GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ DİSİPLİN KANUNU TASARISI VE TEKLİFLERİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:59
Tarih:30.01.2013

MHP GRUBU ADINA MÜNİR KUTLUATA (Sakarya) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisi saygılarımla selamlıyorum.

Türk Silahlı Kuvvetleri Disiplin Kanunu Tasarısı ile 1111 sayılı Askerlik Kanunu'na bedelli askerliği düzenleyen geçici 46'ncı maddeye ilaveten geçici 51'inci madde eklenmesi hususundaki yasal düzenleme konusunda Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunuyorum.

Bu kanun tasarısı ile 1632 sayılı Askeri Ceza Kanunu'nda ve 447 sayılı Disiplin Mahkemeleri Kuruluşu, Yargılama Usulü ve Disiplin Suç ve Cezaları Hakkında Kanun'da dağınık şekilde bulunan askerî disiplin düzenlemeleriyle ilgili hükümlerin bir kanunda toplanması arzu edildiği ifade edilmektedir.

Diğer taraftan, geçen yıl Askerlik Kanunu'na eklenen geçici 46'ncı madde ile getirilen bedelli askerlik uygulamasının düzenlemenin aceleye getirilmiş olması ve o zamanki ikazlarımızın dikkate alınmamasından ötürü Askerlik Kanunu'na "51" başlığı ile yeni bir geçici madde eklenmektedir.

Önce şunu ifade edelim ki: Bu iktidar döneminde getirilen kanunlar daha yılını doldurmadan tekrar yüce Meclisin huzuruna gelmektedir. Bu, şu anda görüştüğümüz kanun için geçerlidir, biraz önce bitirdiğimiz yasal düzenleme için ve dünden beri devam eden 2/B'nin ek düzenlemeleriyle ilgili yasa hakkında geçerlidir ve sık başvurulan bir yoldur. En fazla torba kanun uygulamasına başvuran bir iktidar olmasına rağmen iktidar partisinin bu düzensizliği devam etmektedir. Bunlara ilaveten Meclisteki büyük çoğunluğa rağmen kanun hükmünde kararname çıkarma yoluna da başvurulduğunu biliyoruz.

Bu yasa tasarısının temel gerekçelerini birkaç başlık altında toplamak mümkündür:

Birincisi, biraz önce ifade ettiğimiz gibi, farklı kanunlarda düzenlenmiş bulunan mevzuatın bir araya getirilmesi.

İkincisi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde açılan davalar ve bunların Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi çerçevesinde değerlendirilmesinde esas olan hususların gözden geçirilmesi. Bu vesileyle disiplin suçları ve cezalarının yeni baştan gözden geçirilerek yeni hükümler ihdas edilmesi,

Üçüncüsü, hâlen askerî disiplin mevzuatına tabi olan sivil memurların sadece 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun disiplin hükümlerine tabi kılınması,

Dördüncüsü ise, 2011 yılı sonunda yapılmış bulunan dördüncü bedelli askerlik düzenlemesinde aceleye getirilmekten ötürü gözden kaçan hususların telafisi.

29 Kasım 2011 tarihinde bu kürsüden yaptığımız konuşmada yani dördüncü bedelli askerlik düzenlemesi yapılırken bu kürsüden yaptığımız konuşmada çok özet olarak şunları söylemiştik: "Sahip olunan ordunun gücü ülkenin durumuyla yakından ilgilidir. O bakımdan, Türkiye güçlü orduya sahip olması gereken ülkelerin başında gelmektedir. Türk milletinin çağlar aşıp gelmesi güçlü orduları sayesinde olmuştur. Bundan sonra da ordunun gücünün, varlık mücadelesinde en önemli dayanağı olacağı açık şekilde görülmektedir.

Askerliğin hangi ülkede nasıl olduğu, hangi ülkenin ne çapta bir orduya sahip olmak istediği bilinmesi gereken önemli hususlardır. Ama bunların hiçbiri Türk ordusunu zayıf düşürecek sinsi tekliflerin gerekçesi yapılmamalı, tam tersi `hedefi olan milletlerin güçlü orduları olur' anlayışı hâkim kılınmalıdır.

Bu nedenledir ki ordumuzun modernizasyonu, yüksek teknolojiye dayalı savaş gücüne ulaşması, tarihin birçok döneminde olduğu gibi bugün de önümüze çıkmış olan ateş çemberi içinde kalma hâllerinde milletimizi salimen düze çıkaracak güce sahip olması gerekiyor. Bu anlayışla ordumuzun teknik özellikleri en üst düzeye çıkarılıp hareket kabiliyeti geliştirilip gücü artırılırken ihtiyaç duyulan asker sayısı yeniden hesaplanabilir.

Bölücülük tehdidinin ve bölgesel çatışma riskinin üst düzeyde şekillendiği bugünkü zaman aralığında Türk ordusunun hırpalanması ve kötü niyetlilerin tacizine maruz bırakılması çok acı ve vahim neticelere sebep olacaktır. Bu olumsuzlukların önüne geçilebilmesi amacıyla partimiz, yeni askerlik sisteminin samimiyetle ve ihtiyaçlara uygun şekilde hayata geçirilmesini arzulamaktadır.

Bu itibarla, Türk Silahlı Kuvvetlerinin personel rejimi sağlam ve güvenli esaslara bağlanmalı ve artık siyasi gündemin tamamen dışına çıkarılmalıdır. Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin Türk Silahlı Kuvvetleriyle iş birliği ve diyalog hâlinde yapacağı çalışmalar sonucunda askerlik süresi ve kapsamıyla ilgili belirlenen ihtiyaçların giderilmesi mümkün olmalıdır. Şüphesiz askerlik görevinin ifasında eşitlik ilkesi vazgeçilmez ve asla ikamesi olmayan bir konudur."

Bu tespitler ışığında Milliyetçi Hareket Partisi, askerlik sistemiyle ilgili tekliflerini 4 madde hâlinde kamuoyuyla paylaşmıştı. "Son olarak da ortaya koyduğumuz köklü çözüm esaslarının dikkate alınarak hem ordumuzun güçlendirilmesi hem de askerlik yapma hakkı ve şerefi üzerinde tartışmaların sonlandırılmasını istiyoruz. Geçici bir çözüm olarak gündeme getirilmiş olan bu yasanın eksiklerini ve adaletsizliklerini giderme şansımız vardır." demiştik. Nitekim, o şansımızı geçen yıl kullanmadığımız için şimdi bu yasa tekrar önümüze gelmiştir.

Bizim "Adil olalım.", "İyi bir düzenleme yapalım." taleplerimize rağmen, âdeta yapılan düzenlemenin kapsadığı yükümlü sayısının çok kabarık olmasına güvenilerek bu yasa aceleye getirilmişti. Nitekim, şimdi, yanlış hesap döndü, önümüze geldi. O tarihte yani bir yıl önce, on üç ay önce, Türkiye'de 460 bin yükümlünün bundan faydalanabileceği, 180 bininin faydalanma yolunu tercih edeceğinin tahmin edildiği ve bundan da 5,5 milyar lira gelir elde edileceği ifade ediliyordu ama son resmî açıklamalara göre, faydalanmak için başvuran sayısı 70 binde kalmış, elde edilen gelir de 2 milyar lira civarında olmuştur.

Türk Silahlı Kuvvetleri personeline yönelik bu düzenlemenin zamanlamasıyla ilgili de bazı noktaları ifade etmek istiyorum sayın milletvekilleri. Bu düzenlemenin şimdi gündeme getirilmesi, Türk Silahlı Kuvvetlerinin bir ihtiyacını karşılamaktan çok Türk ordusu üzerinde oynanan oyunların dikkatten kaçırılması, meşru gösterilmeye çalışılması arzularına hizmet edeceği endişesini taşıyoruz. Türk milletinin ayrıştırılması süreci ile Türk ordusunun itibarıyla oynanması sürecindeki paralellik apaçık ortada iken, bütün bunların PKK'nın bölücü taleplerini karşılamak üzere müzakere masasına oturmak için yapıldığına dair ipuçları bir bir ortaya çıkarken, kimse "Türk ordusunun kala kala yeni bir disiplin kanununa ihtiyacı kalmıştı." diyemeyecektir.

Gelinen nokta planlı bir sürecin dört koldan koordineli şekilde yürütüldüğünü göstermektedir. Bunlardan bir tanesi, Türk ordusuna uygulanan yıpratma ve itibarsızlaştırma kampanyasıdır. İkincisi, Türk milletinin ayrıştırılması kampanyası ve Türk milletinin reddi çabalarıdır. Üçüncüsü, terör örgütüne alan açma, etkili kılma, baş edilemezmiş gibi gösterme ve bölücü taleplerini karşılama çalışmalarıdır. Dördüncüsü, varlıklarının ve gelir alanlarının yabancılara devri ile gayrisafi yurt içi hasılasını yabancılarla bölüşmesi yani bir diğer ifadesiyle Türk halkının borçlandırılması ve fakirleştirilmesi sürecidir. Bu dört adımın aşamalı şekilde ama düzenli şekilde bir arada götürüldüğünü görmekteyiz.

Bunlardan Türk ordusuna uygulanan yıpratma kampanyası, bilindiği gibi, 4 Temmuz 2003 tarihinde Kuzey Irak'ın Süleymaniye kentinde Türk askerlerinin başına Amerika Birleşik Devletleri tarafından çuval geçirilmesi rezaletinin yaşanmasıyla başlanmış ve bugünlere gelinmişti. Bildiğiniz gibi, bu süreç bilinçli ve düzenli bir şekilde işletilmişti.

Bugün bir tarafta hapse atılmış bir ordu vardır, terörle mücadelede baskı altına alınmış durumdadır; diğer tarafta Hükûmetin kendisiyle müzakere masasına oturduğu bir terör örgütü vardır. Komuta kademesi zafiyete uğratılmış, Türk ordusu her gün bölücü mihrakların ve şuursuz siyasetçilerin hakaretlerine maruz kalmaktadır.

Türk ordusunun kendi emrinde olduğunu sürekli vurgulayanlarla, kendilerinin başkomutan sayıldığını ifade edenlerin, Türk ordusuna uygulanan itibarsızlaştırma politikalarına sessiz kaldıkları dikkat çekmektedir.

Mesele darbe hazırlığı yapanların yargılanması olsa idi, şimdiye kadar varsa suçları cezalarını alırlardı; buna ne Türk milletinin ne de Türk ordusunun bir itirazı olurdu. Mesele Türk ordusunu yıpratmak olunca ortaya bugünkü tablo çıkmıştır ve millet vicdanı kanamaktadır.

Şu sözlerin sahibini Türk milleti tanımaktadır; kullanmaktan hicap ediyorum ama Türk ordusunun nasıl bir baskı altında tutulmaya çalışıldığının, nasıl hakaretlere maruz kaldığının hatırlanması ve bilinmesi bakımından da ifade edilmesi gerektiğini düşünüyorum: "Türkiye -affedersiniz- bağırsaklarını temizliyor." "Patagonya ordusunun zavallı generalleri", "Yunan ordusu gibi", "Sırp katillerinden farksız.", "Allah'ın evini bombalayacaklar, millete ateş açacaklar.", "Lağvedilsin.", "Muz cumhuriyetinin paşaları." Bu ifade çok yetkin, bu milletin en önemli görevlerinden birini emanet ettiği bir şahsa aittir, hepiniz biliyorsunuz. Ama bununla sınırlı da değildir, Türk ordusu bu tarz galiz hakaretlere ve Türk ordusu üzerinde yürütülen operasyonlarla ilgili çirkin kutlamalara maruz kalmaktadır; bu herkesin malumudur.

Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadele eden kahraman subaylarının hapiste tutulmasının terör örgütüyle görüşme masalarında konu yapıldığını hepimiz biliyoruz. Çok uzatmak istemiyorum çünkü bu, çok incitici, üzücü ve yıpratıcı bir süreçtir. Bunun tek başına bir süreç olmadığını, Türk milletini ayrıştırma süreciyle birlikte yürüdüğünü tekrar ifade etmek istiyorum. Ancak şurada, yine ordumuzla ilgili olduğu için, konuşma metnimin çoğunu geride bırakarak şunu ifade etmek istiyorum, bir konuda iktidara bir sorum var: "Türk ordusu yapamaz." gerekçesiyle Suriye sınırındaki, bütün sınır boyundaki mayınlı alanların bir İsrail firmasına temizlettirilerek kırk dokuz yıllığına İsraillilere verilmesi konusunda, bu Meclis baskı altında tutulup böyle bir kanun çıkarılırken Suriye'nin başına bu işlerin geleceği biliniyor muydu? Bu konuyla ilgili sorumlular niçin açıklama yapmıyorlar? Nereden çıkmıştı İsrail firması, nereden çıkmıştı? Türkiye Büyük Millet Meclisinin 810 kilometrelik vatan toprağını bir bütün hâlinde bir yabancıya verme mecburiyeti nereden gelmişti? Arkadan, şu anda Suriye'nin içinde bulunduğu durumla o gün Orta Doğu'yu planlayanların bir arada düşündüğü bir konu muydu? Hükûmet bundan habersiz miydi, haberdardı da mı bunu yapıyordu? Bunu Türk milletine açıklama mecburiyeti var çünkü biz Milliyetçi Hareket Partisi olarak, Meclisimizde, çok büyük ekseriyeti itibarıyla, bu baskı altında, o dönem ciddi sıkıntı çekmiştik.

Değerli milletvekilleri, Türk milletinin ayrıştırılma süreci ve Türk milletinin varlığının reddedilmesi meselesi, gerçekten Türkiye için bir yüz karasıdır. Merak ediyorum, iktidarımız yurt dışına gittiği zaman hangi sıfatla yabancılar tarafından karşılanıyor ve nasıl muhatap oluyor? Herhâlde "Türk Hükûmeti", "Türk bakanı", "Türk heyeti" deniliyor. Şimdi, bugün iktidar yetkililerinin ifadelerinden yeniden gördüğümüze göre, Anayasa'dan "Türk" sözünün çıkarılacağı, "Türk" ifadesinin çıkarılacağı, "Türkiyelilik" kavramı üzerine birtakım gelişmelerin planlandığı bugün de ilan edilmiş bulunduğuna göre, bu nasıl bir iştir ki Türk milletinin varlığı reddediliyor?

Bakın, değerli arkadaşlarım, bu ne anlama geliyor? Dünyanın bugününde var olabilmek için, yarınından pay alabilmek için millet olmak mecburiyetindesiniz. "İngiliz değiliz." diyen bir İngiltere olamaz, komik olur ve dünyada varlığını sürdüremez; "Fransız değiliz." diyen bir Fransa olmaz, "Alman değiliz." diyen bir Almanya olamaz, "Amerikan değiliz." diyen bir Amerika olamaz, "Yunan değiliz." diyen bir Yunanistan olamaz ama "Türk değiliz." diyen bir Türkiye olur, öyle mi? Bunu, nereye gidildiğini, ne yapılmak istendiğini, hangi yükün altına girmekte olduğunu iktidarın çok iyi hesap etmesi gerekmektedir.

Bakın, değerli arkadaşlarım, Türk milletinin varlığını reddetmek, bu toprakların fethini, vatan yapılmasını reddetmektir. Hristiyan âleminin bin senedir yapmaya çalıştığı ama kabullenmek zorunda kaldığı bir gerçeği, bugün Haçlı fitnesini uyandırmak pahasına Türkiye'yi idare edenler kullanamazlar, ifade edemezler.

Türk milletinin varlığından şeref duymak, İslam'ın bayraktarı olmuş bir milletin adını almak, kendi milletinin menfaatlerini önde tuttuğunu ilan etmek yani milliyetçilik yapmak bir iktidar tarafından örselenir, yanlış bir davranış olarak ifade edilir ve bunu yapanlar hakarete uğrarsa, bunu yapanlar yani milletini sevenler, milletine ihanet etmeyenler, milletine sadık olanlar "şeytan"lıkla itham edilirlerse biz bunun takdirini Allah'a ve yüce milletimize bırakıyoruz.

Bu anlamda söylenecek çok şey var. Daha, son çıkan mahkemelerin ayrıştırılması kanunu. Evet, o kanun -ana dilde kanun filan- mahkemelerin ayrıştırılması kanunuydu. Yani, bugün "Türkçeyi kullanmayı reddediyorum." diyecek, bir başka dilde, sözüm ona, savunma yapacak, arkadan hâkim de onu? Hâkimin ana dili esastır. Hâkim, olup biteni iyi anlamak zorundadır adil karar verebilmek için. O hâlde hâkim de Türkçeyi reddedenin dilinde olacaktır. Bu, mahkemeleri ayrıştırmaktır. Televizyonları ayrıştırırsınız, mahkemeleri ayrıştırırsınız, "yabancı, başka dilde eğitim" deyip okulları ayrıştırırsınız, devlet dairelerini ayrıştırırsınız ama "Millet buna ses çıkarmıyor, bana oy veriyor." diye bu ayrıştırmayı ve bu gidişi devam ettirirsiniz; bu mümkün değildir. Bunu yapacak olanlar dürüstçe millete "Ben senin varlığını reddediyorum, ben Türk milletinin varlığından rahatsızım ve yeni bir yola girdim." diyerek oy istemelidirler.

Şimdi, vaktimin sonuna geliyorum, değerli milletvekilleri, iktidara, Sakarya milletvekili olduğum için Sakarya'dan bir örnek vermek istiyorum. "Sakarya" adıyla, şehrin adıyla zafer bölgemiz Sakarya Nehri'nin adı aynıdır. Sakarya Nehri, Bayat Yaylası'ndan doğar, Ankara'ya doğru yönelir, Eskişehir'e gider; yüzlerce akarsuyu alır, Eskişehir'de Porsuk Çayı'nı alır, gider Mudurnu Çayı'nı alır, yüzlerce ilave dereyi bünyesinde toplar, Sapanca Gölü'nün suyunu alır, başka suları da alır Karasu'nun Yenimahalle'sinde denize dökülür. Oraya gidip baktığınız zaman Sakarya Nehri muazzam bir güzelliktir. "Bu nasıl bir güzellik?" dediğiniz zaman "Bu Sakarya Nehri'dir, içinde Porsuk Çayı, Mudurnu Çayı, Sapanca Gölü'nün suyu vardır." dersiniz ama Sakarya Nehri'nin varlığını reddedemezsiniz. Oraya gidip "Ben bu suyu ayrıştıracağım." derseniz komik duruma düşersiniz, üstünüz başınız ıslanır, ısrar ederseniz boğulup gidersiniz.

Ben Türk milletini ayrıştırma sevdasına düşenlere, Sakarya Nehri'ne ve? (MHP sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MÜNİR KUTLUATA (Devamla) - ?büyük nehirlere bakmalarını tavsiye ediyorum ve bu düzenlemenin, her şeye rağmen, zamanlamasının yanlış olmasına rağmen gözden kaçan birtakım eksiklikleri telafi etmesi gerektiği düşüncesiyle milletimize hayırlı olmasını arzu ediyor ve temenni ediyorum.

Hepinize saygılar sunuyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederiz Sayın Kutluata.