
2003-04-24 - 00:00
Sayın Başkan, çok değerli konuklar hepinizi saygıyla selamlıyorum. Üç gün devam eden ve biraz sonra kapanışını yapacağımız 1. Uluslararası Anayasa Hukuku Sempozyumu çok başarılı oldu.
Tabii 23 Nisan, Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı'dır. Meclis olarak bu bayramı kutluyoruz. Bazı etkinlikler sebebiyle tamamını takip edemesem dahi bulunabildiğim süre içinde ve arkadaşlardan aldığım değerlendirmeler odur ki, Sayın Başkanımız Yalçıntaş'da ifade ettiler. Başarılı bir sempozyum yapıldı. En kısa zamanda bunun yazılı notları da kitap haline getirilip, bütün parlamenterlerimize, katılımcılara ve gönderilmesi gerekli olan her yere gönderilmiş olacaktır.
TBMM'de ilk defa böyle bir sempozyum düzenlendi. Zaman zaman kongreler oldu, konferanslar oldu ama üç günlük hem kapsam itibarıyla hem de uluslar arası niteliği taşıması itibarıyla ilk defa böyle bir toplantı yapıldı. Ben de bu toplantının gerçekleşmesinde emeği geçen, başta Başdanışmanım Sayın Gören olmak üzere her kademede hizmetleri geçen değerli personelimize ve katılımcıların tümüne çok teşekkür ediyorum.
Bu fikir Ocak ayında aklımıza geldi. 23 Nisan'ı her zaman seramonik bir takım törenlerle kutlamak yeterli değil. "Aynı zamanda anlamlı bir iş de yapmış olalım" diye düşündük ve böyle bir toplantının, değerli bilim adamlarıyla, siyaset adamlarıyla, akademisyenlerle, başta milletvekillerimiz olmak üzere biraraya gelmek suretiyle tartışılmasında yarar gördük. Türkiye, AB'ne aday ülke olan ve tam üyeliği amaçlayan bir ülkedir. Aynı zamanda AB Parlamentosu'nda da değişik ülkelerden milletvekili olan kişileri de davet etmek suretiyle, onlara bu takdimi yapmanın, onlarında görüşlerini almanın faydalı olacağını düşündük. Kendilerine haber gönderdiğimiz bütün parlamenterler, "Bundan onur duyduklarını, böyle bir şeyin çok yararlı olacağını" ifade ettiler. Bildiğiniz gibi 6 tanesi kabul etti, diğerleri de kendilerince önemli sayılabilecek ki, en başta Paskalya'nın bu tarihlere denk gelmesi yer alıyor. "Bu tarihler arasında Türkiye'de bulunamayacaklarını, çok önceden ajandalarında başka bir program olduğunu" söylediler.
Bu tabiidir. Dolayısıyla bu toplantılara katkıda bulunan, biraz evvel son konuşmayı dinlediğimiz, Sayın Parlamenter olmak üzere, önemli görüşler ifade ettiler. Bunlar kitap haline geldiğinde ümit ediyorum çok daha iyi anlaşılacaktır.
Değerli dostlar, 11 oturum yapıldı. Her oturumda tebliğ sahipleri var. Tartışmacı var, konuşmacı var ve bu 11 oturum içinde sadece 49 konuşmacı vardı. Bunların mesleklerine göre dökümlerini yaptığımızda, profesör, doçent arkadaşlarımız vardı. Kendi personelimizden doktora yapmış, Kanunlar Kararlar'dan ve diğer birimlerden değerli arkadaşlarımız vardı. Milletvekillerimiz vardı. Başkanlık yapanlar, dış komisyon başkanlarımız, Meclis Başkanvekillerimiz vardı. Bence çok renkli toplantılar oldu. Çok ilginç fikirler ortaya çıktı. Bu konuşmalar sırasında zamanın yetersiz olduğu söylendi. "Her konuşmacıya 15 dakika vermek ama bu konuşma süresince 3-4 maddeyi ortaya koyabilmek zordur " denildi. Bunun içerisinde soru sormak suretiyle katılımcılığın olmadığı ifade edildi. Bunların hepsi doğrudur. Aynı zamanda organizasyon içinde de eksikliklerimiz olabilir. Sizden ricamız, bu eksiklikleri bizlere duyurmanızdır ve bizim de tespit edebildiğimiz kadarıyla bundan sonraki yıllarda kısmet olursa bu eksikliklerimizi asgariye indirmek ve hepinizi tatmin etmek, mutlu etmek niyetindeyiz. Şüphesiz oturumlar biraz daha azaltılabilir, süre biraz daha artırılabilir, içine tartışma konulabilir. Bunların hepsi önümüzdeki dönem için tespit edilip yerine getirilecektir.
Değerli arkadaşlarım, TBMM milletimizindir. Milletimizin temsilcileri burada bulunuyor, biz de bu temsilcilerin içinde olmaktan büyük gurur duyuyoruz. Millet Meclisimizin sahip olduğu bütün imkanları milletimize ve onların temsilcileri olan sivil toplum örgütlerine tahsis etme kararındayız. Demokratik kitle örgütlerinin faaliyetlerini de bu mekanlarımıza açacağız. Daha önce yaptığımız panellere daha yenilerini eklemek kararındayız. Bu mekanlar ancak bu şekilde kıymetlendirilebilir. Yoksa salonlarımız senede iki defa resmi törenlere açılırsa, birtakım imkanlar sadece belli insanlar için kullanılırsa, doğrusu biz israf etmiş oluruz. Bizim de niyetimiz israf etmek değil.
TBMM'nin 83. Kuruluş Yıldönümünü kutladığımız şu günlerde bu büyük bayramı halkımıza ve çocuklarımıza armağan eden, Mustafa Kemal Atatürk'ün de düşüncesi böyleydi, ilk Meclisin açılışındaki ruh ve inanç da böyleydi. Milletin gerçek temsilcileri biraraya geldiler, herşeyden önce Meclisi kurdular ve bu Meclis istiklal mücadelesini yürüttü, şimdiki bağımsız, gerçek bir cumhuriyeti ortaya koydu.
Dolayısıyla dün nasıl halkın temsilcileri buradaysa, bugün de buradadır ve "Halkımız gözünü dikmiş, Meclisinden herşeyi bekliyorsa, bizim milletimize büyük duvarlarla kapalı olmak yerine, onlara kucaklaşmanın, onlarla beraber olmanın zamanıdır" diye düşündük.
Değerli dostlar, AB Parlamentosu üyelerinin konuşmalarını dikkatle izledim. Eminim ki, bu sempozyumun en yararlı yönlerinden biri de, bizim yeni dostlar kazanmış olmamızdır. Kendi konuşmalarında, bir Türkiye dostu olarak, Türkiye'nin AB'ne katılmasını gerçekten isteyen kişiler olarak çok yararlı katkılarda bulundular. Biz elbette bunları dikkate alacağız ve mutlaka bunların yerine getirilmesi konusunda kendi kamuoyumuzda, kendi Meclisimizde bunları tartışmaya açacağız. Eleştiriler yapıldı, yeni öneriler getirildi. Birincisi, "Evet bu kadar değişiklik oldu ama hala yeterli değildir." İkincisi, "İfadeler tam hukuki değil." Üçüncüsü, "Uygulamalarınız yeterli değil." Bunların hepsi doğru olabilir. Yerine göre her konuda konuşulabilecek çok şey vardır.
Değerli arkadaşlarım, Anayasamızın 6. Maddesi biraz evvel ki oturumun da konusuydu. Egemenliğin millette olması, bizi demokratik kılan, bizi cumhuriyet rejimiyle yönetilen bir ülke yapıyor. Egemenlik hakkının, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanılması, işte içinde bulunduğumuz bu mekanın ve Anayasa'nın bize tanıdığı en büyük yetkilerin başında gelmektedir.
Yine Anayasamızın 7. Maddesinde de "Yasama yetkisi TBMM'ye aittir ve bu yetki hiçbir şekilde başka bir kuruma da devredilemez" denilmektedir. Niçin bunları söylüyorum? Çünkü biz burada üç günden beri, 1987'den başlayarak, 2002'nin şu son tarihine kadar yapılmış olan, takriben 40 Maddelik Anayasa değişikliklerini konuşuyoruz. Kim yaptı bu Anayasa değişikliklerini? TBMM yaptı. Hangi yolla yaptı? Yasama yoluyla yaptı ve elbette Anayasalar değişmez metinler değildir, bir ortak mutabakattır, bir temel belgedir. Devletin ne olduğunu, temel hak ve özgürlüklerin ne olduğunu, yüksek yargının ne olduğunu, birbirleri arasındaki ilişkileri, bütün bunların hepsini düzenler. Ama bir şeyi daha düzenler. Anayasa'nın 175. Maddesi, bizzat bu Anayasa'nın değiştirilebileceğini de kural haline getirmiş. Değiştirilemeyecek maddeler belli. Ama onun dışında 175 tane madde var ki, bunların nasıl değiştirilebileceği de öngörülmüş.
Demek ki, Anayasa'lar değiştirilebiliyor. Böyle olması lazım. Çünkü Anayasa'lar toplum için yapılıyor. Toplum dinamikse, toplum değişim süreci içindeyse artık biz 40'lı, 50'li, 60'lı yıllarda değil de, 2003 yılına gelmişsek, teknoloji büyüyüp, devleşmişse, küreselleşme başlamış ise artık bütün dünya, bütün ülkeler bile bir köy kadar küçülmüş, haberleşme, iletişim hepsi devasa teknolojilerle yapılıyorsa ve ortaya yeni hukuklar çıkıyorsa, rekabet hukuku ayrı, tüketicinin haklarını koruma ayrı çok yeni, çok değişik, çok gelişmeci bir takım dinamik unsurlar bu işe eklenmişse, statik bir şekilde Anayasa kurallarını muhafaza etmek mümkün değil. Toplumun talepleri ve beklentileri, istek ve arzuları anayasalara yansımalıdır.
Bunun içinde Anayasa değişiklikleri yapılabilir. İki şekilde yapılıyor. Kanun değiştirir gibi Anayasa değiştiremiyorsunuz. Bu da çok doğru. Bir defa nitelikli çoğunluğa ihtiyacınız var. O nitelikli çoğunluk ta zaten 175. Maddede var. İkinci söyleyeceğim zaten birincinin sonucudur. Madem ki, nitelikli çoğunluk var. O zaman her aklına esen Anayasa'yı değiştiremez. Bu çoğunluk aynı zamanda bir uzlaşmayı gerektiriyor. Yani tek partinin değil, birkaç partinin hatta parlamento dışı partilerin, hatta kamuoyundaki beklentilerin de özdeş olması lazım ve bugüne kadar da Anayasa değişiklikleri hep böyle yapıldı. Bakınız şu en yakın Anayasa değişikliğinde bile parlamento içerisindeki iki parti, yani şu birkaç ay öncesini kastederek söylüyorum, son belki 25 yaş ve Orman Yasası ile ilgili onları bir kenara koyarsak, uzlaşma ile gelmiştir ve bunu temin eden de bir Uzlaşma Komisyonu, 1993 yılından beri parlamentoda gerçekten faydalı, yararlı işler yapmıştır. Demek ki, bir uzlaşmaya ihtiyaç var ve bu uzlaşmanın da sonucu itibariyle toplumun beklentilerini, temel düşüncelerini ortaya koyması gerekebilir.
Değerli dostlar, hepiniz şunun farkındasınız, elbette Anayasa'lar üzerinde konuşulacaktır. Dokunulmaz tabular değildir. Anayasa'lar ülkede, toplumun yüzyıllardan buyana süzülen hem karakteridir, hem aynasıdır, hem toplumsal mutabakatıdır, hem sözleşmesidir. Bütün bunlarda dikkat edeceğimiz husus, elbette sayısal çoğunluğun yeterli olmadığı, toplumun bir ortak mutabakatının da bu konuda kendisini hissettirmesidir. Anayasa'larda yaptığımız değişikliklerin ne yazık ki, çok küçük bir çoğunluğu, halkın kendi taleplerinin karşılanması suretiyle olmuştur. Ama çok büyük çoğunluğu dış destekler veya dış taleplerin ortaya koyduklarıdır. AB'nin ortaya koyduğu kriterler, Türkiye'nin demokrasi ve hukuk standardının yükseltilmesini de gerekli kılmıştır. Türkiye 50 yıllı aşkın Avrupa Ekonomik Topluluğu veya AB sürecinde, bugüne kadar hangi iktidar veya hangi partiler tarafından yönetilirse yönetilsin, AB'ne girme düşüncesinden geri dönülmemiştir. Ancak siyasi iradenin çok güçlü olmadığı zamanlarda, AB'ne girme süreci yavaşlamış, iki ileri bir geri durumuna geçmiştir. Ama iradenin güçlü olduğu zamanlarda da çok büyük değişiklikler, çok büyük atılımlar yapılabilmiştir. Türkiye tercihini AB'ne tam üye olmakla bir hedef olarak tespit etmiştir. Biz de bu hedefi, doğru ve haklı kabul ediyoruz.
Bu bir standarttır. Bu standardın ölçüleri de bellidir. Girmek isteyen siz olduğunuza göre, bu standarda uygun düzenlemeler yapmakta girmek isteyene düşmektedir. Her İlerleme Rapor'unda veya bir başka raporda Türkiye'nin eleştirilmesi, Türkiye'nin yaptıklarının kafi görülmemesi, elbette eleştiriler ideolojik manada olursa bizi üzmektedir. Ama söz verdiğimiz taahhütlerin yerine getirilmesi noktasında olduğu zaman, kimseye kızacak halimiz de kalmamaktadır. Biz Türkiye olarak bu hedefi belirlemiş bir ülke isek, gereğini yapmak mecburiyetindeyiz. Her defasında Türkiye'ye Avrupa Konseyinden veya Avrupa Parlamentosundan gelen temsilcilere, "Bizi ne zaman alacaksınız?" diye çıkışmak yerine, onların sorduğu sorulara doğru cevaplar vermek, daha hakkaniyete uygundur. "Siz ne zaman bu kriterleri yerine getireceksiniz?" Türkiye tercihini 1958'de yaptı. Sene 2003, söyleyecek fazla bir şey yok.
Değerli dostlarım, dolayısıyla bizim, bu Anayasa değişikliklerini bugüne kadar da uzlaşma ile yapmışsak, iki eksiğimiz kaldı. Bir; ne yaptığımızı biz bile bugüne kadar anlatamadık. Türkiye kamuoyu bile birkaç hukukçunun veya bu işle ilgilenen birkaç kişinin dışında,'Anayasa'da hangi değişiklik yapıldı? Bu ne alma geliyor? Biz bununla ne kazandık?' doğrusu bunun çok farkında değil. İşte bu toplantıyı yapmamızın sebeplerinden birisi, parlamentonun büyük bir başarı olarak ortaya koyduğu bu değişikliklerin, ne anlama geldiğini söyleyebilmektir. İkincisi; Avrupa Parlamentosu üyelerinin de doğrusu çok fazla bildiklerini düşünmüyorum. Dolayısıyla Türkiye hakkında karar verme noktasında olan kişilerin, birinci ağızdan bu yapılanları, hem duymaları, hem tartışmaları faydalı olabilecektir.
Değerli dostlar, anayasamız etkin, dinamik, toplumun ruhuna uygun olmalıdır. Kanunların bile ruhu vardır. Kanunları alırsınız, kanunları değiştirirsiniz. Ama şikayetler bitmez. Siz onun içerisine hukuku koymak zorundasınız. Kanun başka şeydir. Hukuk başka şeydir. Polis Devleti gerilerde kaldı. Kanun Devleti de gerilerde kaldı. Şimdi Hukuk Devleti içindeyiz. Ama hukukun üstünlüğü de var. Dünya buna doğru gidiyor. Bireysel hak ve özgürlükler buna doğru gidiyor. Bundan kendinizi hiç soyutlayamazsınız. Hukukun üstünlüğü ilkesi, bizim de düşündüğümüz ve kabul ettiğimiz ilkedir. Dolayısıyla, temel hak ve özgürlüklerin ve bu özgürlüklerin bileşkesi olan ifade özgürlüğünün, mutlak anlamda tanınmasına ihtiyaç var. Bunun mutlak anlamda tanımlanması elbette 1954'ten beri altına imza attığımız, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uymakla olur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uyum amacıyla yapılan bu değişikliklerde, halen eksikliklerimiz olabilir. Bunları da gerçekçi olarak görmeli ve kabul etmeliyiz.
Anayasa'lar temel kurallardır. Anayasa tek başına yürürlük ifade etmez. O kanunlarla yürür. Kanunların Anayasa'ya aykırılı olamayacağı kuralı, bir normlar hiyerarşisi kuralıdır. Hepsi kademe kademe ve birbiriyle çelişmeyecek düzeyde olmalıdır.
Değerli dostlar, bu sempozyumun Türkiye'de, TBMM'de olumlu yankıları olacağını düşünüyorum. Önümüzde büyük bir açılım meydana geleceğini düşünüyorum. Bunun devam edeceğini, bu tür çalışmaların, TBMM'nin koruyuculuğu ve şemsiye altında bundan sonra da devam edeceğini, sizlere iftiharla ifade ediyorum. Bu çalışmalarda hepinizin yardımlarını ve desteklerini bekliyorum. Bu çalışmalara özellikle basınımızın ilgi göstermesini arzu ediyorum. Şu Anayasa Hukuku Sempozyumu bilesiniz ki; Pascal Nouma'nın ülkesine gönderilmesinden çok daha hayırlıdır, çok daha önemlidir, çok daha başarılıdır. Değerli basınımızın çok değerli mensuplarına, bu sempozyuma birazda bu gözle bakmaları ve bu çabaları desteklerlerse arkasının daha güzel geleceğini ifade ederek, sizleri tekrar saygılarla, sevgilerle selamlıyorum.
Tabii 23 Nisan, Milli Egemenlik ve Çocuk Bayramı'dır. Meclis olarak bu bayramı kutluyoruz. Bazı etkinlikler sebebiyle tamamını takip edemesem dahi bulunabildiğim süre içinde ve arkadaşlardan aldığım değerlendirmeler odur ki, Sayın Başkanımız Yalçıntaş'da ifade ettiler. Başarılı bir sempozyum yapıldı. En kısa zamanda bunun yazılı notları da kitap haline getirilip, bütün parlamenterlerimize, katılımcılara ve gönderilmesi gerekli olan her yere gönderilmiş olacaktır.
TBMM'de ilk defa böyle bir sempozyum düzenlendi. Zaman zaman kongreler oldu, konferanslar oldu ama üç günlük hem kapsam itibarıyla hem de uluslar arası niteliği taşıması itibarıyla ilk defa böyle bir toplantı yapıldı. Ben de bu toplantının gerçekleşmesinde emeği geçen, başta Başdanışmanım Sayın Gören olmak üzere her kademede hizmetleri geçen değerli personelimize ve katılımcıların tümüne çok teşekkür ediyorum.
Bu fikir Ocak ayında aklımıza geldi. 23 Nisan'ı her zaman seramonik bir takım törenlerle kutlamak yeterli değil. "Aynı zamanda anlamlı bir iş de yapmış olalım" diye düşündük ve böyle bir toplantının, değerli bilim adamlarıyla, siyaset adamlarıyla, akademisyenlerle, başta milletvekillerimiz olmak üzere biraraya gelmek suretiyle tartışılmasında yarar gördük. Türkiye, AB'ne aday ülke olan ve tam üyeliği amaçlayan bir ülkedir. Aynı zamanda AB Parlamentosu'nda da değişik ülkelerden milletvekili olan kişileri de davet etmek suretiyle, onlara bu takdimi yapmanın, onlarında görüşlerini almanın faydalı olacağını düşündük. Kendilerine haber gönderdiğimiz bütün parlamenterler, "Bundan onur duyduklarını, böyle bir şeyin çok yararlı olacağını" ifade ettiler. Bildiğiniz gibi 6 tanesi kabul etti, diğerleri de kendilerince önemli sayılabilecek ki, en başta Paskalya'nın bu tarihlere denk gelmesi yer alıyor. "Bu tarihler arasında Türkiye'de bulunamayacaklarını, çok önceden ajandalarında başka bir program olduğunu" söylediler.
Bu tabiidir. Dolayısıyla bu toplantılara katkıda bulunan, biraz evvel son konuşmayı dinlediğimiz, Sayın Parlamenter olmak üzere, önemli görüşler ifade ettiler. Bunlar kitap haline geldiğinde ümit ediyorum çok daha iyi anlaşılacaktır.
Değerli dostlar, 11 oturum yapıldı. Her oturumda tebliğ sahipleri var. Tartışmacı var, konuşmacı var ve bu 11 oturum içinde sadece 49 konuşmacı vardı. Bunların mesleklerine göre dökümlerini yaptığımızda, profesör, doçent arkadaşlarımız vardı. Kendi personelimizden doktora yapmış, Kanunlar Kararlar'dan ve diğer birimlerden değerli arkadaşlarımız vardı. Milletvekillerimiz vardı. Başkanlık yapanlar, dış komisyon başkanlarımız, Meclis Başkanvekillerimiz vardı. Bence çok renkli toplantılar oldu. Çok ilginç fikirler ortaya çıktı. Bu konuşmalar sırasında zamanın yetersiz olduğu söylendi. "Her konuşmacıya 15 dakika vermek ama bu konuşma süresince 3-4 maddeyi ortaya koyabilmek zordur " denildi. Bunun içerisinde soru sormak suretiyle katılımcılığın olmadığı ifade edildi. Bunların hepsi doğrudur. Aynı zamanda organizasyon içinde de eksikliklerimiz olabilir. Sizden ricamız, bu eksiklikleri bizlere duyurmanızdır ve bizim de tespit edebildiğimiz kadarıyla bundan sonraki yıllarda kısmet olursa bu eksikliklerimizi asgariye indirmek ve hepinizi tatmin etmek, mutlu etmek niyetindeyiz. Şüphesiz oturumlar biraz daha azaltılabilir, süre biraz daha artırılabilir, içine tartışma konulabilir. Bunların hepsi önümüzdeki dönem için tespit edilip yerine getirilecektir.
Değerli arkadaşlarım, TBMM milletimizindir. Milletimizin temsilcileri burada bulunuyor, biz de bu temsilcilerin içinde olmaktan büyük gurur duyuyoruz. Millet Meclisimizin sahip olduğu bütün imkanları milletimize ve onların temsilcileri olan sivil toplum örgütlerine tahsis etme kararındayız. Demokratik kitle örgütlerinin faaliyetlerini de bu mekanlarımıza açacağız. Daha önce yaptığımız panellere daha yenilerini eklemek kararındayız. Bu mekanlar ancak bu şekilde kıymetlendirilebilir. Yoksa salonlarımız senede iki defa resmi törenlere açılırsa, birtakım imkanlar sadece belli insanlar için kullanılırsa, doğrusu biz israf etmiş oluruz. Bizim de niyetimiz israf etmek değil.
TBMM'nin 83. Kuruluş Yıldönümünü kutladığımız şu günlerde bu büyük bayramı halkımıza ve çocuklarımıza armağan eden, Mustafa Kemal Atatürk'ün de düşüncesi böyleydi, ilk Meclisin açılışındaki ruh ve inanç da böyleydi. Milletin gerçek temsilcileri biraraya geldiler, herşeyden önce Meclisi kurdular ve bu Meclis istiklal mücadelesini yürüttü, şimdiki bağımsız, gerçek bir cumhuriyeti ortaya koydu.
Dolayısıyla dün nasıl halkın temsilcileri buradaysa, bugün de buradadır ve "Halkımız gözünü dikmiş, Meclisinden herşeyi bekliyorsa, bizim milletimize büyük duvarlarla kapalı olmak yerine, onlara kucaklaşmanın, onlarla beraber olmanın zamanıdır" diye düşündük.
Değerli dostlar, AB Parlamentosu üyelerinin konuşmalarını dikkatle izledim. Eminim ki, bu sempozyumun en yararlı yönlerinden biri de, bizim yeni dostlar kazanmış olmamızdır. Kendi konuşmalarında, bir Türkiye dostu olarak, Türkiye'nin AB'ne katılmasını gerçekten isteyen kişiler olarak çok yararlı katkılarda bulundular. Biz elbette bunları dikkate alacağız ve mutlaka bunların yerine getirilmesi konusunda kendi kamuoyumuzda, kendi Meclisimizde bunları tartışmaya açacağız. Eleştiriler yapıldı, yeni öneriler getirildi. Birincisi, "Evet bu kadar değişiklik oldu ama hala yeterli değildir." İkincisi, "İfadeler tam hukuki değil." Üçüncüsü, "Uygulamalarınız yeterli değil." Bunların hepsi doğru olabilir. Yerine göre her konuda konuşulabilecek çok şey vardır.
Değerli arkadaşlarım, Anayasamızın 6. Maddesi biraz evvel ki oturumun da konusuydu. Egemenliğin millette olması, bizi demokratik kılan, bizi cumhuriyet rejimiyle yönetilen bir ülke yapıyor. Egemenlik hakkının, Anayasa'nın koyduğu esaslara göre yetkili organlar eliyle kullanılması, işte içinde bulunduğumuz bu mekanın ve Anayasa'nın bize tanıdığı en büyük yetkilerin başında gelmektedir.
Yine Anayasamızın 7. Maddesinde de "Yasama yetkisi TBMM'ye aittir ve bu yetki hiçbir şekilde başka bir kuruma da devredilemez" denilmektedir. Niçin bunları söylüyorum? Çünkü biz burada üç günden beri, 1987'den başlayarak, 2002'nin şu son tarihine kadar yapılmış olan, takriben 40 Maddelik Anayasa değişikliklerini konuşuyoruz. Kim yaptı bu Anayasa değişikliklerini? TBMM yaptı. Hangi yolla yaptı? Yasama yoluyla yaptı ve elbette Anayasalar değişmez metinler değildir, bir ortak mutabakattır, bir temel belgedir. Devletin ne olduğunu, temel hak ve özgürlüklerin ne olduğunu, yüksek yargının ne olduğunu, birbirleri arasındaki ilişkileri, bütün bunların hepsini düzenler. Ama bir şeyi daha düzenler. Anayasa'nın 175. Maddesi, bizzat bu Anayasa'nın değiştirilebileceğini de kural haline getirmiş. Değiştirilemeyecek maddeler belli. Ama onun dışında 175 tane madde var ki, bunların nasıl değiştirilebileceği de öngörülmüş.
Demek ki, Anayasa'lar değiştirilebiliyor. Böyle olması lazım. Çünkü Anayasa'lar toplum için yapılıyor. Toplum dinamikse, toplum değişim süreci içindeyse artık biz 40'lı, 50'li, 60'lı yıllarda değil de, 2003 yılına gelmişsek, teknoloji büyüyüp, devleşmişse, küreselleşme başlamış ise artık bütün dünya, bütün ülkeler bile bir köy kadar küçülmüş, haberleşme, iletişim hepsi devasa teknolojilerle yapılıyorsa ve ortaya yeni hukuklar çıkıyorsa, rekabet hukuku ayrı, tüketicinin haklarını koruma ayrı çok yeni, çok değişik, çok gelişmeci bir takım dinamik unsurlar bu işe eklenmişse, statik bir şekilde Anayasa kurallarını muhafaza etmek mümkün değil. Toplumun talepleri ve beklentileri, istek ve arzuları anayasalara yansımalıdır.
Bunun içinde Anayasa değişiklikleri yapılabilir. İki şekilde yapılıyor. Kanun değiştirir gibi Anayasa değiştiremiyorsunuz. Bu da çok doğru. Bir defa nitelikli çoğunluğa ihtiyacınız var. O nitelikli çoğunluk ta zaten 175. Maddede var. İkinci söyleyeceğim zaten birincinin sonucudur. Madem ki, nitelikli çoğunluk var. O zaman her aklına esen Anayasa'yı değiştiremez. Bu çoğunluk aynı zamanda bir uzlaşmayı gerektiriyor. Yani tek partinin değil, birkaç partinin hatta parlamento dışı partilerin, hatta kamuoyundaki beklentilerin de özdeş olması lazım ve bugüne kadar da Anayasa değişiklikleri hep böyle yapıldı. Bakınız şu en yakın Anayasa değişikliğinde bile parlamento içerisindeki iki parti, yani şu birkaç ay öncesini kastederek söylüyorum, son belki 25 yaş ve Orman Yasası ile ilgili onları bir kenara koyarsak, uzlaşma ile gelmiştir ve bunu temin eden de bir Uzlaşma Komisyonu, 1993 yılından beri parlamentoda gerçekten faydalı, yararlı işler yapmıştır. Demek ki, bir uzlaşmaya ihtiyaç var ve bu uzlaşmanın da sonucu itibariyle toplumun beklentilerini, temel düşüncelerini ortaya koyması gerekebilir.
Değerli dostlar, hepiniz şunun farkındasınız, elbette Anayasa'lar üzerinde konuşulacaktır. Dokunulmaz tabular değildir. Anayasa'lar ülkede, toplumun yüzyıllardan buyana süzülen hem karakteridir, hem aynasıdır, hem toplumsal mutabakatıdır, hem sözleşmesidir. Bütün bunlarda dikkat edeceğimiz husus, elbette sayısal çoğunluğun yeterli olmadığı, toplumun bir ortak mutabakatının da bu konuda kendisini hissettirmesidir. Anayasa'larda yaptığımız değişikliklerin ne yazık ki, çok küçük bir çoğunluğu, halkın kendi taleplerinin karşılanması suretiyle olmuştur. Ama çok büyük çoğunluğu dış destekler veya dış taleplerin ortaya koyduklarıdır. AB'nin ortaya koyduğu kriterler, Türkiye'nin demokrasi ve hukuk standardının yükseltilmesini de gerekli kılmıştır. Türkiye 50 yıllı aşkın Avrupa Ekonomik Topluluğu veya AB sürecinde, bugüne kadar hangi iktidar veya hangi partiler tarafından yönetilirse yönetilsin, AB'ne girme düşüncesinden geri dönülmemiştir. Ancak siyasi iradenin çok güçlü olmadığı zamanlarda, AB'ne girme süreci yavaşlamış, iki ileri bir geri durumuna geçmiştir. Ama iradenin güçlü olduğu zamanlarda da çok büyük değişiklikler, çok büyük atılımlar yapılabilmiştir. Türkiye tercihini AB'ne tam üye olmakla bir hedef olarak tespit etmiştir. Biz de bu hedefi, doğru ve haklı kabul ediyoruz.
Bu bir standarttır. Bu standardın ölçüleri de bellidir. Girmek isteyen siz olduğunuza göre, bu standarda uygun düzenlemeler yapmakta girmek isteyene düşmektedir. Her İlerleme Rapor'unda veya bir başka raporda Türkiye'nin eleştirilmesi, Türkiye'nin yaptıklarının kafi görülmemesi, elbette eleştiriler ideolojik manada olursa bizi üzmektedir. Ama söz verdiğimiz taahhütlerin yerine getirilmesi noktasında olduğu zaman, kimseye kızacak halimiz de kalmamaktadır. Biz Türkiye olarak bu hedefi belirlemiş bir ülke isek, gereğini yapmak mecburiyetindeyiz. Her defasında Türkiye'ye Avrupa Konseyinden veya Avrupa Parlamentosundan gelen temsilcilere, "Bizi ne zaman alacaksınız?" diye çıkışmak yerine, onların sorduğu sorulara doğru cevaplar vermek, daha hakkaniyete uygundur. "Siz ne zaman bu kriterleri yerine getireceksiniz?" Türkiye tercihini 1958'de yaptı. Sene 2003, söyleyecek fazla bir şey yok.
Değerli dostlarım, dolayısıyla bizim, bu Anayasa değişikliklerini bugüne kadar da uzlaşma ile yapmışsak, iki eksiğimiz kaldı. Bir; ne yaptığımızı biz bile bugüne kadar anlatamadık. Türkiye kamuoyu bile birkaç hukukçunun veya bu işle ilgilenen birkaç kişinin dışında,'Anayasa'da hangi değişiklik yapıldı? Bu ne alma geliyor? Biz bununla ne kazandık?' doğrusu bunun çok farkında değil. İşte bu toplantıyı yapmamızın sebeplerinden birisi, parlamentonun büyük bir başarı olarak ortaya koyduğu bu değişikliklerin, ne anlama geldiğini söyleyebilmektir. İkincisi; Avrupa Parlamentosu üyelerinin de doğrusu çok fazla bildiklerini düşünmüyorum. Dolayısıyla Türkiye hakkında karar verme noktasında olan kişilerin, birinci ağızdan bu yapılanları, hem duymaları, hem tartışmaları faydalı olabilecektir.
Değerli dostlar, anayasamız etkin, dinamik, toplumun ruhuna uygun olmalıdır. Kanunların bile ruhu vardır. Kanunları alırsınız, kanunları değiştirirsiniz. Ama şikayetler bitmez. Siz onun içerisine hukuku koymak zorundasınız. Kanun başka şeydir. Hukuk başka şeydir. Polis Devleti gerilerde kaldı. Kanun Devleti de gerilerde kaldı. Şimdi Hukuk Devleti içindeyiz. Ama hukukun üstünlüğü de var. Dünya buna doğru gidiyor. Bireysel hak ve özgürlükler buna doğru gidiyor. Bundan kendinizi hiç soyutlayamazsınız. Hukukun üstünlüğü ilkesi, bizim de düşündüğümüz ve kabul ettiğimiz ilkedir. Dolayısıyla, temel hak ve özgürlüklerin ve bu özgürlüklerin bileşkesi olan ifade özgürlüğünün, mutlak anlamda tanınmasına ihtiyaç var. Bunun mutlak anlamda tanımlanması elbette 1954'ten beri altına imza attığımız, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uymakla olur. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne uyum amacıyla yapılan bu değişikliklerde, halen eksikliklerimiz olabilir. Bunları da gerçekçi olarak görmeli ve kabul etmeliyiz.
Anayasa'lar temel kurallardır. Anayasa tek başına yürürlük ifade etmez. O kanunlarla yürür. Kanunların Anayasa'ya aykırılı olamayacağı kuralı, bir normlar hiyerarşisi kuralıdır. Hepsi kademe kademe ve birbiriyle çelişmeyecek düzeyde olmalıdır.
Değerli dostlar, bu sempozyumun Türkiye'de, TBMM'de olumlu yankıları olacağını düşünüyorum. Önümüzde büyük bir açılım meydana geleceğini düşünüyorum. Bunun devam edeceğini, bu tür çalışmaların, TBMM'nin koruyuculuğu ve şemsiye altında bundan sonra da devam edeceğini, sizlere iftiharla ifade ediyorum. Bu çalışmalarda hepinizin yardımlarını ve desteklerini bekliyorum. Bu çalışmalara özellikle basınımızın ilgi göstermesini arzu ediyorum. Şu Anayasa Hukuku Sempozyumu bilesiniz ki; Pascal Nouma'nın ülkesine gönderilmesinden çok daha hayırlıdır, çok daha önemlidir, çok daha başarılıdır. Değerli basınımızın çok değerli mensuplarına, bu sempozyuma birazda bu gözle bakmaları ve bu çabaları desteklerlerse arkasının daha güzel geleceğini ifade ederek, sizleri tekrar saygılarla, sevgilerle selamlıyorum.