GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 4'üncü Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:32
Tarih:10.12.2021

MHP GRUBU ADINA MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Bursa) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına 2020 mali yılı kesin hesap ve 2022 yılı Millî Savunma Bakanlığı bütçesi üzerine söz almış bulunuyorum.

Bu vesileyle başta cumhuriyetimizin banisi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları olmak üzere şehitlerimizi, ebediyete irtihal eden gazilerimizi rahmet, minnet ve şükranla anıyor, hâlen yurt içinde ve yurt dışında görevli kahraman asker ve polisimizi, güvenlik korucularımızı, hayatta olan tüm gazilerimizi, vazife malullerini ve Gazi Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; küresel boyutta yürütülen hâkimiyet kavgalarının tamamında hem bölgemiz hem de Türk coğrafyası merkezî konumda yani asıl ilgi odağıdır. Kuruluş maksadı küresel boyutta güvenlik ve dolayısıyla insanlığın huzurunu sağlamak olan uluslararası kuruluşların hemen tamamı bir ya da birkaç ülkenin güdümünde, onların kısa, orta veya uzun vadeli hesaplarına hizmet eder konumda bulunmaktadırlar. Örneğin, Birleşmiş Milletler, NATO ve AGİT varlıkları tartışılır kuruluşlar hâline gelmiştir. Özellikle ülkemizin içinde yer aldığı ittifakların ve birlikte sözde müttefik olduğumuz ülkelerin Türkiye'ye yönelik tavırları sorgulanması gerekir hâle gelmiştir. Söz konusu ülke ve ittifaklar görünüşte bizimle birlikte yol yürüyor gibi davranırken aslında göz göre göre düşmanlarımızla iş birliği yapmaktadırlar. Bile bile lades demenin zamanı geçmiştir. Güvenliğimizi, dolayısıyla millî savunmamızı ilgilendiren parametrelerde küresel ve bölgesel boyutta önemli değişiklikler olmaktadır. ABD'nin Türkiye'yi artık stratejik ortak görmediği, hatta güvenlik ve dış politikasında yer vermediği ve çok kutuplu dünyada kontrol edilmesi gereken bir ülke, hatta güç olarak gördüğü kanaati yaygın bir hâl almıştır. Bu durum, başta ABD olmak üzere Batı bloğundaki ülkelerin basınında ve fikir kulüplerinde sıkça seslendirilir hâle gelmiştir. Hatta, Çin ile birlikte Türkiye'nin anıldığı ve hedef hâline getirildiğinden bahsedilmektedir. ABD, İran ve Rusya'yla olan ilişkilerini normalleştirmeye çalışırken, çözülmez denilen pek çok problemi yumuşak geçişlerle çözme arayışındayken Türkiye'den "durdurulması gereken bir güç" olarak bahsedilmektedir. Artık, vatandaşlarımız dahi bu müttefikliği sorgular hâle gelmiştir. Daha yakın bir zamana kadar Avrupa basınının "büyük güçlerin en iyi müşterisi" olarak isimlendirdiği ülkelerden biri durumundaki Türkiye, savunma sanayisinde katettiği ilerleme sayesinde dışa bağımlılığını yüzde 60'ı aşan oranda azaltmış, ihtiyaçlarını yurt içinden sağlamaya, hatta ihraç etmeye başlamıştır. Bu durum, NATO'nun yegâne tedarikçisi olan ülkeleri tedirgin eder hâle gelmiştir. Bu ülkeler, Türkiye'ye yönelik özel planlamalar yapmaya başlamışlardır.

Amerika'nın Orta Doğu'ya yönelik özel stratejisinin somutlaşmış hâli "İbrahim Anlaşmaları" olarak adlandırdıkları anlaşmalardır. Bu anlaşmaların hayata geçirilmeleri sonucunda Orta Doğu'da kartlar yeniden karılmaya başlanmış ve çoğu Türkiye'yle problemli olan ülkelerin başını çektiği yeni ittifaklar oluşturulmuştur. Bu ittifaklar, yakın zamana kadar kilit bölge olarak görülen Orta Doğu'nun kuzeyi yani Türkiye-İran-Pakistan aksının pasifleştirilerek ikinci plana itilmesi ve yerini Avrupa ile Hint-Pasifik bölgesinin kavşağı olan güney Orta Doğu'nun alması sonucunu doğurmuştur. Belirlenen yeni aks, hem Kızıldeniz hem de Basra Körfezi üzerinden Asya-Avrupa geçişini kontrol etmektedir. Bu aks üzerindeki ülkeler, demografik yapı itibarıyla problemli, ekonomisi daha çok petrol ve petrol ürünlerine dayalı; çoğunlukla ana sempatileri İngiltere'ye, itaatleriyse İngiltere, ABD ve Fransa'ya olan yöneticilerin yönettiği ülkelerdir. Yeniden oluşturulan Orta Doğu dengesinde stratejik konuma İsrail, Mısır, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri oturmuştur. Önümüzdeki süreçte bölgedeki önemli değişikliklerin altında bu ülkelerin yer alması beklenmelidir. Bunun yanında, ana oyun kurucu durumundaki ABD, Kafkasları kendi hâline bırakmamakta; İran, Ermenistan, Gürcistan üçlüsüyle kimi zaman gerilen ama çoğunlukla söz konusu ülkeler açısından ümit verici olarak değerlendirilen gelişmeler meydana gelmektedir.

Balkanlarda Bulgaristan ve Romanya'nın NATO ülkesi olmaları yanında Ukrayna'nın da NATO'ya gireceğine dair somut emareler ve ABD'nin Ukrayna'ya 250 milyon dolarlık askerî yardım planlaması, bu miktarın 150 milyonunu hemen kullandırma yoluna gitmesi bölgenin eski oyun kurucusu Rusya'yı endişelendirmekte ve karşı tedbirler üretmeye sevk etmektedir. ABD'nin bu ülkelerde oluşturduğu ve oluşturmayı amaçladığı askerî üsler ise bölgesel güvenlik dengelerini bozacak nitelik kazanmaya devam etmektedir. Bulgaristan ve Romanya'nın limanlarını kullanarak Akdeniz'e sokulan deniz gücüyle özellikle Rusya-Ukrayna ilişkilerine şekil verilmeye çalışılması ve bu konuda diplomasiden ziyade askerî gücün ön plana çıkarılması, tehlikenin ulaşabileceği boyutu göstermesi açısından önem arz etmektedir. Ayrıca, Karadeniz'e kıyıdaş olmayan bir ülkenin yani ABD'nin Karadeniz'de askerî limanlar kurması, burada saldırı kabiliyeti yüksek deniz vasıtaları, silah, araç gereç ve mühimmat bulundurması ileride Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ni de yeniden yorumlamaya zorlayacak nitelik kazanabilecektir.

Son dört yılda Yunanistan, İsrail, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri gibi ülkeler, önemli oranda silahlanma yarışına girmişlerdir. Bu ülkeler, az önce dile getirdiğim yeni Orta Doğu dengesinde üstlendikleri görev ve pozisyonlar nedeniyle ağababalarından yüksek miktarda silah ve mühimmat alarak bedelini ödemektedirler. Alınan bu silah ve harp araç gereçleri insanlığın hayrına ya da organik tarımda kullanılmayacaktır, kan akıtılmak üzere kullanılacaktır. Belki de bu ülkeler yakın gelecekte yeni bölgesel savaşlara sebep olabileceklerdir ancak kendi güçleriyle savaş yürütme yeteneğine sahip olmayan bu ülkelerin, mevcut terör örgütlerini ya da muhtemel ortaya çıkaracakları yeni terör örgütlerini desteklemeleri beklenmektedir. Yunanistan'ın, NATO devletleri arasında, ABD'den sonra gayrisafi yurt içi hasılasından savunmaya en fazla para ayıran devlet hâline gelmesi dikkat çekicidir. Bununla kalmayan Yunanistan, ABD'yi ülkede yeni üsler kurmaya davet etmiş ve Amerika'nın hava, deniz ve kara birliklerinin konuşlanacağı yeni üsler bu ülkede oluşturulmuştur. Bu anlaşmanın sağlayacağı hareket imkânıyla Yunanistan, Girit Adası'ndan başlayarak Türkiye'nin dibine kadar Amerika'yı konuşlandırmaktadır. Bu konuşlandırmaların öncelikli hedefi, bu iki ülkeyle aynı ittifakta bulunan yani NATO'da olan ülkemizdir, Türkiye'dir. Yunanistan, 1947 yılından bu yana Adalar Denizi'nde sahipsiz ada ve kayalıkları sürekli olarak silahlandırmaktadır, buraları işgal etmektedir. Bu, bugünün meselesi de değildir, 1947'den günümüze kadar gelmektedir ve Türkiye, toprakları mutlak surette ele geçirilmesi gereken topraklar olarak askerî akademilerde ve diplomasi okullarında okutulan, hedef olarak gösterilen bir ülkedir. Bu ülkenin faaliyetlerine örnek olarak en son nereye varabileceğini, Makedonya üzerinde kurmuş olduğu baskı sonucu Makedonya'nın adını değiştirmeye kadar giden gelişmeleri de görmek gerekir. MHP lideri Sayın Devlet Bahçeli'nin dile getirdiği üzere, Yunanistan'ın Fransa ve ABD'yle oluşturduğu savunma ve askerî iş birliği anlaşmaları mutlak surette dikkate alınması gereken gelişmelerdir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; güvenliğimizi etkileyen parametreler kapsamında ele alınması gereken konulardan biri de nükleer silaha sahip olunması durumudur. Her ne kadar "nükleer silah" denildiğinde planlı olarak akla ilk Kuzey Kore getiriliyorsa da bunun dışında, İslam dünyasında tarih boyunca Türk milletini doğal rakip, bazı dönemlerde de hasım olarak gören İran'ın nükleer silaha sahip olma çabaları da dikkatle izlenmesi gereken gelişmelerdir. İran'ın nükleer silaha sahip olması sadece İran-İsrail dengesini bozmakla kalmayacak, İslam dünyası üzerinde söz sahibi olma, lider olma gibi bastıramadığı emelleri olan İran'ın bölgede kazanacağı yeni pozisyonun sebep olabileceği davranış bozuklukları da dikkate alınması gereken hususlardır.

Hint ve Pasifik Okyanusu bölgelerini de kapsayan ve artık küresel bir kaosun sebebi olabilecek hâle dönüşen Çin-ABD yarışı dikkatlerden kaçırılmamalıdır. Bu yarışın karşılıklı silahlı çatışmaya dönüşmesi ihtimali düşük olsa bile oluşturulan her gerginliğin bölgesiyle sınırlı kalmayacağı; küresel anlamda, başta ekonomi olmak üzere, dengeleri bozacak özellik taşıdığı dikkatten kaçırılmaması gereken konudur.

Sayın milletvekilleri, bir başka konu ise biyolojik silah konusudur. Biyolojik silahlarla ilgili olarak yeni dünya savaşında zafer için asıl silah olacağı değerlendirmesi yapılmaktadır, bu değerlendirme yabana atılmamalıdır ve dikkatle izlenmelidir. Bu konuda çalışanların üzerinde mutabık kaldıkları konu, üçüncü bir dünya savaşının biyolojik silahlarla yapılacağıdır. Türkiye, taraf olduğu anlaşmalar nedeniyle biyolojik ve kimyasal silah bulundurmamaktadır. Buna rağmen, ABD'nin, Rusya'nın, Çin'in, hatta bazı kaynaklara göre İsrail ve Fransa'nın biyolojik ve kimyasal silah işiyle yıllardır ilgilendiklerine dair bilgiler yer almaktadır. Bir virüsün dünyayı kilitlediği, hayatı durdurduğu, ekonomilere darbe vurduğu, milyonlarca insanın ölümüne sebep olduğu bugünlerde, buna karşı tedbirlerin sadece savunma maksatlı olarak sınırlı bir şekilde ele alınmasının yeterli olmayacağı bir gerçektir.

Aynı ittifakın içinde bulunduğumuz ülkeler, yıllardır PKK'ya silah ve mühimmat sağlamanın yanında, barınma, eğitim, tedavi, sahte belge düzenleme, para temin etme merkezi görevi de görmektedirler. Bu ülkelerin hemen tamamı müttefik kabul ettiğimiz ülkelerdir ve NATO bünyesinde yer almaktadırlar. Hâlbuki Washington Anlaşması'na göre NATO'nun asli görevi, üye ülkelerin özgürlük ve güvenliklerini siyasi ve askerî yöntemlerle korumaktır. İttifak bir ortak değerler topluluğu teşkil etmelidir. Fransa'nın Suriye'deki, en son, bir beton fabrikası üzerinden, ABD'nin ise DEAŞ'ı bahane ederek PKK'ya yaptığı yardımların, bu örgütten ele geçirilen silah ve mühimmatın menşelerinin, ittifakların yeniden değerlendirilmesi konusunu gündeme getirdiğini dikkatlerinize sunmak isterim.

Her geçen gün çirkinleşen güçlerin karşısında, Türkiye, etki gücü küresel olması gereken bir devlettir. Türkiye, bölgemizin, Türk dünyasının, İslam dünyasının, mazlum ve mağdur edilmiş tüm insanlığın umudu olmak zorundadır. Türkiye'nin sorumluluğu Yakutistan'daki Yakut Türkünden Şili'deki Mapuçelere, Kuzey Yarım Küre'deki Eskimolardan Güney Afrika yerlileri ve Avustralya Aborjinlerine kadar uzanır. Bunun için, uluslararası mahiyetteki tüm organizasyonların bir şekilde içinde yer almak ve onları etkilemek, eğer mümkünse insanlığın iyiliği için yönlendirmek zorundadır. Türkiye, İslam ülkeleri üzerinde öyle bir etki kurmalıdır ki bu etki, Türkiye'nin Batı'yla ilişkilerinde elindeki en büyük güç olmalıdır ve yine Türkiye, Batı'yla kurup sürdüreceği ilişkileri aynı şekilde İslam dünyasında bir avantaj hâline dönüştürmek zorundadır. Türkiye, Türk dünyasının ortak savunmasını sağlayacak oluşumlara öncülük etmek zorundadır. Yani Türkiye her şart ve zeminde güçlü olmak zorundadır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; çağımızın tüm gelişmişliğine ve teknolojinin yaygınlaşmasına rağmen insan faktörü her zaman önemini korumaktadır. Türk Silahlı Kuvvetleri, deniz, hava, kara unsurlarıyla daima güçlü ve caydırıcı olmak zorundadır. Bugün verildiği gibi, gelecekte de Türk Silahlı Kuvvetleri arkasında kararlı bir siyasi otoritenin varlığını sürekli olarak hissetmelidir.

Askerlik mesleği özel bir meslektir, bir hayat felsefesi ve tarzıdır. Bu mesleğin gerektirdiği nitelikler ve psikolojik özelikler ancak askerî okullarda, askerliği özümsemiş askerî öğretmenler ve eğitmenler vasıtasıyla kazanılabilir. Bu hususun dikkate alınarak kapatılan askerî liselerin yeniden açılması gerekmektedir.

Dünyadaki tüm orduların askerî tababet esaslarına göre eğitim almış askerî doktorları ve askerî hastaneleri mevcuttur. Bu durum, İsviçre gibi tarafsızlığı dünyaca kabul edilmiş devletler için de geçerlidir. Her bir branşta uygulanacak askerî cerrahiyi ve askerin temel ihtiyaçlarından olan askerî psikiyatriyi sivil tabiplerin karşılaması mümkün değildir. "Bunu sivil hastane ve doktorlarla karşılarız ya da biz yaparız." diye ortaya çıkanlara itibar edilmemelidir. (MHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun, toparlayın.

MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Devamla) - Teknolojik gelişmelere rağmen her sektörde insan faktörü hep önemini korumuştur. Askerimizin idari, mali ve sosyal hakları; görev, sorumluluk ve maruz kaldıkları risklere uyumlu hâle getirilmelidir ve bunun için, emekliliklerinde özlük haklarını iyileştirecek reform mahiyetinde detaylı bir çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır.

Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan binbaşı ve kıdemli binbaşıların konumları ve ücret durumları düzeltilmelidir. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapmakta olan sözleşmeli subay ve astsubayların kadroya alınma ihtiyacı bulunmaktadır. Türk Silahlı Kuvvetlerinde görev yapan astsubayların mesleğe başlangıç derece ve kademelerinin, eğitim durumlarını esas alacak şekilde, 9'uncu derece 2'nci kademeden başlatılmasına ve emeklilikteki özlük haklarının düzeltilmesine ihtiyaç bulunmaktadır.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Devamla) - Sayın Başkanım, tamamlıyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

MUSTAFA HİDAYET VAHAPOĞLU (Devamla) - Özellikle terörle mücadelede yaralanan ancak gazi sayılmayan evlatlarımıza gazilik hakkının verilmesine ve uzman çavuşlar ile sözleşmeli erbaş ve erlerin özlük haklarının iyileştirilmesini sağlayacak tedbirlere ihtiyaç bulunmaktadır.

MHP Grubu olarak Millî Savunma Bakanlığı bütçesine "evet" oyu vereceğimizi belirtir, yüce Meclisi saygılarımla selamlarım. (MHP, AK PARTİ ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)