GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin İlk Görüşmesi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:28
Tarih:06.12.2021

SALİHE AYDENİZ (Diyarbakır) - Halkımızı ve cezaevlerinde siyasi rehin olarak tutulan yoldaşlarımızı selamlayarak başlıyorum.

Türkiye açısından son derece önemli bir zaman aralığından geçerken burada bütçe üzerine konuşmak için toplandık ama elbet biliyoruz ki bu bütçe, halkların, halkın bütçesi değil; sarayın, savaşın, hukuksuzluğun bütçesiyle karşı karşıyayız. Bunun şüphesiz birçok sebebi var, ben özellikle, inkâr edilen yapısal, siyasal ve toplumsal bazı meseleler üzerinden konuşacağım. Öncelikle, açık ve net ifade etmek istiyorum ki Türkiye, pek çok şeyde olduğu gibi, ekonomisini de savaş bütçesine kurban eden bir ülkedir.

MÜCAHİT DURMUŞOĞLU (Osmaniye) - Ne savaşı? Türkiye terörle mücadele ediyor, savaş yok.

SALİHE AYDENİZ (Devamla) - Çünkü içinden geçtiğimiz bu çağ vekâlet ve hibrit savaşları çağıdır. Türkiye, tüm yatırımlarını hibrit savaşlarına harcayan ülkelerin başında gelmektedir. Savunma sanayisi ve bu alanda faaliyet gösteren 5 büyük şirketin bilançosu ve Savunma Sanayii Destekleme Fonu için ayrılan kaynaklara baktığımızda, 350 milyar TL'yi aşıyor; bu, genel bütçenin yüzde 20'sini oluşturmaktadır. Yani vatandaş olarak, her 5 TL'den 1 TL'si silahlanma ve güvenlik harcamalarına gitmektedir.

2022 bütçesi dağılımına baktığımızda, tarım üretimi, deprem düzenlemeleri, kentsel politikalar, aile, kadın, gençlik, sosyal politikalar, hukuk, sanayi teknolojisi gibi 7 bakanlığa ayrılan miktar 218,57 milyar TL'dir; güvenliğe, askerî alana ayrılan bütçenin 10 milyonlarca altındadır. Bu giderlerin nereye, hangi yollarla harcandığını toplum bilmiyor çünkü ilgili kurumlar hiçbir zaman şeffaf olmadılar. Ancak kamuoyu bu harcamaların nereye gittiğini elbette çok iyi biliyor; savaşa, silaha harcanan her 1 kuruşun sağlığımızdan, eğitimimizden, değerlerimizden ve geleceğimizden gittiğini çok iyi biliyor; bu iktidarın, çocuklarımızın elinde kalem değil, silah olmasını, sanayi yerine orduların, teknoloji yerine savaş sanayisinin, demokrasi yerine faşizmin gelişmesini istediğini çok iyi biliyor. Sadece halk mı biliyor? Tabii ki hayır, bütün dünya bunu biliyor.

Bakın, Kara Paranın Aklanmasının Önlenmesine İlişkin Mali Eylem Görev Gücü Örgütü Türkiye'yi, kara paranın aklanmasının ve terörizmin finansmanının engellenmesinin başarılı olmadığı ve daha sıkı takip edilmesi gerektiği gerekçesiyle gri listeye aldı. Bunun ne demek olduğu herkesin malumudur. Fakat durum sadece bundan ibaret değildir. Türkiye ayrıca Global'in Küresel Organize Suç İndeksi Raporu'nda Avrupa'da 1'inci, dünyada 12'nci sırada yerini almaktadır.

Her ulusal ve uluslararası raporda Türkiye'nin durumu içler acısı. Doların yükselme politikasında olduğu gibi, tüm bunlar bile isteye oluyor. Artık, hukuksuzluğu, gasbı, siyasetsizliği, liyakatsizliği, erdemsizliği biricik varlık sebebi yapan bir rejim aklıyla karşı karşıyayız.

Değerli arkadaşlar, hakikatleri eğip bükebilirsiniz ama koparamazsınız. Bu ülkede hangi sorunu konuşursak, üzerindeki tozu alırsak varacağımız yer Kürt sorunu oluyor. Kürt sorunu kayıtlara geçsin diye şunu ifade etmek istiyorum: Kısa süre önce Demokratik Gelişim Enstitüsü Kürt sorunu ve savaş realitesine dair bir rapor yayınladı. Raporda açık bir şekilde mevcut devlet aklının reddi var. Türkiye'nin, Kürt sorununun çözümünde güvenlikçi politikaları tercih etmesi nedeniyle son kırk yılda 3 trilyon dolar kaybettiği söyleniyor. İşte, bu iktidarın ve ortağının savaş uğruna her şeyi feda ettiği, gençlerin, kadınların, emekçilerin, işçilerin alın terini yediği ve tüm kaynaklarını peşkeş çektiği ve milyar dolarlar borca batmayı göze aldığı şey savaşın ta kendisidir. Peki, çözüm değil de çözümsüzlüğü için bu kadar çaba sarf edilen ve adına "Kürt sorunu" denilen şey nedir? Özcesi, Kürtlerin ana vatanlarının parçalanması ve inkârıdır, toplumsal gerçekliklerin derinden bölünerek kendilik olmasından çıkarılmasıdır, siyasi iradelerinin reddedilmesidir, inkâr, imhacı yöntemler karşısında boyun eğmeye zorlanmalarıdır, ekonomik ihtiyaçlarını gidermenin öz kimliklerinden vazgeçme aracına dönüştürülmesidir, kendi öz kimliklerine dayalı kültürel ve ideolojik bir varlık hâline gelmelerine fırsat ve yasal statü tanınmamasıdır, çağdaş eğitim araçları ve uygulamalarından mahrum bırakılmalarıdır. Tüm bu alanlar bütünleşerek uygulanınca öz varlık ve kimliklerinin yok sayılması, özgür yaşama sorununa dönüştürülmesidir. Diğer bir deyişle, Kürt sorunu ulusal bir sorun değil, ulus olmaktan çıkarılma sorunudur. İşte, yüzleşmekten korkulan şey tam da budur. (HDP sıralarından alkışlar) Kürt sorununun ne olduğunu, çok uzağa gitmeden 1 Ekimde bu Meclisin açılışında da görmek mümkündür. Meclis, Kürt sorununu inkâr ederek açıldı. Bu sorunun tüm boyutlarıyla çözüldüğü söylendi. Öyle iddia ettiğiniz gibi, Kürt sorunu ve çözümü 2 tane Kürtçe şarkı dinlemekle olmaz. Shakespeare, zamanında Roma yöneticilerine durum için "Ey çağ, utan!" demişti. Biz de iktidara "Utanın, utanın." diyoruz. Demokrasinin d'sini bırakmayanlar "Kürt sorunu kalmadı." diyorlar. Kürt sorununu inkâr eden iktidarlar kaybetmeye mahkûmdur. Bunu ben değil, tarih söylüyor. 1970'lerde Milliyetçi Cephe hükûmetleri, 1980'deki hükûmetler, 1990'daki Çiller Hükûmeti nasıl kaybettiyse bugünkü mevcut iktidar ve ortağı da kaybedecektir.

Değerli Meclis üyeleri, Türkiye tarihi ulus devlet olarak inşa edildiğinden bugüne t'lerin tarihi olmaya devam ediyor; tedip, edeplendirme; tenkil, cezalandırma; taktil, katletme; tehcir, göçürtme; temsil, asimile etme; temdin, medenileştirme ve tasfiye, etkisizleştirmeyle var olmaya çalıştı iktidarlar. Bu politikalara şimdi de T tipi cezaevleri ve tecrit eklenmiş durumdadır. Türkiye'de güncel kronik meselelerin esas nedeni, İmralı'da derinleştirilmiş tecrit rejimi ve özel hukuk durumu uygulamalarıdır. İmralı'da Sayın Öcalan ve yanındaki 3 siyasi tutsağa uygulanan mutlak tecridin dünyada benzeri ve İmralı yasalarının bir örneği yoktur. "Neden tecrit var?" diye sorduğumuzda "Çatışmalı süreç ve terörizm." yanıtı veriliyor. Oysa, bu tecridin, bu şekliyle uygulanmasının sebebi, İmralı'nın Kürt sorununun demokratik çözümündeki kararlı ısrarıdır; devletin bireysel haklar temelinde Kürt sorunundan kurtulma politikasını reddetmesinden kaynaklıdır. Hangi İmralı görüşmelerinde savaş çağrısı yapılmıştır? Gerek çözüm sürecinde gerek öncesi ve sonrasında avukatları, ailesi, milletvekilleri ve devlet görevlileri adaya gittiler, geldiler. Barışı kurmak için çabalamadığı tek bir görüşmesi var mıdır? Bu görüşmelerin her bir satırını Erdoğan da devlet görevlileri de okudular. Hangisinde savaşa, çatışmaya, kavgaya, çözümsüzlüğe çağrı vardır? Avukatlarıyla yaptığı son görüşmede "İmkân verilirse bir haftada çözerim." diyen, en küçük bir görüşmeyi bile barış zemini oluşsun diye çabalayan kimdir? Son sekiz aydır aile ve avukat görüşü neden yapılmıyor, niçin izin verilmiyor?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SALİHE AYDENİZ (Devamla) - Bitiriyorum Başkan.

BAŞKAN - Sayın Aydeniz...

SALİHE AYDENİZ (Devamla) - İmralı tecridi, bu kadar kaygı ve endişe belirtilirken bu sürece yetkililerin sessiz kalmaları kabul edilecek bir durum değildir.

Zaman tükeniyor; krizler içinde debelenen ülkenin çatışmaya değil, barışa, sağduyuya ihtiyacı var ve bu sağduyu Öcalan'dır. Tecridin ahlaki, vicdani, hukuki ve insani hiçbir tarafı yoktur. Tecritte ısrar Öcalan'ın varlığını tehlikeye atmakta ısrardır, Kürt sorununu çözümsüz bırakmakta ısrardır, savaş siyasetinde ısrardır, diyalog kurmamakta ısrardır; ekonomiyi, aşımızı, işimizi mermilere feda etmekte ısrardır, halkların geleceğini çalmakta ısrardır. Tüm bu ısrarlar sonucunda, bugün derin devletin, paramiliter güçlerin ve darbe mekaniğinin yönetim şekli hâline gelmesi tesadüf değildir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SALİHE AYDENİZ (Devamla) - Bitiriyorum Başkan.

ÜMİT YILMAZ (Düzce) - On dakikadır PKK propagandası dinliyoruz.

BAŞKAN - Buyurun.

SALİHE AYDENİZ (Devamla) - Ülkenin kurtuluşu, 2013 Nevruz manifestosuna ve Dolmabahçe mutabakatına dönmekten geçiyor, demokratik siyasette ısrar eden Sayın Abdullah Öcalan'a kulak vermekten geçiyor. (AK PARTİ sıralarından "Yuh!" sesleri, gürültüler)

Halklar arası nefret çarkından medet ummaktan, toplumsal kutuplaşmadan, hamasetten, ırkçılıktan, talan siyasetinden vazgeçin. Tekrar tekrar söylemekten asla vazgeçmeyeceğiz: İmralı kapılarını bir an önce açın.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar; AK PARTİ sıralarından gürültüler)