2008-03-24 - 10:44
TBMM Küresel Isınma ve Su Kaynakları Komisyonu Başkanı, Hatay Milletvekili Mustafa Öztürk, Türkiye'nin yağış rejiminde önemli bir değişim süreci başladığını belirterek, ''Bu konularda planlama yapanlar, yatırım yapanlar ve öngörüler üzerinde çalışanların hazırlıklı olması gerekir. Çünkü yağış
rejimindeki değişiklik trendi artarak devam edecek'' dedi.
TBMM Küresel Isınma ve Su
Kaynakları Komisyonu Başkanı, Hatay Milletvekili Mustafa Öztürk,
Türkiye'nin yağış rejiminde önemli bir değişim süreci başladığını
belirterek, ''Bu konularda planlama yapanlar, yatırım yapanlar ve
öngörüler üzerinde çalışanların hazırlıklı olması gerekir. Çünkü yağış
rejimindeki değişiklik trendi artarak devam edecek'' dedi.
Mustafa Öztürk, AA muhabirine komisyon tarafından hazırlanan ve tarımdan
ulaşıma, sanayiden ormana, meteorolojiden su kaynaklarına kadar
Türkiye'nin irdelendiği 520 sayfalık rapora ilişkin bilgi verdi.
Öztürk, ülkedeki yağış rejimlerinde bölgesel bazda ciddi değişimlerin
olduğunu gözlemlediklerini vurguladı. İç Anadolu Bölgesi'nin, ülkenin en
kurak bölgelerinden olduğunu anımsatan Öztürk, ''Yani, yağış rejiminde
bölgeler arasında çok ciddi farklılıkların olduğunu görüyoruz. Karadeniz
bölgesindeki yağış rejimiyle, İç Anadolu'daki, Güneydoğu Anadolu'daki
yağış rejiminde çok ciddi farklılıklar var. İç Anadolu'yu biz zaten
kurak bölge olarak kabul ediyorduk. Şimdi, bu kurak bölgeye, Akdeniz,
Ege ve Trakya'nın da eklendiğini söyleyebiliriz'' diye konuştu.
Öztürk, Türkiye'nin yağış rejiminde önemli bir değişim süreci
başladığına işaret ederek, ''Bu konularda planlama yapanlar, yatırım
yapanlar ve öngörüler üzerinde çalışanların hazırlıklı olması gerekir.
Çünkü yağış rejimindeki değişiklik trendi artarak devam edecek'' dedi.
Buna karşın, Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde yağış miktarında
artışların olduğunun gözlemlendiğini anlatan Öztürk, şöyle devam etti:
''Türkiye'de toplam yağış miktarında az da olsa bir azalma var. Yıllık
olarak metrekareye düşen 650 milimetre yağışın 640 milimetreye kadar
indiğini biliyoruz. Türkiye'de özellikle toplam yağıştan gelen
kullanılabilir su miktarı, 112 milyar metreküptür. Bu suyun ancak biz 42
milyar metreküpünü kullanabiliyoruz. Türkiye'nin barajlarının su tutma
kapasitesi 66 milyar metreküp. Aktif depolama kapasitesi açısından
yeterli miktarda olan bu suyun değerlendirilemediği, kullanılamadığı
görülüyor. Türkiye'nin, bu suyun tamamı için kullanılabilir yapı ve
yatırım oluşturması gereklidir. Kullanılmayan 70 milyar metreküp suyla
ilgili gerekli yatırımlar yapılmalıdır.
Türkiye'de su tutma kapasitesi artırılmalıdır. Su tutma kapasitesi
artırıldıktan sonra havza bazında geçişler sağlanmalıdır. Yani A
havzasındaki su, B havzasına aktarılabilmelidir. Havzalar arası geçişi
sağlayıcı sistemler oluşturulmalı.''
Yağışlardan gelen 42 milyar metreküp suyun yüzde 94-98'inin tarımda
kullanıldığına işaret eden Öztürk, tarımda kullanılan vahşi sulama
yöntemlerinin aşırı miktarlarda su israfına neden olduğunu vurguladı.
Öztürk, tarımsal sulamanın doğru bir şekilde yönetilmesi gerektiğini
ifade etti.
-''SUYUN YARISI ŞEBEKE SİSTEMLERİNDE KAYBOLUYOR''-
Kullanılabilir suyun şebekelerden konutlara ulaşana kadar katettiği yola
ilişkin sağlıklı yönetim planlamaları yapılması gerektiğini belirten
Öztürk, belediyelerin şebeke sistemini kontrol etmesinin önemini
vurguladı.
Şebekelerdeki sızıntılardan kaynaklanan kayıpların önlenmesinin, ilk
yapılması gereken çalışma olduğunu kaydeden Öztürk, şöyle devam etti:
''Kaçak-kayıp oranlarının minimize edilmesi gerekiyor. Türkiye'de
yaklaşık olarak 6.5 milyar metreküp su şebekeye veriliyor. Bunun yarısı,
şebeke sisteminde kayboluyor. Belediyeler, bunu kendi yapamıyorsa
kapasitesi güçlü firmalarla çalışarak şebekeleri kontrol edebilmeli,
özelleştirmelerin önü açılmalı.
Ülkemiz şartlarında 5 kişilik bir ailenin aylık su ihtiyacını 15 ton
olarak kabul edersek, bunun üzerinde tüketiminin bedeli fevkalade yüksek
olmalıdır. Bu gidişe 'dur' diyebilmek için önce ilgili kurumlar görev ve
sorumluluğunu yerine getirmelidir. Son olarak, Hatice Hanım, Fatma Hanım
ve Ayşe Hanım'a iş düşüyor. Suyu daha az, verimli ve ihtiyacı olduğu
kadar kullanmalılar.''
Suyun, su kaynaklarının korunması, kente getirilmesi, arıtılması, atık
suyun kentten uzaklaştırılması veya arıtılması, yatırım, işletme
bedellerini karşılayacak şekilde ücretlendirilmesi gerektiğini anlatan
Öztürk, ''Eğer bu bedelleri doğru bir şekilde kullanmıyorsak,
şebekelerde ciddi kayıplar varsa vatandaşlarımıza sağlıklı su içirmemiz
mümkün değildir. Kayıp ne kadar artarsa, sızıntı ne kadar çok olursa, bu
suyun çevresel risklerle karşı karşıya kalması o
kadar artar. Bu nedenle, belediyelerimizin su kaynaklarının doğru
yönetilmesine özen göstermesi gerekmektedir'' diye konuştu.
TBMM Küresel Isınma ve Su
Kaynakları Komisyonu Başkanı, Hatay Milletvekili Mustafa Öztürk, suyun
doğru yönetilmesi durumunda küresel ısınmanın neden olacağı zararın
minimum seviyelerde atlatılabileceğini söyledi. Öztürk, ''Şu anda
göllerimizde ve akarsularımızda çok başlı ve tek otorite olmayan bir
yönetim anlayışı bulunuyor. Suyun kullanımına izin verenle, suyun
kalitesini takip eden birbirinden bağımsız kurumlar var'' dedi.
AA muhabirine, komisyon tarafından hazırlanan 520 sayfalık rapora
ilişkin bilgi veren Öztürk, tarımda ve organize sanayi bölgelerinde
kullanılan suyun bir bedeli olmadığını, sadece ''işletme bedeli''
denilen, elektrik gibi hizmetlere ilişkin ücretlerin alındığını
anımsattı.
Bunun yanlış bir uygulama olduğunu savunan Öztürk, ''Vatandaşın
bahçesinde, tarlasında ekeceği ürününe göre suyun ne kadar kullanılacağı
hesap edilmeli. Bunun için makul bir bedel alınmalı. Bunun üzerinde su
tüketimi oluyorsa, kesinlikle bedel fevkalade yüksek olmalı. Vatandaşı
bu şekilde bilinçlendirebiliriz'' diye konuştu.
Öztürk, ''su doğru yönetilebilirse küresel ısınmanın neden olacağı
zararın minimum seviyelerde atlatılabileceğini'' vurgulayarak, ''Şu anda
göllerimizde ve akarsularımızda çok başlı ve tek otorite olmayan bir
yönetim anlayışı bulunuyor. Suyun kullanımına izin verenle, suyun
kalitesini takip eden birbirinden bağımsız kurumlar var'' dedi.
-SAPANCA GÖLÜ-
Ülkenin genelinde su yönetiminde aksamalar yaşandığını anlatan Öztürk,
bu duruma en güzel örneğin Sapanca Gölü olduğunu söyledi.
Göldeki su tahsisinden, su kalitesinden, suyun izlenmesinden, suyun
kirletici kaynaklarının kontrolünden kimin sorumlu olduğunu sordukları
zaman tatmin edici bir cevap alamadıklarını vurgulayan Öztürk, şöyle
devam etti:
''Sapanca suyu, o bölgenin içme suyu, can damarı... O bölgemiz için
konuşuyorum ama tüm göllerimizde de durum aynı. Sapanca Gölü'nün,
Adapazarı tarafından belediyenin mücavir alanı içerisindeki kısmında
gerekli kolektör çalışmaları, önemli miktarda bir tarafta tamamlanmış.
Diğer tarafta da tamamlanmakta ve atık sular artık bu bölgede göle
gelmiyor. Çünkü, göl Adapazarı Belediyesi için olmazsa olmaz içme suyu
kaynağı. Ama gölün, Adapazarı mücavir alanı dışında kalan kısımları da
var. Yani, Kocaeli bölgesinde de sınırları var. Burada belediyenin
çalışmalarını tamamlaması gerekiyor. Gölden, Kocaeli, Adapazarı
belediyeleri ile Tüpraş su alıyor. Kim veriyor bu suyu? Tahsisi kim,
neye göre yapıyor? Kim ne kadar su kullanıyor? Bu göl nasıl kirleniyor,
bu kirliliği kim nasıl izliyor? Gölden buharlaşan, akıp giden ve alınan
su var. Bu dengenin optimum olması lazım, eğer gölün yaşamasını,
sağlıklı kalmasını istiyorsak.
Kontrollü ve su miktarını koruyucu bir şekilde su alınmıyor. O zaman su
miktarı azalmaya başlıyor. Sapanca Gölü şimdiden bunun haberini
veriyor.''
-KAÇAK KUYULAR-
Raporda, yer altından kaçak kuyular yoluyla su çekilmesiyle ilgili
tespitlere de yer verdiklerini anlatan Öztürk, bu kuyularla ilgili
gecikmeden yaptırımlar uygulanması gerektiğini ifade etti.
''Kuyulara devletin bir kurumu elektrik enerjisi veriyor, diğer bir
kurumu da bunları 'kaçak' diye arıyor'' diyen Öztürk, şöyle devam etti:
''Bazı kuyular, elektrik enerjisiyle çalışıyor. Bir yerden elektrik
enerjisi alıyor, bir yerde aranıyor. Çünkü, biz su zengini bir ülke
değiliz. Su fakiri bir ülkeyiz. Hemen şöyle olacak, böyle olacak
demiyoruz. Ama geçen yıl yaşadık su sıkıntılarını, Ankara'da,
İstanbul'da, Konya'da, olmadı mı böyle sıkıntılar? Trakya'da Ergene
nehri kirlenmiyor, kirli akıyor adeta. Atık su akıyor sadece.
Suyun yönetiminde derhal yeniden bir yapılanmaya gidilmeli. Çevre ve
Orman Bakanlığı'nın emrinde suyu tek merkezden yönetecek güçlü, otoriter
bir genel müdürlük oluşturulması gerekiyor. Yerelde de suyla ilgili
çalışmalarda tasarruf hakkı sadece belediyelere verilmeli. Belediyelerin
çalışmalarında merkezi otoriteye bağlı kalmalı. Bu yapılanmanın
altlıkları, 'Çerçeve Su Kanunu' adı verilecek bir kanunla düzenlenerek
bu yapı oluşturulmalı. Bunun örnekleri, AB'de var. Bu model, ülkemizde
geç kalmadan hayata geçirilmeli. Sıkıntılı evreye gireceğiz, bu evreye
girmeden bu önlemlerin alınması gerekiyor. Çünkü, su kullanımı gelecekte
daha da artacak.''
Kaynakları Komisyonu Başkanı, Hatay Milletvekili Mustafa Öztürk,
Türkiye'nin yağış rejiminde önemli bir değişim süreci başladığını
belirterek, ''Bu konularda planlama yapanlar, yatırım yapanlar ve
öngörüler üzerinde çalışanların hazırlıklı olması gerekir. Çünkü yağış
rejimindeki değişiklik trendi artarak devam edecek'' dedi.
Mustafa Öztürk, AA muhabirine komisyon tarafından hazırlanan ve tarımdan
ulaşıma, sanayiden ormana, meteorolojiden su kaynaklarına kadar
Türkiye'nin irdelendiği 520 sayfalık rapora ilişkin bilgi verdi.
Öztürk, ülkedeki yağış rejimlerinde bölgesel bazda ciddi değişimlerin
olduğunu gözlemlediklerini vurguladı. İç Anadolu Bölgesi'nin, ülkenin en
kurak bölgelerinden olduğunu anımsatan Öztürk, ''Yani, yağış rejiminde
bölgeler arasında çok ciddi farklılıkların olduğunu görüyoruz. Karadeniz
bölgesindeki yağış rejimiyle, İç Anadolu'daki, Güneydoğu Anadolu'daki
yağış rejiminde çok ciddi farklılıklar var. İç Anadolu'yu biz zaten
kurak bölge olarak kabul ediyorduk. Şimdi, bu kurak bölgeye, Akdeniz,
Ege ve Trakya'nın da eklendiğini söyleyebiliriz'' diye konuştu.
Öztürk, Türkiye'nin yağış rejiminde önemli bir değişim süreci
başladığına işaret ederek, ''Bu konularda planlama yapanlar, yatırım
yapanlar ve öngörüler üzerinde çalışanların hazırlıklı olması gerekir.
Çünkü yağış rejimindeki değişiklik trendi artarak devam edecek'' dedi.
Buna karşın, Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde yağış miktarında
artışların olduğunun gözlemlendiğini anlatan Öztürk, şöyle devam etti:
''Türkiye'de toplam yağış miktarında az da olsa bir azalma var. Yıllık
olarak metrekareye düşen 650 milimetre yağışın 640 milimetreye kadar
indiğini biliyoruz. Türkiye'de özellikle toplam yağıştan gelen
kullanılabilir su miktarı, 112 milyar metreküptür. Bu suyun ancak biz 42
milyar metreküpünü kullanabiliyoruz. Türkiye'nin barajlarının su tutma
kapasitesi 66 milyar metreküp. Aktif depolama kapasitesi açısından
yeterli miktarda olan bu suyun değerlendirilemediği, kullanılamadığı
görülüyor. Türkiye'nin, bu suyun tamamı için kullanılabilir yapı ve
yatırım oluşturması gereklidir. Kullanılmayan 70 milyar metreküp suyla
ilgili gerekli yatırımlar yapılmalıdır.
Türkiye'de su tutma kapasitesi artırılmalıdır. Su tutma kapasitesi
artırıldıktan sonra havza bazında geçişler sağlanmalıdır. Yani A
havzasındaki su, B havzasına aktarılabilmelidir. Havzalar arası geçişi
sağlayıcı sistemler oluşturulmalı.''
Yağışlardan gelen 42 milyar metreküp suyun yüzde 94-98'inin tarımda
kullanıldığına işaret eden Öztürk, tarımda kullanılan vahşi sulama
yöntemlerinin aşırı miktarlarda su israfına neden olduğunu vurguladı.
Öztürk, tarımsal sulamanın doğru bir şekilde yönetilmesi gerektiğini
ifade etti.
-''SUYUN YARISI ŞEBEKE SİSTEMLERİNDE KAYBOLUYOR''-
Kullanılabilir suyun şebekelerden konutlara ulaşana kadar katettiği yola
ilişkin sağlıklı yönetim planlamaları yapılması gerektiğini belirten
Öztürk, belediyelerin şebeke sistemini kontrol etmesinin önemini
vurguladı.
Şebekelerdeki sızıntılardan kaynaklanan kayıpların önlenmesinin, ilk
yapılması gereken çalışma olduğunu kaydeden Öztürk, şöyle devam etti:
''Kaçak-kayıp oranlarının minimize edilmesi gerekiyor. Türkiye'de
yaklaşık olarak 6.5 milyar metreküp su şebekeye veriliyor. Bunun yarısı,
şebeke sisteminde kayboluyor. Belediyeler, bunu kendi yapamıyorsa
kapasitesi güçlü firmalarla çalışarak şebekeleri kontrol edebilmeli,
özelleştirmelerin önü açılmalı.
Ülkemiz şartlarında 5 kişilik bir ailenin aylık su ihtiyacını 15 ton
olarak kabul edersek, bunun üzerinde tüketiminin bedeli fevkalade yüksek
olmalıdır. Bu gidişe 'dur' diyebilmek için önce ilgili kurumlar görev ve
sorumluluğunu yerine getirmelidir. Son olarak, Hatice Hanım, Fatma Hanım
ve Ayşe Hanım'a iş düşüyor. Suyu daha az, verimli ve ihtiyacı olduğu
kadar kullanmalılar.''
Suyun, su kaynaklarının korunması, kente getirilmesi, arıtılması, atık
suyun kentten uzaklaştırılması veya arıtılması, yatırım, işletme
bedellerini karşılayacak şekilde ücretlendirilmesi gerektiğini anlatan
Öztürk, ''Eğer bu bedelleri doğru bir şekilde kullanmıyorsak,
şebekelerde ciddi kayıplar varsa vatandaşlarımıza sağlıklı su içirmemiz
mümkün değildir. Kayıp ne kadar artarsa, sızıntı ne kadar çok olursa, bu
suyun çevresel risklerle karşı karşıya kalması o
kadar artar. Bu nedenle, belediyelerimizin su kaynaklarının doğru
yönetilmesine özen göstermesi gerekmektedir'' diye konuştu.
TBMM Küresel Isınma ve Su
Kaynakları Komisyonu Başkanı, Hatay Milletvekili Mustafa Öztürk, suyun
doğru yönetilmesi durumunda küresel ısınmanın neden olacağı zararın
minimum seviyelerde atlatılabileceğini söyledi. Öztürk, ''Şu anda
göllerimizde ve akarsularımızda çok başlı ve tek otorite olmayan bir
yönetim anlayışı bulunuyor. Suyun kullanımına izin verenle, suyun
kalitesini takip eden birbirinden bağımsız kurumlar var'' dedi.
AA muhabirine, komisyon tarafından hazırlanan 520 sayfalık rapora
ilişkin bilgi veren Öztürk, tarımda ve organize sanayi bölgelerinde
kullanılan suyun bir bedeli olmadığını, sadece ''işletme bedeli''
denilen, elektrik gibi hizmetlere ilişkin ücretlerin alındığını
anımsattı.
Bunun yanlış bir uygulama olduğunu savunan Öztürk, ''Vatandaşın
bahçesinde, tarlasında ekeceği ürününe göre suyun ne kadar kullanılacağı
hesap edilmeli. Bunun için makul bir bedel alınmalı. Bunun üzerinde su
tüketimi oluyorsa, kesinlikle bedel fevkalade yüksek olmalı. Vatandaşı
bu şekilde bilinçlendirebiliriz'' diye konuştu.
Öztürk, ''su doğru yönetilebilirse küresel ısınmanın neden olacağı
zararın minimum seviyelerde atlatılabileceğini'' vurgulayarak, ''Şu anda
göllerimizde ve akarsularımızda çok başlı ve tek otorite olmayan bir
yönetim anlayışı bulunuyor. Suyun kullanımına izin verenle, suyun
kalitesini takip eden birbirinden bağımsız kurumlar var'' dedi.
-SAPANCA GÖLÜ-
Ülkenin genelinde su yönetiminde aksamalar yaşandığını anlatan Öztürk,
bu duruma en güzel örneğin Sapanca Gölü olduğunu söyledi.
Göldeki su tahsisinden, su kalitesinden, suyun izlenmesinden, suyun
kirletici kaynaklarının kontrolünden kimin sorumlu olduğunu sordukları
zaman tatmin edici bir cevap alamadıklarını vurgulayan Öztürk, şöyle
devam etti:
''Sapanca suyu, o bölgenin içme suyu, can damarı... O bölgemiz için
konuşuyorum ama tüm göllerimizde de durum aynı. Sapanca Gölü'nün,
Adapazarı tarafından belediyenin mücavir alanı içerisindeki kısmında
gerekli kolektör çalışmaları, önemli miktarda bir tarafta tamamlanmış.
Diğer tarafta da tamamlanmakta ve atık sular artık bu bölgede göle
gelmiyor. Çünkü, göl Adapazarı Belediyesi için olmazsa olmaz içme suyu
kaynağı. Ama gölün, Adapazarı mücavir alanı dışında kalan kısımları da
var. Yani, Kocaeli bölgesinde de sınırları var. Burada belediyenin
çalışmalarını tamamlaması gerekiyor. Gölden, Kocaeli, Adapazarı
belediyeleri ile Tüpraş su alıyor. Kim veriyor bu suyu? Tahsisi kim,
neye göre yapıyor? Kim ne kadar su kullanıyor? Bu göl nasıl kirleniyor,
bu kirliliği kim nasıl izliyor? Gölden buharlaşan, akıp giden ve alınan
su var. Bu dengenin optimum olması lazım, eğer gölün yaşamasını,
sağlıklı kalmasını istiyorsak.
Kontrollü ve su miktarını koruyucu bir şekilde su alınmıyor. O zaman su
miktarı azalmaya başlıyor. Sapanca Gölü şimdiden bunun haberini
veriyor.''
-KAÇAK KUYULAR-
Raporda, yer altından kaçak kuyular yoluyla su çekilmesiyle ilgili
tespitlere de yer verdiklerini anlatan Öztürk, bu kuyularla ilgili
gecikmeden yaptırımlar uygulanması gerektiğini ifade etti.
''Kuyulara devletin bir kurumu elektrik enerjisi veriyor, diğer bir
kurumu da bunları 'kaçak' diye arıyor'' diyen Öztürk, şöyle devam etti:
''Bazı kuyular, elektrik enerjisiyle çalışıyor. Bir yerden elektrik
enerjisi alıyor, bir yerde aranıyor. Çünkü, biz su zengini bir ülke
değiliz. Su fakiri bir ülkeyiz. Hemen şöyle olacak, böyle olacak
demiyoruz. Ama geçen yıl yaşadık su sıkıntılarını, Ankara'da,
İstanbul'da, Konya'da, olmadı mı böyle sıkıntılar? Trakya'da Ergene
nehri kirlenmiyor, kirli akıyor adeta. Atık su akıyor sadece.
Suyun yönetiminde derhal yeniden bir yapılanmaya gidilmeli. Çevre ve
Orman Bakanlığı'nın emrinde suyu tek merkezden yönetecek güçlü, otoriter
bir genel müdürlük oluşturulması gerekiyor. Yerelde de suyla ilgili
çalışmalarda tasarruf hakkı sadece belediyelere verilmeli. Belediyelerin
çalışmalarında merkezi otoriteye bağlı kalmalı. Bu yapılanmanın
altlıkları, 'Çerçeve Su Kanunu' adı verilecek bir kanunla düzenlenerek
bu yapı oluşturulmalı. Bunun örnekleri, AB'de var. Bu model, ülkemizde
geç kalmadan hayata geçirilmeli. Sıkıntılı evreye gireceğiz, bu evreye
girmeden bu önlemlerin alınması gerekiyor. Çünkü, su kullanımı gelecekte
daha da artacak.''
