GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: İcra ve İflas Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:18
Tarih:11.11.2021

CHP GRUBU ADINA ZEYNEL EMRE (İstanbul) - Sayın Başkan, kıymetli arkadaşlar; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Değerli arkadaşlar, Yargıda Reform Strateji Belgesi, İnsan Hakları Eylem Planı, özellikle 2018'in sonuna doğru Cumhurbaşkanı Yardımcısı Sayın Fuat Oktay'ın yargıya güvenin yüzde 30'lara düştüğünü itiraf etmesiyle başlayan, yargıya güveni hesapta artırmaya yönelik, iyileştirmeye yönelik yapılacak işler olarak tarif edildi, "9 amaç" denildi, "hedefler" denildi vesaire. Kamuoyunda çok büyük bir beklenti oluştu yani Türkiye'de insanlar, bu reform söyleminden sonra yaşadıkları hukuksuzluklar, adaletsizlikler düzelecekmiş gibi bir beklenti içerisine girdi. O zaman şu açıklama yapılmıştı: "Paketler hâlinde Meclise bunlar gelecek." İşte, bu da beşinci paket.

Şimdi, biz dört pakette bir şey görmedik, beşincide ne var? 54 madde var. Bu 54 madde içerisinde aslında 2 konuda düzenleme var. Biri ne? İhalelerde işte açık ihale, herkesin olduğu ortamda açık ihale yerine internet üzerinden elektronik ortamda ihale yapılacak. Birincisi bu, icra iflasla alakalı bir düzenleme. Diğeri de kamuoyunda çok gördüğümüz, çok defa şahit olduğumuz o üzücü tablolardan biri olan çocukların icra marifetiyle alınıp hak sahibine teslim edilmesi ve oradaki o üzücü, kötü görüntüler. Şimdi, bakın, bu 2 meselenin icrayla alakalı kısmında aslında Türkiye'de söylenecek o kadar çok şey var ki. Baktığınızda bunlar palyatif düzenlemeler; icra elektronik ortamda olmuş, olmamış... Bugün Türkiye'de 23 milyon 100 bin civarında UYAP verilerine göre icra dosyası varsa Meclisin asıl tartışması gereken, asıl çözüm araması gereken konu işte budur. Niye Türkiye'de insanlar bu kadar borç batağında, niye Türkiye'de halkımızın toplam borcu 1 trilyon 24 milyar seviyesine gelmiş durumda, niye bugün Türkiye'de asgari ücretin 2.830 lira olduğu bir Türkiye gerçeğinde açlık sınırı -bakın, yoksulluk sınırı değil- 3.090 lira civarında?

Şimdi, değerli arkadaşlar, Türkiye'de 10 milyon işsiz var, bakın, 10 milyon işsiz var. Çalışanların yüzde 40'ı asgari ücretle geçiniyorlar ve "orta sınıf" denen bir şey kalmadı. Bir zengin kesim oluşturdunuz Türkiye'nin rantını aktardınız, halk büyük yoksulluk içerisinde çırpınıyor. İcra dairelerindeki iş yüküyle alakalı uyarlama yapalım, ihale elektronik ortamda olsun, normal ortamda olmasın; bunun bir önemi yok.

İkincisi, gelelim "çocuk teslimi" denilen konuya ki o "teslim" ifadesini de biz doğru bulmuyoruz. Gerek Türkiye'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmalar, altına imza attığımız uluslararası sözleşmeler, çocuk haklarına yönelik yükümlülüklerimiz gerek kadın hakları konusunda yükümlülüklerimiz, Anayasa'mızda yer alan kanunlar; tüm bunları göz önünde bulundurduğunuzda, zaten eğer bunları okumuş bir yargı düzeni ve yasa yapıcılar olsa çocukla ilgili "teslim" ibaresini neden kullanmaması gerektiğini bilir. Biz, şimdi burada alfabenin a'sını, b'sini, c'sini anlatır gibi, size her şeyi anlatamayız ama "çocuğun üstün yararı" dediğiniz şeyde, çocuk için, bir mal gibi "teslim" ifadesi kullanılamaz; en temel çizgi budur.

Şimdi, Adalet Komisyonundaki arkadaşlarımla birlikte bir şeyi gözlüyoruz değerli arkadaşlar; ne zaman Türkiye Büyük Millet Meclisinde Adalet Komisyonuna bir yasa gelse, bir kanun teklifi gelse Türkiye'deki bütün çocuk hakları savunucuları, kadın hakları savunucuları alarm hâlinde, büyük bir korku içerisindeler. Sürekli mesajlar, mailler "Aman!" "Aman!" "Aman!" deyip duruyorlar. Neden korkuyorlar? "Acaba, AK PARTİ bir yasa çıkartır da kadınların hakkına zarar verecek, çocukların hakkına zarar verecek bir iş daha yapar mı? Acaba erken yaşta evlilik kisvesi altında çocuk tecavüzcülerine yönelik bir düzenleme yapar mı?" Gerçeğimiz bu arkadaşlar. Bakın, Adalet Komisyonundaki tüm üyelere neredeyse bu korkuyla ulaşıyorlar. Bu korkunun nedeni ne arkadaşlar, hiç düşündünüz mü? Ben size söyleyeyim.

Bakın, size diyorum ama burada da acı bir tablo var: Yaklaşık 300'e yakın AK PARTİ milletvekilinin olduğu bir Mecliste ben şu anda sadece 2 kişiye konuşuyorum, iktidar partisinden 2 milletvekili var, sıralar tamamen bomboş; olsun. Sanki, Türkiye'de her şey normalmiş gibi, bu Meclis çalışmasında da her şey normalmiş gibi biz, Cumhuriyet Halk Partisi olarak mücadelemize devam edeceğiz.

On dokuz yıllık iktidarınızda Türkiye'de, kadınların ve çocukların çektiğini hiç kimse çekmedi değerli arkadaşlar. Bakın, size tartışmaya mahal vermeyecek bir şekilde rakamlarla ifade edeceğim. Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre 2020 yılında 2-17 yaş aralığında 1 milyar çocuk fiziksel, cinsel ya da duygusal şiddete maruz bırakılmış. Türkiye, bu tablonun neresinde biliyor musunuz? 200 ülkenin olduğu bir dünya düzeni düşünün, Türkiye bu tabloda 18'inci sırada ve 15 yaş altı çocukların evlilik kisvesi altında istismar edildiği ülkeler sıralamasında tüm Avrupa'da 1'inciyiz. Hani diyorsunuz ya "Türkiye'yi dünyada lider ülke yaptık." diye, işte lider olduğunuz alanlar, bu alanlar. 2016 TÜİK verilerine göre söylüyorum; Türkiye'de çocuk istismarıyla ilgili dava sayısı on yılda tam 3 kat artmış, 250 bin çocuk istismar kurbanı olmuş. 2019 yılında 206 bin çocuk suç mağduru, bunun yaklaşık yüzde15'i yani 30 binin üzerindeki çocuk cinsel saldırıya maruz kalmış. Şimdi, bundan sonra ne oldu biliyor musunuz? Bu veriler ortaya çıkıyor ya sorunu AK PARTİ olarak nasıl çözdünüz? Bu verileri paylaşmayarak çözdünüz, artık bu veriler paylaşılmıyor. Veri paylaşılmıyorsa gizliyse sorun da yok nasıl olsa.

Şimdi, devam ediyorum değerli arkadaşlar: Çocuk iş gücü araştırması, 5-17 yaş grubu çalışan çocuk sayısı 720 bin ve bunların arasında Suriyeliler falan da yok. 720 bin eğitim alması gereken, geleceğe hazırlanması gereken, bu ülkenin geleceği olarak görülmesi gereken çocuklar çalışıyor durumda. Suça sürüklenen çocuk sayısı yani geçen yıl çeşitli gerekçelerle karakola götürülmüş, işlem yapılmış çocuk sayısı 511.247.

Kadına yönelik şiddet olaylarında siz iktidara geldiğinizden beri yaklaşık 14 katlık bir artış söz konusu. Sadece son on yılda 2.296 kadın cinayeti yaşanmış. Burada faillerde 1'inci sıra koca, 2'nci sıra sevgili, 3'üncü sıra eski eş olarak görünüyor. Şimdi, böylesine korkunç bir tablo var ki... Bugün de Ataşehir'de, yine, bir ruh hastası, pırıl pırıl bir genç kızı katletti yolun ortasında.

Biz, "çocuk teslim noktaları" diye Adalet Bakanlığının bünyesinde oluşturulup çocuk teslim noktaları olarak oluşturulan merkezlerde, boşanmış eşlerin karşılaşacağı noktalarda "Ya, siz burada nasıl güvenlik önlemi alıyorsunuz, bunu bir anlatın?" dediğimizde elle tutulur bir açıklama duymadık, görmedik değerli arkadaşlar. Bakın, oralarda yeni olaylar yaşanacak. Diyeceksiniz ki: "Biz iktidara geldik, neden bunlar bu kadar arttı?" Bunun iki nedeni var değerli arkadaşlar, birincisi: Ataerkil toplumlarda yönetenler aynı zamanda modeldir. Yönetenlerin kadınlara karşı, çocuklara karşı söz ve eylemleri toplumun alt katmanlarında işte böyle yansımalar yapar. Tamamen politiktir, politik yaklaşım sonucunda bu olaylar yaşanıyor Türkiye'de. Bu kadar hassas olmamız gereken bir konuda derli toplu bir çalışma yok ve bütün bunu beşinci yargı paketi olarak önümüze getiriyorsunuz.

Bakın, acil olarak yapılması gerekenleri Genel Başkanımız grup konuşmasında altı başlıkta izah etti: Bir, İstanbul Sözleşmesi'nin yürürlüğe girmesi lazım tekrar. Zaten onun öyle bir kararnameyle falan kaldırılması hukuka mutlak şekilde aykırıydı. İki, ev kadınlığına kanuni statü verilmeli. Üç, istihdam konusunda teşvikler açıklanmalı. Dört, nafaka meselesi yeniden düzenlenmeli ve yeni başlangıçlar fonu kurulmalı. Beş, doğum izni düzenlemesi yapılmalı. Altı, önleyici sağlık hizmetleri getirilmeli. Kadınlarla ilgili acil olarak Türkiye'de yapılması gerekenler işte bunlardır.

Şimdi, icralık Türkiye... Bugün Türkiye'de bu ucube sisteme geçerken, halkı kandırırken, "Yetkiyi verin istikrar olsun, yetkiyi verin dolar düşsün, yetkiyi verin ekonomi uçsun." dediniz, Türkiye yangında uçuramaz hâle geldi. Bakın, 3,6'ydı dolar, bugün 10 seviyesinde, bakın 3 katına çıkardınız.

Bütün bu gerçekler önümüzdeyken Adalet Komisyonuna beşinci yargı paketi geliyor ve arkadaşlar nasıl geliyor biliyor musunuz? İki gün önceden tebliğ ediliyor -zaten onun asgari süresi, acil işler için düzenlenmiş konulardır, iki gün önceden tebliğ edilir- Komisyon üyeleri olarak bu iki gün gece gündüz hazırlık yapıyoruz acaba Türkiye'yi muhtemel zararlardan nasıl önleriz diye, Komisyona gidiyoruz. Sabah onda başlayan en son Komisyondan örnek vereyim: "Efendim, bize talimat geldi, bunun hemen bitmesi lazım." Niye arkadaş? "Bize öyle talimat geldi." Saat onda başlıyoruz, gece ikiye kadar Komisyon aralıksız devam ediyor, 2 kere böyle yarımşar saat aralar veriyorsunuz ayrı, gece ikiye kadar "54 madde aman geçecek." deniyor.

Değerli arkadaşlar, Allah aşkına, bakın, Türkiye'de ekonomi düzelecekse, buradaki Adalet Komisyonu ve Plan ve Bütçe Komisyonunun, özellikle bu iki komisyonun etkin çalışması çok önemli olur. Adalet Komisyonuna gelen kritik bir yasa teklifini bile "Hemen bir günde bitirmemiz lazım, asla alt komisyona gönderemeyiz, gece ikiye kadar görüşmeler var." Bugün, Türkiye'de dört saat otobüs kullanan bir adamı dinlendiriyorlar ya, otobüs kullanamıyorsunuz daha fazla. Siz burada, en önemli yasaları yapıyorsunuz, en dikkat kesilmesi gereken noktalarda, alt komisyona gidip, uzmanlar tarafından çalışılıp, pekiştirilip geçirilmesi gereken noktalarda bizim dahi kimseden fikir alacak zamanımız kalmıyor sizin yüzünüzden. Arkadaşlarımızla büyük bir özveriyle çalışıyoruz ve hemen bir araştırma çalışmasında bulduğumuz onlarca hatayı da gözünüze soksak orada değiştirecek iradeye sahip değilsiniz "Not alalım, soralım." diyorsunuz. Burada bir orta oyunu var değerli arkadaşlar, kimse kimseyi kandırmasın. Yasaları yasama organı yapmıyor, yürütme organından gelen yani Cumhurbaşkanlığından gelen burada görüşülüyor, milletvekillerinin altında imzası olduğuna bakmayın. Soru soruyoruz, Bakanlığın genel müdürleri cevap veriyor "Biz onu şundan ötürü böyle düşündük, böyle düşünmedik." diye izahat veriyorlar. Burada zaten malumun ilamı çok açık bir şekilde ortada duruyor.

Şimdi "Plan ve Bütçe Komisyonu" dedim ya, "Adalet Bakanlığının bütçesi görüşülecek, şu Sayıştay raporlarına bir bakayım." dedim. Öyle ya, Türkiye'de yolsuzluk, hırsızlık, her türlü usulsüzlük almış başını gidiyor. Bunu kim düzeltecek? Yargı düzeltecek, Adalet Bakanlığı düzeltecek. Adalet Bakanlığının Sayıştay raporlarına baktım, utandım ya, Türkiye gerçeği orada da duruyor. 6 milyon 200 bin liralık -eski parayla 6 trilyonluk- iş, bunu ihale açmadan yapamazsın; yapmış. "Ya, sen bütçeyi doğru dürüst tutamamışsın, mali tablolar yanlış." diyor. Bakın, Sayıştay diyor, Sayıştay. Yani biz ele geçirdiğinizi, kurumları erozyona uğrattığınızı biliyoruz ama ülkenin namuslu bürokratları yazıyor, biz de oradan okuyoruz. Oralarda usulsüzlük, bizatihi Adalet Bakanlığının içerisinde; diğer bakanlıkları boş verin, gerisini boş verin. Düzeltmekle yükümlü olan Adalet Bakanlığının bütçesinde dünya kadar usulsüzlük var, usulsüz harcama var, usulsüz işlem var, yapılmayan işler var, var da var. Bu tabloda biz kimi kime şikâyet edeceğiz? Her gün sabah uyanıyoruz "Acaba bu güzelim ülkede nasıl bir felaketle karşı karşıya kalacağız?"

Bugün, buraya konuşmayı hazırlarken bir habere baktım, içim çekildi artık. 23 yaşında, binbir zorlukla okumuş, pırıl pırıl bir öğretmen, atanamadığı için -ki yine bu raporlarda Türkiye'de acil 90 bin öğretmen açığı olduğu yazıyor- boyacılık yapıyor ve elektrik akımına kapılıp yaşamını yitiriyor. Bakın, Türkiye gerçeği bu. Siz istediğiniz kadar algı oluşturmaya çalışın. "Türkiye uçuyor, Türkiye dünyanın lider ülkesi oldu, bizim liderimiz çok güçlü oldu." deyin, kendinizi kandırın; Türkiye'yi kandıramazsınız.

Bir liderin gücü nereden gelir biliyor musunuz? Bugün, Amerikan Başkanlığı koltuğuna kim oturursa otursun -araştırmalarda çıkıyor- dünyanın en güçlü adamı; onun şahsi gücü müdür, yoksa arkasındaki güçlü devlet kurumlarının gücü müdür? Bir ülkede devlet kurumları güçlü oldukça o ülkenin liderleri de uluslararası arenada katıldıkları toplantılarda güçlü olurlar, arkasında Türkiye'nin gücünü hissederler, hiçbir yerden boynu bükük ayrılmazlar. Bir sözleşme yapıldığında hiçbir ülke kolay kolay o sözleşmeden tek taraflı cayma hakkını, gücünü kendisinde bulmaz. Türkiye'yi yirmi yılda getirdiğiniz nokta maalesef bu durumda.

Şimdi, bir durum artık acil bir hâl aldı arkadaşlar. Yine, biz Adalet Komisyonu üyeleri olarak her hafta istisnasız Cumhurbaşkanına hakaret, kamu görevlilerine hakaret kisvesi altında Türkiye'deki yurttaşların eziyet çektiğine şahit oluyoruz. Bakın "kisvesi altında" diyorum. Tarafsız parlamenter sisteme göre yapılmış günlük siyasi polemiklerden uzak tutulması düşünülerek hazırlanmış... Cumhurbaşkanına hakaret suçunu, burada, AK Parti Genel Başkanına özel bir hak olarak tanınan bir düzen... Bunun da resmî rakamlarını aldım; 38 bin dosya olmuş, 33 bininde mahkûmiyet var Cumhurbaşkanına hakaretten. Türkiye'deki gelmiş geçmiş tüm Cumhurbaşkanlarını toplasan bunun yirmide 1'i yapmıyor, otuzda 1'i yapmıyor. Böyle bir istatistik yok. Dolayısıyla, şimdi, ne oldu biliyor musunuz sonunda? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin önüne gitmiş. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi "Bu madde kötüye kullanılıyor." diye Türkiye'yi mahkûm etmiş.

Şimdi, bakın, bir kanun maddesi var, kötüye kullanılıyor; kötüye kullanılmasından muzdarip olan bir halk var, sonuçta o muzdarip olan halk bir tazminata mahkûm olunuyor, onu da bu halkın vergileriyle mi ödeyeceğiz? Ya, bunu Cumhurbaşkanı 100 bin liralık maaşından ödesin. Bu tazminatlar onun yüzünden, bu haksız kanun maddesi kaldırılsın ve bu tazminatlar onun cebinden ödensin. Vatandaş niye böyle bir haksızlık karşısında bir de kendi vergisiyle bunları Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine tazminat diye ödesin?

Recep Tayyip Erdoğan kendisi bir şiir okudu diye cezaevine girdiğinde Avrupa'da 90 milletvekilinden imza toplamıştı; Avrupa'nın parlamentolarında vesairesinde, İnsan Hakları Mahkemesinde başvurmadığı yer yoktu. Kendisi, kendisiyle ilgili, kendi partisiyle ilgili olan her şey hak; kendisine muhalif olan herkesin her yaptığı meşru hareket suç. Türkiye böyle bir tabloyu hak etmiyor. Önümüzdeki dönem biz biliyoruz ki burada ne kadar dile getirsek de iki üç kişiye derdimizi anlatsak da bir şey değişmeyecek; yargıya güven de artmaz, bu bakış açısıyla ekonomi de düzelmez. Türkiye'nin bir an evvel erken seçime gitmesi, gerçeklerle yüzleşmesi, Türkiye'ye yakışır yeni bir hükûmetin kurulması lazım diyorum.

Bu düşüncelerle Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)