| Konu: | Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyinin UNIFIL'in görev süresinin uzatılması yönündeki 2591 (2021) sayılı Kararı çerçevesinde, hudut, şümul ve miktarı Cumhurbaşkanınca belirlenecek Türk Silahlı Kuvvetleri unsurlarının; 1701 (2006) sayılı Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi Kararı ve 880 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla tespit edilen ilkeler kapsamında; Birleşmiş Milletler Geçici Görev Gücü bünyesinde UNIFIL'e, 31/10/2021 tarihinden itibaren bir yıl daha iştirak etmesi ve bununla ilgili gerekli düzenlemelerin Cumhurbaşkanınca yapılması için Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca izin verilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi (3/1705) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 11 |
| Tarih: | 26.10.2021 |
HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Türkiye'nin Lübnan'a Birleşmiş Milletler misyonu bağlamında barış gücü göndermesine dair tezkereyi konuşmak için bugün toplandık. Bu tabii, barış gücü çerçevesinde bir tezkere olarak geliyor, içeriğini çok fazla tartışmayacağız. Bugün malum, biraz önce daha önemli bir tezkere görüşüldü, konuşuldu, çokça düşünce ifade edildi. Bir de Türkiye'nin dış politikasına dair ciddi tartışmalar söz konusu. Ben bu tezkere vesilesiyle gündeme dair şahsımın, grubumun düşüncelerini ifade etmeye çalışacağım.
Öncelikle, kıymetli arkadaşlar, bu büyükelçilikler, 10 büyükelçinin "persona non grata" ilan edilip kovulacağı, sonra bunun değişmesine dair birçok arkadaş bu Genel Kurulda değindi ama bir konuya kimse ısrarla değinmek istemiyor. Bu meseleyi iktidar da muhalefet de şu çerçevede alıyor: "Efendim, sözünüzü söylediniz ama sonra U dönüşü yaptınız -işte, kaba bir tabirle- tükürdüğünüzü yaladınız." Bunu bir gurur meselesi yapmanın ötesinde kimse tartışmıyor. Şimdi, bu büyükelçiler meselesinin kökeninde hangi sorun var, kimse bunu çok fazla konuşmuyor. Bu büyükelçiler, 10 büyükelçi tartışıldı yani bunların bu konu hakkında böyle konuşması, işte, Kavala kararı hakkında AİHM'in bu şekilde bir tutumda bulunmasını herkes, yani herkes demeyeyim, birçok kesim eleştirdi; aslında, çok fazla eleştirilecek bir tarafı yok, bunu bir ulusal gurur meselesi yapmanın da hiçbir anlamı yok; son derece açıktır. Bakın, ben size Anayasa'dan, bizim o çokça eleştirdiğimiz, hiçbir şeye benzemeyen Anayasa var ya, o Anayasa'dan küçük bir şey okuyayım, çok küçük bir şey, Anayasa 90'ıncı madde diyor ki: "Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır." Yani "Anayasa'nın da üstündedir." diyor. Bir sıkıntı çıkarsa, bir çelişki varsa dönüp Anayasa'ya bile bakamıyorsunuz, Anayasa Mahkemesine götüremiyorsunuz, o milletlerarası anlaşmanın hükmü neyse bunu yerine getirmek durumundasınız. Bu, Anayasa, açık madde. Hukukçu arkadaşlar benden daha iyi bilirler, burada size hukuk anlatacak durumda değilim, mesleğim değil ama.
Şimdi, Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne taraf, Avrupa Konseyinin üyesi, hatta çoğu zaman Avrupa Konseyinin kurucu üyesi olmakla övünen bir pozisyonda. Şimdi, biliyorsunuz, geçen sene Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2 davada önemli kararlar aldı: Biri Kavala davası, Türkiye'de sivil toplum kesimlerinin izlediği bir dava; diğeri bizim, şu an Edirne'de, hâlâ, beş yıldır Edirne'de tutsak edilen, rehin tutulan sevgili Selahattin Demirtaş Eş Başkanımıza Büyük Dairenin verdiği karar, 17 yargıcın ortak kararı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi açık ve net bir şekilde diyor ki: "Hem Osman Kavala davasında hem Selahattin Demirtaş davasında bir değil, birçok anlamda hak ihlali olmuştur." ve Bakanlar Kurulu, Avrupa Konseyinin Bakanlar Kurulu bu kararların uygulanması için zaten sürekli olarak Hükûmete çağrıda bulunuyorlar.
Şimdi, bu 10 büyükelçi, sadece Türkiye'deki otoritelere, yetkililere Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını uygulamaları gerektiğine dair bir hatırlatma yapmışlardı. Şimdi diyebilirsiniz ki: "Bu büyükelçinin işi midir, değil midir?" Ona da birazdan geleceğiz.
Şimdi, kıymetli arkadaşlar, Cumhurbaşkanı çok kızdı, vallahi sanki köyünden maraba kovar gibi "Bütün büyükelçileri kovacağım." dedi; öyle tuhaf bir psikoloji, anlamak da zorlanıyoruz. Sonra ne oldu, ben size söyleyeyim -hani biraz değişik çevrelerden de bilgi alma imkânımız oldu- Dışişleri Bakanı Mevlüt Bey gerçekten uğraştı bu krizin çözülebilmesi için, en nihayetinde şöyle bir ara formül buldular: Cumhurbaşkanı o kadar üst bir yerden bunu kurdu ki "Herkesi göndereceğim." diye, bir şekilde bu büyükelçilerin küçük de olsa bir şey ifade etmeleri gerekiyor ki bu geri adımın bir anlamı olsun, kendi kendine geri adım olmaz. Büyükelçiler ne yaptılar? Şöyle bir açıklamada bulundular, sonra "copy paste" bütün büyükelçiler aynı açıklamayı yaptılar. Açıklama şöyle diyor, diyor ki: "Bizler uluslararası hukuka bağlıyız." "Uluslararası hukuka bağlılığımızı teyit ediyoruz." demiyorlar. Bu Türkiye'de özellikle iktidara yakın çevreler sürekli çeviri hatası yapıyorlar. Arkadaşlar, kullandıkları kavram "maintains." Bu, şu demektir: "Devam ettirir." yani "Biz o açıklamayı yaparken de uluslararası hukuka bağlıyız, Türkiye'nin iç işlerine karışmıyoruz; mevcut durumda da pozisyonumuzu biz koruyoruz, biz devam ettiriyoruz." diyor. Tabii, bu bir anda, Hükûmete yakın medyada şöyle çıktı: "Efendim, geri adım attılar." hatta bazıları "Özür dilediler." "Efendim, Cumhurbaşkanı çok memnun olmuş." da falan da filan da yani. Şimdi, bu, işin magazin kısmı, bu, daha işin önemli kısmı değil arkadaşlar.
Bir şekilde, olmaması gereken zaten engellendi yani böyle yapay diplomatik kriz hani, bir şekilde aşıldı fakat kimsenin konuşmadığı başka bir şey var arkadaşlar: 30 Kasımda Bakanlar Komitesi tekrar toplanacak; bakın, Avrupa Konseyindeki arkadaşlarımız var burada, biliyorlar. 30 Kasımda Bakanlar Komitesi hem Osman Kavala hem Selahattin Demirtaş kararlarını tekrar görüşecek. Daha önce aldıkları kararlardan daha sert bir karar almak durumundalar; öyle işliyor çünkü işleyiş, bir önce aldığı kararın bir tık üzerine çıkacak; tamam mı? Zaten bir önceki kararda -Osman Kavala kararında, Demirtaş değil- sözleşmenin 46'ncı maddesine bir hatırlatma vardı; 46'ncı madde nedir? 46'ncı madde, Türkiye'nin Avrupa Konseyinden çıkarılmasını başlatabilecek maddedir. Muhtemelen bu defa Selahattin Demirtaş kararında da benzer bir maddeye referans olacak. Başlarlar, başlamazlar ayrı bir tartışma konusu ama Cumhurbaşkanının basitçe böyle, "Sorosçu" deyip tu kaka ettiği bu mesele, Türkiye'nin Avrupa Konseyinden atılma sürecini başlatabilecek kadar büyük bir meseleye dönüşebilir. Biz, muhalefet olarak tabii, sorumluluğumuz gereği halkı, bu Meclisi bilgilendirmek durumundayız. Bu mesele, basitçe, büyükelçilerle ego yarıştırmak, Türkiye'nin itibarıymış, ulusal onuruymuş meselesi değil. Eğer Türkiye'nin ulusal onurunu düşünüyorsa bu Hükûmeti yönetenler, altına imza attığı, "Ben yükümlüyüm." dediği uluslararası anlaşmaların, kendi Anayasa'sının üzerinde olan uluslararası anlaşmaların hükümlerini yerine getirir; mesele bu kadar basit, bunları bu kadar uzatmanın bir anlamı yok.
Bir şey daha söyleyeyim kıymetli arkadaşlar: Bu karakter suikastı Türkiye'de çok fazla yapılıyor. Osman Kavala'ya dair, Cumhurbaşkanı, görüyorsunuz yani her konuşmada "Soros'çu, Soros'çu" diyor da; gördünüz, medyada Cumhurbaşkanının Soros'la fotoğrafları da servis edilmeye başlandı. İlginç bir şeydir, bugün de AK PARTİ'nin eski kurucularından yani duayen isimlerinden Bülent Arınç "Ya, biz de zamanında bu insanları baş tacı yapıyorduk." dedi ve şu anki bu söylemlerin yanlış olduğunu söyledi. Gerçekten çok ilginç bir durumdasınız. O dönem Soros'tan randevu almak için araya lobiler katılıyordu. Soros'la çekilen fotoğraflar Cumhurbaşkanının, Egemen Bağış'ın, Ömer Çelik'in... Yok onlar burada. Egemen Bağış, tabii, Büyükelçi oldu; kaçtı, gitti. Evet, bunlar çarşaf çarşaf yayınlanıyordu; evet, böyle yani. Şimdi "Efendim, bu Soros'çu." diyorsun. Görsen, ne olmuş acaba? "Soros'çu" dediğiniz o kurumların, o derneklerin, o düşünce araştırma örgütlerinin verilerini, datalarını kullanıyordunuz her yerde Adalet ve Kalkınma Partisi olarak ya! Diyarbakırlıların deyimiyle, "..."(x) şimdi böyle mi olduk, şimdi böyle mi olduk? Kendi geçmişinizi inkâr ediyorsunuz.
Kıymetli arkadaşlar, neyse, bu büyükelçiler meselesi, Avrupa Konseyi meselesi çok önemli bir meseledir. Türkiye'nin şu önümüzde... Bakın, başımızda onlarca kriz var; ekonomik kriz var, finansal kriz var. Türkiye'nin Avrupa Konseyinden atılma tartışmalarının başlaması bile, bunun yaratacağı etkiyi tahmin bile edemiyoruz ve yaşanacak bütün bu ekonomik, siyasi kaosların ceremesini de vallahi siz çekmiyorsunuz, yoksul halk çekecek. Bakın, dolar yükseliyor, euro yükseliyor, memleket perişan, vallahi iktidardakilerin öyle çok ciddi bir derdi yok ama, 1 torba un olmuş 220 lira, 1 torba un. Bu yaptığınız sorumsuz dış politikanın ekonomiye yansımalarının faturasını yoksul halkın çocukları ödüyor; bu, bir.
ORHAN SÜMER (Adana) - Benzine de yine zam gelmiş şimdi, bir saat önce; 24 kuruş.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Bir daha mı geldi?
ORHAN SÜMER (Adana) - Şimdi, şimdi...
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Gelir, gelir.
Kıymetli arkadaşlar, ikinci olarak şu konuya değinmek istiyorum, on dakikam var: Az önce, kıymetli arkadaşlar bu Suriye-Irak tezkeresine dair tartışmalar yaptılar, biz parti olarak her zaman yaptığımızı yaptık, hak olanın, doğru olanın savunucusu olduk, gönül rahatlığıyla biz "evet" oyumuzu verdik, zaten hep veriyoruz, biliyorsunuz.
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - "Hayır" oyu verdik.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Nasıl?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - "Hayır" oyu verdik.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Öyle mi dedim?
MERAL DANIŞ BEŞTAŞ (Siirt) - Evet.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Çok özür diliyorum, biz "hayır" dedik. (HDP sıralarından alkışlar) Hep pozitif konuştuğumuz için... Bunu kayıtlardan silin arkadaşlar. "Hayır" dedik ve bunun gerekçelerini de şöyle diyelim arkadaşlar; bakın, az önce Sayın Bakan burada konuştu, dedi ki: "Suriye'den Türkiye'ye yönelik ciddi riskler var, çelişkiler var, çatışmalar var. Biz bunun için, terörle mücadele için, vatan için, millet için, beka için, Sakarya için biz bu tezkerenin uzatılmasını istiyoruz."
Şimdi, önce ben size bir şekil göstereceğim, bir tablo göstereceğim, lütfen, burada dikkatinizi ben çok rica ediyorum. Kıymetli arkadaşlar, bu tabloyu ben oluşturmadım, bu tablo -ismini tam okuyayım size, "ACLED" diye girebilirsiniz; "'A' 'C' 'L' 'E' 'D' 'data' 'org'" diye girin- "The Armed Conflict Location and Event Data Project" diye bir proje. Bu şöyle: Dünyada çatışmalı olan sınır bölgelerinin hepsine bakıyor, o çatışmalı bölgelerde hangi taraftan hangi tarafa silahlı saldırı yapılmış bütün bunların kayıtlarını, istatistiklerini sunuyor. Şu an girerseniz siz internete Etiyopya, Sudan, işte, İsrail, Filistin, Lübnan, dünyanın birçok bölgesine dair datalar girilmiş, istatistikler girilmiş; hangi devlet içerisinden hangi devlete saldırılar oluyor...
Kıymetli arkadaşlar, dikkatinizi ben rica ediyorum, şurayı görüyor musunuz? Bakın, bu tablo -herkes görsün şöyle, buradan Sayın Başkana da göstereyim- Türkiye içinden Suriye'ye yapılan silahlı saldırılar ile Suriye içinden Türkiye'ye yapılan silahlı saldırıların resmi. Bütün datayı girmişler, böyle bir istatistik çıkmış. Şimdi, bakın, doğrudur, Suriye tarafından Türkiye'ye 22 tane saldırı tespit edilmiş, Suriye'nin içinden Türkiye'nin içine doğru, 22 tane. Bu 22 taneden 10 tanesinin kaynağını bulamamışlar; evet, saldırı olmuş ama tam olarak hangi grup nasıl yaptı onu bulamamışlar ama saldırının olduğunu tespit etmişler. 12 tanesiyse Suriye Demokratik Güçleri ya da "PYD" dediğiniz güçlerin, "YPG" dediğiniz güçlerin saldırısı, 12 tane; tamam mı? Fakat bu saldırıların 12 tanesinin hepsi önce Türkiye tarafından yapılan saldırılara misilleme olarak kayıtlara geçmiş. Bakın, bu 22 taneyi tartışabilirsiniz; girersiniz, oradan bakarsınız. Bu ACLED bizim HDP'nin sponsor olduğu bir kurum değil arkadaşlar; bu, uluslararası bir kurum. Biz de ararken bulduk yani hani "Bu HDP gitti, yanlış bilgi verdi." falan meselesi yok ortada ha, yanlış anlamayın.
Türkiye tarafından Suriye'ye yapılan saldırıların sayısı 3.400 civarında. Bakın, şu maviyle gösterilenler var ya, ay ay vermiş; Ocak 2017'den Ağustos 2020'ye kadar Türkiye tarafından Suriye'nin içine 3.400'den fazla silahlı saldırı, Türkiye ve Türkiye'nin desteklediği güçler tarafından; özür diliyorum, öyle yazıyor. Bakın, bu maviler, çizgileri görüyor musunuz? Şu altta gördüğünüz küçük sarılar var ya, Suriye tarafından Türkiye'ye gelen saldırıların böyle bir özeti.
Şimdi, kıymetli arkadaşlar, şu var ya "Oradan bize doğru güvenlik tehdidi geliyor, biz onun için bu kadar asker yığıyoruz." falan var ya, bunun matematiksel olarak da çok bir karşılığı yok. Bunun dışında, Sayın Bakan başka bir şey de söyledi, dedi ki: "Biz oraya asker göndermezsek İdlib'de yaşanacak bir çatışma, savaş durumu buraya daha fazla mülteci getirecektir." Yani asker göndermesek mülteci gelecek diyor. Peki, Sayın Bakana sormak lazım -ya, aklımızla alay etmeyin- altı yıldır asker gönderiyorsunuz, mülteciyi mi kestiniz? 4 milyonu zaten geldi. Zaten asker gönderdiğiniz için buraya mülteci geliyor. O savaşı durdurmazsak, Suriye kendisini yeniden imar etmezse, o ülke kendisini yeniden kurmazsa tabii ki buraya gelecek. Ülkelerini dağıtıyorsunuz insanların, nereye gitmelerini bekliyorsunuz? Dolayısıyla Türkiye halkına sesleniyoruz: Bu tezkere, bu savaş siyaseti daha fazla mültecinin Türkiye'ye gelmesi demek.
Daha önce defalarca söyledik, bir daha söyleyelim: Türkiye'nin kurumsal kapasitesi, bölgesel gücü, NATO'yla ilişkileri, Batı'yla ilişkileri -gerçi şimdilerde çok bir ilişki kalmadı ama- Türkiye'nin bölgesel nüfusu gerçekten Suriye'nin stabilize edilmesine, normalleştirilmesine yardımcı olabilir. Niyet halis olursa Türkiye, Suriye'nin yeniden imarına katkıda bulunabilir. Bakın, şu an Rusya ve Amerika dâhil dünyadaki herkes Suriye savaşının bitmesini istiyor, Suudi Arabistan da İsrail de -ki Amerika'yla, Rusya'yla bir sürü görüşme yapıyorlar- İran da Esad da herkes bu savaşın bir noktada bitmesini istiyor. Kim istemiyor biliyor musunuz? Bir, Hükûmet istemiyor; iki, bu Hükûmete akıl hocalığı yapan James Jeffrey vardı ya -şimdi, Trump düşmeden apar topar bıraktı görevi, kaçtı gitti- eski Türkiye Büyükelçisi... Şu kelimeleri söyledi ya uluslararası basına: "Biz Türkiye sayesinde Esad'a bu savaşı kazandırtmayacağız." Bunu öyle mahcubiyetle söylemiyordu, "Türkiye'ye destek veriyoruz, Türkiye İdlib'deki Heyet Tahrir el-Şam'a destek veriyor; -herkes "terör örgütü" diyor ha buna, Heyet Tahrir el-Şam'a- evet, biz Türkiye'nin sayesinde o Suriye savaşını bitirmeyeceğiz." diyordu.
Şimdi, kıymetli arkadaşlar, "Terörle mücadele ediyoruz." söylemini ben biraz açmak istiyorum son olarak, bu konuyu biraz derine... İki konu; bir: "Türkiye, Irak ve Suriye'nin toprak bütünlüğüne saygılıdır." Sürekli bu söyleniyor ya, her gelen söylüyor. Ya, Irak da Suriye de diyor ki: "Topraklarımdan çık." "Yok, yok. Ben senin toprak bütünlüğüne saygılıyım. Hatta senin için toprak bütünlüğünü koruyacağım." İkisi de seni işgalci görecek ama yok ısrarla "Ben toprak bütünlüğünü koruyacağım."
İki: "Ben terörle mücadele edeceğim." diyor. Ben size bunu tercüme edeyim, tefsir edeyim. Türkiye'nin, Suriye'nin ve Irak'ın toprak bütünlüğünden kastı aslında şudur: "Kürtlerin oradaki kazanımlarına ben saldıracağım." Tefsirini iyi yapalım arkadaşlar, kimse kimseyi kandırmasın.
Kürt sorunu bağlamında söylüyorum, "Terörle mücadele ediyoruz."un tefsiri şudur, bir: "Ben Kürt meselesini tanımıyorum." İki: "Tanısam bile siyaseten bu sorunu çözebilecek irade sahibi değilim." Üç: "Üç beş yıl önce, altı yıl önce böyle bir siyasi irade ortaya koymuştum ama yaptığım ittifaklar benim o Kürt meselesini barışçıl yollardan çözme irademi tuzla buz etmiştir ve ben de devletin fabrika ayarlarına döndüm. Kürt meselesini bir asayiş meselesi olarak görüyorum, bunu askere devrettim, son terörist ölene kadar vatan, millet, Sakarya."
Ha, bu arada kıymetli arkadaşlar, bu Sakarya'dan ne istiyorsunuz gerçekten bilmiyorum. Şimdi, vallahi, bu yaptıklarınızın ne vatana ne millete ne de Sakaryalılara bir faydası yok. Bu "vatan, millet, Sakarya..." Çünkü yapılan bütün sıkıntılı, sorunlu siyasetlerin hepsini bu şekilde meşrulaştırıyorsunuz. Yolsuzluk oluyor "vatan, millet, Sakarya." Hırsızlık oluyor "vatan, millet, Sakarya." Savaş oluyor "vatan, millet, Sakarya."
Biz, bu ülkede yurtseverliğin başka türlü yapılabileceğini de düşünüyoruz HDP olarak. Zaten bunu düşündüğümüz için başımıza gelmeyen kalmadı. Biz, çok ısrarlı bir şekilde hem Türkiye'de hem de Suriye'de yaşayan bütün halkların, Kürtler de dâhil bütün halkların çıkarına olanın, Suriye'yi baştan sona tekrar demokratik bir şekilde dizayn etmek olduğunu söylüyoruz. Aynı şekilde, Türkiye'nin de burada... Ya, 20 milyon Kürt var burada, -siz buradaki meseleyi- bu Kürt meselesine dokunmadan Irak'a, Suriye'ye asker göndererek hangi meseleyi çözebileceğinizi düşünüyorsunuz ya? Ya, AK PARTİ ve Hükûmet bütün dış politika enerjisini Suriye'de çarçur etti, heba etti, ortada bir şey kalmadı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum hemen.
BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Bir dakika varsa bitireceğim. Meseleler çok uzun.
Terörle konuşulmazmış. Hikâye bu ya "Biz terörle son teröristte kadar mücadele edeceğiz." sürekli bize bu hikâye anlatılıyor. Ya, kıymetli arkadaşlar, geçen gün Taliban heyeti buradaydı, 8'i terör örgütünün hâlâ listesinde. Yahu VIP'le karşılayıp konuşmadınız mı? Ya, Heyet Tahrir el-Şam'ı İdlib de, Türkiye de, Birleşmiş Milletler de terör örgütü olarak görmüyor mu? Türkiye balya balya paraları İdlib'e göndermedi mi? Şu an İdlib'de Türk lirası resmî para olarak kullanılmıyor mu? "İşgal" deyince kızıyorsunuz, bırakın işgali, mali ilhak noktasına gelmişsiniz. Dolayısıyla, kıymetli arkadaşlar yani bu kadar çifte standart yapıp bütün bu durumların içerisine girip sonra "Terörle mücadele ediyoruz." söylemlerinizin bir hakikiliği yoktur. Biz, tüm dış politikada olduğu gibi Suriye...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - ...politikasında, bütün bölge politikasında Hükûmeti tekrar aklıselime, doğruya, hakka davet ediyoruz.
Bu duygularla hepinizi tekrar saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)