| Konu: | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 2'nci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 30 |
| Tarih: | 08.12.2021 |
MHP GRUBU ADINA İZZET ULVİ YÖNTER (İstanbul) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi kapsamında Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Türkiye Bilimsel ve Teknolojik Araştırma Kurumu, Türkiye Bilimler Akademisi, KOSGEB İdaresi Başkanlığı, Türk Standardları Enstitüsü, Türk Patent ve Marka Kurumu ile Türkiye Uzay Ajansı'nın bütçeleri hakkında Milliyetçi Hareket Partisini temsilen söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle sizleri, ekranları başında bizleri takip eden aziz vatandaşlarımızı hürmetle muhabbetle selamlıyorum.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sanayileşmenin gerçekleştiği 19'uncu yüzyıl boyunca "sanayileşmiş ülkeler" olarak tanımlanan, nitelenen ülkeler genel anlamda "büyük ülkeler" diye tarif ediliyor ve değerlendirme yapılıyordu. Sanayileşmiş-sanayileşmemiş ülke ayrımı bilhassa 1870'li yıllardan itibaren belirmeye, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra da belirginlik kazanmaya başlamıştı.
Genel hatlarıyla ifade edersek, 1950-1980 arası sanayileşmenin, sanayinin, kalkınmanın, planlamanın, gelişmenin en çok konuşulduğu dönemler olmuştu. Hem siyasetçiler hem iktisatçılar bu alanlarda bir şeyler söylemeye, bir şeyler anlatmaya ve daha doğrusu projelerini toplumla paylaşmaya çalışmışlardı. O tarihlerde sanayileşmekten bahsetmek demek aynı zamanda devletten bahsetmek demekti, bağımsızlıktan bahsetmek demekti, zenginleşmekten bahsetmek demekti. Sanayileşmek, bir toplumun, bir milletin, bir devletin geleceğiyle yakından ilgili bir kavramdı. Aynı zamanda sanayileşmek, sanayileşmenin simgesi olarak da bacası tüten fabrikalar gösteriliyordu fakat bu dönem şu anda geride kaldı.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; hayata, siyasete ve gelişmeye dönük tüm tahayyüllerimiz, tasvirlerimiz, değerlendirmelerimiz, bilhassa 1950-1980 ve takip eden yıllarda sanayileşmenin etrafında dönüp durmuştu. Ne var ki 1980'ler boyunca yükselen değişim dalgalarının, insanlığın huzur adacıklarını dövmeye başlamasıyla birlikte, bildik kalıplar da kırılmaya ve değişmeye başladı. Artık toplumun yerine birey geçti, bağımsızlığın yerine bağımlılık geçti, millî ekonominin yerine küresel ekonomik ilişkiler temel alınmaya başladı. Aslında, 1970'lerle birlikte kapitalizmin gelişiminde yeni bir evreye girildiği genel kabul gören bir yargıdır. "Postkapitalizm" diye anılan bu yeni dönem, araştırmacılar tarafından farklı nitelikleri göz önüne alınarak postfordist, postendüstriyel, postmodern dönem olarak da tanımlanmıştı. Sanayileşme, özü itibarıyla -geçtiğimiz günlerde bir konuşmamızda da geçti, hatırlarsanız, Sayın İstanbul Milletvekilimiz, Meclis Başkan Vekilimizle- sorun çözme kültürünün tezahürü ve tecellisi demek. Batı, sorun çözme kültürünü yaklaşık dört asırdır kurumsallaştırmış durumda. Buradan Batı'ya öykündüğümüz ya da Batı'yı baz aldığımız, referans aldığımız sonucu çıkarılmamalı.
1618-1648 arası yaşanan Otuz Yıl Savaşları hitamında Vestfalya Barışı'yla beraber Batı, sanayileşmenin ilk etabı olan bu sorun çözme kültürünü başardı. Sorun çözme kültürünün toplum alanına, devlet alanına derinlemesine oturmasıyla beraber, kronik anlaşmazlıklar bir üst aşamada mutabakatla çözülmüş oldu. Bu, sorunların temelinde yatan görüş ayrılıklarının taraflarınca vazgeçildiği ya da bir kenara bırakıldığı anlamına da gelmemektedir.
Buradan şuraya ulaşmaya çalışıyorum: Şu anda var olan, ülkemizi yakından ilgilendiren her sorunun temelinde, aslında çözümsüzlük içerisinde kıvranan, çözümsüzlük içerisinde bunalan, hatta yorulan ya bir siyaset kültürünün ya bir ekonomi kültürünün ya da geçmişten aldığımız o klasik alışkanlıklar kültürünün etkisi olsa gerek.
Değerli Başkan, değerli milletvekilleri; buharlı geminin mucidi Robert Fulton, gemiyi yaparken, buharı planlarken arkadaşları tarafından bir imkânsızı ya da mümkün olmayan bir şeyi hedeflemekle, aslında itham edilmişti. Daha sonra kendisi şunu ifade etti: "Bana dıştan gelen bir güç değil, o şeyin içinden gelen bir güç lazım ve o güçle beraber harekete geçecek bir dinamizm." Bu, sanayileşmek demek. Sanayileşmenin getirmiş olduğu pek çok imkân var. Sanayileşmenin getirmiş olduğu bu imkânların yanı sıra aynı zamanda toplumların demokrasi kültürü, hukuk kültürü, sorun çözme kültürü de genişliyor.
Özellikle bu sorun çözme kültürü bahsi açılmışken iki hususu huzurlarınızda paylaşmak istiyorum. Milliyetçi Hareket Partisi olarak "Adım adım 2023, il il Anadolu" temasıyla yapmış olduğumuz çalışmalar kapsamında, İstanbul'da ve Türkiye'mizin dört bir tarafında partimiz çok yoğun saha ve alan çalışması yapıyor, insanlarımızla bire bir temas içinde. 2023'e hazırlanıyoruz, inşallah, lider ülke Türkiye'nin ulaşılacağına ve ortaya çıkacağına inanıyoruz.
Öncelikle, İstanbul'da Kapalıçarşı ziyaretimiz esnasında, Kapalıçarşı esnafımızın pek çok sorunla boğuştuğunu yakından müşahede ettik. Kapalıçarşı'da 4 bine yakın esnafımız var, 25 bine yakın insanımız çalışıyor. Dikkat buyurunuz, salgından önce, bir yıl içerisinde Kapalıçarşı'ya giren insan sayısı yaklaşık 90 milyon ve Kapalıçarşı'nın, şu anda, Fatih'te Ordu Caddesi ve Ordu Caddesi'ne açılan sokakları, maalesef, trafiğe kapalı; bundan dolayı Kapalıçarşı esnafının iş hacmi, ticaret hacmi yaklaşık üçte 2 oranında düşmüş vaziyette. Kapalıçarşı beş yüz altmış yıllık bir maziye sahip. Kapalıçarşı demek, bir zamanlar Osmanlı İmparatorluğu'nun ekonomisi demekti, Osmanlı İmparatorluğu'nun ticareti demekti. Kapalıçarşı, Mısır Çarşısı'yla beraber Osmanlı'nın belkemiğiydi. Şimdi, biz, sanayileşmekten, sanayiden, sorun çözme kültüründen bahsediyoruz da Kapalıçarşı esnafımızın ağırlaşan, biriken bu sorunlarını çözmeyecek miyiz? Sorumlular harekete geçmeyecek mi? Mesela, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Ekrem İmamoğlu görevinin gereğini yapmayacak mı? İstanbul'un dışında biraz daha az zaman geçirir, göreviyle ilgilenir, makamının ağırlığını taşır, Kapalıçarşı esnafımızın sorunlarını çözer.
İkinci olarak sayın milletvekilleri, geçtiğimiz hafta İstanbul il teşkilatımız, milletvekillerimiz, merkez yönetim kurulu üyelerimiz, merkez disiplin kurulu üyelerimizle birlikte Tahtakale'ye gittik; Tahtakale'de esnaflarımızla buluştuk, görüştük. Cumhuriyet Halk Partisi ve diğer partilerin iddia ettiği gibi bir tablo hayatın içinde yok, bir defa bunu görüyoruz. İftira siyasetiyle, yalan siyasetiyle, aldatma siyasetiyle bir yere gitmek mümkün değil. Tahtakale esnafımızın sorunu yok mu? Var. Çözülmesi gerekmiyor mu? Elzem ve acil. Peki, Tahtakale'de başka ne var? Belki her birimiz Tahtakale'ye gidip geliyoruz ama Fındıkçılar Sokağı'nda emeğiyle geçinen 185 insanımızı görmüyoruz. Emeğiyle geçinen 185 hamal kardeşimiz var ve bizden bir ses bekliyorlar, onlara söz verdik, dedik ki: Sizin görüşlerinizi, düşüncelerinizi, taleplerinizi, beklentilerinizi mutlak surette Türkiye Büyük Millet Meclisinde dile getireceğiz.
1976 yılında Eminönü Fındıkçılar Sokak'ta hamal kardeşlerimize bir yer gösterilmiş. Şu anda sayıları 185, 200; çoğunluğu Malatya Pütürgeli ve Adıyamanlı. O kardeşlerimiz şu anda bizi dinliyor. Maalesef 2018'den itibaren hamallarımızın elinden, bulundukları, iş çıkarsa gitmek suretiyle hazırlandıkları yerleri alınmış. Yağmur yağsa üzerlerine yağıyor, soğuk çıksa direkt muhataplar, sıcakta, güneşte sığınacak bir barınakları, bir yerleri yok yani 185 hamalımız ortada, uzanacak bir el bekliyor, bir irade gözlüyor. Elimizi vicdanımıza koyalım, hak mıdır bu, reva mıdır bu? 185 hamalımıza Fındıkçılar Sokak'ta bir yer veremeyecek kadar âciz miyiz biz? Tahtakale esnafı Türkiye'yi âdeta omuzlarında taşıyor, Tahtakale'yi de o hamallar omuzlarında taşıyor ama biz onlara bir el uzatamıyoruz ya da "Buyurun, şurada kalın, burada barının." diyemiyoruz. Buradan, Tahtakale'de çalışan, emek veren, ter akıtan bütün esnaflarımıza ve hamallarımıza hürmet ve muhabbetlerimizi gönderiyorum ve sizlerin takdirlerinize başta Kapalıçarşı esnafımızın durumu olmak üzere, Tahtakale esnafımızın ve hamallarımızın durumunu arz ediyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; elbette sanayileşmenin sorun çözme kültürüne canlılık kattığını konuşmamın başından itibaren ifade ediyorum, vurguluyorum. Sanayileşmiş toplumlarda kronik sorunların varlığından bahsetmek çok mümkün olmaz, sanayileşmiş toplumlarda istismar ve sömürü mümkün olduğunca azdır. Sanayileşmiş toplumlar; sorun çözen, sorun çözme yetisine, kabiliyetine ulaşmış toplumlardır. Hamdolsun, bu yolda sağlam, sağlıklı, emin adımlarla ilerlediğimizi ifade etmek bizim boynumuzun borcu.
Şimdi, dört sanayi aşamasından, devriminden geçildi: Birinci Sanayi Devrimi, İkinci Sanayi Devrimi, Üçüncü Sanayi Devrimi ve şu anda içinde bulunmuş olduğumuz Dördüncü Sanayi Devrimi yani "nesnelerin interneti" "şeylerin interneti" "dijitalleşme devrimi" diye tabir ettiğimiz süreç. Endüstri 4.0, kendisine has bir toplum yapısı, bir siyaset yapısı, bir kültür yapısını da yavaş yavaş ortaya çıkarıyor. Ancak geçtiğimiz yılın mart ayından itibaren, beşeriyet, hiç beklenmedik, hiç umulmadık, hiç de tahmin edilmedik, devasa bir sorunla karşı karşıya kaldı. Bu sorun Covid-19 musibetiydi. Nihayetinde, salgınla beraber bütün ezberler bozuldu, bütün tabular devrildi. Değerli arkadaşlarım, insanlık, geçtiğimiz yılın mart ayına kadar elbette pek çok salgınla, pek çok hastalıkla, pek çok felaketle muhatap oldu, bunlara maruz kaldı ancak bu yani Covid-19 süreci diğerlerine nazaran çok daha farklıydı.
Sanayileşme dedik, neoliberal komplo dedik, benmerkezci dünya dedik, hegemonya mücadeleleri dedik, asimetrik çatışmalar dedik, bölüşüm, paylaşım kavgaları derken şu anda Covid bütün insanlığın âdeta tepesine çökmüş vaziyette. Bir nefes için, bir hayat için insanlık seferber oldu. Yine, dünyanın, ülkelerin, beşeriyetin karşısında 2 seçenek vardı Covid'le beraber. Ya insana yatırım yapılacaktı, insan sağlığı her şeyin önüne çıkarılacaktı ya da daha soyut kavramlarla, işte, ekonominin makroekonomik dengeleriyle vesaireyle uğraşılacaktı. Hatırlarsanız, Birleşik Krallık'ta sürü psikolojisinden bahsedilmişti ve hastalığın herhangi bir şekilde müdahale edilmeden kendiliğinden tedavi edileceği iddia edilmişti. Türkiye, dünyada -bakınız, altını kalın bir şekilde çizmek istiyorum, elinizi vicdanınıza da götürmenizi istirham ediyorum- insana yatırım yaparak ön plana çıktı, insan sağlığını her şeyin önüne aldı. Hamdolsun, Sağlık Bakanlığımız, sağlık altyapımız bu konuda göz kamaştırdı. Dünyaya biz her anlamda... Bunu bir Cumhur İttifakı'nın ortağı olarak söylemiyorum; Allah'tan korkan, kuldan utanan bir insan olarak söylüyorum. Vicdanını kaybetmemiş herkes bunu teyit edecektir, takdir edecektir. Kaldı ki vicdan doğru ile yanlış arasındaki farkı bize gösterir. Vicdansız için her şey felaket, her şey kötü, her şey bitmiş, her şey batmıştır. Ve Türkiye insana yatırım yaptı. Çok şükür, Covid-19'la mücadelede çok ama çok önemli mesafeler alındı. Covid bitti mi? Hayır. Şu an için bitecek gibi görünüyor mu? Zor. İşte, 36 defa mutasyona uğramış bir virüsten bahsediyoruz; 5,5 milyona yakın insanın ölümüne neden olmuş bir virüsten bahsediyoruz. Ne dünya, eski dünya ne ekonomi, eski ekonomi. Dolayısıyla bu yeni şartlar altında farklı düşünmek, denenmemiş yollardan geçmek durumundayız. Türkiye bunu yapıyor fakat bunu yaparken beşerî sermayesini, entelektüel sermayesini güçlü tutmak zorunda; bunların başında birliği, dirliği, beraberliği geliyor. Eğer biz birliğimizi, dirliğimizi, beraberliğimizi bozarsak değil Covid, en ufak sallantıda devrilmemiz an meselesidir ve kaçınılmazdır. Bu nedenle, Cumhur İttifakı Türkiye'nin birlik meşalesidir, direncidir, geleceğidir, umududur inşallah. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Türkiye ve dünya olağanüstü bir dönemden geçiyor, olağanüstü bir dönemin kapıları aralandı -dikkat buyurunuz, açılmıştır demiyorum, aralanmıştır diyorum- bu yeni dünyaya yani salgın sonrasına hazırlık yapmamız, bu dönemi kavramamız ve analiz etmemiz hakikaten millî bir görev. Bize göre, şu anda yeni ekonomi programıyla da yapılmak istenen bu; bizim kavramsallaştırmamız, bizim değerlendirmemiz budur.
2020 yılında dünya ekonomisi yüzde 3,1 küçüldü. Şimdi, bu mukayeseyi -yine, zamanımız azalıyor- defalarca herkes yaptı ama dünya bu kadar küçülürken, enerji ve emtia fiyatları almış başını giderken -öyle değil mi- küresel borçluluk oranı katlanırken Türkiye'nin pek çok alanda yükselmesi, ilerlemesi kimi, niye rahatsız etsin ya? Vicdanı Türkiye için, kalbi Türkiye ve Türk milleti için atan, çarpan bir vatan evladını Türkiye'nin ekonomik performansı niye rahatsız etsin, niye gocundursun? Sorunlarımız yok mu? Var. Hayat pahalılığını inkâr edebilir miyiz? Hayır. E, bunu inkâr edersek gerçeklere yüzümüzü çevirmiş oluruz. Fakat bu sorunlarla kararlı bir mücadele azmi taşıyan hamdolsun bir irade vardır, o iradenin adı da "Cumhur İttifakı"dır, sistemin adı da "Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemi"dir. (MHP ve AK PARTİ sıralarından "Bravo" sesleri, alkışlar)
Türkiye'de enflasyon polemiğiyle istismara dayanan çevrelerin, üzülerek takip ediyoruz ki küresel enflasyondaki tırmanıştan haberleri yok. Tedarik zincirlerinde ciddi bir darboğaz var, bunu da görmüyorlar. Türkiye'nin şu anda böyle bir sorunu yok. İhracat... E, ben Türk vatandaşıyım, bundan mutluluk duyarım, memnuniyet duyarım. İhracat artarken niye yas tutayım, niye mateme gömüleyim, niye bunu çarpıtmak için elimden geleni yapayım? Hamdolsun, millete mensubiyetle iftihar ediyoruz, biz Milliyetçi Hareket Partisiyiz, biz Türk milliyetçisiyiz, biz Cumhur İttifakı'yız. İhracat 215 milyar dolara ulaşmışken bundan gurur duymalıyız. Türkiye'nin büyümesi, gelişmesi, daha fazla istihdam yapabilmesi, yatırım yapabilmesi geleceğimizin kurtarılması demek. Dikkat buyurunuz, euro bölgesi 2020'de yüzde 6,8 küçüldü.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayınız sözlerinizi.
İZZET ULVİ YÖNTER (Devamla) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli arkadaşlarım, Avrupa'da enerji ve emtia fiyatlarında yüzde 600'e ulaşan artış var. Akşamları yandaşlarını benzin kuyruklarında fotoğraflayan ve bunu istismar edenlere bu gerçeği hatırlatmak isterim. Ayrıca meselelere nereden ve nasıl baktığımız çok önemli. Biz Türkiye'nin geleceğinden umutluyuz; büyüyen, gelişen, güçlenen, zenginleşen bir Türkiye var, bu Türkiye'yle övünmek zorundayız. Sorunlarımızı birlikte çözeceğiz, meselelerimizin üstesinden birlikte geleceğiz, ayrık otlarını da inşallah ayıklayacağız. 2023'te kazanan da Türkiye olacak, ekonomi olacak, millet olacak. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
İZZET ULVİ YÖNTER (Devamla) - Bu duygu ve düşüncelerle -sözümü fazla da uzatmak istemiyorum- 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi'nin hayırlı olmasını ve kanun teklifine "evet" diyeceğimizi bu vesileyle paylaşmak isterim.
Saygılar sunarım. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)