GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:18
Tarih:11.11.2021

HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin tümü üzerine grubum adına söz almış bulunuyorum. Hepinizi sevgi ve saygıyla selamlıyorum.

Teklif sahipleri, görüşmekte olduğumuz bu teklifi İnsan Hakları Eylem Planı çerçevesinde atılmış bir adım olarak, "beşinci yargı paketi" olarak adlandırıyor. Evet, teklif sahipleri diyor ki: "İnsan Hakları Eylem Planı kapsamında icra başmüdürleri kadrosu ihdas ettik; İnsan Hakları Eylem Planı kapsamında icra daire başkanlıkları ihdas ettik; İnsan Hakları Eylem Planı kapsamında haczedilmiş mallar bundan sonra elektronik ortamda satılacak; İnsan Hakları Eylem Planı kapsamında kaza araçları, haczedilmiş araçlar daha hızlı satılacak." Sanki sayısı 25 milyona varmış olan icra takibinin nedeni bu iktidar değilmiş gibi, ekonomiyi yöneten bu iktidar değilmiş gibi, haczettiğiniz malları daha kolay satmaya "insan hakları" diyorsunuz. Şaka değil, "insan hakları" deyince bu iktidarın aklına gelenler bunlar.

Teklifin içerisinde, ebeveynlerin çocukla kişisel ilişkiler kurmasını sağlamak görevini icra dairelerinden almak da var. Gelin görün ki teklif hazırlanırken ne kadın haklarını savunan herhangi bir örgütten ne çocuk haklarını savunan herhangi bir örgütten görüş alınmadı, sivil toplum örgütlerinin hiçbir tanesi Komisyon çalışmasına davet edilmedi.

Şimdi, kadın örgütleri şöyle bir şey söylüyorlar; "EŞİK" diye bir örgütlenme var, içinde kadın haklarını savunan, kadına yönelik şiddete karşı mücadele eden, çocuk haklarını savunan 400'ü aşkın örgüt var; EŞİK şu aşamaya gelmiş, diyor ki: "Sizden hiçbir şey istemiyoruz. Bizim adımıza yaptığınız her şey sadece bize sopa olarak dönüyor. İstanbul Sözleşmesi dâhil olmak üzere, var olan yasaları uygulayın, var olan yönetmelikleri uygulayın yeter. Sizden başka hiçbir şey istemiyoruz. Bizim adımıza da bunu yaptığınızı söylemeyin."

Şimdi, icat etmediğiniz teknolojinin olanaklarından yararlanmak iyidir. Mafyatik oluşumların, mafyanın, hacizli malların satılmasını bile kontrol ettiği bir ülkede satış işleminin elektronik ortamda yapılması, alıcıların birbirini görmemesi iyi bir şey, buna bir itirazımız yok -içinde bir sürü sorun barındırıyor- ama bu, İnsan Hakları Eylem Planı kapsamında yaptığınız bir işmiş gibi bizleri ikna etmeye çalışmayın, aklımızla alay etmeyin lütfen.

Gerçekten, bu ülkenin İnsan Hakları Eylem Planı'na ihtiyacı var ama bunu, bu iktidarın yapma olasılığı yok. "Ben, Anayasa Mahkemesi kararlarına saygı duymak zorunda mıyım?" diyen bir Cumhurbaşkanı, "Anayasa Mahkemesi kapatılmalıdır." diyen bir iktidar ortağından, "Anayasa Mahkemesi kararları bizi bağlamaz; siz binayı yıkın, mahkeme kararı sonra gelir." diyen bir İçişleri Bakanından oluşan bir Hükûmetin, bir iktidar ortaklığının insan hakları konusunda bir adım atması olanaksız.

Bu arada, sanırsınız ki "Uyuşturucu kullanılan metruk binaları yıkın." diyen İçişleri Bakanlığı, gerçekten uyuşturucuyla mücadele ediyor. Daha önce Başbakanlık tarafından kullanılmış bir uçakla valizler dolusu kokainin Türkiye'ye taşınırken yakalandığına tanık olduk. Bakın, balya balya değil, tonla uyuşturucu gemilerle Türkiye'ye taşınmadan önce Kolombiya'da, Latin Amerika'da yakalandı. Dünya uyuşturucu trafiğinin merkezi hâline geldi Türkiye. Latin Amerika'dan Avrupa'ya, Arap ülkelerine, diğer bölgelere gidecek uyuşturucunun neredeyse dağıtım merkezi Türkiye oldu. Afganistan ve çevresinden gelen uyuşturucunun Avrupa'ya naklinin merkezi Türkiye oldu. İçişleri Bakanlığı, metruk binaları mahkeme kararını beklemeden yıkarak uyuşturucuyla mücadele edecekmiş. Allah'tan, Hükûmetin içerisinde vicdan sahibi biri kalmış da Adalet Bakanından aklıselim bir tepki geldi.

Evet, Türkiye'de adalete olan güven yerlerde sürünüyor. Bakın, iktidara yakın bir tane araştırma şirketinin verisini söylüyorum; bu, iktidara yakın araştırma şirketi diyor ki: "Türkiye'de hukuka, adalet kurumlarına, mahkemelere güven yüzde 21,3." Diğer araştırma şirketlerinin söylediği rakam aslında yüzde 10'unun bile altında. Türkiye, 2019 Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 126 ülke arasında 109'uncu sırada; temel haklar konusunda 126 ülke arasında 122'nci sırada; hukuki ve idari düzenlemelerin uygulanması konusunda 126 ülke arasında 106'ncı sırada; vatandaşın adalete erişimi konusunda 126 ülke arasında 96'ncı sırada. World Justice Project'in 2020 Endeksi'nde de durum bundan farksız; Türkiye, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 128 ülke arasında 107'nci sıradaymış. Türkiye'nin hukuk karnesinin özeti tam olarak budur, bundan ibarettir.

Türkiye, uluslararası platformlarda yargı kararlarını uygulamayan ülkeler arasında anılıyor çünkü Türkiye, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamıyor. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarını uygulamadığı için Türkiye'ye yaptırım kararları almaya hazırlanıyor.

Gerçekten bazen geçmişin olumsuzluklarını abartmak için "Bizden önce bardak mı vardı?" -hani sanki tasta su içiyorduk da- "Bizden önce buzdolabı mı vardı?" "Bizden önce otomobil mi vardı?" diyorsunuz ya, biz öyle yapmayalım; sizden önce de Türkiye'de adil bir yargı yoktu, AKP'den önce de insanlar kaçırılıyordu, AKP'den önce de cezaevlerinde işkence ve kötü muamele vardı, AKP'den önce de yargı siyasiydi, AKP'den önce de cezaevinde çıplak arama vardı, marşlar okutuluyordu, AKP'den önce de insanlar karakolda yere yatırılıyordu "Devletin gücünü göreceksiniz." deniliyordu, sizden önce de Kürtler "Kürt'üm." dedikleri için gözaltına alınıyordu, sizden önce de yaşadıkları coğrafyanın adına "kürdistan" dedikleri için yargılanıyorlardı, siz de aynısını yapıyorsunuz. Dediğim gibi, sizden önce de yargı siyasaldı ama siz yargı kurumlarını, savcılık makamlarını ve ceza mahkemelerini siyasetin bir aparatı olarak kullanıyorsunuz. Siyasal olarak mücadele edemediğiniz herkesi tasfiye etmek için yargı kurumlarını kullanıyorsunuz. HDP'yi yargı kurumları aracılığıyla tasfiye etmeye çalışıyorsunuz.

Bir gün Demokratik Toplum Kongresini Türkiye Büyük Millet Meclisine Anayasa görüşmeleri için çağırıyorsunuz; aradan birkaç yıl geçiyor, Demokratik Toplum Kongresinin önünden geçen her HDP'li hakkında dava açıyorsunuz, gözaltına alıyorsunuz, tutukluyorsunuz, cezalar veriyorsunuz. Bir gün "Çözüm sürecini yürütüyoruz." diye meydan meydan dolaşıp propaganda yapıyorsunuz; aradan birkaç yıl geçiyor, çözüm süreci kapsamında yapılanları gerekçe göstererek HDP hakkında kapatma davası açıyorsunuz. Bir gün PYD Eş Başkanı Salih Müslim'i Dışişleri Bakanlığında ağırlıyorsunuz ve aradan yıllar geçiyor, başına ödül koyuyorsunuz. Bir gün çıkıp Türkiye Büyük Millet Meclisinden MHP ve CHP'ye dönerek "'Kürdistan' demeye alışacaksınız." diyorsunuz; bir gün "kürdistan" diyenleri gözaltına alıyorsunuz; bir gün muhalefet partisi liderine "Kürdistan diyene itiraz etmedin." diye çıkışıyorsunuz.

Hadi omurgalı bir siyaset yürütmüyorsunuz, pragmatizm temel siyasal ideolojiniz, "Bu siyasetin geleceğini halk versin." diyorsunuz; bunları anlayabiliriz. Peki, bu ülkenin yurttaşları siyasetinizin, her gün bir yöne evrilen siyasetinizin arkasında hizaya durmak zorunda mı? Hizaya durmadığı için insanları nasıl yargılayabilirsiniz? Bakın, yargı kurumlarını öyle bir hâle getirdiniz ki "barış akademisyenleri" olarak anılan, "Bu suça ortak olmayacağız." diye bildiri yayınlayan akademisyenlere "Kanınızda yüzeceğiz." diyenlere bu sizin kontrolünüzdeki mahkemeler "Düşünce, ifade özgürlüğüdür." diye beraat kararı verdi. Ama emrinizdeki aynı yargı, muhalefeti tasfiye aracı olarak kullandığınız yargı "Cumhurbaşkanı öldü mü?" diye soranları gözaltına aldırdı, haklarında yasal işlem başlatıldığını İçişleri Bakanlığı çıkıp açıkladı. Medeni bir ülkede ne yapılırdı? Hükûmetin Sözcüsü, Cumhurbaşkanlığının Sözcüsü veya bu siyasi partinin sözcüsü çıkar "Sayın Cumhurbaşkanımızın sağlığıyla ilgili endişe duyan herkese şükranlarımızı sunuyoruz. Sayın Cumhurbaşkanımız şöyle şöyle bir sağlık sorunu yaşamıştır, şu anda toparlanmıştır, sağlık durumu iyidir, yarından itibaren bütün programına devam edecek." der. Peki, ne yapıyor Adalet ve Kalkınma Partisi? Sağlığıyla ilgili soru soranlar hakkında işlem başlatıyor. Allah akıl fikir versin diyeyim, başka bir şey söylemeyeyim.

Şimdi, bugün çokça konuştuk ama bu Kobane davasıyla ilgili birkaç şeyi söylemek istiyorum kayıtlara geçsin diye çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekillerinden -gördüğünüz gibi- sadece 2 milletvekili var ve Türkiye Büyük Millet Meclisine getirdikleri teklifi savunma ihtiyacını hissetmiyorlar bu aşamada; o yüzden kayıtlara geçsin diye söylüyorum.

Şimdi, yakın tarihimizde sizin kontrolünüz altında yürütülen kumpas davalarının bir devamıdır Kobane davası. Diğer kumpas davalarının tamamının savcısıydınız, bunu gizlemiyordunuz, "O davaların avukatıyız." diyenlere karşı, çıkıp meydan meydan dolaşarak "Biz de savcısıyız." diyordunuz. Bugün gördük ki Kobane davasının da savcısısınız. Abdullah Güler Bey, Kobane iddianamesini bugün, bu kürsüden hiç tereddütsüz okudu, iddianameyi savundu, arkasında olduklarını açık biçimde söyledi; Adalet ve Kalkınma Partisi sıralarından tek bir kişi itiraz etmedi ve tutanakları alıp bakarsanız Adalet ve Kalkınma Partisi sıralarından herkes bunu alkışladı. Dolayısıyla, bugün itibarıyla bizler artık AKP'yi bu davanın savcısı olarak çok rahat ifade edebiliriz. Evet, siz Kobane davasının savcısısınız.

Gerçekten rahatsızlığınız, hazımsızlığınız o kadar büyük ki Kobane'nin tarihin gördüğü en barbar örgütlerden birinin, IŞİD'in eline geçmesini engellediği için birilerine hesap sormak istiyorsunuz. Hatırlayın, IŞİD Kobane'yi üç taraftan kuşatmış, Kürtler bu kuşatmaya karşı kahramanca direnmiş, kadını ve erkeğiyle binlerce genç, Kobane'yi canıyla kanıyla savunmuştu. Kürtler, üç tarafı kuşatıldığı için bir tek şey istiyordu: Mürşitpınar Sınır Kapısı'nın açılması, kardeşlerinin, dostlarının yardımına izin verilmesi. IŞİD militanları sınırda cirit atarken müdahale etmediniz, Türkiye'nin askeri ile IŞİD militanları yalnızca birkaç adım mesafede devriye gezerken müdahale etmediniz, Kürtler sokağa çıkmadan da yardım ulaştırılmasına izin vermediniz. Evet, IŞİD'in yenileneceğinin anlaşılması, Kürtlerin Kobane'de IŞİD'e karşı psikolojik üstünlüğü ele geçirmesi, koalisyon güçlerinin desteğiyle IŞİD'in ele geçirdiği yerlerin tek tek geri alınmasından sonra AKP Hükûmeti de IŞİD'le mücadele koalisyonuna katılmış gibi yaptı ama ne yazık ki yürüttüğü savaş çoğunlukla IŞİD'e karşı değil, Kürtlere ve kuzey ve kuzeydoğu Suriye halklarına karşı oldu. Evet, yinelemek gerekirse, IŞİD'in intikamını alırcasına HDP hakkında bir Kobane davası açtınız.

Bakın, çok sayıda yurttaşımızın yaşamını yitirdiği 6-8 Ekim olayları diyorsunuz ya -ki bunların çoğu, pek çok kez söyledik, HDP'liydi- bunların çoğu güvenlik görevlilerinin, korucuların açtıkları ateş üzerine yaşamını yitirdi ve bu nedenle, bu cinayetler, bu katliamlar nedeniyle davalar açılmadı. Bu olaylardan sonra aslında o dönem hiçbiriniz, Genel Başkanınız dâhil, hiçbir Hükûmet yetkilisi ne HDP'yi suçladı ne de o dönemki Eş Genel Başkanlarımız Selahattin Demirtaş'ı ve Figen Yüksekdağ'ı. Tersine, 29 Ekim 2014'te yani yirmi gün sonra peşmerge güçlerinin Türkiye üzerinden Kobane'ye geçmesine izin verildi, çözüm süreci devam etti, İmralı görüşmeleri sürdü. Bakın, 6-8 Ekimden üç ay sonra, aralık ayında Sayın Demirtaş iktidar medyasında nasıl yer alıyordu biliyor musunuz, şöyle haberler yapılıyordu o dönem: "HDP Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş sosyal medya hesabından yaptığı açıklamada takipçilerine 'şapşik' dedi." Yeni Şafak gazetesi. "HDP lideri Selahattin Demirtaş'ın 'şapşik' 'tweet'i sosyal medyayı yıkıp geçti." İnternethaber.com. 6-8 Ekimden üç ay sonra iktidarın kontrolündeki medyanın yaptığı haberler bunlardı.

6-8 Ekimden altı yıl sonra koluna 2 polisin girerek gözaltına aldığı Sırrı Süreyya Önder, 6-8 Ekimden beş ay sonra 28 Şubat 2015 günü Dolmabahçe Sarayı'nda şimdi cezaevinde tuttuğunuz İdris Baluken, Eş Genel Başkanımız Pervin Buldan, Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan, İçişleri Bakanı Efkan Ala, AKP Grup Başkan Vekili Mahir Ünal ve Kamu Düzeni ve Güvenliği Müsteşarı Muhammed Dervişoğlu'nun yanında Sayın Öcalan'ın mektubunu okudu Dolmabahçe'de. O zaman hiç kimse ne Pervin Buldan'ı ne Sırrı Süreyya Önder'i ne de HDP'yi 6-8 Ekim nedeniyle suçlamadı. Peki, ne zaman başladı bu suçlamalar? 17 Martta. 17 Martta doğru veya yanlış Eş Genel Başkanımız sevgili Selahattin Demirtaş'ın "Seni Başkan yaptırmayacağız." demesinden sonra, 22 Martta Cumhurbaşkanı Dolmabahçe mutabakatını tanımadığını açıkladıktan sonra, HDP'nin 7 Haziran seçimlerine parti olarak gireceğini açıklamasından sonra meydan meydan dolaşarak "Kobane olaylarının sorumlusu HDP'dir." demeye başladınız, sanki yaşamını yitiren başka hiç kimse yokmuş gibi "Yasin Börü'nün katili HDP'dir, Selahattin Demirtaş'tır." demeye başladınız. Dolayısıyla, gerçekten o dönemki olayların yargılanması, soruşturulması konusunda atılmış herhangi bir adım söz konusu değil.

Evet, Ekim 2015'te bir soruşturma başlatıldı, Ekim 2015'te hiç kimse tutuklanmadı, o zaman neredeyse herkes çağrıyla ifade verdi ki o zamanki soruşturmanın içerisinde bugün yargılananlardan ne Eş Genel Başkanlarımız Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ ne de milletvekillerimizden biri vardı aslında. Hatta evinde bulunmayan kişiler için bile yakalama kararı çıkarılmadı; herkese çağrı kâğıdı gönderildi, gelip ifadelerini verdiler ve neredeyse altı yıl boyunca bu dosyayla ilgili önemli bir gelişme yaşanmadı.

Daha ilginci, Yasin Börü ve 3 arkadaşının öldürülmesiyle ilgili olarak bir yargılama yapıldı, çok sayıda kişi yargılandı, cezalandırıldı, bildiğim kadarıyla bu cezalar da onaylandı. Zarar görenler, Yasin Börü ve diğer yaşamını yitirenlerin yakınları duruşmada birkaç kez Selahattin Demirtaş'ın ve HDP'li yöneticilerin o davalara katılması için dilekçeler verdiler, yargılanmalarını istediler. Ortalama zekâya sahip herkes gibi o yargılamayı yapan mahkeme de Selahattin Demirtaş'la ve HDP'yle o kişilerin katledilmesi arasında hiçbir bağ kuramadığı için bu taleplerin hepsini reddetti ve o davaların hepsi kapandı gitti.

Şimdi, aradan uzunca bir zaman geçti 2020 yılı Eylül ayına kadar ve bir sabah, sanki üzerinden altı yıl geçmemiş, altı yıl rahat rahat istediği şeyi yapmamış gibi savcı bir gece yarısı operasyonuyla onlarca arkadaşımızı gözaltına aldı. Ardından, bir özel yetkili heyet oluşturuldu; bakın, özel yetkili heyet. Türkiye'de geçmişte, özel yetkili mahkemeler olmuştur tarih boyunca; istiklal mahkemeleri oldu, sıkıyönetim mahkemeleri oldu, devlet güvenlik mahkemeleri oldu, CMK 250'yle görevli yetkili mahkemeler oldu, Terörle Mücadele Kanunu'nun 10'uncu maddesiyle görevli yetkili mahkemeler oldu, özel yargılamaları yapan mahkemeler oldu ama şimdi özel heyetler var, sadece bir dava için atanmış özel heyetler. Nasıl? 22. Ağır Ceza Mahkemesinin 6 üyesi var. Bu 6 üyeden 3'ü o mahkemede görülen yüzlerce davaya bakıyor; 50 tane, 300 tane, 500 tane, 700 tane; diğer davaların hepsine o 3 kişilik heyet bakıyor. Bu 6 hâkimden 3'ü sadece bu dava için görevlendirildi, başka hiçbir işe bakmıyor. Yani bir mahkemede 6 hâkim var, bu hâkimlerden 3'ü sadece bir dosya için görevlendiriliyor. Bakın, özel yetkili mahkeme değil, Adalet ve Kalkınma Partisi Hükûmetinin Türkiye'deki yargı sistemini getirdiği nokta: Özel yetkili kişiler, özel yetkili bir heyet. Sadece bir davaya bakmakla görevlendirilmiş bir heyet var. Bu yargılamayı da o heyet yapıyor. Şimdi, bu heyetin başka hiçbir işi yok, sadece bu dosyayla ilgileniyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkanım.

Ve o yüzden on beş günlük periyotla duruşma tarihi belirliyor. On beş gün yani iki hafta boyunca kesintisiz yargılama yapıyor, bir hafta ara veriyor; iki hafta boyunca yargılama yapıyor onlarca avukatın başka hiçbir yargılaması, hiçbir davası yokmuş gibi, başkaca hiçbir işi yokmuş gibi; aileleri, özel yaşamları yokmuş gibi. Diyarbakır'dan avukatlar var, İstanbul'dan var, Antalya'dan var, Türkiye'nin dört bir yanından avukatlar var. Herkes işini gücünü bırakacak ya buraya gelecek ya bu davayı takip edecek. 3 bin sayfalık iddianame, 400 klasör, bunlara erişim neredeyse imkânsız ve her bir arkadaşımız hakkında yüzlerce dava var ama bu heyet diyor ki: "Ben bir karar vereceğim. Hükûmetten emir aldım, bir an önce bu kişileri mahkûm durumuna düşürmek zorundayım, o yüzden kesintisiz yargılama yapacağım, en hızlı şekilde sizi mahkûm edeceğim, ondan sonra da çıkıp meydanlardan rahatlıkla propagandasını yapacağım." diyor. Arkadaşlarımız savunma yapmaya hazır, her şeye hazır, sadece adil bir yargılama istiyorlar diyor, gecenin bu saatinde dinlediğiniz için hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)