmelerin, bütün bu dinamiklerin neresinde yer alıyor, buna değinmek istiyorum. Kısaca birkaç cümleyle ifade edecek olursak, Kürtler bu gelişmelerin içinde hem bir taraftan büyük güçlerin ve bölgesel güçlerin politikalarına maruz kalmaları nedeniyle bir nesne pozisyonuna düşebiliyorlar hem de aynı zamanda giderek artan bir şekilde gelişmeleri şekillendiren aktif bir aktör olarak, bu süreci yaşayan bir özne olarak yer alıyorlar. Bunu biraz açmak istiyorum doğrusu, bu konuda geçen yıl yine sizin Bakanlığınız bütçesinde yaptığım konuşmanın son kısmında da değindiğim bir konuydu bu hatırlarsanız ve orada "Orta Doğu coğrafyası açısından baktığımızda, İran, Irak, Suriye, Türkiye açısından baktığımızda yani milyonlarca Kürt'ün yaşadığı bu coğrafyada aslında Türkiye'nin Orta Doğu'da en güvenebileceği -geçen yıl söylediğim cümlem aynen şuydu- birlikte hareket edebileceği ve bu gelişmeler karşısında güçlü bir pozisyon geliştirilebileceği politika Türk-Kürt ittifakı üzerinden şekillenebilir; tarihsel olarak da böyledir, konjonktürel olarak da böyledir." demiştim ve gerçekten bugün geldiğimiz noktada bir yıl sonra da aynı şeyi vurgulamak istiyorum. Orta Doğu'daki bütün dengeleri yeniden değiştirebilecek ve yeniden kurabilecek olan, özne olan güç şu anda Kürtlerdir baktığımızda yani bu Irak için de Suriye için de İran için de böyledir. O nedenle, bu bakış açısından ilerlemek ve geleneksel politikalar yerine yeni dönemin dönüştürücü politikalarını kavramak ve uygulamak büyük önem taşıyor. Maalesef şöyle bir şey hâlâ geçerliliğini koruyor, tabii, çok kolay değil devletlerin kendi geleneksel politikalarını birden bire değiştirmeleri, öyle bir iki günlük bir konu değil şüphesiz ama baktığımızda Ankara hâlâ geleneksel politikaların sürdürücüsü olma özelliğini taşıyor, bunun izlerini görüyoruz. Bu geleneksel politikalardan yani Kürtlerin Orta Doğu'daki her türlü hak ve kazanımlarını kabul etmeme politikalarından vazgeçmek gerekiyor ve hak kazananların karşısında olumlu bir politika, olumlu bir pozisyon geliştirme fikrine daha fazla yaklaşmak, daha fazla bu fikirle birlikte siyaset yapmak gerekiyor.

Şimdi, bu açıdan baktığımızda Suriye'ye dair birkaç şey söylemek istiyorum, sizin sunumunuzda da vardı, elbette ki çok önemli yani çok uzun süren bir iç savaştan çıktı Suriye, hâlâ iç savaşın izlerini taşıyor yani tamamen bitti denilemez; dolayısıyla, çok kritik bir dönemden geçen bir komşumuz. Şimdi "Buradaki ilişkileri nasıl dizayn edeceğiz?" meselesi yani karşılıklı anlamdaki ilişkileri söylüyorum ilişkileri nasıl dizayn edeceğimiz meselesi büyük bir önem taşıyor şüphesiz ki. Bizim buradaki yaklaşımımız, önerimiz geçtiğimiz yıllarda da böyleydi, bugün de aynı şekildedir; diplomasinin, müzakerenin, diyaloğun her şeyin önünde olması gerektiği konusundaki yaklaşımımız çok nettir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN MEHMET MUŞ - Buyurun.

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Şimdi, burada günlerdir tartışıyoruz, konuşuyoruz, Dışişleri Bakanlığı bütçesinde de bunu konuşmuştuk; Suriye'de yapılmış olan iki siyasi irade arasında yani kuzey ve doğu Suriye yönetimini temsilen Mazlum Abdi, Şam yönetimini temsilen Ahmed El Şara arasında Şam'da 10 Martta masaya oturarak imzalanmış sekiz maddelik bir anlaşma var. Bu anlaşmanın 7 maddesi düzenlemeleri içerir, 1 maddesi de zamanı içerir; bu yıl sonuna kadar bu maddelerin yerine getirilmesine dair bir maddedir yani önümüzde yaklaşık bir ayı aşkın bir süre kalmış vaziyette. Biliyoruz, müzakereler sürüyor, çeşitli komisyonlar kurulmuş, işliyor; adımlar atılması doğrultusunda belli noktalara gelinmiş vaziyette. Demokratik entegrasyon nasıl gerçekleşebilir? Bunun üzerinde bir müzakere sürüyor ve dediğim gibi, olumlu yönde gelişmeler olduğunu biz de sizler gibi açık basından takip ediyoruz. Yani demek ki müzakere, diyalog, diplomasi her türlü sorunun aşılmasında Suriye'de de artık önemli bir faktör hâline gelmiş. Peki, Türkiye'nin burada yapması gereken nedir? Tabii "Bunu niye bizim Bakanlığımıza söylüyorsunuz?" diyeceksiniz ama olsun, size de söylemiş olayım, Türkiye'nin yapması gereken de Suriye'nin demokratik bir rejim olarak şekillenmesini sağlamak, demokratik Suriye rejiminin anayasasıyla birlikte o ülkede yaşayan bütün farklı kimliklerin, kültürlerin, ana dillerin, inançların eşit şekilde, özgürce bir arada yaşayabilmelerini hem siyasal hem toprak anlamında bütünlüğü koruyarak yaşayabilmelerini sağlamak yönünde teşvikte bulunmaktır Türkiye'nin yapması gereken yani olumlu, demokratik anlamda teşvikte bulunmaktır diye düşünüyoruz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

HAKKI SARUHAN OLUÇ (Antalya) - Toparlıyorum Sayın Başkan.

Bununla birlikte elbette ki şunun çok önemli olduğunu bir kez daha ifade etmiş olayım sizin de huzurunuzda: Elbette ki sınırların açılması Nusaybin, Mürşitpınar gibi; elbette ki kuzeydoğu Suriye'de ve orada yaşayan insanlarla, halklarla, Kürtler, Araplar, Türkmenler, hepsiyle birlikte esas itibarıyla ticari, ekonomik, diplomatik, kültürel faaliyetlerin, ilişkilerin geliştirilmesini sağlamak gelecek açısından büyük önem taşıyor. Gelecek açısından derken dar anlamda bakmıyorum, daha geniş bir anlamda bunu ifade ediyorum. Konuşmamın başında da söylediğim gibi yeni dönemin stratejisi ve ittifakları açısından bunu söylüyorum. Yani Türkiye hem kendi içinde Orta Doğu açısından baktığımızda demokrasisi, hukuku, ekonomisi, ticareti, kültürel yapısı ve çoğulculuğuyla model bir ülke hâline ve bir toplum hâline gelmelidir, bu konudaki eksikler tamamlanmalıdır; aynı zamanda da çevresindeki ülkeler açısından baktığımızda bu model özelliklerin oralara taşınmasını sağlamalıdır. Yani diplomasi yapmalıdır, diplomasi yapmalıdır, diplomasi yapmalıdır ve bütün bunu yaparken de Orta Doğu'da ve tabii ki kendi sınırları içinde, ülkemizde Türk-Kürt ittifakının en güçlü şekilde tesis edilmesi, geliştirilmesi ve bununla imkânların ve fırsatların bütün toplum için kullanılmasının yolunu döşemelidir diye düşünüyoruz.

Bir kez daha bunları ifade etmek istedim, dinlediğiniz için teşekkür ederim.