GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Katar Devleti Hükümeti Arasında Büyük Çaplı Organizasyonların Yerine Getirilmesinde İş Birliği Konulu Niyet Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:17
Tarih:10.11.2021

CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Cumhuriyetimizin kurucusu, ebedî önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ü ölümünün 83'üncü yılında saygı, özlem ve minnetle anıyorum.

Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ve Katar Devleti Hükümeti Arasında Büyük Çaplı Organizasyonların Yerine Getirilmesinde İş Birliği Konulu Niyet Mektubunun Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi'ni görüşüyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi olarak, komşularımızla, bölgemizle, dünyayla ilişkilerimizin ulusal çıkarlarımız doğrultusunda gelişmesinden yanayız. Bu çerçevede, Orta Doğu'nun, Körfez'in önemli ülkelerinden Katar ile Türkiye arasındaki ilişkilere önem veriyoruz ancak ulusal çıkarlarımızın korunmadığı, vatandaşımızın güvenliğinin, refahının riske atıldığı, şeffaflığın yerini şaibeli ilişkilerin aldığı durumlarda da kim olursa olsun -ister Amerika, ister Rusya, isterse Katar olsun- milletimizin hakkı, hukuku için, ulusal onurumuz için bir saniye dahi tereddüt etmeden karşısında dururuz.

Değerli milletvekilleri, bu kanun teklifinin amacı 2022'de Katar'da yapılacak Dünya Kupası için Türkiye ile Katar arasında güvenlik iş birliğini güçlendirmek, suç ve terörle mücadelede tedbirlerin alınmasında iş birliği yapmak. Aslında iki ülke arasında 2001 tarihli Güvenlik İşbirliği Anlaşması var, birkaç yıl önce de orada askerî üs kurduk, yaklaşık 700 askerimiz var. Peki, bunlar neden yetmiyor da bu niyet mektubu önümüzde? Neye niyetleniyoruz? Yanıtı şu: Bu kez polis gönderilecek, Çevik Kuvvet gönderilecek değerli arkadaşlarım. Peki, ne yapacaklar Katar'da? Yazıyor metinde: "Büyük çaplı organizasyon süresince yani Dünya Kupası sırasında suçla mücadele tedbirleri." Başka? "Terörle mücadele tedbirleri." Başka? "Terörle mücadele tedbirleri." Başka? "Saha çalışmasına katılım sağlanması."

Yani, değerli arkadaşlarım, bu teklifteki niyet şu: Katar'daki Dünya Kupası'nın jandarmalığını Türk polisi üstlenecek. Komisyonda soruyoruz: Böyle bir iş birliğinin daha önce örneği var mı, başka bir yere gidip korumuş mu bizim polisimiz bir organizasyonu? "Yok, bu ilk." diyorlar. Biliyorsunuz, hep bu ilkleri biz Katar'la birlikte yaşıyoruz her ne hikmetse. "Peki, hangi kuvvetten ne kadar polis, jandarma, asker gidecek?" diyoruz. Sır gibi saklanıyor. "Önce niyet anlaşmasını Meclis onaylasın, arkasından uygulama protokolü gelecek." diyorlar ama sonradan öğreniyoruz ki daha bu niyet mektubu Genel Kurula sunulmadan, onaylanıp onaylanmayacağı bile belli değilken bu tamamlayıcı protokolün müzakereleri Ankara'da başlamış. Peki, o protokol nerede, içinde ne var; bugün karar verirken bunları bilmek bizim hakkımız değil mi? Yok, ortada yok; Meclise gelecek mi gelmeyecek mi belli değil. Millet iradesini hiçe sayan bu durumu asla kabul edemeyiz.

Değerli arkadaşlarım, öyle saklı gizli uygulama protokolüyle falan olmaz; askerimizi, polisimizi göndermek için Gazi Meclisin mutlaka ama mutlaka onayı gerekir. Buradan millet adına net biçimde soruyoruz: Katar'a kaç polis, kaç jandarma, kaç asker gönderme sözü verdiniz? Görevleri, üstlenecekleri riskler neler olacak? Stadın kapısında mı duracak, içini mi koruyacak, otelin bekçiliğini mi yapacak, havaalanının güvenliğini mi sağlayacak? Bunları bu kürsüden bu millete açıklamak zorundasınız.

Sonra, bir de süre meselesi var. Dünya Kupası finalleri gelecek yıl kasım ayında yapılacak, bir ay sürecek, bitecek; önüyle arkasıyla üç ay, beş ay olsun ama bizim önümüzde beş yıllık bir yetki talebi var. Bu teklif bu hâliyle polisimizin Katar nöbetini neredeyse sürekli hâle getirecek. "Bunun amacı nedir?" diyoruz, yanıt yok.

Şunu da dikkatinize getirmek isterim: Bu tür büyük spor organizasyonları nerede olursa olsun hep büyük güvenlik riskleri içerir. Katar küçük bir ülke olmasına rağmen büyük güvenlik risklerini taşıyan bir ülke. Biraz tanıdık gelecek belki ama Suriye ve Mısır başta olmak üzere, bu coğrafyada rejim değişikliği için, İhvancıların iktidara gelebilmesi için tüm imkânlarını seferber etmiş bir ülke. Suriye'de Esad'a karşı çarpışan radikal unsurları ekonomik ve askerî açıdan destekleyenlerin başında da Katar var. Suudlarla, Körfez ülkeleriyle, İran'la büyük sıkıntıları var. Taliban'ın hamisi konumunda olduğu için Afganistan kaynaklı El Kaide, IŞİD terörünün her an hedefi olabilir.

Şimdi, siz, Katar'ın izlediği politikaların yarattığı tüm risk ve tehditleri bizim göz bebeğimiz konumundaki Emniyet güçlerimizin, askerimizin omzuna yıkıyorsunuz; bu, kabul edilebilir bir durum değildir. Böyle, her tarafa çekilebilecek bir niyet beyanının arkasına sığınarak Katar'daki Dünya Kupası'nın jandarmalığını yapmaya göndereceğiniz polisin, askerin kılına zarar gelirse bunun hesabını bu millete veremezsiniz. Bu nedenle, değerli arkadaşlarım, hem bu niyet mektubuna hem de arkasından geleceği anlaşılan diğer belgelere karşı olduğumuzu buradan açık seçik kayda geçirmek isterim.

Değerli milletvekilleri, işin bir başka boyutu da şu: Güvenliğine soyunduğumuz bu organizasyonla ilgili şaibeler var. Statlarda çalıştırdıkları on binlerce Hintli, Nepalli işçiye yönelik vahim hak ihlalleri dünyanın gündeminde. Raporlar var, tam 6.500 işçinin bu statların inşası sırasında hayatını kaybettiğini yazıyor. Hatırlayacaksınız, Norveç Millî Takımı Türkiye maçına, Katar'daki bu insani olmayan çalışma koşullarını protesto için "Hem saha içinde hem saha dışında insan hakları" yazılı tişörtlerle çıktılar. Ayrıca, Katar'ın Dünya Kupası'na ev sahipliği yapmak için rüşvet verdiği iddiaları tüm dünyada konuşuluyor. FIFA Başkanı bu nedenle istifa etti. Tabii ki futbolu seviyoruz hepimiz ama bu sevgimiz rüşveti, yolsuzluğu ve ölümcül çalışma koşullarını kayıtsız şartsız kabul ettiğimiz anlamına gelmez, gelmemelidir. Merak ediyorum, Katar'a gönüllü jandarmalığa soyunanlar, bir günden bir güne çıkıp da o gariban işçilerin mağduriyetlerini sordular mı muhatapların acaba?

Meselenin belki de en can alıcı boyutuna gelince: Komisyona bilgi veren Dışişleri Bakan Yardımcısı dedi ki, tutanaktan okuyorum: "Bu çalışmanın -yani bugün çıkardığımız anlaşmanın- siyasi ve ekonomik ilişkilerimizin ilerlemesine olumlu katkıları olacak." İşte bütün mesele bu değerli arkadaşlarım. Neymiş? Benim polisim, benim askerim orada statlarda, otellerde, havaalanlarında jandarmalık yapacak, bütün riski üstlenecek; bunun da Türkiye'ye olumlu ekonomik katkısı olacakmış. Hatırlar mısınız, geçmişte birileri çıkıp "Türkiye'nin en iyi ihraç ürünü ordusudur." dediğinde çok alınır, çok gücenirdik. Peki, bu yaptığınızın bundan ne farkı var?

Değerli milletvekilleri, bu mesele ben verdim oldu diye geçiştirilecek bir mesele asla değildir. Böyle bir organizasyonda güvenlik sıkıntısı, riski varsa bunu Katar devleti ya kendi çözecek ya FIFA'yla çözecek ya da özel güvenlik şirketleriyle çözecek. İstenirse polisi gelsin, eğitelim ama "Katar'la aramız iyi, katar katar para geliyor, biz de üzerimize düşeni yapalım, polisimiz gitsin, Dünya Kupası'nın jandarmalığını üstlenelim." dersek bu olmaz, vebali büyük olur değerli arkadaşlarım.

Değerli milletvekilleri, Katar'la iyi ilişkiler kurmaya, Katar halkıyla dostluğumuzun güçlendirilmesine karşı değiliz. Ya neye karşıyız? İşte, bu hesapsız kitapsız, şaibeli pazarlıklara karşıyız, ulusal varlıklarımızın millete hesap verilmeden katar katar satılmasına karşıyız. Ordumuzun gururu Adapazarı Tank Palet Fabrikası beş kuruş dahi ödenmeden Ethem Sancak ve BMC üzerinden Katar'a peşkeş çekildi. Sözde orada, Türk ordusunun ihtiyacı yeni tank yapılacaktı. BMC'yi devletten yok parasına alanlar yüz milyonlarca doları cebe indirdi, ellerini yıkayıp çıktı. Peki hani yeni tank? Aylar önce üretim başlayacaktı, hani nerede? Ortada tank var mı? Yok. Peki, millî varlığımız Tank Palet Fabrikası ne oldu? Katarlıların oldu. İşte biz, Ankara ile Doha'daki iki saray ve orada yaşayan mutlu azınlık arasındaki bu şaibeli, akçeli işlere karşıyız değerli milletvekilleri.

Başka bir örnek: Borsa İstanbulun yüzde 10 hissesi Katar'a satıldı. Hisseler aslında Avrupa İmar ve Kalkınma Bankasına aitti, yabancı yatırımcı için güven, prestij demekti ama bu iktidarın Rıza Zarrap'la kurduğu tezgâhların içinde yer alan, Amerika'da yargılanıp hüküm giyen Halkbank yöneticisi Türkiye'ye dönüşte Borsa İstanbula yönetici yapılınca Avrupa Bankası "Durun, hani şeffaflık, hani yolsuzlukla mücadele?" diyerek, hissesini devrederek çekildi. İmdada hemen Katar koştu, ne değer ölçümü yapıldı ne ihale, hisseler anında Katar'a kapatıldı.

Amerikan Başkanı Trump "tweet" attı "Tutuklu rahip Brunson'u vermezseniz ekonominizi mahvederim." diye. Beceriksiz damat beyin yönetiminde zaten krizde olan ekonomimiz çöktü, dolar fırladı. Sıcak para kimden geldi? Yine Katar'dan geldi, 15 milyar dolarlık alım ve yatırım geldi. Limanlar, yalılar, kupon araziler, oteller, bankalar, hastaneler katar katar satıldı. Peki, satıldı da ne oldu? Onu da söyleyeyim: İşte Digiturk, Katar'a sattınız, adı beIN oldu. Peki, sattınız da ne oldu? Yüz milyonlarca liranın üstüne yattı, futbol kulüplerimizin canına okudu. Ortaya çıkan rezilliği devletin kurumu Spor Toto kapatmaya çalıştı. Kimin parasıyla? Halkın parasıyla, evlatlarımız için yapılacak spor tesislerinden feragat etme pahasına.

Genel Başkanımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu "Bu iktidarın, Katarlı ortaklarıyla dokunup da bozmadığı hangi değerimiz kaldı ki?" derken boşuna konuşmuyor. Daha çok sayabilirim ama bir tanesi çok özel: Uçan saray. Bana söyler misiniz, bu nasıl bir özel ilişkidir ki 500 milyon dolarlık uçağınızı, uçak da demeyeyim, uçan sarayınızı birbirinize hediye ediyorsunuz? Başta da söyledim ya, hep bu ilkleri Katar yaşatıyor bize ne hikmetse. İşte, biz bu şaibeli ilişkiyi sorguluyoruz. Bankalar, aracı kuruluşlar, oteller, hastaneler, limanlar, inşaat şirketleri, hepsi katar katar Katar'a satıldı. Uçakları bile Katar'dan kiraladınız. Sağlık Bakanlığı kasasından Katar ortaklı şirkete beş yılda ödenen para 210 milyon lirayı aştı. Yetmedi, Kanal İstanbul'un etrafındaki tarım arazilerini yine Katar Emirinin ailesine sattınız. Biliyorsunuz, ekonomik buhranlarda hep mal mülk el değiştirir. Burada da milleti ekonomik buhrana sokan saray hükûmeti, milletin malını mülkünü katar katar Katar'a satıyor. İşte, bizim itirazımız bunadır; Katar halkından değil, bu şaibeli ilişkileri kuranlardan, millî varlıklarımızı hesapsız kitapsız satanlardan hesap soruyoruz.

"Millîlik" demişken Katar sadece bizimle ticaret yapmıyor, başka gözdeleri de var bu bölgede. Kıbrıs Türkünü dışlayarak Rumlarla anlaşan yine, işte, bu Katar. Katar Petrolleri gidip Amerikan Exxon'la ortaklık kurarak Kıbrıs Rum kesimi Cumhurbaşkanı ve bakanlarıyla petrol çıkarma anlaşması imzaladı, işte fotoğrafı; Katar şirketinin temsilcisi, Amerikan Exxon'un temsilcisi, Kıbrıs Rum kesiminin Bakanı. Peki, soruyorum değerli arkadaşlarım: Aynı Katar KKTC'yle benzerini yaptı mı, yapabiliyor mu? Varsa çıkarın, gösterin; bu fotoğrafın KKTC'yle yapılmış olanı varsa çıkarın, gösterin. Gösteremezsiniz çünkü yok değerli arkadaşlarım. Niye yapmıyor? Soruyoruz. Merak ediyorum, bugün Katar'a jandarmalığa gönüllü olanlar Rum kesimiyle anlaşmalara ağzını açıp tek kelime ettiler mi? "Hani Kıbrıs Türkünün, hani KKTC'nin hakkı, hukuku nerede?" diye sordular mı? Bu fotoğrafın rezilliğini sordular mı? Değerli arkadaşlarım, soramazlar çünkü onların aklında başka başka akçeli işler var, katar katar satış planları var. Onlar soramaz ama biz soracağız; Türkiye'deki fakir fukaranın hakkını da Kıbrıs Türkünün hakkını da hukukunu da biz savunacağız.

Değerli milletvekilleri, bölgesel hassasiyetlere yol açabilecek, güvenlik güçlerimizi tehlikeye sokabilecek, gerekçesi ve kapsamı dahi yetkililer tarafından açıklanamayan bu kanun teklifine Cumhuriyet Halk Partisi olarak karşıyız. Ankara ve Doha'daki iki saray arasında bu şaibeli ilişkiler neticesinde millî varlıklarımızın katar katar satılmasına, peşkeş çekilmesine de yine sonuna kadar karşıyız ve hesabını mutlaka ama mutlaka soracağız.

Değerli arkadaşlarım, süremin geri kalanında güncel bir meseleye değinmek isterim. ABD yönetiminin ev sahipliğinde dijital ortamda yapılacak bir demokrasi zirvesi var. 100'ün üzerinde ülkenin davet edildiği ama Türkiye'nin edilmediği haberlerini okuyoruz. Biliyorsunuz, Avrupa Birliğiyle ilişkilerde duraklamadan fazlasını, artık gerilemeyi yaşıyoruz. Avrupa Komisyonu 19 Ekimde aday ve potansiyel aday ülkeler hakkındaki raporlarını açıkladı; Türkiye Raporu'nda müzakerelerin durma noktasına geldiği kaydedildi ve onlarca kez "geriye gidiş" kelimesi kullanıldı. Zaten Avrupa Birliği artık Türkiye'yi aday ülke statüsünden de çıkarmış durumda, artık Orta Doğu ve Kuzey Afrika ülkeleriyle bir görüyor Avrupa Türkiye'yi.

Şimdi, üstüne demokrasi zirvesinden dışlanma geldi. Üzüldük mü? Evet, üzüldük. ABD bizi "Çağırdı." ya da "Çağırmadı." diye değil üzüntümüz; onun davetiyle "Demokrasi olacağız." diye bir düşüncemiz de yok ama üzüntümüz, kaygımız şunadır: Ülkemiz Türkiye; işte, Amerikası, Avrupası, Avrupa Konseyi, AİHM'i; işte, insan hakları üzerinde, özgürlükler üzerinde çalışan uluslararası sivil toplum örgütleriyle yani dışarıdan kim bakarsa baksın artık dünyada "demokrasi" denildiğinde akla Türkiye gelmiyor. Ya nerede geliyoruz? "Otoriter yönetim, baskıcı rejim, hak ve özgürlüklerin kısıtlandığı ülkeler" denildiğinde en ön sıralardayız maalesef. Bu hiç de övünülecek, hiç de sevinilecek bir şey değildir; üzüntümüz bunadır.

Peki, bu zirveye davet edilmediğimize şaşırdık mı? Hayır şaşırmadık. Asıl, davet etseler şaşırırdık. Yani davet etmiş olsalar ya da önümüzdeki günlerde "dostum Biden"a bazı sözler verilip pazarlıklar yapılarak kendimizi davet ettirdik diyelim. "Yaşasın, biz artık demokrasi olduk." mu diyeceğiz? Yok böyle bir şey değerli arkadaşlarım, nereye koyacağız cezaevindeki düşünce suçlularını, siyasi tutukluları? Nereye koyacağız yazdığı, çizdiği, paylaştığı için yargılanan on binlerce yurttaşımızı? Nereye koyacağız her an can güvenliğinden endişe eden, güvercin tedirginliğinde yaşamak zorunda bırakılan yüz binlerce kadın kardeşimizi? Demokrasi, hukuk devleti, adalet, insan hakları, kadın hakları, güçler ayrılığı, basın özgürlüğü gibi çağdaş dünyanın değerlerinin hepsinden kopmuşuz, nereye koyacağız? Son on yılda özgürlüklerin en çok gerilediği ülkeyiz. 195 ülkenin yer aldığı özgürlük sıralamasında 146'ncı sırayla özgür olmayan ülkelerdeniz. Hukukun üstünlüğü sıralamasında 139 ülke arasında 117'nci, basın özgürlüğünde 153'üncü sıradayız. Bakın, ekim ayı Basın Özgürlüğü Raporu'muzda ne hâldeyiz: 50 gazeteci sadece ekim ayında hâkim karşısına çıkmış, onlarca gazeteci hakkında "tweet"leri nedeniyle, yazıları nedeniyle soruşturma başlatılmış. Gazeteciler artık Anıtkabir'e alınmaz olmuş değerli arkadaşlarım. Sokak röportajına geçit yok, polis kalkanları gazetecileri engellemek için kullanılıyor. Televizyonlara adaletsiz cezalar; gerekçesi TÜGVA'yı incitici yayın yapmak; gerekçesi RTÜK'ü, Basın İlan Kurumunu eleştirmek. Gazetelere hukuksuz karartma ve sansürler; sosyal medya paylaşımında bulunan, protesto hakkını kullanan öğrenciler zindanlarda; hak savunucuları, seçilmiş siyasetçiler zindanlarda. Kendi imzacısı olduğumuz İstanbul Sözleşmesi'nden bir gecede tek kişinin imzasıyla çıkıldı. Böyle bir ortamda, asıl, demokrasi olarak adlandırılıp davet edilsek şaşırtıcı olurdu.

Değerli arkadaşlarım, şu düşüncemi samimiyetle sizlerle paylaşmak isterim: Biz demokrasiyi, hak ve özgürlükleri yok Biden istiyor yok Merkel, Sarkozy bastırıyor diye değil; kendi insanımızın, ülkemizin hakkı, hukuku için istemeliyiz. Biz hangi görüşten olursak olalım, kendi evlatlarımızın kardeşçe, ülkemizin geleceğine güven duyarak, bir arada yaşayabilmesi için istemeliyiz demokrasiyi. Evrensel hak ve özgürlüklerin hem biz hem de evlatlarımız tarafından bu topraklarda hiçbir engelle karşılaşmadan sınırsız biçimde kullanılması için istemeliyiz. Ancak o zaman Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün bizlere emaneti olan cumhuriyetimizi, onun gösterdiği doğrultuda, çağdaş dünyanın zirvesine taşıyabiliriz.

Değerli milletvekilleri, size söz veriyoruz, Cumhuriyet Halk Partisi iktidarında, millet iktidarı döneminde uluslararası güçlerin tehdidiyle, şantajıyla, baskısıyla değil; ülkemizin insanı en ileri hak ve özgürlükleri çoktan hak ettiği için tam demokrasiyi, hukuk devletini, güçler ayrılığını, denge ve denetlemeyi bu ülkede hâkim kılacağız.

Bu düşüncelerle yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)