KOMİSYON KONUŞMASI

SADULLAH KISACIK (Adana) - Teşekkür ediyorum Başkanım.

Sayın Bakanım, sayın milletvekillerim, Sayın Komisyon üyeleri, değerli bürokratlar ve basınımızın güzide mensupları; sizleri saygıyla selamlıyorum.

Tabii, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı bütçesi, doğası gereği, ekonomik yavaşlama dönemlerinde dengeleyici olarak devreye giren ve harcamaları artan bir yapıdır ama 2026 bütçesini gördüğümüzde, aslında bu dengeleyici sistemi sağlamadığını görüyoruz Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığının bütçesinin. Dolayısıyla hani bu ekonomik yavaşlama, bu resesyon, bu kriz döneminde o dengeleyici rolünden uzaklaştığını görüyoruz yine Bakanlığın. Dolayısıyla burada işçimiz, halkımız yine bir şekilde yalnız bırakılıyor.

Yine, bütçeye baktığımızda, bu çocukların korunması ve gelişiminin sağlanması programına ayrılan bütçe kaleminin sıfır olduğunu görüyoruz. Ben bunu sormak istiyorum: 2024 yılında 28,6 milyon TL bir başlangıç ödeneği bulunmaktaydı ama bu sefer sıfır olarak bütçe kalemlerini incelediğimde gözüme çarptı. Bunun sebebi nedir, bunu bir soralım.

Diğer taraftan, gelen bu son EYT düzenlemesiyle beraber halkımızda yine büyük bir adaletsizlik duygusu oluştu. Aslında, kanunlar halkın sorunlarını çözmek için var, vatandaşın beklentilerini ve taleplerini en optimum, uygun şekilde karşılamak için var ama bu EYT düzenlemesine baktığımız zaman belli bir kesimi memnun ederken, bize gelen taleplere baktığımız zaman çok büyük bir kesimde de bir adaletsizlik duygusu, bir memnuniyetsizlik yarattı. Aslında bu, devletimiz açısından çalışılması gereken bir konudur yani sadece rakamlardan oluşan bir konu değil. Belli bir kesim kendini sistemin dışına itilmiş, dışlanmış, bir günle ya da birkaç ayla bazı şeyleri kaçırmış hissediyor Sayın Bakanım yani bu adaletsizlik duygusunu da gidermemiz lazım diye düşünüyorum. Aslında EYT çıkarken belki kademeli bir yapıda bu adaletsizlik duygusu giderilebilirdi ama direkt, aynı bir bıçakla keser gibi, işte 9 Eylül 1999 sonrası ile 9 Eylül öncesini tek bir kalemde ayırmak birkaç ayla, birkaç günle emeklilik fırsatını kaçıranlar için maalesef büyük bir yıkım oldu. Şimdi, belki bakıldığı zaman çok önemli değil gibi gözüküyor ama bu konuda kendini mağdur hisseden kesimleri ve dernekleşen arkadaşları dinlediğimiz zaman bununla ilgili çok büyük bir karamsarlık, çok büyük bir ailesel yıkım olduğunu görüyoruz. Acaba bununla ilgili bir düzenleme yapılabilir mi? Bu emeklilikte adaleti sağlayacak kademeli bir düzenleme yapılabilir mi? Bunu mutlaka üzerinde çalışılması gereken bir kavram olarak görüyoruz çünkü bakıyoruz, iş yerinde aynı primi ödemiş, aynı emeği vermiş binlerce vatandaş kendisini dışarıda buldu yani 8 Eylül 1999 sonrası sigortalı olan yüz binlerce emekçi bir gün farkla, işte birkaç ay farkla sistemin dışına atıldı. Bu, vatandaşlar için iyi bir duygu değil; devletin de görevi bu duyguyu bir şekilde gidermek, bir şekilde orada adaleti sağlamak. Yani EYT, geçmişte yapılan bazı adaletsizlikleri giderme fırsatı buldu ama bu düzenleme de belli bir adaletsizlik yarattı.

Yine, aynısı staj ve çıraklık mağdurları için de geçerli. Gerçekten de yüz binlerce vatandaşımız aynı şekilde, zamanında çırak olarak veya stajyer olarak SGK numarası almış, burada çalışmış, burada emek var, çalışma var, sigorta girişi var ama EYT düzenlemesi yapılırken kapsam dışına alınmış. Şimdi, sigorta girişi olan bir vatandaşımız da ister istemez şunu soruyor: "Ya, benim sigorta girişim var, girişim belli, 8 Eylül 1999'dan da önceyim, neden ben bu haktan yararlanamıyorum?" Gerçekten de bakın, staj ve çıraklık mağdurları diyorum yani bu vatandaşlarımız kendilerini mağdur hissediyor, devletin kendini dışladığı, hak edilmiş haklarının verilmediği düşüncesi var. Bunu da gidermek yine devletimizin görevi, bunu da sizlere iletmiş olalım.

Diğer bir konu, şimdi, bütçenin önemli bir kalemini tutan aktif iş gücü programları. Ben de sektörden gelen birisi olarak bu aktif iş gücü programlarının çok verimli olduğuna inanmıyorum, hani, bire bir yaşayanlar. Burada 2 şey var; birincisi, toplum yararına çalışma. Hani zaten o belli bir şeyi sağlamak için okullara, vesairelere, ormana falan gönderilen işçilerden oluşuyor ama işbaşı eğitim programlarının çoğunluğuna baktığınız zaman aslında firmaları sübvanse eden bir çalışma görüyoruz. Yani zaten adam onu istihdam edecek, belli bir iş gücüne ihtiyacı var, zaten o iş gücünü ödemek zorunda, İŞKUR vasıtasıyla buradan bir destek sağlıyoruz ama bir türlü biz şunu çözemiyoruz: Sanayiye indiğimiz zaman da sanayicinin ana talebi ne? "Kalifiye eleman yok." diyor, "İstediğimiz elemanı bulamıyoruz." diyor, "İyi yetişmiş eleman yok." diyor. Gerçekten de şu anda iyi yetişmiş eleman sorunumuz var. Ben Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığından bunun bir başarı hikâyesini yazmasını çok isterim, o da şöyle: Şimdi, gerçekten de -verilerimizde de var- ne işte olan ne okulda olan ciddi bir gencimiz var. Bunlara çok kaliteli eğitim programlarıyla ama çok kaliteli yani efsane olacak, diyecek ki: "Ya, -atıyorum- şu hizmet programından mezun olan kişileri iş adamları havada kapacak, gözü kapalı alacak." Sıkı bir eğitim, güzel bir eğitim, gerekirse bunu teşvik etmek için katılımcılara günlük iyi bir para, zaten o ücretler veriliyor ama belki bu artırılabilir ama bence İŞKUR'un şu anda en önemli yapacağı işlerden birisi bu işsiz gençlerimizi kaliteli hâle getirebilme çabası. Maalesef, şu anda öyle bir boşluk, öyle bir açık var. Bakın, şu anda sosyal medyanın gelişmesiyle, yapay zekânın gelişmesiyle beraber ağır iş gücüne de gerek duymadan bilgisayar, masa başında, yazılım vesaireyle çok güzel bir şekilde, daha çok kolay bir şekilde bu gençlerimiz yetiştirilebilir ama bunun açığını ciddi bir şekilde görüyoruz.

Şimdi, bizim devletimizde hep şu sıkıntımız var: Biz para dağıtmayı bir başarı olarak görüyoruz. Kalkınma ajanslarında da öyle işte, "Şu kadar hibe verdik, şu kadar kredi verdik, işte, aktif iş gücü programlarına şu kadar ödenek ayırdık." ama bu ödeneğin sonucu önemli, sonucu. Yani biz bugün bu ödeneğin sonucunda işsizliğin azalmasını beklerdik, kaliteli iş gücünün artmasını beklerdik; bir türlü sonuç alamıyoruz. Evet, devletimiz ciddi miktarlarda yatırım yapıyor ama bunun maalesef sonucu yok.

İkincisi, geçen yine bir bütçe kaleminde konuşmuştuk, bakın, hâlâ bizim işveren ile iş arayan çalışanımızı örtüştürecek bir yazılım mekanizması hâlâ yok. Geçen müdürümüzle konuşmuştuk, söylemiştik yine burada, Plan ve Bütçede bir vergi düzenlemesinde. Bakın, şu anda "kariyer.net" tekel olmuş durumda. KOBİ'nin ilan verebilmesi için bir ilanın fiyatı 18.490 lira Sayın Bakanım. Şimdi, bakın, İŞKUR'un bu konuda gerçekten de elinde veri var, yetiştirdiği kişiler var, "know-how" var, işveren de var; bunu dışarıya bırakmamalı, bu aynı zamanda kişisel veriler açısından da önemli. Bakın, o kadar işçimizin, işverenimizin bilgileri başka bir yerlerde bu kadar olmamalı. Rekabetçi olabilir, vesaire olabilir ama bu iş stratejik bir iş. Şimdi ben geçen gün kendim bir iş ilanı için girdim, kusura bakmayın da müdürüm yani İŞKUR'dan eleman bulmak çok zor. E-devlete giriyorsunuz, o ilanların hiçbir şeyi yok, hepsi yıldızlı, adamı seç, adamı seçiyorsunuz, aday havuzuna atıyorsunuz, kimse beni aramadı; bakın, şimdi, bu kadar zor olmamalı. Ben, beğendiğim bir CV'ye ulaşamadım, havuza da attım olmadı yani ben anlayamadım hatta üstlerle de görüştük, yine olmadı yani onu söyleyeyim, ben ulaşamadım. Dolayısıyla, bakın, bu çok stratejik...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SADULLAH KISACIK (Adana) - Başkanım, süre alabilirsem.

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun, bir dakikanız var.

SADULLAH KISACIK (Adana) - Biz işverenimizin işini kolaylaştırmalıyız, kaliteli eleman sağlamalı ve bu kaliteli elemanını da işverenimize buluşturmalıyız ama maalesef bu ne kadar kıymetli bir ilana 19 bin lira para alıyor. Bakın, ne kadar kıymetli ki işverenimiz açısından bir ilana 19 bin lira para alıyor. Yeni bir departman açmış, 5 kişi alacak bir KOBİ'miz 100 bin lira para vermek zorunda. Bu çok büyük para, çok büyük para KOBİ'miz için. Dolayısıyla bunu tekrar rica ediyoruz.

Diğer taraftan, iş sağlığı ve güvenliği sistemimiz iyi çalışmıyor. Bunun en büyük kanıtı da bu yaşanan kazalar. Ben A sınıfı iş güvenliği uzmanıyım. Buradaki en büyük sıkıntımız şu: İşveren zannediyor ki "Ben bir OSGB'yle anlaşırsam veya iş sağlığı ve güvenliği uzmanını tutarsam, iş yeri hekimim de varsa benim problemim bitti." diyor, işveren öyle zannediyor. Bu iş sağlığı ve güvenliğinde en büyük sıkıntı patronlarının bilinçli olmaması, üreticilerin...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SEVDA KARACA DEMİR (Gaziantep) - Gayet bilinçli öldürüyorlar merak etmeyin.

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Buyurun.

SADULLAH KISACIK (Adana) - Ben şöyle düşünüyorum: Ben Ticaret Bakanı olsam veya Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı olsam şunu, şu kanunu Meclise getiririm: Tüm işverenlere, tüm limited, anonim şirket ortaklarına iş sağlığı ve güvenliği eğitimi zorunlu olmalı. İlk önce kim ortaksa veya kim yeni şirket kuracaksa ilk önce adam sorumluluğunu bilsin. Açık söyleyeyim, ben 99'da işe başlayan birisiyim. İlk 2007'de, 2008'de mi iş Güvenliği Kanunu çıktı, bu A sınıfı, B sınıfı? Oradaki mevzuatı okuyunca iş güvenliği uzmanı olmak için dedim ki ben bu mevzuatı bilsem işveren olmazdım çünkü işverenlerin çoğu yükümlü olduğu şeyi başına kaza gelince anlıyor. Zannediyor ki ben iş güvenliği uzmanına veya iş yeri hekimine ya da OSGB'ye işi yıktım. Onun için, eğer biz burada iş güvencesini sağlamak istiyorsak patronlara, yöneticilere bu sorumluluğun eğitimini, bilincini vermeliyiz. Bence en büyük sorun farkındalıktan başlıyor.

OTURUM BAŞKANI ORHAN ERDEM - Teşekkür ediyorum, sağ olun Sayın Kısacık.

Sayın Orhan Yegin...

ÖMER FETHİ GÜRER (Niğde) - Ahlak, ahlak! Ahlak eğitimi vereceksin, ahlak, vicdan, ahlak.

İSKENDER BAYHAN (İstanbul) - Çok iyi niyetlisiniz ya.

SEVDA KARACA DEMİR (Gaziantep) - Çok iyi yani böyle bir niyet okuması olamaz. Bu bakanlık işverenlere işçi öldürme hakkı veren bir bakanlık, bunun bilinçle bir ilgilisi yok.

SADULLAH KISACIK (Adana) - Siz gidin işverene, işveren ona bütçe ayırmıyor, kaynak ayırmıyor.