| Konu: | Türkiye'nin millî güvenliğine yönelik ayrılıkçı hareketler, terör tehdidi ve her türlü güvenlik riskine karşı uluslararası hukuk çerçevesinde gerekli her türlü tedbiri almak, Irak ve Suriye'deki tüm terör örgütlerinden ülkemize bundan sonra da yönelebilecek saldırıları bertaraf etmek ve kitlesel göç gibi diğer muhtemel risklere karşı millî güvenliğimizin idame ettirilmesini sağlamak, Türkiye'nin güney kara sınırlarına mücavir bölgelerde yaşanan ve hiçbir meşruiyeti olmayan tek taraflı bölücü girişimler ve bunlarla ilgili olabilecek gelişmeler istikametinde Türkiye'nin menfaatlerini etkili bir şekilde korumak ve kollamak, gelişmelerin seyrine göre ileride telafisi güç bir durumla karşılaşmamak için süratli ve dinamik bir politika izlenmesine yardımcı olmak üzere hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin gerektiği takdirde sınır ötesi harekât ve müdahalede bulunmak üzere yabancı ülkelere gönderilmesi ve aynı amaçlara mat |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 11 |
| Tarih: | 26.10.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA AHMET KAMİL EROZAN (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; izin verirseniz öncelikle ben bu tezkerenin birtakım teknik kusurları üzerinde durmak isterim.
Bir defa -biraz evvel söylendi- bu, tek tezkere olmaması gereken bir metin. Dolayısıyla ben, bugünkü hâliyle bunu... Bizim başka vesilelerle ifade ettiğimiz gibi, nasıl torba kanunlar varsa bu, maalesef, biraz torba tezkere konumunda çünkü Irak'ta ve Suriye'de Türk Silahlı Kuvvetlerinden beklenen işlevler birbirinden çok farklı. Ayrıca, Suriye'deki İdlib gerçeği ve Mehmetçik'in karşı karşıya bulunduğu riskler Irak'tan farklılaştırılmasını gerektiriyor Suriye'nin.
İkinci dikkatimizi çeken husus, bu tezkerenin bir değil iki yıllık gelmiş olması. Başka örnekleri de vardır bunun geçmişte ama içinde bulunduğumuz konjonktürde garip bir tablo ortaya çıkıyor çünkü malumunuz, Cumhurbaşkanlığı seçimi 2023'te olacak, sizlerin AKP sıralarından söylediği gibi, hâlbuki bu tezkere Cumhurbaşkanının süresini de aşıyor, âdeta Cumhurbaşkanının beklentisi... 2023'ten sonra da sanki görevde ve bu tezkerenin uygulayıcısı olacağını düşünüyor herhâlde Sayın Cumhurbaşkanı. Bu, demokratik nezakete de uymuyor, onun altını çizmek istiyorum.
Üçüncüsü, her yeni gelen tezkere bir evvelkinde başarısız olunduğunun ifadesi. Başarılı olunsaydı yeni bir tezkereye gerek kalmazdı. Bu sefer yine geldi, demek ki bir evvelki dönemde, son bir sene içinde yapılanlardan bir sonuç alınamamış ki ayrıca, bu sefer iki seneliğine geldiğine göre, önümüzdeki dönemde yapılacak işlerin bir senede bitirilemeyeceğinin de altı çiziliyor maalesef bu tezkereyle.
Dördüncüsü, bir coğrafi tanım farklılığı var bu tezkerenin içinde. Bir önceki tezkerede PKK/PYD-YPG'nin Fırat'ın doğusunda bölücü gündemine hız verdiğinden söz edilirken bu kez "PKK/PYD-YPG Suriye'de yani Fırat'ın doğusu, batısı değil, Suriye'nin bütününde bölücü faaliyetine devam etmektedir." deniliyor. Şimdi, bu, ister istemez iktidarın o coğrafyadaki niyetleri konusunda hem bizde hem dışarıdan bu işi takip edenlerde mutlaka çeşitli ünlem işaretleri veya soru işaretleri yaratıyordur. "Bölücü" kelimesinin altını özellikle çiziyorum çünkü Fırat'ın doğusundan eğer "bölücü" olarak bahsediliyorsa şunun da altını çizmek durumundayım: Madem komşumuz Suriye'nin toprak bütünlüğünün risk altında bulunduğunu görüyoruz, çok şükür demem lazım ki artık iktidar da o bütünlüğün risk altına girdiğini görmüş demektir. Şunu da belirtmek isterim ki Suriye'de Cumhurbaşkanı siz sevseniz de sevmeseniz de Beşar Esad'dır. Beşar Esad, Arap âlemindeki konumunu güçlendirmeye ve giderek daha fazla ülke tarafından muhatap alınmaya başlamıştır. İktidar, ülkemizde maalesef hâlâ Esad'a "Esed" demeye devam etmektedir.
Bu tezkerenin son bölümlerine geldiğinizde hâlâ yabancı askerlere atıfta bulunan bir bölüm var yani Türkiye'de konuşlandırılabilecek yabancı askerlerden bahsediliyor. Ha, bunun Patriot füzeleriyle ülkemizde bulunan yabancı askerler olabileceğini düşünmek mümkünse de bunun hâlâ böyle arkaik bir cümle olarak bunun içinde bulunması ister istemez kafamızdaki soruları biraz daha bulanık hâle getiriyor ve ister istemez başka bir konjonktürde olsak dahi "Fransız mı, İngiliz mi, Amerikalı mı, Alman mı, Rus mu?" diye kafamızda ünlem işaretleri oluşuyor.
Biz İYİ Parti olarak, iktidarın Suriye politikasının yanlışlıklarını başından beri vurguladık. Terörizmle mücadele etmek ülkemiz açısından bir öncelik olmakla birlikte durum İdlib özelinde karmaşıklaştı. Son dönemde Rusya'nın ülkemize yönelik yakınmaları da arttı ve "Moskova'da varılan mutabakatlar çerçevesinde üzerinize düşen görevi yerine getiremeyecekseniz gölge etmeyin bari." diyen bir Putin'le karşı karşıya kaldık. Putin'in 29 Eylül tarihinde Soçi'de baş başa yaptığı görüşmede bu hususu Sayın Erdoğan'a da söylediği Soçi sonrasındaki askerî harekâtlarda gözlenen artışla bir kez daha teyit edilmiş oldu. Söz konusu görüşmenin baş başa yapılmış olması bir hayra alamet değildir. Bürokraside bir laf vardır: "Birisini taltif edecekseniz herkesin önünde yapacaksınız, eğer eleştirecekseniz baş başa yapacaksınız." Benim gördüğüm, o baş başa yapılan görüşmenin arkasında mutlaka Putin'in birtakım eleştirileri vardır; aynı şey Biden için de geçerlidir, Amerika'da yapılan görüşmenin de baş başa yapıldığını hatırlatmakta fayda görüyorum.
Rusya'nın 29 Eylül tarihinden bu yana Esad'la birlikte yürüttüğü askerî faaliyetler bölgedeki Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarını da giderek risk altına sokmuştur. Nitekim, son günlerdeki saldırılar âdeta Türk gözlem noktalarının 150-200 metre ötesini nişan almaktadır. Ayrıca, iktidarın HTŞ ve onun kurduğu emirlik üzerinden İdlib'i yönetme çabası da Rusya'yı değil, başka ülkeleri de rahatsız eder bir boyuta erişmiştir. Daha da açık konuşayım: Türkiye'nin amacı, mutabakatlara uygun olarak silahlı aşırı unsurları ılımlı muhaliflerden ayrıştırmak ve ağır silahları toplamak mı, yoksa başta HTŞ olmak üzere o aşırı unsurlara kanat germek ve yüzde 80'i aşkın konumlanmış Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarıyla acaba onlara kalkan mı olmak durumundadır diye sorular gündeme gelmektedir.
11 Ekim 2021 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı "Suriye'de gereken adımları atacağız." açıklamasını yaptı. Aradan iki hafta geçti, iktidar, ekonomik krizle daralan toplumsal desteğini tahkim edebilmek için dış politika ve askerî operasyonları âdeta bir kaldıraç olarak kullanmaya devam etmektedir. Tencerenin kaynamadığı, fukaralığın arttığı, seçimin yaklaştığı bir ortamda gündemi değiştirmek herhâlde bir öncelik hâline gelmiştir. Görüldüğü kadarıyla, ülke içindeki sıkıntılara çözüm üretmekten âciz iktidar açısından iktidarın kişisel bekası her şeyden daha önemli bir noktaya gelmiştir. Suriye'de yapılacak yeni bir askerî operasyonun Türkiye açısından anlamlı bir siyasi veya askerî sonucu doğurmayacağını biz de biliyoruz. Siyasi hedefi olmayan askerî operasyonlarla da bir yere varmak mümkün değildir. Oysa Türkiye, Suriye politikasında askerî operasyonlar yerine diplomatik kanallarla beslenen uluslararası girişimleri ön plana çıkarmak durumundadır. İktidarın Suriye'nin kuzeyinde ve Fırat'ın doğusunda oluşturmayı planladığı güvenli bölge ise bir tampon bölgeden öteye gidememiştir. Türkiye'nin Suriye kaynaklı güvenlik risklerini ortadan kaldırabilmesi için yapması gereken sadece bir bölgeyi tampon bölge veya güvenli bölge değil, Suriye'nin tamamını güvenli bölge hâline getirmesidir. Maalesef, istesek de istemesek de bunu ancak Suriye'de Esad'la görüşmekle gerçekleştirmek mümkündür.
Konu terörizmle mücadele olduğu müddetçe bunu bir ulusal güvenlik meselesi olarak kabul ettik. Biz bu coğrafyadaki tezkerelere geçmişte, terörizmle mücadele anlayışının gereği olarak ve Türk Silahlı Kuvvetlerinin gücüne inandığımız ve Mehmetçik'in bu Gazi Meclisin desteğine sahip olduğunu da vurgulamak üzere olumlu oy verdik. Bu desteğimizin hiçbir şekilde iktidarın politikalarına verdiğimiz bir destek olarak algılanmaması gerektiğini düşünüyoruz. PKK ve türevlerine yönelik olarak ülke içinde de mücadele verildiği bir gerçektir, ona da destek veriyoruz ve bu bağlamda, Süleyman Soylu'nun, İçişleri Bakanımızın verdiği birtakım rakamlara değinmek isterim: "19 Eylül itibarıyla 197 terörist kaldı, 25 Eylül itibarıyla 189 kaldı, 5 Ekim itibarıyla 181 kaldı." dedi. Bu tempoyla gidilirse yirmi dört hafta sonra sıfıra geleceğiz. Dolayısıyla ben, yirmi dört hafta sonra Sayın Süleyman Soylu'nun hangi rakamı telaffuz edeceğini merakla bekliyorum. Aynı şey Sayın Hulusi Akar açısından da geçerlidir, ondan da Irak'taki rakamları bekliyorum.
Önümüzdeki tezkereyle Türk Silahlı Kuvvetlerini Irak ve Suriye'de görevlendirmeyi ele alıyor olsak da bu bölgelerdeki harekâtlar sadece TSK'yle sınırlı değildir, burada Jandarma ve Polis Harekât da görev yapıyor ve maalesef onlardan da şehit vermeye başladık; dolayısıyla, onları rahmetle anarım ama bu görevlendirmelerin bu Meclisten geçmiyor olmasını da bir garabet olarak nitelendirmek istiyorum çünkü o görevlendirmeler sadece bir genel müdürün imzasıyla oluyor, hâlbuki Türk Silahlı Kuvvetlerini gönderirken buradan tezkere çıkarıyoruz.
İktidara çağrımız, teröristle mücadele önceliğinden bağımsız olarak, öngörülü davranması ve Suriye meselesinin çözümüne giden yolda önemli bir aşama olan Cenevre'deki Anayasa müzakerelerine pozitif bir yaklaşımla bir an evvel müdahil olmasıdır. Suriye'de yeni bir Irak modelinin şekillenmesi istenmiyorsa şimdi hareket etme zamanıdır. Çözüme giden yolun sadece Moskova veya Washington'dan değil, Şam'dan da geçtiği unutulmamalıdır. Zamanında "Gerekiyorsa gidip Esad'la da görüşürüm." diyenin Sayın Genel Başkanımız olduğu da hatırda tutulmalıdır. Bu başarılabilirse Türkiye olarak Suriye'yle ilişkilerimize olduğu kadar bölgesel istikrara da önemli bir katkıda bulunmuş ve ülkemizde bulunan 4 milyonu aşkın Suriyeli kaçkının da salimen ülkelerine uğurlanmasının kapısı aralanmış olur. Bu anlayışla, devletin çıkarlarının savunucusu olan bir siyasi parti olarak, iktidarı bir kez daha aklıselimle hareket etmeye ve her türlü maceracılıktan uzak durmaya davet etmeyi de görev biliyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlarım. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)