| Konu: | 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 5'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 33 |
| Tarih: | 11.12.2021 |
İYİ PARTİ GRUBU ADINA METİN ERGUN (Muğla) - Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının 2022 yılı bütçesi üzerinde İYİ Parti Grubu adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce heyetinizi saygılarımla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, 2021 yılında 3 milyar 378 milyon lira olan Bakanlığın bütçesi, 2022 yılı için 4 milyar 873 milyon lira olarak öngörülmüştür. Geçen yıla göre oransal olarak kayda değer bir artış gerçekleşiyor gibi gözükse de hem Bakanlığın görev ve sorumluluk alanlarının genişliği hem de Türk lirasında yaşanan büyük değer kaybı göz önüne alındığında bu bütçenin yeterli olmayacağı açıkça öngörülebilir; kaldı ki 4 milyar 873 milyon liralık bütçenin yaklaşık 2,5 milyar lirası personel giderlerine gidecektir. Türkiye'nin hâlihazırda çok ciddi altyapı ve üstyapı problemleri bulunmaktadır, üstüne bir de iklim değişikliğinin yaratacağı olağanüstü şartlara karşı tüm Türkiye'nin kentsel alt ve üstyapısının yenilenmesi konusunda ihtiyaç karşımızda durmaktadır. Deprem riskine karşı da kentsel dönüşüm zarureti devam etmektedir. Dolayısıyla İYİ Parti olarak yokluk, yoksulluk ve sefalet bütçesi olarak nitelediğimiz merkezî yönetim bütçesinin, hayatımızın her alanını derinlemesine etkileyen faaliyet alanlarına sahip bu Bakanlık için ayrılan bütçenin de çevre ve şehircilik açısından aynı niteliklere sahip olduğu düşüncesindeyiz. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)
Muhterem milletvekilleri, bildiğiniz gibi, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı tarafından nasıl finanse edildiği belli olmayan, plan bütünlüğünden kopuk, üst ölçekli planlardan bağımsız ve sürdürülebilirliği meçhul olan "millet bahçesi" adını verdiğimiz çok sayıda park yapılmaktadır. Bunların yapımına ne yerel yönetimlerin ne yerel halkın ne de bilim insanlarının görüş ve düşünceleri alınmadan, katılımı sağlanmadan başlanmıştır. Açıkça görülmektedir ki bunlar için sefalet ve yokluğun derinleştiği bugünlerde milletin kaynakları millete sorulmadan, rant için âdeta toprağa gömülmektedir. Eğer hâlâ bu rant ve talan projelerini "Biz kentsel yeşil alanları artırmak ve doğayı korumak için yapıyoruz." diyor iseniz şayet o zaman Kaz Dağları'nda 200 bin ağacın kesilmesine neden göz yumduğunuzu, Fatsa'nın altın madeni için 5 bin ağacın kesilmesinde hangi saikle hareket ettiğinizi ve yine Fatsa Çerkezler Tepesi'ndeki ormanlık alanı neden yapılaşmaya açtığınızı, Erzincan İliç'te Kanadalı bir maden şirketinin doğayı ve tabiatı tarumar eden madencilik faaliyetlerine nasıl müsaade ettiğinizi, Marmaris'te Okluk Koyu'nda 40 bin ağacın kesilmesini neden onayladığınızı, Erbaa'da 20 bin dönüm arazide siyanürle altın aranmasına neden izin verdiğinizi, Giresun'un Şebinkarahisar ilçesindeki bir maden şirketinin Kelkit Vadisi'nde yarattığı büyük çevre felaketi konusunda neden önlem almadığınızı, Kanal İstanbul'la yok edilecek 134 milyon metrekare tarım arazisini, bu arazilerin 83 metrekaresinin nasıl doğrudan yapılaşmaya açılacağını, Kanal İstanbul için kesilecek yüz binlerce ağacı bunun ekosistem ve tabiat üzerinde oluşturacağı tahribatı, Kanal İstanbul Projesi planlanırken İstanbul'un doğal yaşam kaynaklarının tehlikeye atılıp atılmayacağını, tanker trafiğinin yaratacağı muhtemel tehlikeleri, tarım ve orman arazileri nezdinde oluşacak olumsuz sonuçları ve deprem riskini artırıp artırmayacağını, yeşilin ve mavinin buluştuğu bir cennet olan Muğla'nın toplam yüz ölçümünün yüzde 59'una denk gelen bir alana neden maden ruhsatı verdiğinizi, yine Muğla'da sit alanlarının derecelerini hiçbir bilimsel gerekçe göstermeden neden değiştirdiğinizi, Aydın ve Muğla'da jeotermal arama ruhsatlarını neye dayanarak verdiğinizi, kamuoyuna yansıyan bilgilere göre Bodrum Kissebükü Koyu'ndaki ve Adalıyalı mevkisindeki sit alanı üzerinde bulunan ve âdeta bir cennet köşesi olan araziye hiçbir bilimsel kriterle açıklanamayacak ÇED raporlarıyla yapılaşma izni verilmesini izah etmeniz gerekiyordur.
Muhterem milletvekilleri, Bakanlığın sınıfta kaldığı bir diğer alan da depremlere hazırlık için kentsel dönüşüm konusunda ciddi bir ilerleme olmamasıyla beraber ranta ve talana dayalı şehircilik anlayışı meselesidir. Bilindiği gibi, Türkiye, yüz ölçümünün büyük çoğunluğu deprem riski altında olan bir ülkedir. Bilim insanlarının tüm uyarılarına rağmen başta İstanbul olmak üzere ülke genelinde depremlere karşı kayda değer bir kentsel dönüşüm veya hazırlıktan bahsetmek mümkün değildir. Milyonlarca yapı depreme karşı dayanıksız bir vaziyette beklemektedir.
İktidarın şehircilik politikaları konusunda vurgulanması gereken bir diğer husus da kültürümüzün kodlarını ve medeniyet tasavvurumuzu yansıtan şehirlerimizin tarihî ve doğal mirasının, iktidarın ortaya koymuş olduğu tahripkâr şehircilik anlayışıyla yok edilmesidir. İktidarın rant projeleri için, tarihimizin ve kültürümüzün birer aynası olan şehirlerimize karşı âdeta düşmanca bir anlayışla emsalsiz zararlar verilmiştir. Bu zararların önemli bir kısmı da sözde yatay mimariyi savunanların göz yumması ve teşvikiyle ortaya çıkan dikey ve çarpık kentleşme anlayışıyla verilmiştir. Hâlbuki şehirler her türlü yaklaşımın çok ötesinde milletlerin medeniyet anlayışının ve tarihsel kültürlerinin sergilendiği yerlerdir. Şehirler, ait oldukları medeniyetin ruhlarından izler taşır fakat ne hazindir ki iktidarın doymak bilmeyen rant iştahı bütün şehirlerimizi kimliksiz ve kişiliksiz hâle getirmiş, âdeta birer beton yığınına dönüştürmüştür. Bütün şehirlerimizin hangi kültürün ve hangi medeniyetin kimliğini taşıdıkları belirsiz hâle getirilmiştir. Hâlbuki medeniyet ile şehir hem birbirlerinin varoluşlarına sebep olan hem de birbirlerini besleyen unsurlardır. Üzülerek ifade etmeliyim ki şehirleri bu kadar kimliksizleşen bir coğrafyadan medeniyet ışığı yükselmez.
Muhterem milletvekilleri, 2021 yılı, ülkemiz ve dünya açısından büyük çevre felaketlerinin yaşandığı bir yıl olarak kayıtlara geçmiştir. Mesela yıllardan beri maruz kaldığı kirlilik sebebiyle Marmara Denizi'ndeki oksijen seviyesi düşmüş, biyolojik çeşitlilik telafisi mümkün olmayacak şekilde azalmış ve nihayetinde deniz ekosistemi çökmüştür. Tüm bunların sonucunda da Marmara Denizi'nin son çığlığı olarak değerlendirebileceğimiz büyük bir müsilaj felaketi yaşanmıştır. İktidar, ne yazık ki yıllardan beri âdeta "Geliyorum!" diyen felakete önlem almamıştır. Marmara Denizi'ne doğrudan ya da Ergene gibi akarsular vasıtasıyla deşarj edilen endüstriyel ve kentsel atıklar önlenmemiş ve kirlilik alenen teşvik edilmiştir. Dolayısıyla, Marmara Denizi'nde ortaya çıkan felakette iktidarın ihmal ve kusurun çok ötesine geçen bir sorumluluğu vardır çünkü başta Ergene Nehri olmak üzere bölgedeki akarsuların endüstriyel atıklarla kirletilmesi ve bu kirliliğin de Marmara Denizi'ne dökülmesi konusunda yapılan uyarılara iktidar çevreleri yıllarca bigâne kalmıştır. Netice itibarıyla, Ergene Nehri öldürülmüş, sonrasında da maalesef Marmara Denizi can çekişir hâle getirilmiştir. Bugün, iktidar mensupları, deniz yüzeyine yansıyan müsilajın temizliğini bir başarı hikâyesi olarak anlatmaktadır. Hâlbuki Marmara'nın bugün içinde bulunduğu durum, beyin ölümü gerçekleşmiş bir hastanın medikal cihazlarla yaşatılmasından başka bir şey değildir.
Sayın milletvekilleri, sadece Marmara değil, diğer denizlerimiz ve akarsularımız da yoğun bir kirlilik altındadır. Hem denizlerimizin hem de akarsularımızın geleceği açısından, Türkiye'nin dört bir tarafında yerel yönetimlerle etkin bir iş birliğiyle hareket edilmesi, çok sayıda kimyasal ve biyolojik arıtma tesisi yatırımına bir an önce başlanması gerekmektedir. Çevre politikalarının tamamında olduğu gibi, bu mesele de siyasetüstü bir meseledir ve Türkiye olarak daha fazla zaman kaybetme lüksümüz yoktur. Aksi takdirde, Türkiye'nin doğal güzelliklerini yok etmiş veya yok olmasına seyirci kalmış bir nesil ve bir iktidar olarak, tarih gelecek nesiller nezdinde hem sizleri hem de bizleri mahkûm edecektir.
Denizler ve akarsular konusunda karşı karşıya olduğumuz riskler göller konusunda da mevcuttur. Zira Türkiye'nin gölleri her geçen yıl birer birer kuruyarak tarihe karışmaktadır. İsmini burada sayamayacağımız kadar çok sayıda gölümüz, ya tamamen kurumuş ya da kurumasına ramak kalmış durumdadır. Göller kuruduğunda, göllerin sadece su rezervi kurumamakta, bulundukları bölgelerdeki ekolojik denge de büyük bir yıkıma uğramaktadır.
Son yıllarda iklim değişikliği ve küresel ısınmaya bağlı olağanüstü kuraklıklarla kavrulan Anadolu coğrafyasındaki göller kaderine terk edilirken iktidarın ciddi bir tedbir aldığını söylemek mümkün değildir; tam aksine, diğer çevresel felaketlerde gördüğümüz gibi, iktidar ortaya çıkan bu tabloyu teşvik eden uygulamalara devam etmektedir.
Tarım ve Orman Bakanlığı ile Devlet Su İşlerinin hayata geçirdiği, Çevresel Etki Değerlendirmesi sağlıklı yapılmayan HES'ler ve tarımdaki vahşi sulama sonucu önce akarsular, sonra da göller katledilmektedir. Bundan dolayı, Türkiye hızla su fakiri bir ülke hâline gelmektedir. İşte bu noktada, açık bir sorumluluğu olan Bakanlığın, sicili kirli ve oldukça da karanlıktır. Ülkemiz Bakanlığın sorumluluğu altındaki her alanda büyük dönüşümlere ihtiyaç duyarken yerel yönetimleri desteklemek ve iş birliği yapmak yerine, iktidar, yerel yönetimlerin birçok alanda yetkilerini tırpanlamakta ve işleri içinden çıkılmaz bir hâle getirmektedir. İktidarın böylesine siyasetüstü alanlarda takındığı bu partizan tutum Türkiye'nin ekolojik geleceğini riske atmaktadır.
Sayın milletvekilleri, 2021 yılında ülkemizde yaşanan diğer büyük bir çevre felaketi de bildiğiniz gibi orman yangınlarıdır. Ege ve Akdeniz Bölgesi'ni kasıp kavuran orman yangınlarında sadece seçim bölgem olan Muğla'da 70 bin hektar ormanlık alan ve 30 milyon civarında ağaç Genel Başkanımız Sayın Meral Akşener'in nitelemesiyle "akıllı yangınlarla" tekrar ifade ediyorum "akıllı yangınlarla" yanmış kül olmuştur. Bu yangınlarda bölgedeki köylülerimizin en önemli geçim kaynaklarının başında gelen çam balı üretimi ve zeytincilik büyük zarar görmüştür. Zira çam balı üretiminin en büyük, en önemli unsurları olan basralı çamlar ile on binlerce zeytin ağacı küle dönmüştür, ayrıca sayısını tahmin edemeyeceğimiz kadar canlı da yok olmuştur. Yangınların büyümesinde ve felaketin derinleşmesinde iktidarın hazırlıksızlığı ve beceriksizliği herkesçe malumdur. Bununla beraber, yangınlar orman ekosistemine telafisi mümkün olmayan zararlar verdiği gibi, yerleşim yerleri açısından da ciddi sel ve heyelan riski ortaya çıkarmıştır. Muğlalı vatandaşlarımız yangınlardan sonra oluşan sel ve heyelan risklerini dile getirerek yetkilileri tedbir almaya çağırmışlardır fakat aradan geçen zaman içerisinde gereken tedbirler ne yazık ki alınmamıştır. Bunun sonucunda, geçtiğimiz hafta ve daha dün, yağmur sularıyla taşınan yanmış ağaç ve bitki kalıntıları dere yataklarını tıkayarak Marmaris'te ve Bodrum'un değişik bölgelerinde sel felaketine neden olmuştur. Dolayısıyla, yanan ormanlık alanlarda oluşan risk ve tehditlerin acilen ortadan kaldırılması gerekmektedir. Orman yangınları sonucu oluşan risklerin bertaraf edilmesi ve yeniden ağaçlandırma çalışmaları konusunda Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ile...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
METİN ERGUN (Devamla) - ...Tarım ve Orman Bakanlığı ve yerel yönetimler arasında çok sıkı bir iş birliği ve koordinasyona ihtiyaç duyulmaktadır. Bilinmelidir ki çok boyutlu çevresel riskler ve tehditler artarak devam etmekte ve çözüm beklemektedir. İktidarın zikrettiğim bu hususlarda bir an önce harekete geçmesi ve çevre politikaları konusunda görev ve sorumluluklarının farkına varması elzem hâle gelmiştir.
Bu duygu ve düşüncelerle, konuşmama son vermeden evvel, çevre ve şehircilik anlamında şimdiye kadar zikrettiğim yanlışlardan bir an önce dönülmesini temenni ediyor, 2022 yılı bütçesinin hayırlı uğurlu olmasını diliyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)