GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Katar Devleti Hükümeti Arasında Büyük Çaplı Organizasyonların Yerine Getirilmesinde İş Birliği Konulu Niyet Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:17
Tarih:10.11.2021

İYİ PARTİ GRUBU ADINA ZEKİ HAKAN SIDALI (Mersin) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Gazi Meclisimizin ilk Başkanı, cumhuriyetimizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü vefatının 83'üncü yıl dönümünde saygı ve rahmetle anıyorum. Onun fikirleri ve ülküleri, bugün olduğu gibi, yarın da yolumuzu aydınlatacak; açtığı yolda, gösterdiği hedefe durmadan yürüyeceğiz. Bize miras bıraktığı cumhuriyetin ilelebet payidar kalması için çalışacak, emanetine de sahip çıkacağız.

Değerli milletvekilleri, Katar'da 2022 yılında düzenlenecek olan Dünya Kupası kapsamında iş birliğini öngören niyet mektubu kapsamında Dünya Kupası organizasyonu için bilgi ve tecrübe paylaşımı, suçla ve terörle mücadeleye yönelik ortak tedbirlerin alınması, uzmanlık ve yeterlilik kurslarının düzenlenmesi, eğitim ve tatbikatların gerçekleştirilmesi öngörülmektedir.

Bilindiği gibi, Katar, Arap Yarımadası'nda Türkiye'nin ilişkilerinin iyi ve düzgün olduğu tek Arap ülkesi durumundadır. Türkiye ile Katar arasında 25 Aralık 2001 tarihinde Güvenlik İş Birliği Anlaşması imzalanmıştır. Ayrıca, 2 Şubat 2015 tarihinde imzalanan Askerî İş Birliği Anlaşması kapsamında başkent Doha yakınlarında ciddi boyutta bir üssümüz bulunmaktadır.

Katar, İhvancılığa yatkın dış politikası nedeniyle bölge ülkeleri tarafından uzun süre dışlanmış, ambargoya bile maruz kalmıştır. Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere, bölge ülkeleri ile Katar arasında uzun süreden beri devam eden gerginlikler belli bir yumuşama sağlansa da hâlâ tam giderilmiş değildir. Bundan birkaç gün önce Suudi Arabistan'dan Katar'a iletilen mektubun yumuşama sürecini hızlandırmasını diliyoruz.

AK PARTİ iktidarı, özellikle, son on yılda, yanlış gruplarla ortaklığını bölgeyle ilişkilerin temel ilkesi olarak benimsemiş durumdadır. İktidar, Arap âleminde ülkemizin ulusal menfaatlerinden çok, belirli bir hareketi gözetmiştir, yaklaşımlarını yanlış rotaya oturtarak bölgemiz ve ötesiyle münasebetlerinde milleti aşan kavramları öne çıkarmıştır. Oysa bu, uluslararası ilişkilerde olmayan bir kavramdır. Bu gerçek, iktidarın karşısına sert bir şekilde dikilmiştir ancak iktidarın bu realiteyi tam olarak idrak edip etmediği meçhuldür.

Biz, Katar'la münasebetlere karşı çıkmıyoruz. İktidar sorumluluğunu üstlendiğimizde, tabiatıyla normal, devletten devlete ilişkilerimizi özenle muhafaza edeceğiz, geleneksel diplomasi ne gerektiriyorsa bir dost ülke olarak ilişkilerimizi ona göre tanzim edeceğiz. İktidar sorumluluğu üstlendiğimizde, hâlihazırda tökezleyen uluslararası ilişkilerimizi, günün gerçekleri ve Osmanlı Devleti'nin tecrübesinden esinlenen cumhuriyetin gelenekleri ışığında yeniden yapılandıracağız. Katar'la ilişkilerimizi de buna göre sağlıklı bir zemine oturtacağız, bağımsız uygar bir ilişkiye dönüştüreceğiz. Mevcut itirazımız Katar'la ilişkilerin sürdürülme tarzınadır. Maalesef bu ülkeyle ve yönetimiyle münasebetlerimiz saydamlıktan fevkalade uzak, şahıstan şahsa ilişkilerdir. Bu ilişkiler her açıdan şüphe uyandırmaktadır. Katar'la siyasi ilişkilerimiz, özellikle, Suriye iş savaşının başlangıcından bu yana daha da girift hâle gelmiştir. Bu ilişkilerin temel dinamiğini kişisel hayal ve hevesler oluşturmaktadır. İlişkilerimiz, bilhassa mali alan açısından çok vahim sorgulamalara muhataptır. Katar'la gerek swap ilişkilerimizde gerek kredi alışverişlerimizde; ayrıca, Katar'dan gelen kısa ve orta vadeli sermayede büyük bulanıklıklar mevcut. Bu meyanda Katar Emiri'nin Cumhurbaşkanı Sayın Erdoğan'a hediye ettiği uçağın envanter kaydıyla ilgili soru sorduğumuz hiçbir önergeye yanıt gelmemiştir. Tank Palet Fabrikasının Katar'a satılmasıyla ilgili tartışmalar ve meselenin şeffaflıktan uzak boyutları kamuoyunda hâlen tartışılmaktadır. "Beton kanal" olarak tanımladığımız Kanal İstanbul Projesi kapsamında Katar Emiri ve ailesiyle olan rant ilişkilerine ve Türkiye'deki diğer hayalî projelere olan ilgisine de iktidar tarafından açıklık getirilmemiştir. Bu heveslerden vazgeçmeleri kendi çıkarlarına olacaktır.

Muhalefet olarak, bugüne kadar, Katar'la olan ilişkilerimizin mali boyutuna ilişkin öğrenmek istediğimiz, maalesef, hiçbir belgeye, bilgiye ulaşamadık, ne Genel Kurulda ve Dışişleri Komisyonunda ne de yazılı önergelerde dile getirdiğimiz hususlarla ilgili aydınlatıcı bilgi alabildik.

Uluslararası ilişkilerimiz de maalesef, iç politikada olduğu gibi, tek bir kişinin tahakkümü altında, kontrolden ve denetimden uzak, hataya açık bir şekilde yürütülmektedir. Ulusal çıkarlarımızı gözetmeyen, ideolojik temelli tepkisel bir manzara, maalesef, ortaya çıkmıştır. Ayrıca, kişisel ilişkilerin hâkimiyeti altındaki bu uluslararası ilişkiler anlayışının hesap verilebilirliği de kalmamıştır. Kamuoyunun gözlerinden uzakta yürütülen bu ikili ilişkiler, kurumsal dış politika mekanizmalarımızı etkisiz hâle getirdiği gibi yarattığı sonuçları itibarıyla da uluslararası itibarımızı ciddi oranda aşındırmıştır. Diplomatik ve demokratik teamüllere aykırı bu uygulamalar genel geçer kural hâline gelmiştir; diplomatsız diplomasi, işte, tam da bu sonucu verir. Katar'la ilişkilere bakışımızda bu kaygılar ağırlıktadır. Ayrıca, bu niyet mektubunda sözünü ettiğiniz iş birliği daha önce hiç denenmemiş bir modeldir yani, bu iş birliğinin emsali yoktur, daha da önce yapılmamıştır. Orada hangi vazifeyi üstleneceğimiz tam olarak belli değildir. Ne kadar güvenlik personelinin gönderileceği meçhuldür. Gönderilenlerin hareket alanının, yetkilerinin ne olacağı belli değildir. Gönderilecek personel kimin komutası altında olacaktır? Katar makamlarının komutası altına mı girecektir?

IŞİD, 2014 yılında Katar'ı tehdit ederek 2022 Dünya Kupası için adaylıktan çekilmesini istemiştir. Katar'ın Dünya Kupası'na ev sahipliği yapması durumunda, organizasyon esnasında bir saldırı gerçekleştirmekle tehdit etmiştir. Bugün, IŞİD tehdidi geçmişteki düzeyinde olmasa dahi sürmektedir ve ciddiye alınması gerekir. Güvenlik güçlerimiz, Türkiye'ye getirisi olmayan bir Dünya Kupası organizasyonu kapsamında göz göre göre IŞİD ya da başka bir örgütün saldırısı riski altına sokuluyor. Böyle bir risk almamızın ulusal çıkarlarımız ve millî güvenliğimiz açısından ne gibi bir gerekçesi olabilir? Bu, çok ciddi bir sorumluluk üstlenmektir, güvenlik güçlerimizi yok pahasına riske atmak demektir. Böyle bir lüzumsuz riski göze almak, hem Türkiye'nin itibarı açısından hem de oradaki görevlilerimizin zarar görmesi ihtimali bakımından çok yanlıştır. Ayrıca, Emniyet güçlerimize, polis teşkilatımıza başka bir ülkede özel güvenlik şirketi personeli gibi stat korumalığı yapmayı da hiç yakıştıramayız.

Türkiye'nin bugüne kadar bir futbol dünya kupası veya klasik olimpiyat organizasyonu gerçekleştirmemiş olduğu da dikkate alındığında, bu iş birliğinin asıl amacının ne olduğunu çok merak ediyoruz. Bu protokolün kendisinin belirsiz, çerçevesinin muğlak, yaratacağı risklerin öngörülemez ve bu iş birliğinin ulusal menfaatlerimiz açısından gereksiz olduğu kanaatindeyiz. Bütün bu gerekçeleri göz önünde bulundurarak Katar'la yapılması teklif edilen bu iş birliğine onay vermiyoruz.

Değerli arkadaşlar, dış politikamız cumhuriyet geleneklerinden uzaklaştıkça Orta Doğu başta olmak üzere, millî güvenliğimize yönelik riskler katlanarak artıyor. Biz, geçmişte, sorun yaratan değil, sorunları çözen bir ülke konumundaydık. Dış politikamızla ittifaklar kurar, diğer ülkelerle iyi geçinirdik. Kurduğumuz bu ittifaklarla oluşturduğumuz iş birliği zeminleriyle Türkiye'ye karşı teşkil edilebilecek birliktelikleri de önlerdik. Devletler sisteminin saygın ve itibarlı bir üyesiydik. Bölgedeki itibarımızı, şu veya bu ideolojinin veya herhangi bir mezhebin liderliğine soyunma iddiasıyla değil, çağdaş bir ülke olarak edindik. Kritik meselelerde sorunları yatıştırmaya yönelik adımlar atar, tarafları tarafsızlığımıza ikna ederek söylediklerimizin itibarını temin ederdik. Birçok konuda bu misyonu en iyi şekilde yerine getirdik. İran-Irak Savaşı'nda iki tarafla da olan ticaretimiz gelişirken; Türkiye, Bağdat'ta İran'ı, Tahran'da ise Irak'ı temsil ediyordu. Temsil etmenin ötesinde, bu ülkelerin birbirleri nezdindeki büyükelçilik binalarının sorumluluğu Bağdat ve Tahran'daki büyükelçilerimize emanet edilmişti.

Cumhuriyet tarihi boyunca, Türkiye, bölge ülkeleriyle hem ekonomik ve kültürel bağlarını geliştirmiş hem de bu yakınlıkları pozitif gündem yaratan bir siyasi iş birliğine dönüştürmüştür. Burada esas olan ilke, Türkiye'nin menfaatleri ve ölçülülük olmuştur. "Ölçülülük" tüm dinlerde ve felsefelerde öne çıkan temel kavramlardan biridir. Oysa son dönemde, Orta Doğu'da ideoloji, hayaller ve fevrilik nedeniyle çok büyük itibar kaybettik, maalesef, konum yitirdik.

Bugünlerde Doğu Akdeniz, bu söylediklerimi, eleştirilerimi doğrulayan bir görüntü veriyor. Orada Türkiye karşıtı bir ittifak oluştu. Doğu Akdeniz'in gerçekten en güçlü ülkesi olduğumuz dönemlerde Akdeniz'deki objektif potansiyelimiz, özelliklerimiz ve politikamız böyle bir oluşumun hayal edilmesini bile önlüyordu. Daha önceleri de defalarca ifade ettim, herhangi bir dayanışma içine girmeleri mümkün gözükmeyen ülkeleri buluşturduk, bir araya getirdik, hatta müttefik kıldık. Kime karşı? Kendimize karşı. Gerçekten de bugün, büyüyen ve Türkiye'yi yalnızlaştıran bir tehdit kuvveden fiile dönüşmektedir. Doğu Akdeniz'de Türkiye ile Yunanistan arasındaki güç dengesi aleyhimize bozulmaktadır. Üstünlüğümüz tabii ki sürmektedir ancak biz S-400'lerden faydalanılmasında bocalarken Yunanistan son dönemde hem askerî kapasitesini geliştirmekte hem de ittifak zeminini geliştirmektedir. Yunanistan, İhvancı sevdalarla bölgede ilişkilerimizin son derece gerilediği İsrail, Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve Mısır gibi ülkelerle yakınlaşarak iş birliği mekanizmaları kurmuştur, Doğu Akdeniz'de bu ülkelerle ortak deniz ve hava tatbikatları düzenlemektedir.

19 Kasımda, Güney Kıbrıs, Yunanistan, Fransa ve Mısır arasında dışişleri bakanları düzeyinde bir görüşme gerçekleştirilecek. Bu görüşmede, Doğu Akdeniz'deki ortak enerji projelerinde ısrarlı oldukları mesajını verecekleri belirtiliyor. Ayrıca, 7 Aralıkta İsrail ve Yunanistan Başbakanı ile Güney Kıbrıs Rum Yönetimi Başkanı Türkiye'nin Güney Kıbrıs Rum Yönetimi ve Yunanistan'a yönelik tavrını ele almak için bir araya geleceklerdir.

Fransa, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin bölgesindeki lojistik tesisini de kullanarak Doğu Akdeniz'deki mevcudiyetini âdeta sürekli hâle getirdi ve Yunanistan'ın hamiliğine soyundu. Taraflar, Türkiye'nin politikalarını kendilerine yönelik ortak tahrikler olarak değerlendirmektedirler.

Değerli arkadaşlar, tüm dünya bir anda Türkiye'ye karşı ayaklanmıyor, yanlış yaklaşımlarınız, diplomatsız diplomasiniz, günü ve Cumhurbaşkanlığı rejimini kurtarmaya yönelik fantezilerden oluşan tavrınız, uluslararası ilişkilerdeki akıl dışı tutumunuz maalesef bu sonuçlara yol açıyor.

Türkiye'nin Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 2015-2016 dönemi geçici üyeliği adaylığındaki olumsuz sonuca Arap ülkelerinden bizim lehimize destek gelmesi şöyle dursun, kaybımızı Genel Kurul salonunda herkesin önünde el ele kutladılar. Evet, Güvenlik Konseyi adaylığımızda Arap ülkeleri topyekûn aleyhimizde çalışmışlardır. Aynı zamanda, hiçbir Arap ülkesi uluslararası platformlarda Uygur Türkleri lehine hiçbir hamlede bulunmamıştır.

Evet, kıymetli arkadaşlar, Arap âlemi her zaman karışık olmuştur. Bugün, Suudi Arabistan ile Lübnan arasındaki ilişkiler bir anda ihtilaflı hâle geldi. Yemen'deki krizin başlangıcındaki dengeler büyük oranda değişti; kriz, bir insanlık trajedisi hâlinde sürmekte ve birçok ülkeyi de karşı karşıya getirmekte. Sudan-Mısır ilişkileri de aynı şekilde dönüşüm gösterdi. Irak ve Suriye'nin iç çalkantılarına bu fasılda değinmiyorum. Bu tür sorunlar hep vardı ve olmaya da devam edecektir. Maharet, bunların ulusal çıkarlarımıza zarar vermesini önlemek, taraf olmadan bölge güvenliğine ve istikrarına katkıda bulunmaktır.

Bir daha altına çizmek istiyorum: Orta Doğu'da yıllarca devam eden anlayışımız, Arap ülkeleriyle ittifak ve/veya iş birliği ilişkileri kurmak, böylelikle onların bize karşı birliktelikler oluşturmalarını da önlemek üzere inşa edilmiştir. Bu bölge siyasetimizin ABC'si olarak uygulanmıştır. Bu sayede, AK PARTİ iktidarına kadar, bizim Arap ülkeleriyle devasa bir sorunumuz olmamıştır, Arap âlemiyle sorunlarımız sokak dış politikası başlayınca ortaya çıkmıştır. Hâlbuki, Türkiye, dış politikasını sokağa göre biçimlendirmeyecek kadar büyük bir ülkedir; hele bir zamanlar çok bahsedilen Arap sokağına göre dış politika şekillendirmek hiç olacak şey değildir. Maalesef, Arap ülkeleriyle ilişkilerde mevcut iktidar Türkiye'nin dış politikasını sokağa düşürdü, sokak dış politikası yaptı, cumhuriyetin başından beri ördüğümüz kaliteli ilişki ağını berhava etti. Gelinen noktada, Türkiye hezeyan içinde hayal ve hevesler peşinde koşarken en yakınındaki büyük potansiyelleri de harcamış, millî güvenliğini ve ulusal çıkarlarını da tehlikeye atmıştır, ekonomik coğrafyasını tahrip etmiştir. Alametifarikası istikrar üretmek olan bir ülkeyken istikrarsızlık yaratan bir ülke hâline geldik.

Bu iktidar, yangın çıkaran itfaiyeci gibi önce yangın çıkarıyor, sonra da maalesef, söndürmeye çalışıyor ama yangın, bu esnada, vereceği zararı da vermiş oluyor. Türkiye'nin gücünü, yarattığı istikrarsızlıkla ölçen anlayışı kabullenmemiz mümkün değildir.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)