| Konu: | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin İlk Görüşmesi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 28 |
| Tarih: | 06.12.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA ERHAN USTA (Samsun) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri, ekranları başında bizi izleyen değerli vatandaşlarımız; öncelikle, hepinizi saygıyla selamlarım. 2022 yılı bütçesinin tümü üzerinde İYİ Parti Grubu adına söz aldım.
Tabii, baktığımızda "Bütçe nedir, ne işe yarar?" sorusunu sormanın tam vakti gibi geliyor bana çünkü işte, belki 20'ye yakın bütçe yaptı AK PARTİ ancak bugün yapılan bütçenin ne işe yaradığı konusunda çok ciddi endişeler var. Bütçeler, esas itibarıyla, devletin gelirlerinin toplanmasına, harcamalarının yapılmasına müsaade eden dokümanlardır. Bütçeler, toplumların sorunlarını çözmeye yöneliktir; maliye politikası yoluyla toplumun refahını artırmayı, ekonomiye istikrar kazandırmayı amaçlar bütçeler. Bugünkü bütçeye baktığımızda, az önce -hadi, söz sırası bizdeyken arkadaşların bir kısmı çıktı ama- Sayın Cumhurbaşkanı Yardımcısı konuşurken de AK PARTİ Grubunun ne kadar heyecansız, ne kadar umutsuz olduğunu hep beraber yaşadık, gördük. Umulur ki -şu anda bütün göstergeler de onu gösteriyor- bu, sizin son bütçeniz olacak çünkü heyecanı olmayan bir grup bütçe yapamaz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
"Bu bütçenin vizyonu var mı?" diye bakıyoruz değerli arkadaşlar. Bu bütçenin vizyonu yok. Sayın Oktay da zaten hiçbir vizyon ortaya koyamadı. Benden sonra konuşacak değerli AK PARTİ yöneticileri, size şimdi çok net bir soru soruyorum: Bu bütçeyle 1 trilyon 750 milyar lira para harcayacağız veya toplumun yığınla sorunu var, bu bütçe hangisini çözecek? Bir tane örnek versin bize, "Biz şu sorunu, bu harcayacağımız parayla çözeceğiz." desin. Bunu diyebilirlerse tamam. Çünkü bu bütçenin bir amacı yok. Bu bütçe zaten geldiğinde... Az önce Müsavat Bey de ifade etti yani orta vadeli program çıktı, bugün görüşüyoruz, bu bütçenin üçte 1'i eridi. Bu bütçe, oturduğu makroekonomik çerçeveyi yitirdi. Bütçeler bizim mevzuatımıza göre, biliyorsunuz, orta vadeli program çerçevesinde yapılır. Orta vadeli programda bir şeyler yazıldı, şu anda Sayın Erdoğan'ın ve sonradan atanan Sayın Bakanların, Merkez Bankası Başkanının konuştukları konular, o orta vadeli programda konulan paradigmanın tamamen tersinde. Dolayısıyla, bu bütçenin bir dayanağı yok, bu bütçe topluma güven de vermiyor, umut da vermiyor. Toplumun yığınla sorunu var. En önemli sorunumuz nedir? Yoksullaşmadır. Bu bütçede yoksullaşmaya çare var mı? Yok. Bu bütçede gelir dağılımının düzelmesine çare var mı? O da yok. İşsizliğe, enflasyona çare var mı? O da yok. Sanayileşmeye destek var mı, KOBİ'lere destek var mı, çiftçilerin artan girdiler karşısında gübre saçabilmesi için bir destek var mı? Maalesef yok. EYT yok, 3600 ek gösterge yok, atanamayan öğretmenler yok, atanamayan sağlıkçılar yok. Dolayısıyla, bu bir yokluk bütçesi ama yine de haksızlık etmeyelim, bu bütçede bazı "var"lar da var elbette. Ne var bu bütçede? Kamu-özel iş birliği projelerine aktarılan tonlarca para var, hem de dolar cinsinden tıkır tıkır çalışıyor. Dolar arttıkça kamu-özel iş birliği projelerinin müteahhitleri, yandaşlar şu anda para kazanıyor, onlara kaynak var. İsraf var, şatafat var, saltanat var, yandaş müteahhitlere destek var, milyarlarca lira kazansanız dahi faiz gelirine muafiyet var. Asgari ücretten yüzde 20 vergi alan bu Hükûmet, milyarlarca lira faiz geliri olanlardan bir kuruş vergi almıyor; bu, böyle bir bütçe. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, arkadaşlar, biz, bu bütçeyi bir yanıyla "yokluk bütçesi" öbür yanıyla da "yolsuzluk bütçesi" olarak nitelendiriyoruz. En sonunda geleceği noktada bu bütçe bir yıkım bütçesi olacaktır.
Değerli arkadaşlar, şimdi, bakıyorsunuz, Sayın Berat Albayrak döneminde de sürekli bir "yeni" "yeni" "yeni" lafları var. Şimdi, şu, Sayın Albayrak'ın ilk orta vadeli programı, ismi "Yeni Ekonomi Programı". Bu olmamış, bu tutmamış, bir sonraki yıl -altlarda ufak değişiklikler var- "Yeni Ekonomi Programı" diye yeni bir program daha. Bu da olmamış, bu da tutmamış, ortalık alev yerine gelmiş, Türkiye ekonomisi yanıyor ve tekrar bir "Yeni Ekonomi Programı" daha.
İlk defa, bu sene böyle yeni olmayan fakat makul, mantıklı bir orta vadeli program çıkmıştı, onu da çok gördüler Sayın Lütfi Elvan'a ve o program buydu. Şimdi, program çıktıktan sonra -bu sefer daha kötüsü- "yeni ekonomi programı" "yeni model" "Çin modeli" diye birtakım şeyler söyleniliyor.
Tabii, ortada yeni olan bir şey yok. Siz seçime kadar hiçbir sorunu çözmeyip geçici bir rahatlama sağlamayı düşündünüz ama bu programların hepsi elinizde patladı. Nasrettin Hoca'nın göle çaldığı maya dahi sizin bu "yeni model" dediğiniz modelin tutmasından daha büyük olasılıklıdır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Dolayısıyla, bu "program" dediğiniz veya "model" dediğinizin ana omurgası ne? Türk lirasını değersizleştirmek; bu çerçevede, ihracatı artırmak, ticaret açığını belli bir seviyeye getirmek; ondan sonra, efendim, döviz bollaşacak, sonra enflasyon düşecek. Böyle bir program dünyanın hiçbir yerinde yok. Değerli arkadaşlar, Türk lirasını değersizleştirerek, Türk işçisini ezerek, emeği ezerek uygulamaya çalıştığınız program bu; "Çin" dediğiniz de zaten bu. Bugünkü Çin'i filan söylemiyorsunuz siz; kırk yıl önce hangarlarda insanların insani olmayan şartlarda yaşadığı, üst üste yaşadığı bir Çin'i model alıyorsunuz bu yüzyılda Türk milletine ve bunu da bir "model" diye ortaya koyuyorsunuz; çok yazıktır, çok yazıktır. Türk milleti, sizin bu kadar "yeni" "yeni" dediğiniz programlarla, efendim, bir deney tahtası değildir, kobay değildir; Türkiye ekonomisi bir laboratuvar da değildir. Dolayısıyla, bu "model" dediğinizin adını tam olarak koyalım; bu yeni bir model değil, bu bir çaresizlik senaryosudur, bu bir kaos senaryosudur değerli arkadaşlar.
Şimdi, bütçede paradigma değişti dedik. 22 Kasım 2021 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı bir açıklama yaptı Kabine toplantısı sonrası, dedi ki: "On dokuz yılda biz filan falan politikadan sonuç alamadık, herhangi bir sorunu çözemedik, bunları değiştireceğiz." Aslında çok güzel bir şey söyledi biliyor musunuz? On dokuz yılın nasıl heba olduğunu, on dokuz yılda ekonomi programlarından veya ekonomi uygulamalarından nasıl sonuç alınamadığını aslında kendisi bizzat itiraf etmiş oldu fakat bu tespiti dahi yanlış. Bakın, biz AK PARTİ'ye AK PARTİ'den fazla sahip çıkıyoruz. AK PARTİ'nin bu ülkeyi iyi yönettiği yıllar olmuştur değerli arkadaşlar yani insanlarımızın refahının arttığı, ekonominin iyileştiği, üretimin arttığı, istihdamın arttığı dönemler olmuştur. Evet, son on iki yıl kötüdür ama Sayın Erdoğan on dokuz yılın tamamını sildi. Şu konuda haklıdır: Çünkü bugün Türkiye ekonomisinin geldiği nokta, devraldığı 2002 Türkiye'sinden daha kötü durumdadır; belki onu söylemeye çalıştı kendisi ama buradan kendisini ikaz ediyorum: Yanlış olan şey, on dokuz yılda Türkiye Cumhuriyeti ekonomisine giren 600 milyar doların yanlış kullanılmasıyla ilgiliydi. Bu para Türkiye ekonomisine geldi çünkü güven oldu, istikrar oldu belli dönemlerde, küresel likidite de boldu; bunları çok anlattık biz burada ama yanlış olan neydi? Bu 600 milyar doları taşa, toprağa, betona gömdünüz ve onun üzerinden de rant ekonomisi yoluyla yolsuzluk yaptınız, bu paraları da yurt dışına kaçırdınız. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Yapılan iş budur ve bu, Türkiye'yi bugün tıkamıştır.
Şimdi, MGK bahsinde bunlara geçeceğim ancak unutmadan söyleyeyim: Eğer MGK, gündemine ekonomiyi alacaksa bu soruyu sormalıydı Erdoğan'a "On dokuz yılda 600 milyar doları nereye harcadınız? Niye bu ekonomi bu kadar kırılgan?" sorusunu sormalıydı, MGK'de bu soru kendisine sorulmalıydı.
Şimdi, değerli arkadaşlar, biraz daha başa dönecek olursak; "Çin" dediğimiz şey, kırk yıl öncesinde emeği ezdi ama akıllıca politikalar uyguladılar. Ne yaptılar? Tasarruf ettiler. Ne yaptılar? Yatırım yaptılar, millî gelirin yüzde 40'ına varan yatırım yapıldı. Ülkelerini bir üretim üssü hâline çevirdiler ve ondan sonrasında, şimdi millî gelirlerini hızla artırmaya çalışıyorlar. Biz ne yapıyoruz? Bizim yatırımlarımız... Çin'in -millî gelire oran olarak söylüyorum, mutlak rakam olarak zaten yanından geçemiyoruz da- millî gelirine oran olarak onların yarısı kadar tasarruf edemiyoruz. Siz nasıl üretim üssü hâline getireceksiniz? Onlar üretim üssü hâline getirdi, biz beton yığını hâline getirdik bu memleketi. İşte, o yüzden şu andaki sıkıntıları yaşıyoruz. Ve Çin bütün bunları merkezî bir planlamayla yaptı, siz ise Devlet Planlama Teşkilatını kaldırdınız. Nasıl yapacaksınız bu işleri? Bu soruyu size sormak lazım.
Değerli arkadaşlar, Hükûmetin yaptığı tek bir şey var: Artık bu işin gitmeyeceğini biliyor, ekonomiyi toparlama imkânı yok, özellikle kendi seçmen tabanını konsolide etmek için algı yönetimine oynamaya başladı, sürekli algı yönetimi. İşte, bir gün "Nas var." diyor, bir gün "dış güçler" diyor, bir gün kitap yazıyor, ertesi gün "kurtuluş savaşı" diyor; bunlarla bu milleti oyalamayın; millet fakirlik içerisinde yanıyor, kıvranıyor, yoksulluk almış başını gitmiş. Şimdi, madem "Nas var." diyorsunuz, madem "Faiz lobisi var." diyorsunuz; on dokuz yılda AK PARTİ hükûmetlerinin bütçeden yaptığı toplam faiz ödemesi, değerli arkadaşlar, 516 milyar dolardı. Bu 516 milyar doları harcarken nas yok muydu? (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Sizden önceki on dokuz yıldaki hükûmetler o bütçe açıkları çok fazla olmasına rağmen 248 milyar dolarla bu devletin dişlilerini döndürdüler. Siz onların 2 katından fazla faiz ödediniz bütçeden ve şimdi kalkıyorsunuz "Nas var." diyorsunuz. Şunu hatırlatmak isterim; çoğu haram olanın azı da haramdır.
Değerli arkadaşlar, politika faizi yüzde 19'ken nas var, yüzde 15'e geldik -haşa- nas yok mu, böyle bir şey olabilir mi? Niye nassı karıştırıyorsun? O zaman "Nas var." diyorsak sıfırlamamız lazım bütün faizleri, bütün faizleri sıfırlayalım. Niye öğrencilerden geciken kredi başına yüzde 19,2 faiz alıyorsunuz? Öğrenci kredisini alıyor, dört yılın bitiminden sonraki ertesi ay önüne fatura koyuluyor, yüzde 70 artıyor; ben bunları burada anlattım, 24 bin liradan 48 bin liralara çıkıyor. Yani anlatabiliyor muyum? Şimdi, öğrenciden yüzde 100'e yakın faiz alacaksınız, ondan sonra geleceksiniz "Nas var." diyeceksiniz. TL mevduattan faiz almayacaksınız, ondan sora geleceksiniz "Nas var." diyeceksiniz. Böyle bir şeyi kabul etmek mümkün değil. "Dış güçler var." diyorsunuz. Şimdi, Sayın Erdoğan... Herkes söylüyor, ben de söyleyeceğim. Şimdi, ne diyor Sayın Erdoğan bir konuşmasında? "Bizde bir âdet vardır, başımıza bir şey gelince 'dış güçler' deriz. Ben buna katılamıyorum, sizin bünyeniz sağlamsa bünyede olan virüs size zarar vermez." diyor, çok da doğru söylüyor ama bugün -bünye kanser oldu herhâlde, ondan mıdır nedir anlayamıyoruz- başımıza en ufak bir şey gelse "Dış güçler saldırıyor..." Defalarca söyledim, kim benimle tartışmak istiyorsa tartışmaya da hazırım değerli arkadaşlar; Türkiye'ye bir dış güç saldırısı yoktur, Türkiye bir finansal saldırı altında değildir; yapılan şey sizin yanlış yönetiminizdir, yapılan şey yurt içerisindeki insanların artan bu dolar ve enflasyon karşısında kendi durumlarını koruma çabasıdır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bugün kim dolar talep ediyor? Yurt içi yerleşikler dolar talep ediyor, iyi kötü bir birikimi varsa o heba olmasın istiyor insanlar. Reel sektör dışında bizim firmalarımızın 125 milyar dolar borcu var, batmak üzere, ne yapıyor? Dolar talep ediyor. Siz de getiriyorsunuz bu yanlış yönetiminizin... Bugün, her gün artan, her gün 30-40 kuruş artan dolar karşısında "Dış güçler var." diyerek bu milletle dalga geçiyorsunuz. Bunu kabul etmek mümkün değil.
Daha dün Birleşik Arap Emirlikleri'ne "dış güç" diyordunuz değerli arkadaşlar, "15 Temmuzun finansörü." diyordunuz. 10 milyar dolar getirecek diye ne oldu? Dış güç; kahraman oldu, kurtarıcı oldu. Hatta, ben hâlâ anlayamadım, Sayın Erdoğan orada Prens'le görüşme için "Aile hassasiyeti içerisinde bir ziyaret oldu." diyor. Burada ne demek istediğini de herhâlde daha sonraki yıllarda anlayacağızdır diye düşünüyorum.
Şimdi, dış güçler, dış güçler... "128 milyar doları harcayıp Türk lirasını korumasız ve savunmasız hâle getirin." diye talimatı size dış güçler mi verdi? Böyle bir şey olabilir mi? (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bence bir yerde dış güç aramaya gerek yok. Bu yanlış politikaları size kim empoze ediyorsa, işte dış güçler sizin o yanınızdakilerdir.
"Ekonominin kitabını yazdım." diyor bir gün; ya, iki gün geçmiyor, böyle bir şey olabilir mi, tam iki gün sonra "Kurtuluş savaşı veriyoruz." diyor. Hangisi doğru? Ekonominin kitabını yazdıysak niye kurtuluş savaşı veriyoruz? Bu ülke Kurtuluş Savaşı'nı, değerli arkadaşlar... Ha, ekonomiyi batırma kitabı yazdıysa doğrudur, o zaman kurtuluş savaşı gerekir. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Bu ülke yüz yıl önce Kurtuluş Savaşı'nı verdi, yüz yıl önce Kurtuluş Savaşı'nı verdi. Biz bir işgal filan görmedik ki bir kurtuluş savaşı olsun yeniden. Yirmi yıldır da bu ülkeyi yönetiyorsunuz; eğer bir istila, bir işgal olduysa sizin döneminizde olmuştur, kusura bakmayın. Dolayısıyla, o zaman, işgale neden olanlar asla kurtarıcı olamaz, o zaman kurtarıcının farklılaşması gerekiyor. (İYİ Parti sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar) Sizin "ekonomide kurtuluş savaşı" dediğiniz; neoliberal düzenden kurtulmak değil, neoliberal düzene teslim olarak iktidarınızı devam ettirme çabasıdır. Ülkeyi uluslararası tefecilerin eline düşürdünüz, mahkeme kararlarına rağmen Türk topraklarını yabancılara sattınız ve şimdi size bu yanlışlarınızı söyleyenleri de "mandacı iktisatçı" diye itham ediyorsunuz; yazıktır, günahtır.
Değerli arkadaşlar, MGK bildirisinde, en sonunda "Ekonomi politikalarını hayata geçirme sürecinde Türkiye'nin karşılaştığı ve karşılaşabileceği sınamalar ile tehditler değerlendirilmiştir." deniyor. Ben, burada, 2017 yılında 2018 bütçesini anlatırken de ekonomik güvenlik meselesinden bahsettim -merak eden arkadaşlar tutanakları açıp bakabilir-o günlerde biz bunları söyledik: Türkiye'nin ekonomik güvenliği ile ulusal güvenliği arasında ciddi bir bağlantı vardır; Türkiye'nin ekonomik güvenliği zedeleniyor, ülke sıkıntıya gidiyor. Bunlara bakın, edin, şu yanlışları yapmayın diye defalarca söyledik; onların hiçbiri yapılmadı. Kimisi eleştirdi "MGK'de ekonomi konusu görüşülür mü?" diye. Görüşülebilir çünkü ekonomideki problemler de artık bir ulusal güvenlik meselesi hâline geldi ancak MGK bunu hangi altyapıyla görüşüyor, o ayrı bir şey. Ben, MGK'ye şöyle sesleniyorum: Eğer ekonomiyi konuşacaksanız veya konuşacak idiyseniz şunları görüşmeniz lazımdı orada: Türkiye, niye dünyanın en kırılgan ekonomisidir? Türkiye'yi dünyanın en kırılgan ekonomisi hâline getiren politikalar nelerdir? Ehliyetsiz ve liyakatsiz kadrolar tarafından sürdürülen ekonomi politikaları Türkiye'yi güçsüzleştirmiştir. Esas millî güvenlik sorunu, Türkiye ekonomisinin güçsüzleşmesidir; esas millî güvenlik meselesi, ekmeği 50 kuruş ucuza almak için akşama kadar yağmurda Halk Ekmek kuyruklarında bekleyen vatandaşların durumudur. Temel tüketim maddelerinin fiyatları her gün artmaktadır, tüketicilerin kredi borçları gırtlaklarına kadar gelmiştir. 2002 yılında 2,2 milyar TL'yle teslim aldığı kredi borcunu, bugün, AK PARTİ hükûmetleri 941 milyar TL'ye çıkardı; tam 427 kat arttı tüketicilerin borçları. Esas millî güvenlik sorunu budur, esas bunu konuşmak gerekirdi. Çiftçilerin traktörleri hacizli, arazileri hacizli; 2,6 milyar liralık borç 172 milyar liraya çıkmış. On dokuz yıllık AK PARTİ hükûmetleri döneminde, çiftçinin geliri sadece 10 kat artarken borcu 66 kat artmıştır. Esas millî güvenlik sorunu, bugün ekilemeyen arazilerimizdir, gübre alamadığı için gübre saçamamasıdır; bunları konuşması lazımdı Millî Güvenlik Kurulunun.
Kamu-özel iş birliği projeleriyle torunlarımız dahi borçlandırılmıştır, eğer bir şey konuşacaksa bunu konuşmalıydı MGK'de. Yoksulluk her geçen gün artmaktadır, derinleşmektedir; milyonlarca insan, devlet tarafından verilen yardımlarla hayatını sürdürmektedir, yardım kapsamı dışında kalan milyonlar ise perişan hâldedir. AK PARTİ, 130 milyar dolar olarak devraldığı dış borcu 446 milyar dolara yükseltmiştir. AK PARTİ, bugün, kendi vatandaşlarından dahi dolar cinsinden borçlanmaktadır ve bugün, artık, dolarizasyon o kadar artmıştır ki ülke içerisinde Türk lirası azınlık para hâline gelmiştir; esas millî güvenlik sorunu budur.
Değerli arkadaşlar, çalışanların yarısı, açlık sınırının altında olan asgari ücret üzerinden ücret almaktadır. Çiftçi perişandır, süt inekleri kesime gitmektedir. Esas millî güvenlik sorunu bunlardır; MGK, ekonomiyi tartışacaksa bu konuları tartışması gerekirdi. Esas mandacı da bu yanlış politikaları uygulayanlardır. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Hükûmet, Sayın Erdoğan ve Kabinesi, açıkça "Biz, Türk lirasını değersizleştireceğiz." dedi ve buna da işte değişik model isimleri filan veriyorlar, ayrı bir hikâye. Değerli arkadaşlar, şimdi "Kur artışından ne zarar var?" diye bazıları da çıkıp söylüyor; işte "Kur artacak; şöyle olacak, böyle olacak..." Ya -az önce Müsavat Bey verdi- değerli arkadaşlar, sadece on bir ayda, şöyle söyleyeyim daha doğrusu, bu yılın başına kadar yani Osmanlı'dan kalan borçlar dâhil, işte, Türkiye Cumhuriyeti devletinin 1923'ten 2021 yılına kadar yaptığı, doksan sekiz yılda yaptığı borçlar dâhil Türkiye'nin toplam dış borcunun Türk lirası karşılığı 3,2 trilyon liraydı; bugün, uyguladığınız yanlış politikalar neticesinde -kurla her gün değişiyor, Müsavat Bey "6 trilyon" olarak kullandı- bugün 6,2 trilyon liraya yükseldi yani 3 trilyon lira arttı. Cumhuriyet tarihi boyunca biriktirdiğimiz borç kadar on bir ayda borç biriktirdiniz. Şimdi, böyle bir ekonomide "Ya, kur artarsa artsın." diyebilir misiniz ya? Vicdanınıza sesleniyorum -bir şey söylemenize gerek yok- aklınıza ve vicdanınıza sesleniyorum: Nasıl olabilir yani bu politikayı nasıl bir "politika" diye bu millete takdim edebilirsiniz? Daha kurun nereye gideceği de belli değil; belki 20 lirayı gidecek. Bakın, bu politika devam ederse kur bu ülkede 2022 yılında 20 lirayı görecektir arkadaşlar; 14 lirayı hangimiz hayal ederdik? "Dış güçler" diyorsunuz; Mart 2021'de Naci Ağbal görevden alınmadan önce bu ülkede dolar kuru -yükselmiş olmasına rağmen- 6 lira 90 kuruştu değerli arkadaşlar, bugün 14 liraya geldi, yüzde 100 arttı ve siz diyorsunuz ki: "Dış güçler, dış güçler..." Dış güçler mi size "Merkez Bankası Başkanını bir gece yarısı görevden alın." dedi? (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Merkezî yönetim borçları da aynı şekilde. Damat bakan bir yanlış yaptı, bir sürü yanlış yaptı da yaptığı vahim hata şuydu: Türkiye içerisinden dahi dolar, altın cinsinden borçlandı. Bugün, merkezî yönetim bütçesi borç stokuna baktığınızda, bunun yüzde 81'i ya dövize ya altına ya enflasyona endeksli. Şimdi, bunlara endeksli olunca -bunların üçü de birlikte hareket ediyor biliyorsunuz- şu anda, kaçınılmaz bir şekilde, bütçenin borç stoku da aşırı bir şekilde yükseldi. Yani vergi gelirlerimizin tamamını versek bütçenin borç stokundaki son iki yıldaki düzenlemeyi karşılamaya yetmiyor. Değerli arkadaşlar yani 84 milyondan vergi toplayacaksınız, bir avuç rantiyeciye onu aktaracaksınız borç stokunuzu yerinde tutabilmek için. Böyle bir ekonomi yönetimi olmaz.
Kur artışları daha neleri getirecek? Hayat pahalılığı zaten başladı, daha da fazla başlayacak, yoksullaşma artacak, servet el değiştirecek; insanların, özellikle KOBİ'lerimizin yıllarca dişinden tırnağından artırarak kurdukları tezgâhların tamamı yabancıların eline geçecek hem de kelepir fiyatına geçecek ve dolarizasyonun artması, TL'nin değer kaybının aşırı hızlanması, tabii, KÖİ projelerinin maliyetleri de çok müthiş bir şekilde yükselecek.
Şimdi, birkaç tane de tuhaf iddia var; onların üzerinde durmak istiyorum. Az önce Sayın Oktay da söyledi "Başka ülkelerde de reel faiz negatif." dedi, işte Avrupa ülkelerinden ve bir kısım gelişmekte olan ülkelerden örnek verdi. Doğrudur, onlarda da reel faiz negatif ama o zaman bir bakalım, onların kuru niye bizimki gibi değer kaybetmiyor? Çünkü değerli arkadaşlar, şu anda -dünya için söylüyorum, bizim için değil, bizim enflasyonumuz dün de yüksekti, önceki gün de yüksekti- dünyada enflasyonda geçici bir yükselme var. Dolayısıyla bütün dünya, özellikle Amerika'da... Mesela, şu anda Amerika'nın politika faizi kaç? Yüzde 0,25. Enflasyonu kaç? Yüzde 6-7 civarında. Hemen şunu da söyleyeyim: Faiz sebep, enflasyon sonuç olsaydı kaç yıldır Amerika yüzde 0,25 faiz uyguluyor, enflasyon yükselmezdi orada ya. Yani sizin teoriniz daha bir tane örnekten batıyor, gidiyor. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Faiz sebep, enflasyon sonuç olsaydı arkadaşlar, Amerika'da enflasyonun olmaması lazımdı. Enflasyonun dinamikleri bazen farklılaşır; bunları görmek lazım. Dolayısıyla Amerika'da yüzde 0,25 politika faizi, yüzde 6-7 enflasyon ama kâğıtlarına bakıyorsunuz, Amerikan tahvilleri iki yıllıklar yarım puanda, beş yıllıklar 1,1; on yıllıklar 1,2-1,3 civarında. Amerikan vatandaşları ve bütün dünya şunu düşünüyor, diyor ki: "Evet, bugün, Amerika'da faizler yüksek ancak Amerika devleti ve FED aldığı kararlarla bu faizi aşağıya çeker." Bu güven var. Bu güven olduğu için Amerika'nın borçlanma kâğıtlarının faizleri artmıyor. Biz de ne oluyor? Bizde tam tersi oluyor. Politika faizimiz kaç? Yüzde 15. Efendim, enflasyonumuz kaç? Yüzde 21. Normal şartlarda "Enflasyon yüzde 21 ama Türkiye enflasyonla mücadeleyi başarır. Dolayısıyla biz, Türkiye'ye yüzde 10'la, 12'yle de para versek, kâğıdını alsak para kazanırız." diye düşünmesi lazım ama bizim borçlanma kâğıtlarımızın faizi yüzde 22. Yılın ortasına doğru enflasyon biraz daha arttığında, yüzde 30'lara geldiğinde yüzde 35-40'larla borçlanacağız biz. Değerli arkadaşlar, bunu görmek lazım. Dolayısıyla, şimdi, Sayın Oktay'ın söylediği ülkelerden söyleyeceğim. Hindistan rupisi... Orada da negatif reel faiz var. Yılın başından beri bizim Türk lirasındaki değer kaybı yüzde 85, mart ayından alırsanız tam yüzde 100 ama yılın başını alırsak yüzde 85. Yılın başından itibaren sadece kur artışı Hindistan rupisinde yüzde 3. Değerli arkadaşlar, Endonezya parasında da yüzde 2. Bak, oralarda da güven var.
Sayın Oktay, örnekleri yanlış yerlerden veriyorsunuz, dersinize iyi çalışmamışsınız; verdiğiniz örnekler tamamen sizi ele veriyor. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Değerli arkadaşlar, şimdi, makroekonomiye ilişkin sorun/risk değerlendirmesi şeklinde vaktimin yettiği sürece bir miktar değerlendirme yapacağım. Şimdi, hepimiz biliyoruz ki Türkiye'de güven ortamı tamamen kayboldu, belirsizlik had safhaya ulaştı. Belirsizliğin yüksek olduğu zamanlarda, en kötü fiyatlanır, neye bakarsanız bakın, en kötü fiyatlanır. Şu anda, zaten bir fiyat da ortada yok. Yani şu anda, bu kurlar ihracatçının hoşuna mı gidiyor zannediyorsunuz? Yani bugün bağlantı yapacaksınız, akşamleyin kurun ne olacağını bilmiyorsunuz, ham maddeyi ne kadardan alacağınızı bilmiyorsunuz, neyi ne kadardan satacağınızı bilmiyorsunuz. Fiyatın olmadığı yerde ticaret olmaz; şu anda, ekonomide fiyat kayboldu.
Kurumsal kapasitesinin zayıflığı Türkiye'nin en büyük sorunudur, Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi de bu sorunu derinleştirmiştir değerli arkadaşlar. Yani bu ülkeye yeni bir iktidar gelmesi durumunda da bu kurumsal kapasitenin artırılması, itibarının, güvenin artırılması epeyce bir vakit alacaktır çünkü yirmi yıl boyunca -bunu her yerde iddia ediyorum- AK PARTİ hükûmetleri, bu ülkenin en nitelikli kurumlarını, öyle rastgele falan değil taammüden batırdı, taammüden batırdı o kurumları. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Büyüme, dengesiz ve kapsayıcı değil. Bakın, dokuz aylıklara bakın -arkadaşlardan isteyin, eğer yanlışım varsa onlar da bizden sonra konuşacaklar, kendileri söylesin- dokuz aylık olarak geriye doğru baktığımızda 2013'ten sonraki en düşük payını alıyor ücretliler; arkadaşlar, 2013'ten beri ücretlerde bir düşüş var. Yani bu büyümeye, nasıl "iyi bir büyüme" diyebilirsiniz ya? Toplumun çok önemli kısmı çalışan kesim, onların ücretlerinin millî gelirden payı düşüyor. Tarım sektörüne bakıyorsunuz, yüzde 5,9 küçülmüş. Dolayısıyla bu büyümenin dengeleyici, kapsayıcı olduğunu söylemek mümkün değildir.
Değerli arkadaşlar, bilerek mi yapıyorlar, bilmeyerek mi yapıyorlar bilmiyorum "İki aydır Türkiye cari fazla veriyor." diye sanki bundan sonra ilanihaye cari fazla verecekmiş gibi bir şey söylüyorlar. Bakın, size bunu örnekleriyle söyleyeceğim. Biz bu cari fazla verme hikâyesini önceden de gördük değerli arkadaşlar, 1994 yılında Türkiye üst üste kesintisiz yedi ay cari fazla vermiş. 1994 ne? Kriz yılı. 1998 Ağustos-1999 Nisanında Türkiye üst üste sekiz ay cari fazla vermiş, 2001 Mart-Aralık döneminde dokuz ay üst üste cari fazla vermiş, 2002 Haziran-Ekim döneminde beş ay üst üste cari fazla vermiş, 2019 Temmuz-Ekim döneminde dört ay üst üste cari fazla vermiş. Daha siz -yani bunların bir kısmı da sizin döneminizde de- 2 defa cari fazla verdiniz bakalım. Dolayısıyla, siz ekonominizde yapısal bir dönüşüm yapamazsanız bu cari fazlalar kriz karakteristiğidir. Krizde verdiğiniz cari fazlayı bugün önümüze "emsal" diye koyuyorsunuz ve işte biz o yüzden diyoruz ki: Türkiye ekonomisi krizdedir, krizde olduğu için bu cari fazlayı veriyorsunuz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar) Yarın Türkiye ekonomisinin normalleşmesi durumunda bu cari fazlaların hepsi gidecek çünkü Türkiye'nin üretim kapasitesi, ihracatı artacak. Hiçbir tedbir almadınız; 600 milyar doları -ısrarla söylüyorum- taşa, toprağa, betona gömerseniz bu cari fazla kaçınılmaz olacaktır.
Dolayısıyla önümüzdeki günlerde dövize talep daha da fazla artacak. Değerli arkadaşlar, eğer kredi genişlemesi yapılırsa bunların önemli bir kısmında -bunu göreceğiz, 2020'nin Mart, Nisan aylarında da gördük- dövize talep artacak. Millî gelir istatistiklerine bakın, 4 çeyrektir stoklar eritiliyor; insanlar yenisini alamıyor, yenisi pahalı; dolayısıyla firmalar stoklarını eriterek üretim yapıyorlar, bu stokların yenilenmesi için de döviz talebi artacak. Şirketler açık pozisyonları kapatmak için döviz taleplerini artıracak, yurt içi yerleşiklerin döviz talepleri de ellerine para geçtikçe artacak. Dolayısıyla dolarizasyonun çok daha fazla artacağını öngörmeniz gerekiyor.
TL savunmasız ve korumasız bırakılmıştır, TL'yi savunacak hiçbir şey yoktur. Millî parayı koruyan 2 tane enstrümandır; biri faizdir, öbürü rezervdir. Rezervlerimiz hâlâ eksik, 40 milyar dolarlarda; faizi de faiz silahını da zaten ayağınıza sıkmak için kullanıyorsunuz; dolayısıyla Türk lirası savunmasızdır. Bundan sonra da Türk lirasının daha fazla değer kaybetmesinin önüne geçecek hiçbir politikanız, maalesef, yok.
Enflasyon... Enflasyon beklentileri bozuldu, ipin ucu kaçtı, enflasyonda yapışkanlık iyice arttı. Bu geçici kur artışları nedeniyle, ihracattaki geçici artışlar nedeniyle dış talepten kaynaklanacak fiyat artışları da ayrıca hissedeceğimiz artışlar olacaktır.
Ülkemizde kur, enflasyon geçişkenliği her zaman fazlaydı. Ancak şu anda, son yapılan akademik çalışmalar bunun yüzde 20'den yüzde 50'lere kadar çıktığını ve kur artışı enflasyona bir yıllık periyotta yansırken şimdi bir iki ay içerisinde yansıdığını gösteriyor değerli arkadaşlar. Demeye çalıştığım şey şu: Eğer siz, kura yüzde 10 değer kaybettirirseniz, bu, 5 puan yani yüzde 50'si kadar enflasyon yapıyor. Yani yılbaşından beri yüzde 85'tir kurdaki değer kaybı, dolayısıyla bunun yarısı kadar enflasyonu biz kısa süre içerisinde hissedeceğiz. Tabii, TÜİK... Biliyorsunuz, enflasyonla mücadele TÜİK'e bırakıldı; TÜİK'in de artık ne söyleyeceğini bilmiyoruz ama bunu vatandaş olarak yaşayacağız, daha doğrusu, bunu zaten Üretici Fiyat Endeksi'nde de göreceğiz. TÜİK de kaçınılmaz olarak bu rakamları eninde sonunda açıklamak durumunda kalacak.
Türkiye'nin -diğer bir şeyi- faiz yükü hızlı bir şekilde artıyor, ekonominin genelinde artıyor, bütçenin de faiz yükü artıyor. Türkiye çok hızlı bir şekilde "bütçe açığı-borçlanma-faiz" kısır döngüsüne giriyor değerli arkadaşlar. Vakit olmadığı için detaylarını açamayacağım ancak bu kadarını söyleyeyim, detayları -icap ederse- daha sonra Maliye Bakanlığında belki konuşuruz.
Diğer bir risk de şu: Ekonomi, faiz ile kur arasına sıkıştırıldı kaldı, bunun da sıkıntılarını önümüzdeki günlerde daha fazla yaşayacağız. Bu kürsüden dahi söylemekten çekiniyorum, söylemek de istemiyorum ancak şunu da söylemek durumundayız ki Türkiye'de ödemeler dengesi krizi kapıdadır. Eğer bu politikalardan vazgeçilmezse, bu cehaletten, bu kur inadından vazgeçilmezse bu ülkeyi çok hızlı bir şekilde ödemeler dengesi krizine sokarsınız değerli arkadaşlar. Akıl sahibi, vicdan sahibi birileri... Bizi dinlemiyor belli ki Sayın Erdoğan, dinlemiyor ama belki sizi dinler; istirham ediyorum, kendisini uyarın, eğer bu ülkeyi seviyorsanız uyarın kendisini; çok ciddi bir ödemeler dengesi krizi geliyor.
Bununla birlikte, finansal sektörde de ciddi risklerle karşı karşıyayız. Bakın, bunu da bir kenara yazın, kamu bankalarının sermaye ihtiyacı her gün artıyor, eğer yarın bir gün özel sektör bankalarının da kredi vermeye zorlanması durumunda oradan gelecek ilave risklerle de Türkiye karşı karşıya kalacaktır.
Hele şöyle, sermaye kontrolü... Yine, 22 Kasımdaki konuşmasındaki "Türkiye'de çok DTH var yani döviz tevdiat hesabı var, yastık altında çok para var." sözü, ciddi bir tedirginlik yarattı. Bu insanlar şunu düşünüyor... Bizi o gün herkes aradı, söyledi "Yok, olmaz öyle bir şey." dedik; bakın iktidardan çok daha fazla sorumlu davranıyoruz "Olmaz öyle bir şey." dedik. Yani "Acaba bir sermaye kontrolü mü gelir Türkiye'de?" diye herkes bunu konuşmaya başlıyor, işin en sonunda geldiği nokta bura olacaktır korkusu var. Bakın, bankalara bir akım başlarsa hiçbir şeyi toparlayamayız. Bankaların bugün likit parası 28 milyar dolar arkadaşlar ama bankalarda 260 milyar dolar döviz tevdiat hesabı var. Güveni artıramazsınız, güvensizliği kamçılayacak söz ve fiillerde bulunursanız bunu hiç kimse toparlayamaz, Allah korusun!
İşletmelerin sermayesi hızlı bir şekilde eriyor; kuyruklar, yokluklar, mal sıkıntısı başlıyor; yoksullaşma, gelir dağılımı... Tarım sektörü ayrı bir problem. Bu gübrenin saçılamaması tarım sektörünün problemlerini biraz daha önümüzdeki dönemde büyütecek.
Şimdi "öneriler" diyeceğim de Allah aşkına 19 tane -Müsavat Bey söyledi- önerge verdik -şimdi teferruatını anlatma imkânımız yok- bunların hepsi toplumun bir sorununu çözmeye yönelik önergelerdi. Ya, bir tanesinde dahi "Bunu bir tartışalım, bunu bir Hükûmete götürelim, Sayın Cumhurbaşkanına götürelim." şeklinde bir tavrı olmadı.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Sayın Usta, bir dakika...
Buyurun.
ERHAN USTA (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkanım.
Bir dakika mı ilave veriyorsunuz?
BAŞKAN - Bir dakika.
ERHAN USTA (Devamla) - Peki.
Dolayısıyla, biz destek olmak istiyoruz, bu ülke bizim. Evet, millet değiştirinceye kadar iktidar sizsiniz, ona bir şey dediğimiz yok. Destek vermeye çalışıyoruz, desteklere kulak asılmıyor değerli arkadaşlar. Böyle bir şey olabilir mi? Yani siz yapmıyorsanız hiç olmazsa biz düşünüyoruz, çalışıyoruz; her biri çalışılmış önergelerdi, 19 tane önergenin tamamına "ret" verildi. Sayın Genel Başkanımız Meral Akşener her hafta grup toplantısında spesifik bir konuyla ilgili önerilerde bulunuyor, "Alın bunları siz kullanın, tamam sizin olsun." diyor fakat hiç kullanan eden yok.
Partili Cumhurbaşkanlığı sisteminin bize iyi gelmediğini ve bu sistemden bir an evvel vazgeçilmesi gerektiğini mutlak suretle bilmemiz gerekiyor.
Bir defa, öncelikle ekonomiye istikrar kazandırmamız lazım, güven işin olmazsa olmazıdır. Bağımsız kurumları gerçekten bağımsız olarak çalıştırmanız gerekiyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
ERHAN USTA (Devamla) - Başkanım, son cümle...
BAŞKAN - Buyurun.
ERHAN USTA (Devamla) - Verimlilik çok önemlidir; toplam faktör verimlilik kaynaklı büyüme artık, Türkiye'de neredeyse sıfıra inmiştir, efendim, buranın üzerine eğilinmelidir. Yoksulluk çok acil bir konudur, kapsamlı bir yoksullukla mücadele programı uygulanmalıdır Türkiye'de çünkü insanların artık tahammül gücü kalmamıştır. Maliye politikası mutlak suretle şeffaflaştırılmalıdır. Şirketler kesimi ile bankacılık arasındaki etkileşime dikkat eden stres testi de yapılmalıdır. İhracatımızın dağıtım kanallarını da açmalıyız.
Küresel riskler vardır, salgında ortaya çıkan varyantlar ilave riskler doğurmaktadır. Amerika'da faiz artışı gündemdedir. Yüksek enflasyonla bu sürece girmemiz de Türkiye açısından diğer bir risk unsurudur.
Bütün bunlardan sonra biz diyoruz ki: Biz hazırız, ey Türk milleti, biz hazırız, Türkiye'nin sorunlarını biz çözeriz! İnanmış, bilgili, bilimi esas alan temiz kadrolar Türkiye'nin sorunlarını çözer diyorum.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (İYİ Parti ve CHP sıralarından alkışlar)