2010-02-25 - 14:00
TBMM Genel Kurulunda, CHP'nin, İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında verdiği gensoru önergesinin görüşülmesine başlandı.
TBMM Genel Kurulunda, CHP'nin, İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında verdiği
gensoru önergesinin görüşülmesine başlandı.
Genel Kurulda, gündemdışı konuşmaların ardından Atalay hakkındaki gensoru
önergesinin gündeme alınıp alınmamasına ilişkin görüşmelere geçildi.
Önergede, ''Demokratik açılım diye adlandırılan proje kapsamında, terör örgütü
mensuplarının yargı sürecini etkileyen, bu konuda özel yargılama düzeni sağlamak
için devletin olanaklarını seferber eden, terör örgütü mensuplarının tutuklanmaması
için hukuku çiğneyip, yargıyı yönlendiren pazarlıkları yapan, bu amaçla gizli müzakereler
yürüten Atalay hakkında gensoru açılsın'' ifadelerine yer veriliyor.
CHP Grup Başkanvekili Hakkı Suha Okay,
''İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın gensorudan kurtulabileceğini, ancak Yüce
Divan'dan kurtulamayacağını'' söyledi.
TBMM Genel Kurulunda İçişleri Bakanı Atalay hakkında verdikleri
gensoruda, önerge sahipleri adına konuşan Okay, ''ismi değişen açılımda tek
değişmeyen ismin Atalay'' olduğunu belirterek, Atalay'ın projenin koordinatörü ve
organizatörü olduğunu savundu.
Açılımla ilgili olarak bugüne kadar somut, açık, net hiçbir veri ve sunum
duymadıklarını anlatan Okay, projenin ''Demokratik Açılım'' değil, ''Habur
açılımı ve gerçeği'' olduğunu ifade etti. Okay, şöyle konuştu:
''Habur gerçeğinde yaşanan, terör örgütüyle müzakere ve bu müzakerelerin
bir kısmının da gizli yapılmasıydı. Sayın Bakan, 17 Ekim görüşmesini herkeslerden
sakladı. Mahmur ve Kandil'den gelecek olan 34 kişiden 4'ü çocuktu, onları
ayırıyorum, 30 teröristin geleceği ifade edildi ve ama şu ifade edilmedi; '4 saat
sonra bunlar serbest bırakılacak.' 17 Ekim görüşmesinde sayın Bakanın Atatürk
Orman Çiftliğinde, kapatılan DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ile gelecek olan
terörist kadronun nasıl karşılanacağına dair görüşme yapıldı. Sayın Bakan bunu
uzun süre sakladı. Ancak, 23 Ekim günü itiraf etmek zorunda kaldı. Orada koruma
görevlisi olan iki kişi, görüşmeleri ifşa ettikleri gerekçesiyle işlerine son
verildi. Aslında 19 Ekim'den önce Habur'da, gümrük sahası içinde bir çadır
mahkeme, bir mobil mahkeme kurulduğu da zaten biliniyordu. 18 Ekim günü
Diyarbakır'da bir başka buluşma gerçekleşti; yine İçişleri Bakanlığı Müsteşarı,
Diyarbakır Başsavcısı - Adalet Bakanı Müsteşar Yardımcısının da orada mıydı cevap
bekliyorum-birlikte bir toplantı yaptı. 19 Ekim günü üniformaları, lüks ciplerle,
ellerinde terör örgüt bayraklarıyla 30 terörist geldi. Onları devletin
müsteşarları, valileri, emniyet müdürleri, savcıları hep birlikte karşıladı.''
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ertesi gün grup toplantısında yaptığı
konuşmayı hatırlatan Okay, ''Başbakan süreci yakından izliyordu. Başbakan'ın
söylediği oldu, onlar karşılandı ve gidecekleri yere gitti. Burada hakimin ne işi
var? CMUK çok açık. Hakim teröristin ayağına gitmez, hakim kimsenin ayağına
gitmez. Ama terörist hakimin ayağına gider'' dedi.
Bu sırada BDP'lilerin kendisine laf atması üzerine Okay, oradaki ilk
ifadenin sorgu ifadesi olduğunu ve bunun savcılar tarafından yapılması gereğine
işaret ederek, ''Silivri'deki yargılama sürecinde, başlangıçtaki o şüpheliler
Beşiktaş adliyesinde ifade verdi'' diye konuştu.
Okay, TCK'nın etkin pişmanlık maddesinin çok açık olduğuna işaret ederek,
''Gelen terörist, 'Ben terör örgütünün elçisi olarak geldim, bu mektupları
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı ve Genelkurmay Başkanı'na vermek üzere
geldim ve 'pişman değilim' diyor ama kendisine 'hayır kardeşim sen pişmansın'
deniyor. Bu teröristlerden birinin para cezası ödemesi gerekiyordu, 'kardeşim biz
burada vezne oluşturalım, sen elden öde, bir an önce serbest kal' dendi'' diye
konuştu.
Türkiye'de bir başsavcının 7 saat gözaltında kaldığını, 3 kuvvet
komutanının 72 saat hukuksuz yere tutulduğunu belirten Okay, ''Ancak,
teröristbaşına 8 dakikada serbest bırakılacağı ifade ediliyor. Pişman olmayana
'pişmansın' denilerek serbest bırakılıyor. Sonra eski bir DEP milletvekili
'hakimleri ayarladıklarını söylediler' diyor. Bu kez AKP 'sen onun sözüne ne
inanıyorsun?' diyor. Kimin söylediği değil, ne söylediği önemlidir. Yaşanan
gerçekler kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Siyasette hukuk araç haline
getirilmiştir, hukuka güven zadelenmiştir. Bundan sorumlu olan Sayın Bakan'dır''
görüşünü savundu.
Gensoruya ''yalama denilemeyeceğini'', ancak Türkiye'de hukukun yalama
olduğunu ifade eden Okay, ''Sayın Bakan bu gensorudan kurtulacağını zannediyorsa
yanılıyor. Belki bugün bu gensorudan kurtulacak ama bu ayarlama işlerinden dolayı
Yüce Divan'dan kurtulamayacak'' dedi.
CHP İstanbul Milletvekili Nur Serter,
''Ergenekon davasında bir komutan ya da üniversite rektörü alınıyor, 7-8 saat
sorgulanıyor. Peki Habur'da 34 kişi 4 saatte nasıl sorgulanıyor? Biri Silivri
hukuku'dur, diğeri Habur hukuku'' dedi.
TBMM Genel Kurulunda, CHP'nin, İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında
verdiği gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmamasına ilişkin görüşmeler
sürüyor.
CHP Grubu adına söz alan İstanbul Milletvekili Nur Serter, konuşması
sırasında AK Parti'li milletvekillerin oturdukları sıraların büyük kısmının boş
olduğunu belirterek, söyleyeceklerine tahammüllerinin olmadığını ifade etti.
İçişleri Bakanı Atalay'ın Habur'dan girişler olmadan önce Atatürk Orman
Çiftliğinde (AOÇ) kapatılan DTP'nin Genel Başkanı Ahmet Türk ve bazı DTP'li
milletvekilleriyle görüştüğünü anımsatan Serter, gizli görüşme yapılmaya neden
ihtiyaç duyulduğunu sordu.
Bu gizli görüşmeyi ifşa eden AOÇ çalışanı 2 kişinin işine son verildiğini
ileri süren Serter, görüşmenin gizlenememesi üzerine İçişleri Bakanı Atalay ve
kapatılan DTP'li milletvekillerin açıklama yapmak zorunda kaldıklarını söyledi.
Habur'dan girişler yapıldıktan 3 gün sonra Atalay'ın, yapılan görüşmede
''DTP'yi, 'şov yapmayın, provokasyon yapmayın, sürece zarar verirsiniz' diyerek
uyardığını'' açıkladığını anlatan Serter, ''Sayın Bakanın demek ki böyle bir özel
yeteneği var, Habur'dan girişler olmadan önce şov yapılacağını bilebiliyor.
Bakan, böyle bir özel yeteneğe sahipse, Habur'da olanları engellemediği için
suçludur'' dedi.
Hatip Dicle'nin ''Hakim ve savcı ayarlandı, gelenlerin geçeceği sözü
verildi'' şeklinde açıklama yaptığını anımsatan Serter, Habur'dan girişlerden bir
gün önce bir gazetenin manşetinde yer alan ''4 saatte geçecekler'' başlıklı
haberini gösterdi.
Serter, ''Habur'dan gelenlerin serbest bırakılmasına dair söz
verilmiştir. Sorgulama ve yargılama öncesinde bu sözü İçişleri Bakanı hangi
yetkiyle vermiştir. 34 kişinin 4 saat içinde serbest bırakılacakları sözü de
verilmiştir'' diye konuştu.
''Habur'da, Adalet Bakanlığının üst düzey yetkilileri, Adalet Bakanlığı
müsteşarı ne aramaktadır? Adalet Bakanlığı Müsteşarı bu ayarlama işini,
gerçekleştirmek için mi oraya gönderilmiştir? Yoksa, sorgu sırasında etkin
pişmanlık hükmünden yararlanmak üzere sorguya alanlar, 'Biz pişman değiliz.
Buraya Abdullah Öcalan'ın talimatıyla geldik. O bizim önderimizdir' deyip, ona
övgüler düzerken, bunların tutanaklarda yer almasını engellemek için mi orada
görevlendirilmişlerdir?'' şeklindeki sorularının cevaplandırılmasını beklediğini
kaydeden Serter, ''Habur'a, Adalet Bakanlığı Müsteşarının ve görevlilerinin
dışında devlet taşınmıştır. Devlet Habur'da teröristlerin ayağına götürülmüştür.
Ne yazık ki AKP, Habur'da teröre teslim olmuştur'' dedi.
AK Parti'nin yargı terminolojisi, yeni bir terminoloji olarak Türkiye'nin
gündemine girdiğini ifade eden Serter, AK Parti'ye göre tarafsız yargı ve
ideolojik yargı şeklinde iki tür yargı olduğunu ileri sürdü.
Tarafsız yargının AK Parti'den yana taraf olan, baskı altına alınabilen,
Cumhuriyetçi aydınları üst düzey komutanları, yargıda hukukun üstünlüğünü savunan
yargı mensuplarını tutuklayıp, gözaltına alanlar olduğunu; ideolojik yargının ise
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, HYSK'dan ibaret olduğunu, bunların AK
Parti tarafından yargı darbesi yapmakla suçlanan ideolojik yargıyı temsil
ettiklerini ileri sürdü.
AK Parti ile birlikte Türkiye'de görülen davalarda, farklı farklı hukuk
anlayışlarına tanık olunduğunu iddia eden Serter, şöyle devam etti:
''Ergenekon davasında bir komutan ya da üniversite rektörü alınıyor, 7-8
saat sorgulanıyor. Peki Habur'da 34 kişi 4 saatte nasıl sorgulanıyor? Sorgulanır,
sorgulanır, biri Silivri Hukuku'dur, diğeri Habur hukukudur. Bir de deniz Feneri
hukuku var. Onu unutmayalım, ayrıcalıklı, koruma altına alınan yayın yasağı
getirilen bir dolandırıcılık davası, AKP'nin himayesi altında devam etmektedir.
AKP, Türkiye'de hukukta çığır açmıştır. Bazı AKP'li milletvekillerinin
sözleriyle, ''fişledikleri kanı bozukların', kanıtla değil, iddia ile mahkum etme
sürecini AKP başlatarak, Türk hukuk tarihine kapkara bir leke olarak geçirmiştir.
AKP'nin Türkiye'de hukuka, hukukun saygınlığına, hukuk anlayışına verdiği zarar
çok büyüktür. O nedenle İçişleri Bakanının hukuku ayarlaması, aslında AKP'nin
temayülü geliştirdiği süreç içinde doğal yaklaşımıdır. Böyle bir hukuk anlayışına
sahip olan siyasi partinin İçişleri Bakanının hukuku ayarlaması, aslında kendi
içinde meşruiyet göstergesidir.''
CHP'li Serter, ''terör örgütü ile gizli pazarlık yaparak, hukuku yok
sayan, bu konuda, özel bir yargı düzeni kurarak, devletin olanaklarını seferber
eden, terör örgütü üyelerinin ifadelerini tutanaklara geçirtmeyen, terörle
Mücadele Kanunu'nun 221. maddesine aykırı işlem yapılması konusunda yargıyı baskı
altında tuttuğu'' gerekçesiyle İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında gensoru
açılmasını teklif ettiklerini söyledi.
BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız ise Habur'daki gelişmelerin doğru
algılanamadığını belirterek, ''Aslında Habur süreci, Türkiye'de Kürt sorunundan,
çözümden ve halklarımızın ekmek su kadar ihtiyacı olan barıştan kimin ne
anladığını, kimlerin savaştan ne beklendiğini, kimlerin anaların ağlamasından
yana olduğunu, kimlerin cenazeler üzerinden siyaset yaptığını çok açık bir
biçimde ortaya koymuştur'' dedi.
Sürece karşı çıkan CHP Lideri Deniz Baykal'ın 2002'de Diyarbakır'da
düzenlediği seçim mitingindeki konuşmalarını anımsatan Yıldız, ''Barıştan, aftan,
dağdakiyle kucaklaşmaktan bahseden Sayın Baykal, peki Habur süreci de
dağdakilerle ovadakilerin kucaklaşması değil miydi? Hani kucaklaşmaktan
yanaydınız? İlk kez o dağdakiler sağ salim ailelerine kavuştu. Bundan niye
rahatsızlık duydunuz?'' diye sordu.
CHP'nin parti programında ve 1999 raporunda yer alan görüşleri dile
getiren Yıldız, şöyle devam etti:
''11 yıl önce anadilde eğitimi savunan Sayın Baykal şimdi ne diyor;
'anadilde eğitim ülkeyi böler' diyor. İşte asıl Türkiye'yi bölecek olan dil
budur. Ya CHP'nin o günkü raporları yanlıştı, bölücüydü ya da bugünkü CHP
zihniyeti yanlış yerde duruyor. Bunun takdirini kamuoyuna bırakıyoruz. Bugün
demokratikleşmeden insan haklarına, kalkınmadan sosyal refaha kadar Türkiye'nin
yaşadığı temel krizlerin en önemli nedeni neredeyse Cumhuriyetle yaşıt olan bu
Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür. Ekonomik olanaklarını bu savaşta heba eden,
savunmada dışa bağımlı hale gelen Türkiye'yi bu noktaya getiren, Kürt sorununu
savaşla, imhayla bastırma, yok etme politikalarıdır. Bu politikaların iç barışa
hizmet etmediğini, Türkiye'nin dış güçlere daha fazla teslim olmasına zemin
sunduğunu herkes çok iyi görmelidir.''
Bengi Yıldız, gelinen noktada Türkiye'nin çok ciddi bir siyasi tıkanmayla
karşı karşıya olduğunu, bu krizin aşılması için ortak bir çözüm üretilmesinin
kaçınılmaz olduğunu kaydetti.
Yıldız, ''Kürt sorunu, Türkiye'nin kaderini doğrudan ilgilendirmesi
hasebiyle siyaset üstü, partiler üstü bir anlayış ve yaklaşımla ele almak
durumundayız. Esas olan gençlerimizin ölmesini önlemek, anaların gözyaşını
dindirmektir. Bu açıdan herkesin ortak bir sorumluluk duygusuyla yaklaşması,
ölümlerin durdurulması için elini taşın altına koyması gerekir. Yoksa
yaşanacakların vebali siyasilere ve ülkeyi yönetenlere ait olacaktır'' diye
konuştu.
Türkiye'nin uluslararası sözleşmelerde anadile ilişkin çekinceler
koymasının, Kürtleri rencide ettiğini söyleyen Yıldız, ''Devlet, Türkiye'de
yaşayan tüm farklılıkları koruyan ve kollayan bir devlet olduğu süreci güçlenir
ve demokratikleşir. Bu açıdan Türkiye'deki bütün farklı kimlik ve kültürlerin
haklarını tanımlayan ve güvence altına alan bir yasal, anayasal değişiklik
elzemdir'' dedi.
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, ''Habur'da
yaşananların aslında açılımın özü, amacı ve hedefi'' olduğunu belirterek,
''Habur, tesadüfen ortaya çıkmış bir gelişme değildir, planlanmıştır,
düzenlenmiştir ve uygulanmıştır. Orada bir suçüstü hali vardır'' dedi.
TBMM Genel Kurulunda, İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında verilen
gensoru önergesi üzerinde MHP Grubu adına konuşan Vural, ''Atalay'ın Komisyon
sıralarında yanında iki bakan ile birlikte oturduğunu'' belirterek, ''Bakan'ın
yalnızlığının açılımın başarısızlığını gösterdiğini'' ifade etti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ''gensoru yalama oldu'' dediğini
kaydeden Vural, ''Yalama olan gensoru değil, hakkında önerge verilen
bakanlıklardır. Yalama olan kamu yönetim anlayışınızı sorgulamanız daha iyi olur.
Millet adına burada bulunuyoruz, millet adına sorguluyoruz. Bu iradeyi
kullanırken kimseden icazet alacak da değiliz, size soracak da değiliz. Millet
adına kullanılan bu yetkiyi hakir görmeniz, sizin demokrasi anlayışınızın
deşifresidir. Size göre yaptığınız her şey doğrudur, başka herkes haksızdır. İşte
bu zihniyet, fişçi zihniyettir, hazımsızdır, saygısızdır'' dedi.
Vural, gensoru vesilesiyle, ''ülkenin bölünmez bütünlüğünü tehdit eden
açılım adlı pis bir oyunun Habur'da sergilenen gala töreninin içyüzünü bütün
boyutlarıyla ortaya koyacaklarını, millet adına oyunun başrol oyuncularını
sorgulayacaklarını'' anlattı. ''Habur aslında açılımın özüdür, amacıdır ve
hedefidir'' diyen Vural, azdan çok şey anlamalarını gerektiren bir olay olduğunu
vurguladı. Habur çözümlemesinin açılımın yol açacağı uçurumu ortaya koyduğunu
kaydeden Vural, şöyle konuştu:
''Habur, ABD Başkanının TBMM'de yaptığı konuşma sonrası dışarıda
hazırlanmış senaryoların fiiliyata geçirildiği bir uygulama alanıdır. Aslında
demokratik açılım olarak sunulan süreç içerisinde hazmettirmek istenen, Habur'da
yaşanan gelişmelerle ortaya çıkan sonuçlardır. Bu bakımdan Habur, tesadüfen
ortaya çıkmış bir gelişme değildir, planlanmıştır, düzenlenmiştir ve
uygulanmıştır. Orada bir suçüstü hali vardır. Bunun kimlere, milletin hangi
değerlerine ve hukukuna karşı yapıldığını ve kimlerin seyirci kaldığını deşifre
etmeye devam edeceğiz. Bu olayın baş aktörünün sorumluluğunu hatırlatmak,
milletimizin verdiği bir görevdir. Habur'u vicdanlarınıza sığdıramadığınızı
biliyorum. O yaşanan kara gün, Türk milletinin hafızasından silinmeyecektir.''
Vural, 19 Ekim'de Kandil ve Mahmur'dan gelen terör örgütü üyelerinin
Habur'dan ''davulla zurnayla giriş yaptığını, devletin görevlilerince
karşılandığını, ardından kurulan mobil mahkemeyle salıverildiklerini'' ileri
sürdü. O günün ülke adına gensoruyla bile geçiştirilemeyecek kadar vahim bir olay
olduğunu savunan Vural, ''O gün bermuda şeytan üçgeninde birçok değerimiz
sorgulanmıştır, milletimizin vicdanı yaralanmıştır, bölücü terörle mücadelemiz
yara almıştır. Bölücü terör örgütü muhatap alınmıştır. Millet adına yargı,
teröristlerin ayağına gönderilmiştir'' dedi.
TBMM'nin böyle bir proje içinde yer alınmasına yönelik iradesi olup
olmadığını soran Vural, ''Böyle bir görev vermediğinize göre, içişleri Bakanı bu
projeye hizmet edenlere açılım yaptırırken kimin iradesini kullanmaktadır? Kime
hizmet edilmektedir?'' diye konuştu.
19 Ekim'de yaşananların, TBMM'nin verdiği sınırötesi operasyon yetkisinin
neden etkin şekilde kullanılmadığını ve asıl amacın siyasi çözüm olduğunu ortaya
koyduğunu iddia eden Vural, 5 Kasım 2007'de Başbakan Erdoğan'ın ABD Başkanı Bush
ile yaptığı görüşme sonrasında, terörle mücadelede siyasal çözüm arayışlarının
başlatıldığını söyledi.
Habur'daki gelişmelerin sonucunda PKK'nın muhatap alındığını savunan
Vural, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Gelenler, İmralı canisinin gönderdiği sözde barış elçileridir. Terörist
başı; barış gruplarının açılım sürecini devam ettirmek için Türk devletine bir
çağrı ve mesaj gönderdiğini ifade etmiştir. Bu elçiler, açılım meyvesi olarak
Hükümet tarafından pazarlanmıştır. İmralı muhatap alınmış, ondan medet
umulmuştur. Sayın Bakan, hangi cüretle bir terörist başının size elçi
göndermesini hazmedebiliyorsunuz. Siz kimle masaya oturduğunuzun farkında değil
misiniz? Siz hangi yetkiyle terör örgütünü muhatap alıp, sözde elçiler için
devleti ayaklar altına alıyorsunuz? Bu tablo, terör örgütünü muhatap almaya
yönelik girişimlerin nasıl başarıya ulaştığını ortaya koymuştur. PKK'yı bertaraf
etmek için Hükümete verdiğiniz yetkide müzakere etmek, muhatap almak var mıdır?
Hükümet, bu yetkiyi kullanmamış, PKK'yı muhatap almak için bu yetkiyi etkin
kullanmaktan imtina etmiştir. Gelenler teslim olmak için değil, Türk devleti ile
pazarlık yapmak için gelmiştir. Egemenliğimizi ve üniter yapımızı bölecek
talepleri muhatap alma görevini size kim verdi? Siz nasıl olur da bu talepleri
yapanları muhatap kabul edersiniz? O gün şehit ve gazilerimiz hançerlenmiş,
analarımız ağlamıştır. Önceden hazırlanan bu karşılama töreninin milletimizin
vicdanını sızlatacağını düşünmediniz mi? Nasıl olur da böyle kara günü
tasarlayabildiniz? TBMM size nasıl güvenecek? O gün Habur'da devletin üst düzey
görevlileri, terör örgütü mensupların girişlerini kolaylaştırmak için maalesef
teşrifatçı konumuna düşürülmüştür. Siz bu yönetim anlayışınızla ülkede huzuru
nasıl sağlayacaksınız? O gün terörle mücadele eden askerimiz, polisimiz terörist
kurşunuyla değil, merasim töreniyle kurşunlanmıştır.
Habur'da, hukuk rezaleti yaşanmıştır. Bu ayar değil de nedir? Habur'daki
gibi bir yargı oluşturmak için bir reform peşindeler. Bölücülüğü siyasallaştırmak
isteyenlerin önünde, hukukun üstünlüğünü sağlayacak yargı bir engeldir, o zaman
hukukun üstünlüğünü değil, açılımın üstünlüğünü sağlayacak bir yargılama süreci
oluşmalıdır. Yargı reformundan beklenen budur.''
Vural, AOÇ'da yapılan gizli müzakerelerde açılımın ayarının yargıya
müdahalenin amaç ve hedefleri konusunda şüphelerinin derinleşmesine neden
olduğunu belirterek, ''Sayın Bakan soruyorum size, 1984'ten beri terörle mücadele
kapsamında otopsi, olay yeri inceleme ve keşif haricinde, hakim ve savcıların
teröristlerin ayağına gittiği Habur'dan başka bir örnek verebilir misiniz?''
dedi.
Konuşmasının sonunda Başbakan Erdoğan'ın, 20 Ekim'de yaptığı grup
konuşmasının ''TBMM'de ibret vesikası olarak yankılandığını'' ifade eden Vural,
yanında getirdiği cep telefonundan Erdoğan'ın konuşmasından bir bölümü
dinletti.
Öte yandan, Vural'ın konuşması sırasında CHP tarafından hazırlanan
''AKP'nin Açılım Fiyaskosu, Sorular-Yanıtlar'' adlı kitap, CHP Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük tarafından AK Parti sıralarına dağıtıldı. Kitaplar, daha
sonra kavaslar tarafından toplatıldı. (14:00)
***HABERİN TAMAMINA "İLGİLİ DÖKÜMANLAR" BÖLÜMÜNDEN ULAŞABİLİRSİNİZ****
gensoru önergesinin görüşülmesine başlandı.
Genel Kurulda, gündemdışı konuşmaların ardından Atalay hakkındaki gensoru
önergesinin gündeme alınıp alınmamasına ilişkin görüşmelere geçildi.
Önergede, ''Demokratik açılım diye adlandırılan proje kapsamında, terör örgütü
mensuplarının yargı sürecini etkileyen, bu konuda özel yargılama düzeni sağlamak
için devletin olanaklarını seferber eden, terör örgütü mensuplarının tutuklanmaması
için hukuku çiğneyip, yargıyı yönlendiren pazarlıkları yapan, bu amaçla gizli müzakereler
yürüten Atalay hakkında gensoru açılsın'' ifadelerine yer veriliyor.
CHP Grup Başkanvekili Hakkı Suha Okay,
''İçişleri Bakanı Beşir Atalay'ın gensorudan kurtulabileceğini, ancak Yüce
Divan'dan kurtulamayacağını'' söyledi.
TBMM Genel Kurulunda İçişleri Bakanı Atalay hakkında verdikleri
gensoruda, önerge sahipleri adına konuşan Okay, ''ismi değişen açılımda tek
değişmeyen ismin Atalay'' olduğunu belirterek, Atalay'ın projenin koordinatörü ve
organizatörü olduğunu savundu.
Açılımla ilgili olarak bugüne kadar somut, açık, net hiçbir veri ve sunum
duymadıklarını anlatan Okay, projenin ''Demokratik Açılım'' değil, ''Habur
açılımı ve gerçeği'' olduğunu ifade etti. Okay, şöyle konuştu:
''Habur gerçeğinde yaşanan, terör örgütüyle müzakere ve bu müzakerelerin
bir kısmının da gizli yapılmasıydı. Sayın Bakan, 17 Ekim görüşmesini herkeslerden
sakladı. Mahmur ve Kandil'den gelecek olan 34 kişiden 4'ü çocuktu, onları
ayırıyorum, 30 teröristin geleceği ifade edildi ve ama şu ifade edilmedi; '4 saat
sonra bunlar serbest bırakılacak.' 17 Ekim görüşmesinde sayın Bakanın Atatürk
Orman Çiftliğinde, kapatılan DTP Genel Başkanı Ahmet Türk ile gelecek olan
terörist kadronun nasıl karşılanacağına dair görüşme yapıldı. Sayın Bakan bunu
uzun süre sakladı. Ancak, 23 Ekim günü itiraf etmek zorunda kaldı. Orada koruma
görevlisi olan iki kişi, görüşmeleri ifşa ettikleri gerekçesiyle işlerine son
verildi. Aslında 19 Ekim'den önce Habur'da, gümrük sahası içinde bir çadır
mahkeme, bir mobil mahkeme kurulduğu da zaten biliniyordu. 18 Ekim günü
Diyarbakır'da bir başka buluşma gerçekleşti; yine İçişleri Bakanlığı Müsteşarı,
Diyarbakır Başsavcısı - Adalet Bakanı Müsteşar Yardımcısının da orada mıydı cevap
bekliyorum-birlikte bir toplantı yaptı. 19 Ekim günü üniformaları, lüks ciplerle,
ellerinde terör örgüt bayraklarıyla 30 terörist geldi. Onları devletin
müsteşarları, valileri, emniyet müdürleri, savcıları hep birlikte karşıladı.''
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ertesi gün grup toplantısında yaptığı
konuşmayı hatırlatan Okay, ''Başbakan süreci yakından izliyordu. Başbakan'ın
söylediği oldu, onlar karşılandı ve gidecekleri yere gitti. Burada hakimin ne işi
var? CMUK çok açık. Hakim teröristin ayağına gitmez, hakim kimsenin ayağına
gitmez. Ama terörist hakimin ayağına gider'' dedi.
Bu sırada BDP'lilerin kendisine laf atması üzerine Okay, oradaki ilk
ifadenin sorgu ifadesi olduğunu ve bunun savcılar tarafından yapılması gereğine
işaret ederek, ''Silivri'deki yargılama sürecinde, başlangıçtaki o şüpheliler
Beşiktaş adliyesinde ifade verdi'' diye konuştu.
Okay, TCK'nın etkin pişmanlık maddesinin çok açık olduğuna işaret ederek,
''Gelen terörist, 'Ben terör örgütünün elçisi olarak geldim, bu mektupları
Cumhurbaşkanı, Başbakan, Meclis Başkanı ve Genelkurmay Başkanı'na vermek üzere
geldim ve 'pişman değilim' diyor ama kendisine 'hayır kardeşim sen pişmansın'
deniyor. Bu teröristlerden birinin para cezası ödemesi gerekiyordu, 'kardeşim biz
burada vezne oluşturalım, sen elden öde, bir an önce serbest kal' dendi'' diye
konuştu.
Türkiye'de bir başsavcının 7 saat gözaltında kaldığını, 3 kuvvet
komutanının 72 saat hukuksuz yere tutulduğunu belirten Okay, ''Ancak,
teröristbaşına 8 dakikada serbest bırakılacağı ifade ediliyor. Pişman olmayana
'pişmansın' denilerek serbest bırakılıyor. Sonra eski bir DEP milletvekili
'hakimleri ayarladıklarını söylediler' diyor. Bu kez AKP 'sen onun sözüne ne
inanıyorsun?' diyor. Kimin söylediği değil, ne söylediği önemlidir. Yaşanan
gerçekler kamuoyunun bilgisi dahilindedir. Siyasette hukuk araç haline
getirilmiştir, hukuka güven zadelenmiştir. Bundan sorumlu olan Sayın Bakan'dır''
görüşünü savundu.
Gensoruya ''yalama denilemeyeceğini'', ancak Türkiye'de hukukun yalama
olduğunu ifade eden Okay, ''Sayın Bakan bu gensorudan kurtulacağını zannediyorsa
yanılıyor. Belki bugün bu gensorudan kurtulacak ama bu ayarlama işlerinden dolayı
Yüce Divan'dan kurtulamayacak'' dedi.
CHP İstanbul Milletvekili Nur Serter,
''Ergenekon davasında bir komutan ya da üniversite rektörü alınıyor, 7-8 saat
sorgulanıyor. Peki Habur'da 34 kişi 4 saatte nasıl sorgulanıyor? Biri Silivri
hukuku'dur, diğeri Habur hukuku'' dedi.
TBMM Genel Kurulunda, CHP'nin, İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında
verdiği gensoru önergesinin gündeme alınıp alınmamasına ilişkin görüşmeler
sürüyor.
CHP Grubu adına söz alan İstanbul Milletvekili Nur Serter, konuşması
sırasında AK Parti'li milletvekillerin oturdukları sıraların büyük kısmının boş
olduğunu belirterek, söyleyeceklerine tahammüllerinin olmadığını ifade etti.
İçişleri Bakanı Atalay'ın Habur'dan girişler olmadan önce Atatürk Orman
Çiftliğinde (AOÇ) kapatılan DTP'nin Genel Başkanı Ahmet Türk ve bazı DTP'li
milletvekilleriyle görüştüğünü anımsatan Serter, gizli görüşme yapılmaya neden
ihtiyaç duyulduğunu sordu.
Bu gizli görüşmeyi ifşa eden AOÇ çalışanı 2 kişinin işine son verildiğini
ileri süren Serter, görüşmenin gizlenememesi üzerine İçişleri Bakanı Atalay ve
kapatılan DTP'li milletvekillerin açıklama yapmak zorunda kaldıklarını söyledi.
Habur'dan girişler yapıldıktan 3 gün sonra Atalay'ın, yapılan görüşmede
''DTP'yi, 'şov yapmayın, provokasyon yapmayın, sürece zarar verirsiniz' diyerek
uyardığını'' açıkladığını anlatan Serter, ''Sayın Bakanın demek ki böyle bir özel
yeteneği var, Habur'dan girişler olmadan önce şov yapılacağını bilebiliyor.
Bakan, böyle bir özel yeteneğe sahipse, Habur'da olanları engellemediği için
suçludur'' dedi.
Hatip Dicle'nin ''Hakim ve savcı ayarlandı, gelenlerin geçeceği sözü
verildi'' şeklinde açıklama yaptığını anımsatan Serter, Habur'dan girişlerden bir
gün önce bir gazetenin manşetinde yer alan ''4 saatte geçecekler'' başlıklı
haberini gösterdi.
Serter, ''Habur'dan gelenlerin serbest bırakılmasına dair söz
verilmiştir. Sorgulama ve yargılama öncesinde bu sözü İçişleri Bakanı hangi
yetkiyle vermiştir. 34 kişinin 4 saat içinde serbest bırakılacakları sözü de
verilmiştir'' diye konuştu.
''Habur'da, Adalet Bakanlığının üst düzey yetkilileri, Adalet Bakanlığı
müsteşarı ne aramaktadır? Adalet Bakanlığı Müsteşarı bu ayarlama işini,
gerçekleştirmek için mi oraya gönderilmiştir? Yoksa, sorgu sırasında etkin
pişmanlık hükmünden yararlanmak üzere sorguya alanlar, 'Biz pişman değiliz.
Buraya Abdullah Öcalan'ın talimatıyla geldik. O bizim önderimizdir' deyip, ona
övgüler düzerken, bunların tutanaklarda yer almasını engellemek için mi orada
görevlendirilmişlerdir?'' şeklindeki sorularının cevaplandırılmasını beklediğini
kaydeden Serter, ''Habur'a, Adalet Bakanlığı Müsteşarının ve görevlilerinin
dışında devlet taşınmıştır. Devlet Habur'da teröristlerin ayağına götürülmüştür.
Ne yazık ki AKP, Habur'da teröre teslim olmuştur'' dedi.
AK Parti'nin yargı terminolojisi, yeni bir terminoloji olarak Türkiye'nin
gündemine girdiğini ifade eden Serter, AK Parti'ye göre tarafsız yargı ve
ideolojik yargı şeklinde iki tür yargı olduğunu ileri sürdü.
Tarafsız yargının AK Parti'den yana taraf olan, baskı altına alınabilen,
Cumhuriyetçi aydınları üst düzey komutanları, yargıda hukukun üstünlüğünü savunan
yargı mensuplarını tutuklayıp, gözaltına alanlar olduğunu; ideolojik yargının ise
Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, HYSK'dan ibaret olduğunu, bunların AK
Parti tarafından yargı darbesi yapmakla suçlanan ideolojik yargıyı temsil
ettiklerini ileri sürdü.
AK Parti ile birlikte Türkiye'de görülen davalarda, farklı farklı hukuk
anlayışlarına tanık olunduğunu iddia eden Serter, şöyle devam etti:
''Ergenekon davasında bir komutan ya da üniversite rektörü alınıyor, 7-8
saat sorgulanıyor. Peki Habur'da 34 kişi 4 saatte nasıl sorgulanıyor? Sorgulanır,
sorgulanır, biri Silivri Hukuku'dur, diğeri Habur hukukudur. Bir de deniz Feneri
hukuku var. Onu unutmayalım, ayrıcalıklı, koruma altına alınan yayın yasağı
getirilen bir dolandırıcılık davası, AKP'nin himayesi altında devam etmektedir.
AKP, Türkiye'de hukukta çığır açmıştır. Bazı AKP'li milletvekillerinin
sözleriyle, ''fişledikleri kanı bozukların', kanıtla değil, iddia ile mahkum etme
sürecini AKP başlatarak, Türk hukuk tarihine kapkara bir leke olarak geçirmiştir.
AKP'nin Türkiye'de hukuka, hukukun saygınlığına, hukuk anlayışına verdiği zarar
çok büyüktür. O nedenle İçişleri Bakanının hukuku ayarlaması, aslında AKP'nin
temayülü geliştirdiği süreç içinde doğal yaklaşımıdır. Böyle bir hukuk anlayışına
sahip olan siyasi partinin İçişleri Bakanının hukuku ayarlaması, aslında kendi
içinde meşruiyet göstergesidir.''
CHP'li Serter, ''terör örgütü ile gizli pazarlık yaparak, hukuku yok
sayan, bu konuda, özel bir yargı düzeni kurarak, devletin olanaklarını seferber
eden, terör örgütü üyelerinin ifadelerini tutanaklara geçirtmeyen, terörle
Mücadele Kanunu'nun 221. maddesine aykırı işlem yapılması konusunda yargıyı baskı
altında tuttuğu'' gerekçesiyle İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında gensoru
açılmasını teklif ettiklerini söyledi.
BDP Grup Başkanvekili Bengi Yıldız ise Habur'daki gelişmelerin doğru
algılanamadığını belirterek, ''Aslında Habur süreci, Türkiye'de Kürt sorunundan,
çözümden ve halklarımızın ekmek su kadar ihtiyacı olan barıştan kimin ne
anladığını, kimlerin savaştan ne beklendiğini, kimlerin anaların ağlamasından
yana olduğunu, kimlerin cenazeler üzerinden siyaset yaptığını çok açık bir
biçimde ortaya koymuştur'' dedi.
Sürece karşı çıkan CHP Lideri Deniz Baykal'ın 2002'de Diyarbakır'da
düzenlediği seçim mitingindeki konuşmalarını anımsatan Yıldız, ''Barıştan, aftan,
dağdakiyle kucaklaşmaktan bahseden Sayın Baykal, peki Habur süreci de
dağdakilerle ovadakilerin kucaklaşması değil miydi? Hani kucaklaşmaktan
yanaydınız? İlk kez o dağdakiler sağ salim ailelerine kavuştu. Bundan niye
rahatsızlık duydunuz?'' diye sordu.
CHP'nin parti programında ve 1999 raporunda yer alan görüşleri dile
getiren Yıldız, şöyle devam etti:
''11 yıl önce anadilde eğitimi savunan Sayın Baykal şimdi ne diyor;
'anadilde eğitim ülkeyi böler' diyor. İşte asıl Türkiye'yi bölecek olan dil
budur. Ya CHP'nin o günkü raporları yanlıştı, bölücüydü ya da bugünkü CHP
zihniyeti yanlış yerde duruyor. Bunun takdirini kamuoyuna bırakıyoruz. Bugün
demokratikleşmeden insan haklarına, kalkınmadan sosyal refaha kadar Türkiye'nin
yaşadığı temel krizlerin en önemli nedeni neredeyse Cumhuriyetle yaşıt olan bu
Kürt sorununun çözümsüzlüğüdür. Ekonomik olanaklarını bu savaşta heba eden,
savunmada dışa bağımlı hale gelen Türkiye'yi bu noktaya getiren, Kürt sorununu
savaşla, imhayla bastırma, yok etme politikalarıdır. Bu politikaların iç barışa
hizmet etmediğini, Türkiye'nin dış güçlere daha fazla teslim olmasına zemin
sunduğunu herkes çok iyi görmelidir.''
Bengi Yıldız, gelinen noktada Türkiye'nin çok ciddi bir siyasi tıkanmayla
karşı karşıya olduğunu, bu krizin aşılması için ortak bir çözüm üretilmesinin
kaçınılmaz olduğunu kaydetti.
Yıldız, ''Kürt sorunu, Türkiye'nin kaderini doğrudan ilgilendirmesi
hasebiyle siyaset üstü, partiler üstü bir anlayış ve yaklaşımla ele almak
durumundayız. Esas olan gençlerimizin ölmesini önlemek, anaların gözyaşını
dindirmektir. Bu açıdan herkesin ortak bir sorumluluk duygusuyla yaklaşması,
ölümlerin durdurulması için elini taşın altına koyması gerekir. Yoksa
yaşanacakların vebali siyasilere ve ülkeyi yönetenlere ait olacaktır'' diye
konuştu.
Türkiye'nin uluslararası sözleşmelerde anadile ilişkin çekinceler
koymasının, Kürtleri rencide ettiğini söyleyen Yıldız, ''Devlet, Türkiye'de
yaşayan tüm farklılıkları koruyan ve kollayan bir devlet olduğu süreci güçlenir
ve demokratikleşir. Bu açıdan Türkiye'deki bütün farklı kimlik ve kültürlerin
haklarını tanımlayan ve güvence altına alan bir yasal, anayasal değişiklik
elzemdir'' dedi.
MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural, ''Habur'da
yaşananların aslında açılımın özü, amacı ve hedefi'' olduğunu belirterek,
''Habur, tesadüfen ortaya çıkmış bir gelişme değildir, planlanmıştır,
düzenlenmiştir ve uygulanmıştır. Orada bir suçüstü hali vardır'' dedi.
TBMM Genel Kurulunda, İçişleri Bakanı Beşir Atalay hakkında verilen
gensoru önergesi üzerinde MHP Grubu adına konuşan Vural, ''Atalay'ın Komisyon
sıralarında yanında iki bakan ile birlikte oturduğunu'' belirterek, ''Bakan'ın
yalnızlığının açılımın başarısızlığını gösterdiğini'' ifade etti.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın ''gensoru yalama oldu'' dediğini
kaydeden Vural, ''Yalama olan gensoru değil, hakkında önerge verilen
bakanlıklardır. Yalama olan kamu yönetim anlayışınızı sorgulamanız daha iyi olur.
Millet adına burada bulunuyoruz, millet adına sorguluyoruz. Bu iradeyi
kullanırken kimseden icazet alacak da değiliz, size soracak da değiliz. Millet
adına kullanılan bu yetkiyi hakir görmeniz, sizin demokrasi anlayışınızın
deşifresidir. Size göre yaptığınız her şey doğrudur, başka herkes haksızdır. İşte
bu zihniyet, fişçi zihniyettir, hazımsızdır, saygısızdır'' dedi.
Vural, gensoru vesilesiyle, ''ülkenin bölünmez bütünlüğünü tehdit eden
açılım adlı pis bir oyunun Habur'da sergilenen gala töreninin içyüzünü bütün
boyutlarıyla ortaya koyacaklarını, millet adına oyunun başrol oyuncularını
sorgulayacaklarını'' anlattı. ''Habur aslında açılımın özüdür, amacıdır ve
hedefidir'' diyen Vural, azdan çok şey anlamalarını gerektiren bir olay olduğunu
vurguladı. Habur çözümlemesinin açılımın yol açacağı uçurumu ortaya koyduğunu
kaydeden Vural, şöyle konuştu:
''Habur, ABD Başkanının TBMM'de yaptığı konuşma sonrası dışarıda
hazırlanmış senaryoların fiiliyata geçirildiği bir uygulama alanıdır. Aslında
demokratik açılım olarak sunulan süreç içerisinde hazmettirmek istenen, Habur'da
yaşanan gelişmelerle ortaya çıkan sonuçlardır. Bu bakımdan Habur, tesadüfen
ortaya çıkmış bir gelişme değildir, planlanmıştır, düzenlenmiştir ve
uygulanmıştır. Orada bir suçüstü hali vardır. Bunun kimlere, milletin hangi
değerlerine ve hukukuna karşı yapıldığını ve kimlerin seyirci kaldığını deşifre
etmeye devam edeceğiz. Bu olayın baş aktörünün sorumluluğunu hatırlatmak,
milletimizin verdiği bir görevdir. Habur'u vicdanlarınıza sığdıramadığınızı
biliyorum. O yaşanan kara gün, Türk milletinin hafızasından silinmeyecektir.''
Vural, 19 Ekim'de Kandil ve Mahmur'dan gelen terör örgütü üyelerinin
Habur'dan ''davulla zurnayla giriş yaptığını, devletin görevlilerince
karşılandığını, ardından kurulan mobil mahkemeyle salıverildiklerini'' ileri
sürdü. O günün ülke adına gensoruyla bile geçiştirilemeyecek kadar vahim bir olay
olduğunu savunan Vural, ''O gün bermuda şeytan üçgeninde birçok değerimiz
sorgulanmıştır, milletimizin vicdanı yaralanmıştır, bölücü terörle mücadelemiz
yara almıştır. Bölücü terör örgütü muhatap alınmıştır. Millet adına yargı,
teröristlerin ayağına gönderilmiştir'' dedi.
TBMM'nin böyle bir proje içinde yer alınmasına yönelik iradesi olup
olmadığını soran Vural, ''Böyle bir görev vermediğinize göre, içişleri Bakanı bu
projeye hizmet edenlere açılım yaptırırken kimin iradesini kullanmaktadır? Kime
hizmet edilmektedir?'' diye konuştu.
19 Ekim'de yaşananların, TBMM'nin verdiği sınırötesi operasyon yetkisinin
neden etkin şekilde kullanılmadığını ve asıl amacın siyasi çözüm olduğunu ortaya
koyduğunu iddia eden Vural, 5 Kasım 2007'de Başbakan Erdoğan'ın ABD Başkanı Bush
ile yaptığı görüşme sonrasında, terörle mücadelede siyasal çözüm arayışlarının
başlatıldığını söyledi.
Habur'daki gelişmelerin sonucunda PKK'nın muhatap alındığını savunan
Vural, sözlerini şöyle sürdürdü:
''Gelenler, İmralı canisinin gönderdiği sözde barış elçileridir. Terörist
başı; barış gruplarının açılım sürecini devam ettirmek için Türk devletine bir
çağrı ve mesaj gönderdiğini ifade etmiştir. Bu elçiler, açılım meyvesi olarak
Hükümet tarafından pazarlanmıştır. İmralı muhatap alınmış, ondan medet
umulmuştur. Sayın Bakan, hangi cüretle bir terörist başının size elçi
göndermesini hazmedebiliyorsunuz. Siz kimle masaya oturduğunuzun farkında değil
misiniz? Siz hangi yetkiyle terör örgütünü muhatap alıp, sözde elçiler için
devleti ayaklar altına alıyorsunuz? Bu tablo, terör örgütünü muhatap almaya
yönelik girişimlerin nasıl başarıya ulaştığını ortaya koymuştur. PKK'yı bertaraf
etmek için Hükümete verdiğiniz yetkide müzakere etmek, muhatap almak var mıdır?
Hükümet, bu yetkiyi kullanmamış, PKK'yı muhatap almak için bu yetkiyi etkin
kullanmaktan imtina etmiştir. Gelenler teslim olmak için değil, Türk devleti ile
pazarlık yapmak için gelmiştir. Egemenliğimizi ve üniter yapımızı bölecek
talepleri muhatap alma görevini size kim verdi? Siz nasıl olur da bu talepleri
yapanları muhatap kabul edersiniz? O gün şehit ve gazilerimiz hançerlenmiş,
analarımız ağlamıştır. Önceden hazırlanan bu karşılama töreninin milletimizin
vicdanını sızlatacağını düşünmediniz mi? Nasıl olur da böyle kara günü
tasarlayabildiniz? TBMM size nasıl güvenecek? O gün Habur'da devletin üst düzey
görevlileri, terör örgütü mensupların girişlerini kolaylaştırmak için maalesef
teşrifatçı konumuna düşürülmüştür. Siz bu yönetim anlayışınızla ülkede huzuru
nasıl sağlayacaksınız? O gün terörle mücadele eden askerimiz, polisimiz terörist
kurşunuyla değil, merasim töreniyle kurşunlanmıştır.
Habur'da, hukuk rezaleti yaşanmıştır. Bu ayar değil de nedir? Habur'daki
gibi bir yargı oluşturmak için bir reform peşindeler. Bölücülüğü siyasallaştırmak
isteyenlerin önünde, hukukun üstünlüğünü sağlayacak yargı bir engeldir, o zaman
hukukun üstünlüğünü değil, açılımın üstünlüğünü sağlayacak bir yargılama süreci
oluşmalıdır. Yargı reformundan beklenen budur.''
Vural, AOÇ'da yapılan gizli müzakerelerde açılımın ayarının yargıya
müdahalenin amaç ve hedefleri konusunda şüphelerinin derinleşmesine neden
olduğunu belirterek, ''Sayın Bakan soruyorum size, 1984'ten beri terörle mücadele
kapsamında otopsi, olay yeri inceleme ve keşif haricinde, hakim ve savcıların
teröristlerin ayağına gittiği Habur'dan başka bir örnek verebilir misiniz?''
dedi.
Konuşmasının sonunda Başbakan Erdoğan'ın, 20 Ekim'de yaptığı grup
konuşmasının ''TBMM'de ibret vesikası olarak yankılandığını'' ifade eden Vural,
yanında getirdiği cep telefonundan Erdoğan'ın konuşmasından bir bölümü
dinletti.
Öte yandan, Vural'ın konuşması sırasında CHP tarafından hazırlanan
''AKP'nin Açılım Fiyaskosu, Sorular-Yanıtlar'' adlı kitap, CHP Çanakkale
Milletvekili Ahmet Küçük tarafından AK Parti sıralarına dağıtıldı. Kitaplar, daha
sonra kavaslar tarafından toplatıldı. (14:00)
***HABERİN TAMAMINA "İLGİLİ DÖKÜMANLAR" BÖLÜMÜNDEN ULAŞABİLİRSİNİZ****
