
2003-01-17 - 00:00
Sayın Başbakan, çok değerli konuklar;
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Kıbrıs konulu sempozyumun başarılarla dolu olmasını temenni ediyorum.
Değerli dostlar,
Kıbrıs konusunda çok önemli bir dönemeç noktasına geldiğimiz hepinizin malumlarıdır. Böyle bir zamanda, Türk Parlamenterler Birliği'nin gerçekten çok dikkat çeken, zamanlama itibariyle de, tarih konjonktürü içerisinde gerçekten konuşulması gereken çok önemli gerçeklere sahne olması bakımından da çok yararlı olduğuna inandığım bu sempozyum sebebiyle, Sayın Başkan Zeki Çeliker'e, Sayın Aydın Tuğ'u, Türk Parlamenterler Birliği'nin değerli yöneticilerini ve üyelerini candan kutluyorum.
Bugünkü sempozyuma çok değerli siyasetçiler ve bilim adamları katılıyorlar. Akşam saat 19.00'a kadar yararlı konuşmalar yapılacak ve gerçekten, bundan çok istifade edeceğiz. Dolayısıyla bütün katılımcılara da bu önemli çalışmalarından dolayı candan teşekkür ediyorum.
Değerli dostlar,
Toplantımız çok canlı.. Şöyle bir profile baktığımda, gerçekten, hem umut verici hem iftihar verici bir tablo ile karşı karşıyayız. Bütün siyasi partilerimizin temsilcileri bu toplantıda hazır bulunuyorlar. Başta DYP Genel Başkanı Sayın Ağar olmak üzere, bütün partilerimizin grup başkanvekilleri, milletvekilleri, eski-yeni aramızda bulunuyorlar. Bu çok önemlidir.
Böylesine bir milli meseleye arkadaşlarımızın katkıda bulunması her türlü takdirin üzerindedir. Tabii, biraz önce kendilerini gördüm, kahraman Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Kıbrıs Barış Harekatı'ndaki Komutanı Sayın Nurettin Ersin Paşa'yı da aramızda görmek ayrıca büyük bir mutluluk verdi. Değerli büyükelçiler var. Hükümetimiz, değerli Başbakan Yardımcısı Sayın Yalçınbayır var. Biraz evvel de bir toplantı sebebiyle aramızdan ayrılan Kültür Bakanımız Sayın Hüseyin Çelik beyefendi vardı. Tek tek saymam mümkün değil; ama şöyle bir baktığım zaman bütün Türkiye burada.. Bütün siyasetçiler burada.. Kıbrıs konusuna uzaktan yakından ilgi duyan bütün değerli şahsiyetler burada. Hükümetler de Kıbrıs'tan sorumlu olarak görev yapan sayın bakanlarımız da aramızda..
Dolayısıyla bu milli bütünlüğün ortaya koyduğu, bu ilginin ortaya koyduğu bir tek gerçek var. Biz Kıbrıs Türk halkının yanındayız. Asırlardan beri birlikte olduk. Tarihi bağlarımız var, manevi bağlarımız var. Kader birliği yaptık, şimdi de yapıyoruz ve yıllar boyunca bunu yapacağız. Bundan şeref duyacağız.
Değerli arkadaşlarım,
Kıbrıs ziyaretinden henüz döndük. Bildiğiniz gibi TBMM Başkanı olarak beraberimde 20 milletvekillik bir heyetle KKTC Cumhuriyet Meclisi Başkanı Sayın Serter'in davetlisi olarak Kıbrıs'ı ziyaret ettik. Bu ziyaretimizden Çarşamba günü gecesi dönmüş bulunuyoruz. Bir gün sonra da böyle bir toplantıda Başbakan sayın Eroğlu ile birlikteyiz. Yarın da yine Kıbrıs konulu bir toplantı yapılacak ve bunlar Türkiye'de kamuoyunu bilgilendiren, hassasiyetlerimizi ortaya koyan toplantılar olacak.
Değerli arkadaşlarım;
Bildiğiniz gibi, Meclis Başkanı seçildikten sonra ilk ziyaretimiz çok önceden planlanmış ve tarihi konulmuş bir Hindistan ziyareti ile başladı. Ancak biz KKTC'ye ziyaret yapmanın çok önemli ve gerekli olduğunu biliyorduk. Döner dönmez bu programı yaptık ve CHP'li ve AK Partili milletvekillerimizden müteşekkil ve onların da çoğunluğunu Dışişleri Komisyonu ve Milli Savunma Komisyonu Başkan ve üyelerinden müteşekkil bir heyetle Kıbrıs'a yaptık. Amacımız şuydu: Türk milletinin iradesinin temsilcisi olan TBMM'yi bir büyük güçle Kıbrıs'a götürdük. KKTC'deki Kıbrıs Türkünün de, Kıbrıs halkının da, vatandaşlarımızın, soydaşlarımızın da iradesinin temsilcisi olan merkezi olan, Meclisiyle bütünleşme içinde olduğumuzu, destek içerisinde olduğumuzu göstermek istedik. Meclisimizin iradesini KKTC'ye taşıdık, onlarla kucaklaştık ve yıllarca bu Meclis'ten alınmış ortak bildirilerin ve kararların bugün de devam ettiğini göstermek istedik.
Gerçekten, KKTC'de büyük bir coşkuyla, büyük bir hüsn-ü kabulle, misafirperverlikle karşılandık ve 3 gün boyunca ciddi temaslar yaptık. Şahsen ben de ve birlikte gittiğimiz arkadaşlar ki, hepsine teşekkür ediyorum, büyük bir özveriyle ve gayretle bu çalışmaların en üst noktada verim sağlaması için gayret ettiler. Şüphesiz Sayın Cumhurbaşkanı Denktaş'ı, Sayın Meclis Başkanımızı, Başbakanımızı ziyaret ettik. İkinci gün, Salı günü tam onbir saat boyunca öncelikle sabah saatlerinde Kıbrıs'taki güvenlik kuvvetlerimizi, komutanlarımızı, askerlerimizi ziyaret ettik; ama daha sonra beş siyasi partinin genel başkan ve yöneticileri seviyesinde olan temsilcileriyle konuştuk. Demokrat Parti, Ulusal Birlik Partisi, Cumhuriyetçi Türk Parti, Toplumcu Kurtuluş Partisi ve Yenilikçi Atılım Partisi. Hepsine eşit süre tanıdık ve hepsinden Kıbrıs gerçeğini ağızlarından duymak istedik.Bazı konuları tartıştık, bazı konulardaki fikirlerini bizzat kendi ağızlarından işittik. Bununla da yetinmedik, Kıbrıs'ta sivil toplum örgütleriyle görüşmeyi amaçlamıştık. Maşallah, çok da zenginlermiş. İki yüz bin Kıbrıs Türkünün yaşadığı bizim bölgemizde 600 civarında sivil toplum örgütünün bulunduğunu görmek elbette bizi şaşırttı. Bunlardan görüşme talebinde bulunan 60-70 arası sivil toplum örgütüyle de birebir görüştük. Hiç yorulmadık, hiç sıkılmadık.Onların da ne ifade etmek istediklerini, bu meseleye nasıl baktıklarını, özellikle son aşamada kendi ağızlarından duyduk. Sayın Başbakan'ın yemek davetine de bu sebeple 2 saatlik bir gecikmeyle katılabildik.
Bununla yetinmedik, üçüncü gün -Çarşamba günü- sabah saatlerinde bütün arkadaşlarımız bir otobüse bindik, yanımıza harita mühendisi uzmanları da aldık ve araziyi bizzat görmeye çıktık. Güzelyurt'a, Gazi Magosa'ya, Lefkoşe'ye gittik. Girne'yi zaten görmüştük. Kapalı-açık Maraş'ı gördük ve zaten bir avuç yeri bir gün boyunca harita mühendislerinden de bilgi alarak, "Burası nedir, planda ne olarak gösteriliyor, eskiden durumu neydi, stratejik anlamı nedir, burada hangi yerleşim merkezleri var, hangi endüstri bölgesi var, hangi liman var?" Bunları da bizzat arazi üzerinde gördük.
Sonunda bizleri de çok sevindiren halkla birebir temaslarımız oldu. Kahvelerde halkla birlikte olduk. Onları dinledik, onlarla görüştük. Düğün salonlarında toplanmışlardı, onlarla da görüştük. Böylece dört veya beş yerleşim merkezinde halkımızın içerisinde hem Türkiye'den gelen göçmenlerle hem de KKTC halkının bizzat kendisiyle temaslarımız oldu. Onların sizlere selamlarını getirdik. Biz de Kıbrıs'a giderken sizin selamlarınızı onlara götürmüştük.
Değerli dostlar;
Şüphesiz bugünlerde Annan Planı çerçevesinde tartışmalar sürdürülüyor. Annan Planı iyi şeyler mi getiriyor, yoksa kazanılmış haklarımızı elimizden mi alıyor, toprak ne olacak, üzerindeki binalar, tesisler ne olacak, kendi bölgemizden çıkıp tekrar Rumların içine mi gideceğiz? Bugün, 10 bin kilometre kareye yakın olan -ki üçte birini hemen hemen KKTC'nin toprakları teşkil ediliyor- 1974 çıkarmasından sonra, garantörlük hakkına dayanarak da elde ettiğimiz ve 25 yılı aşkın bir zamandan beri de üzerinde artık fiilen de, hukuken de güvenlik içerisinde olduğumuz bu bölgeden çıkıp gidecek miyiz? Tekrar eski günlere mi döneceğiz? Yoksa bu plan daha mı güzel şeyler getiriyor? Hele hele ucunda AB'ye girmek de olursa buna hemen evet demek mi gerekiyor, tartışmaları hepimizin belleğinde ve kamuoyunun dikkatindedir. Şüphesiz bunlara kulak verdik, tanık olduk, kendilerinden dinledik ve biraz evvel kamuoyunda da çokça bahsedilen mitinge katılmadık. Ama mitingi gözledik, mitingle ilgili bilgiler aldık.
Değerli dostlar,
Şu anda Sayın Rauf Denktaş'ın liderliğinde götürülen müzakere sürecinin başarıyla sonuçlanmasını hepimiz arzu ederiz. Bu başarıyla sonuçlanmanın temel ilkelerinin de ne olduğunu az çok hepimiz biliyoruz. Kıbrıs davası bugünün meselesi değildir. 1958'lerin de meselesi değildir. Çok önceden gelen bir sürecin karşımıza getirdiği bir sonuçtur. 1500'lerde Osmanlı hakimiyetinde bulunan bir adanın 1800'lerden sonra nasıl elden gittiğini elbette hepimiz çok iyi biliyoruz ve bilmeliyiz. Bugün, Annan Planı çerçevesinde Kıbrıs'ın alacağı statünün Bosna-Hersek'e mi benzeyeceği tartışılırken, aslında, daha önemli bir gerçek var, yoksa Girit gibi elimizden gidecek bir ada gerçeği mi var.?
Değerli dostlar,
Evet Girit'i miting meydanlarında AB haritası ile gösteri yapan ve biraz evvel Sayın Başbakan'ın özür dilemek nezaketini gösterdiği durumda piyon olarak kullanılanlar bilmeyebilirler; ama, bizim çok iyi bilmemiz lazım. Girit nasıl elden gitmiştir, 12 adalar nasıl elden gitmiştir ve bugün sadece Kıbrıs varsa, Türkiye'nin güvenliğiyle, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin güvenliği nasıl bir biriyle sıkı ilişkiler içindedir, bunları hepimizin bilmesi gerekir. Ama burada bir tarih şuuru yoksunluğunu görmek çok acıdır, değerli dostlar.
Elbette bugün Kıbrıs'a, nasıl güvenlik gelecekse iki bölgelilik esası var olmalıdır. 1974'ten bu yana Kıbrıs'ta bir huzur ve sükun vardır. Herkes kendi bölgesindedir. Artık 1963'ler de, 1967'ler de yaşanan katliamların yaşanmayacağı güvencesi, Silahlı Kuvvetlerimizin ve elbette, takdirle anıyorum, 63'ler de, 67'ler de bir çıkarma yapılamamış da, eğer 1974'te yapılabilmişse o zaman, hükümette bulunan Cumhuriyet Halk Partisi ve Milli Selamet Partisi Hükümetinin de kararlılığını takdir etmek istiyorum.
Zürih ve Londra Antlaşmalarındaki garantörlük hakkına dayanarak 74'te, biraz evvel, Sayın Başbakanın ifadesiyle mutlu barış harekatı yapılmış ve başarıya ulaşmışsa ve bütün kazanımlarımız bunun arkasından bir statüye kavuşturulmak istenmişse, bunun dikkate alacağımız tek noktası, iki bölgelilik, iki kesimlilik gerçeğinin muhafaza edilmesidir.
Değerli dostlar,
İkincisi egemenlik konusudur, egemenlikten taviz verilmemelidir. Evet, 2003 yılında sadece Kıbrıs'ta değil, Türkiye'de de, AB ülkelerinde de egemenlik kavramının nasıl değişikliğe uğradığını hepimiz biliyoruz; ama bu plan yapılırken de, egemenlik konusu sürekli gözardı edilmişse, bunun, Kıbrıs Türkünün hayatı üzerinde ne kadar önemli olduğunu tarihi gerçekler bize söylüyor. Dolayısıyla, siyasi eşitliğin de, Türkiye'nin etkin ve fiili garantisinin de devam etmesinde büyük yarar vardır. Önümüze gelecek bir plan, eğer bunları kapsıyorsa, eğer bunların sorusunun karşılığı o planda varsa, az veya çok bir yerden alınıp da bir başka yere biraz daha ağırlıkla verilmişse, bunun iyi niyetinden emin olabiliriz. Ama sadece AB'ye gireceğiz, o yüzden, Annan Planının altına üstüne bakmadan hemen imzayı basalım düşüncesi, elma şekeri ile avunmak ve gerçekleri gözardı etmektir.
Dolayısıyla, bu plan üzerinde, Kıbrıs Türk halkının çok fazla bilgisi yok.Çok açık Plan üzerinde tartışmalar da yok. Çok açık söylüyorum, bir Meclis başkanı olarak belki bunu yapmam doğru değil ama miting miting denildiği ve biraz da çokça büyütüldüğü için bakınız size birkaç acı gerçeği söylemeliyim. Kıbrıs'a vardığımız gün de ifade ettim. Demokratik, çoğulcu sistemlerde insanlar düşüncelerini, fikirlerini açıklarlar, açıklamadırlar. Evet, bunun için her toplantı, her miting elbette meşrudur, yasaldır ve demokrasinin bir gereğidir. Ama değeli dostlar, dünyanın hiçbir demokrasisinde ülkeler sokaktan yönetilmez. Sokaktaki çığlıklarla, bağırıp-çağırmalarla belki de aldatılmış olan kitlelerin bir ülkenin geleceğine nokta koyması mümkün değildir. KKTC'nin seçilmiş Meclis'i var. KKTC'nin parlamentosunda iktidar ve muhalefet partileri var. KKTC'nin başında halkın seçtiği bir Cumhurbaşkanı var. Bütün bunlar varken şu veya bu amaçla, özellikle ilkokul çağından başlayarak, lise öğrencisi meydanlara getirilmiş olması ve onların bu plan çerçevesinden uzak tutularak, sadece daha büyük mutluluk, AB ile bütünleşme, işsizliğin ortadan kalkması, daha çok özgürlükle meydanlarda konuşturuluyor olması elbette dikkat çekicidir. O meydanın profilini biliyoruz. Çiftçiden, esnaftan, halkan olan kişilere "Siz burada niçin varsınız, siz bu plana 'evet mi' diyorsunuz?" denildiğinde, "Hayır bizim planla bir ilgimiz yok, planın ne getirip götürdüğünü de, doğrusu, çok fazla bilmiyoruz." "Peki, niye buradasınız." "Bu hükümetten memnun değilim de onun için."
Yani tepkisini ortaya koymak isteyenler de bu mitingin içerisinde güzel bir ambalajın mamülü olmuşlar. Hükümet niye başarısız? Şunun şunun için... Peki hükümetin başarısızlığı seçim sandıklarında ve meydanlarında konuşulmalı. Siz öyle bir mitingin içindesiniz ki, bu mitinge bakarak sevinen insanlar Ledra Palas'taki Rum Meclis başkanı Hristofiyas gibiler.. Onlar bu meydana baktıkları zaman, "Oh ne mutlu bizlere.. Yıllardan beri yapamadıklarımızı başardık. Türkleri içinden böldük. Kale içinden fethediliyor."
Bir tarafta müzakere masasında Sayın Denktaş, arkasında bir boşluk var. Hatta arkasındaki üç-beş kişi de bağırıyor. "Sen buradan çekil, sen buradan çekil" diye. Kendi iç meselelerimizi tartışmalarımızı bir ülkenin geleceği ile ilgili karar verme aşamasında iç politika malzemesi yapmak elbette çok büyük bir haksızlıktır, çok büyük bir yanlışlıktır. Senin iç politikası malzemesi yapacağın şey seçim meydanında olur, Meclisin içinde olur. Ağzınız kapalı mı? Çıkın Meclis kürsüsüne, eleştirin, söyleyin. Haksızlıklar varsa, adam kayırmalar varsa, suistimaller varsa, siz bunları Meclis'te dile getirin, konuşun; Ama Meclis bomboş, onu burada konuşmuyorsunuz, geliyorsunuz başka yerlerde, bunu başkalarının ekmeğine yağ sürecek biçimde ve Sayın Denktaş'ı başıboş, desteksiz bırakacak şekilde yapıyorsunuz. Bu çok yanlıştır.
Bir kısım siyasi partiler bize açıkça ifade etmişlerdir: "Biz Rum tarafıyla çok eskiden beri görüşmeler yapıyoruz. Biz, De Soto ile ayrıca görüşmeler yapıyoruz. Biz, Kofi Annan ile ayrıca görüşmeler yapıyoruz. Biz, ayrıca Brüksel'e gidip bunları yapıyoruz." Tüylerim diken diken oldu. Ne hakla bunu yapıyorsunuz, kimin adına yapıyorsunuz? Biz yaparız... Bir kısım desteklerin, maddi desteklerin belli kuruluşlardan geldiği de çok açık.
Değerli arkadaşlar,
Bir milli meselede TBMM, nasıl birebir, başbaşa biraraya gelmişse Kıbrıs'ta bu beraberlik ve bütünlüğü bizim görmemiz gerekir. Ama ne varki, uzun yıllar sonunda bir ciddi muhalefet hareketi, halkın örgütlenmesinde, değişik tepkilerin bu şekilde kanalize edilmesinde başarılı olmuş.
Değerli arkadaşlar,
Ben diplomatlığı bilmem. Dış politikada da bulunmadım. Kendi işime bakarım ama yüreğim yandığı için söylüyorum. İşin bu noktaya gelmesinde bence üç tane önemli etken var. Bir tanesi bizim dış politikamız, "Yurtta sulh, cihanda sulh." Bir kenara koyalım ama bütün ülkelerin dış politikasında temel hedefleri milli menfaatlerdir. Ve ben biliyorum ki, bütün devletler, bütün ülkeler dış politikalarını bugün için değil, üç gün sonrası, beş gün sonrası için değil, yüzlerce yıl sonrası için hazırlarlar ve onu bir gergef gibi işlerler, bir dantel gibi örerler. Bizim Çar Deli Petro dediğimiz, Ruslar'ın büyük Petro dediği adamın hayali yüzlerce yıl sonra hakikat olma noktasına gelmiştir. Ülkeleri, milletleri ayakta tutan hedeflerdir ve ideallerdir. Siz, nesilleri bu idealler etrafında bütünleştiremezseniz, bir gün sonrası değil yüz yıl sonrasına göre hesap yayıp, önünüze çıkacak engelleri de, b planıyla, c planıyla, d planıyla aşma gayreti içerisinde olmazsanız, yani; siz bütün görüp göreceğiniz şey şu binanın duvarlarıyla çerçeveli olursa, buna artık Afrika'nın ülkelerinde bile dış politika denilmez.
Dış politika dediğiniz şey, o ülkenin varlığını, bütünlüğünü yüzlerce yıl sonrasına götürebilmektir. Bu konuda itiraf edeyim ki, Rum tarafı başarılıdır. Yunanlının, Helenin, Rumun yıllarca takip ettiği Megalo ideası, yıllarca takip ettiği Enosis'i bugün bir başka şekilde gerçekleştiriyor. Hiçbir Rum yönetici Enosis hedefinden vazgeçmedi. Bugün, Klerides ile birlikte başkanlık yarışmasına giren Papadopulos EOKA liderlerinden birisidir. Hrisostomos'un da, Makarios'un da tek emeli, bu Ada'yı Yunanistan'a bağlamaktır. Hiçbirisi de bir santim vazgeçmemiştir. Peki, bizim bu konudaki temel hedefimiz ne oldu? Biz hangi planın arkasında olduk? Hangi hedefi takip ettik? Maşallah bizim Dışişleri Bakanlarımızın bir kısmı şahsi dostluklarla dış politikayı götürmeye çalıştı, bir kısmının da doğrusu ne yaptığını hala anlamış değilim.
Ama şunu çok iyi biliyorum ki, biz federe devlet mi istedik, federasyon mu istedik, konfederasyon mu kurmaya çalıştık yoksa KKTC'yi kurduk da, bu devleti fiilen ve hukuken tanınması için mi gayret ettik? Kafalar karışık sevgili dostlar. Ne yaptığımız da doğrusu çok belli değil. Ne yaptığımızın çok belli olmadığı bir zamanda karşı taraf ne yaptığını çok iyi biliyor. Ne yaptığını çok iyi bilenler de hep kazanıyor.
20 seneden fazla geçti, KKTC kuruldu. Ama biz 20 sene Maraş'ı kapalı tuttuk. Ne için? İleride pazarlık olursa verelim diye.. KKTC'yi kurduk, bir taraftan federasyon görüşmeleri yapıyoruz. "Tanıyın bu ülkeyi" dediklerimiz bize şunu söyledi: "Ya, ne biçim iş bu? Hem böyle bir devlet var, 'tanıyın' diyorsunuz. Hem de federasyon kurmak için çalışıyorsunuz."
Arkadaşlar, gözümüzü kapatıp kumun içerisine sokamayız. Sokarsak, sonunda Annan, mannan planıyla karşı karşıya kalırız ve ne yapacağımızı çok fazla bilemeyiz.
İkincisi KKTC'nin güçlenmesi için çalışmalıyız. Evet, her sene yardımlar yaptık. Bunların da işaretleri, izleri Kıbrıs'ta görülüyor. Yollar var, tesisler var, şehirleşme var, sorunlar büyük ölçüde de çözülmüş. Türkiye sorunla karşılaşınca Kıbrıs'ta karşılaşıyor. Biz hapşırırsak, onlar öksürüyor. Sadece bu benzerlik var. Ama ekonomik yatırımlar yok. Ekonomik entegrasyon yok. Tarım, turizm alanlarında ülkenin gelişmesi çok kolay. İki yüz bin nüfus nihayet.. Ama Türkiye'deki bürokrasi, şüphesiz Kıbrıs'taki bürokrasi, bizim halen 70 kilometre ötemizdeki Kuzey Kıbrıs'ın sanayisini ve ekonomisini canlandırmak için hala kapıları açmış değil. Bir Acil Eylem Planı ile KKTC'nin halkına, hükümetine yardımcı olmamız lazım.
Geldiğimiz noktada bir üçüncü mesele de, değerli dostlar bu benim inancımdır, kişisel olarak söylüyorum, toplumları ayakta tutan kültürleridir ve ortak değerleridir. Dil önemlidir, din gerçeği de önemlidir, tarih de önemlidir. Dil, din ve tarih şuuruna sahip olmayan milletlerin, rüzgarlar karşısında ayakta durması mümkün değildir. KKTC'de okutulan ders kitapları da, başta olmak üzere, bu Kıbrıs'ta yaşanan gerçek nedir, açıkça anlatılmıyor. O yüzden, 1963'ü, 1967'yi yaşamamış gençler; 1980-85 doğumlu gençler elinde Türk Bayrağı taşımıyor dostlar, KKTC Bayrağı taşımıyor. Ne idüğü belirsiz saçma sapan pankartlar taşıyor.
Ben köyleri ziyaretimde ilk defa Türk Bayrağını ve KKTC bayraklarını gördüm. Ama miting meydanını dolduranların elinde bir tek Türk Bayrağı yoktu. Birkaç tane satılmışın, "Kıbrıs'a işgale son" pankartını görmek beni üzdü.
Evet, tarih şuuru vermek gericilik değildir, şovenizm hiç değildir. Başka şeyle insanları, milletleri ayakta tutamazsınız. İdeali ayakta tutan şey budur. "Bak evladım, biz bugünlerden geldik. Ben Manisa Milletvekiliyim. Manisa'da Kırtık deresi vardır. Mayıs ayında Yunanlılar İzmir-Manise bölgesini işgal ettiler. Kahraman askerimiz 1922'de girdi ve denize döktü. Kaçarlarken Kırtık'ta ölenler oldu. Kırtık mezarlığı şimdi Kırtık deresinin bulunduğu yerdedir. Manisa'nın Turgutlu girişindeki ilk yer.. Bugün Yunanistan'da da Kırtık deresinin ismi var.