| Konu: | ORMAN KÖYLÜLERİNİN KALKINMALARININ DESTEKLENMESİ VE HAZİNE ADINA ORMAN SINIRLARI DIŞINA ÇIKARILAN YERLERİN DEĞERLENDİRİLMESİ İLE HAZİNEYE AİT TARIM ARAZİLERİNİN SATIŞI HAKKINDA KANUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 58 |
| Tarih: | 29.01.2013 |
BDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 396 sıra sayılı Yasa Teklifi'nin tümü üzerinde Barış ve Demokrasi Partisinin görüşlerini belirtmek üzere söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, kamuoyunda "2/B Yasası" olarak bilinen 6292 sayılı Kanun 19 Nisan 2012 tarihinde Parlamentoda kabul edildi ve 26 Nisanda da Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girdi. Yasanın üzerinden daha dokuz ay geçmemişken yeniden değiştirilmesi kuşkusuz yine bir Hükûmet klasiği olarak karşımıza çıkmaktadır.
Adaletsiz ve hakkaniyete uygun olmayan bütün yasalar ve düzenlemeler mutlaka yine bu Parlamentoya, siz değerli milletvekillerinin önüne yeniden gelecektir. Parlamentonun mesaisini ülke gündemi de göz önüne alındığında boşa harcamak bu millete karşı yapılmış büyük bir haksızlık olacaktır. Bu durum özellikle temel yasalarda karşımıza çıkmaktadır. Söz gelimi Ceza Yasası, Ceza Muhakemesi Yasası, geçen dönem çıkarılan Ticaret Yasası, Borçlar Kanunu, Hukuk Muhakemeleri Kanunu gibi kanunlar da parça parça önümüze getirildi ve çıkarılmaya çalışıldı, çıkarıldı. Elbette ki çıkarılan bir yasa ebediyen ilk günkü hâliyle yürürlükte kalmaz. Dönemin hâl ve şartlarına göre mutlaka revize edilmesi gerekebilir ancak bizdeki durum böyle değildir. Yasa yürürlüğe girer girmez değişiklik için yeniden Meclise geri geliyor. Ne yazık ki hiçbir kanun tasarısı yeteri kadar kamuoyuyla, sivil toplum örgütleriyle, konunun uzmanlarıyla tartışılamıyor, tartışılmıyor. Muhalefet partilerinin düşünceleri hiçbir zaman dikkate alınmıyor. Genel Kurul aşamasında vermiş olduğumuz değişiklik önergeleri de çoğunluk mantığıyla reddediliyor.
Değerli milletvekilleri, ormanlar sadece insanlığın değil, içinde yaşayan canlıların da ortak yaşam alanıdır. Ormanlar, insan yaşamının olmazsa olmazı olan su ve oksijenin ana unsurudur. Ormanlar kaynak değil, korunması ve geliştirilmesi gereken doğal bir varlıktır. Ormanları korumak insanlığın temel görevlerindendir. Her geçen gün, doğayı el birliğiyle kirleterek yaşanabilir geleceği yok etmek aynı zamanda bir insanlık suçudur. Yapılacak ilk iş, orman alanlarının sınırlarının belirlenmesi, kadastrolarının yapılması ve tapu tescilidir.
Türkiye'nin yüzde 80 oranında bir orman alanına sahip olabilme kapasitesine sahip olduğunu biliyoruz. Ne yazık ki şu an ülke topraklarının ancak yüzde 20'si ormanla kaplıdır. Bir ülkenin ormanlarının yeterli seviyede olabilmesi için o ülkenin yüzde 30'unun ormanla kaplı olması gerekiyor. Türkiye, bu açıdan bakıldığında çok kötü bir durumda değildir şüphesiz ancak mevcut ormanların yaklaşık yüzde 80'inin verimsiz ormanlardan oluşması göz önüne alındığında bu hiç de olumlu bir tablo olarak karşımıza çıkmamaktadır. Ormanlarımızın yüzde 94'ü ise doğal orman niteliğindedir. Bugün orman alanlarımızın ancak yüzde 20'sinin kadastrosu tamamlanarak tapuda tescil edilmiştir.
1961 ve 1982 anayasalarında orman alanlarının devlet tarafından korunması ve geliştirilmesi yönünde hükümler getirilmişti. 1957'de çıkarılan 6831 sayılı Orman Kanunu'nda onlarca kez değişiklik yapıldı. Her ne kadar Anayasa ve yasalarda orman alanlarının korunması ve daraltılamayacağına ilişkin hükümler yer alsa da "Ancak" ile başlayan cümlelerle bu ilkeler sürekli aşındırıldı. Yanan orman alanlarının ağaçlandırılacağı hususu zorunlu kılınsa da 1985 yılından günümüze 250 bin hektar orman alanı yanmış ancak bu alanların sadece 50 bin hektarı yani yüzde 20'si ağaçlandırılarak geri kazandırılmıştır.
Anayasa'nın 169'uncu maddesine dayanılarak, orman olarak muhafazasında bilim ve fen bakımından hiçbir yarar görülmeyen, aksine tarım alanlarına dönüştürülmesinde kesin yarar olduğu tespit edilen yerler ile 31/12/1981 tarihinden önce bilim ve fen bakımından orman niteliğini tam olarak kaybetmiş olan yerlerin orman sınırları dışına çıkarılacağı hükmü işletilerek 473 bin hektar alan orman alanları dışına çıkarılmıştır. Bu işlem 6831 sayılı Yasa'nın 2/B maddesi kapsamında yapıldığı için kamuoyunda bu "2/B Yasası" diye isimlendirilmiştir. 2/B arazisi, devlet ormanı sayılan ancak orman kadastrosu çalışmaları sırasında orman niteliğini kaybettiği gerekçesiyle, hazine adına ormancılık düzeni dışına çıkarılan yerlerdir. 2/B konusu, siyasal iktidarın 25 milyar dolar paraya dönüştürülecek değerli arazilerin satışı olarak gösterilmesine karşın, niteliği ve yol açabileceği sonuçlardan dolayı sadece parasal değerle ölçülemeyecek denli değişik ve çeşitli boyutları olan önemli bir konudur.
Diğer taraftan, Anayasa'nın 170'inci maddesinde ise orman sınırları dışına çıkarılan yerlerin orman içindeki köy halkının yararlanmasına tahsisini öngörmüş olup bu yerlerin orman köylülerine ya da başkalarına satışına izin verilmemiştir.
Değerli milletvekilleri, özellikle 1980'lerden sonra kapitalist sermaye için her türlü kamusal varlık ve hizmet alanının özelleştirilmesi yoluna gidilmiştir. Bu kapsamda, orman ve mera sayılan yerler başta olmak üzere, devletin mülkiyeti ve gözetimindeki arazilerin yerli ve yabancı sermayeye çeşitli yollarla devredilmesi, satılması ve kiralanması hızla yaygınlaştırılan uygulamalar hâline getirilmiştir. Bu anlamda, özellikle tarihî ve kültürel miraslar da bu politikalara kurban edilmiş, binlerce yıllık tarihî yerler sular altında kalmakla yüz yüze bırakılmıştır. Yine, binlerce hektar ormanlık alanr sermaye gruplarına otel, villa ve golf sahası olarak tahsis edilmiştir.
Anayasa'nın 169 ve 170'inci maddeleri ile 6831 sayılı Orman Yasası'nda belirtilen "bilim ve fen bakımından orman niteliğini kaybetmek" ölçütü, orman olan bir yerin tümüyle gömülerek deniz dibinde kalması gibi topoğrafik değişikliklerle veya bir yanardağ patlaması sonucu arazinin tümüyle lav altında kalması ve benzeri durumlarda olasıdır. Bunun dışında bir ormanın bilim ve fen bakımından orman niteliğini kaybetmesinden bahsetmek olanaklı değildir.
6831 sayılı Orman Yasası'nın 2/B maddesi ve buna dayanarak çıkarılan yönetmelik, ormanın canlı örtüsü olan ağaç ve ağaççıkların alandan uzaklaştırılarak tarım ve hayvancılıkta kullanılmasını, "bilim ve fen bakımından orman niteliğini kaybetmek" olarak nitelendirmektedir. Oysa, aynı Yasa'nın 1'inci maddesinde yer alan "Tabii olarak yetişen veya emekle yetiştirilen ağaç ve ağaççık toplulukları yerleriyle birlikte orman sayılır." tanımı gereği eskiden orman sayılan bir yerin orman niteliğini tam olarak yitirebilmesi için ağaç ve ağaççıkların ortadan kalkmış ya da kaldırılmış olması yeterli koşul sayılmaktadır.
Görüldüğü gibi, 1'inci madde, ormanı yalnızca ağaç ve ağaççık topluluğu olarak değil, yerleri ile birlikte ele almaktadır. 2/B maddesi ise, toprağını oluşturduğu, etkileşim içinde bulunduğu orman ekosistemini değerlendirme dışı bırakıp ormanı yalnızca ağaç ve ağaççık topluluğu olarak görmektedir. Oysa, bilim ve fen bakımından orman niteliğini kaybetmek, kendiliğinden oluşan bir süreç olmayıp insan tarafından gerçekleştirilen bir eylemdir. İstanbul'daki 26 belde ve köyün çevresindeki
Sonuç olarak, orman köylüsünün yoksulluğu giderilmemiş, toprak sorunu çözülmemiş ama talan edilen ormanlar birilerine akıl almaz çıkar sağlamıştır.
Değerli milletvekilleri, 2/B arazilerinin orman köylerinde yaşayan yurttaşlarca ormandan edinildiği bir gerçektir. Geçim kaynaklarının kıt olduğu bu köylerde toprak sorunu ormandan çözülmek istenmiştir. Yıllık 200, 300 dolar geliri olan bu yurttaşların bu arazileri satın alamayacağı da elbette ki bilinmektedir. Orman köylülerinin kalkındırılmasına yönelik olarak 1744 sayılı Yasa ile getirilen ve 6831 sayılı Orman Yasası'na eklenen geçici 3'üncü madde, her yıl genel bütçenin binde 1'inden az olmamak üzere genel bütçeden yardım yapılmasını öngörmüştür. Hiçbir siyasi iktidar bugüne kadar yani yasanın çıktığı tarihten bugüne kadar, bu madde hükmünü yerine getirmemiştir.
Yoksul ve yoksun orman köylüsüne yönelik yasaların öngördüğü yatırımları yeterince yerine getirmeyen iktidarlar, ormanları oy ve para kazanma aracı olarak görmüşlerdir. Esasında orman köylüsünün adı kullanılarak yandaşlarına ve sermaye çevrelerine ormandan arsa sağlama taktiği güdülmektedir. Dolayısıyla, bu arazilerin satılmasını isteyenler, daha çok kayıt dışı parası olanlar, yerli ve yabancı sermayedarlardır.
Ülkemizde arazi kullanım planları yapılmamıştır. Bundan dolayı da yerleşim alanları, tarım alanları, sanayi alanları, meralar ve orman alanları tam olarak belirlenmemiştir. Öte yandan, köyden kente göç sonucu ortaya çıkan arsa gereksinimi belediyelerce karşılanmamıştır. Bu süreçte ortaya çıkmış olan bu boşluk arazi mafyası tarafından ancak doldurulabilmiştir. Ayrıca, bu sürecin yaşanmasına olanak sağlayan, göz yumanlara hiçbir yaptırım da uygulanmamıştır.
Bu arazilerin satışa çıkarılmış olması, hem örtülü bir af niteliği taşımakta hem de politik tercihleri yönlendirme amacı gütmektedir. Kamu varlığı olan ormanlara zarar verip bu yolla arazi kazananlara satış olanağı sağlamak, bu eylemi yapmayan yurttaşlara en azından haksızlıktır, saygısızlıktır. Bu, yapanın yanına kâr kalması hatta ödüllendirilmesi anlamına gelmektedir. Bu girişim, yurttaşlar arasında adaletin asla gerçekleşmeyeceği düşüncesinin yerleşmesi ve haksız edinim taraftarlarının cesaretini artırmaya yol açmaktadır.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; önemli başka bir hususu da burada belirtmek gerekir. 2/B arazilerinin belirlenmesi ve satışa konu edilmesinin bir özelliği de içinde bulunulan orman ve öteki ekosistemleri yok saymaktır. 2/B arazileri sanki yalıtılmış, etkisiz ayrı bir arazi parçasıymış gibi gösterilmekte, bu arazilerin bitişiğinde bulunan millî park, tabiatı koruma alanları, orman, sulak alan ve benzeri ekosistemlerin parçalanmasına neden olabileceği hususu hiç göz önüne alınmamıştır.
Yine, bu alanların çeşitli amaçlarla yapılaşmaya açılması ve yapılaşma sonrasında çevreye salacağı katı, sıvı ve gaz atıklarının ekosistemlere yapacağı olumsuz etkiler de hesap edilmemiştir. Bu alanların yapılaşmaya açılması durumunda gerekli altyapı hizmetlerinin götürülmesi için yeniden orman tahribine yol açıcağının da bilinmesi gerekiyor. Bu yüzden, 2/B arazilerinin yakınında bulunan ekosistemler için yaşamsal önem taşıması yanında, sel, çığ, toprak kayması ve erozyon gibi yıkımlara yol açabileceği de gözden uzak tutulmamalıdır.
Değerli milletvekilleri, özellikle 1950'lerden sonra siyasal iktidarlarca gerçekleştirilen hukuksal düzenlemeler sonucu ormanların talana uğradığı bir gerçektir. Siyasi iktidarlar bu süreçte ormanları istedikleri an paraya dönüştürebilecekleri bir kaynak olarak görmüşlerdir. AKP Hükûmeti de bu geleneği sürdürmüş ve en nihayetinde bunu gerçekleştirmiştir. Ormanların içinde ve bitişiğindeki köylerde yaşayan yaklaşık 8 milyon yurttaşa eğitim ve sağlık hizmetleri götürmek, kalkınmayı sağlamak yerine, ne yazık ki bugüne kadar ormanlar, üzerinden oy kazanmaya yönelik seçim yatırımları yapılmıştır. Sonuçta, orman köylülerinin sorunları çözülmemiş, aksine büyüyerek katlanmış. Üstelik köylünün adı alet edilmiş ama olan yine ormanlara olmuş. Bu gerçekler herkes tarafından bilinmesine karşın, neredeyse bütün siyasal iktidarlar, ormanları hep para kaynağı ve bütçe açığını kapatma aracı olarak görmüşlerdir. Oysa, ormana yalnızca para kaynağı ve bütçe açığını kapatma gibi bakmak oldukça yanlış bir yaklaşım olsa gerektir.
Değerli milletvekilleri, bilindiği üzere orman köylerinde yaklaşık 8 milyon yurttaş yaşamaktadır. Köylerde yaşayan bu yurttaşlar sosyal sınıfın en yoksulu olarak ifade edebileceğimiz kesimidir. Yasanın mevcut şekliyle, yoksul orman köylüsü ve bu alanlar, üzerinde tarımsal faaliyet yapan üreticilerle bu alanlar üzerinde lüks konutlar yapan varlıklı kişiler arasında hiçbir ayrım yapılmamıştır. Satış bedeli tespitine yönelik bu düzenleme hakkaniyete hiç uygun değildir. Çok sayıda yurttaş, yakın zamanda kendi arazileri üzerinde, en iyi olasılıkla, ücretle çalışan birer işçi durumuna geleceklerdir.
Söz konusu yasa adaletsizdir, çünkü herkesi aynı kefeye koymaktadır. Orman alanına fabrika yapanla, orman içine villa yapanla, orman kenarına tatil köyü yapanla geçimini sağlayacak kadar gelirini bu araziden sağlayanlar arasında fark gözetilmemiştir. Mevcut düzenlemeye göre doğrudan satışlar rayiç değerin yüzde 70'i üzerinden gerçekleştirilecektir. Peşin ödemelerde yüzde 20, yarısı peşin ödemelerde de yüzde 10 indirim yapılacaktır. Yani parası olan, rayiç değerin yüzde 45'i kadar indirim yapılarak ödüllendirilecektir.
Görüşmekte olduğumuz yasa teklifi söz konusu adaletsizliği gidermiyor, ne yazık ki gittikçe bunu artırıyor. Olması gereken ise şudur: Orman köylülerine arazilerinin bedelsiz olarak tahsis edilmesidir. Diğer hak sahiplerine ise, kullanım amaçlarına ve ekonomik durumlarına göre bir rayiç bedelin tespiti yapılması gerekmektedir. Ancak böylesi bir yöntem adaletli ve hakkaniyete uygun düşecektir.
Bu duygularla Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Aksoy.