GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin 8'inci Tur Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:36
Tarih:14.12.2021

HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, sayın Genel Kurul ve ekran başındaki kıymetli halkımız; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

MİT bütçesi üzerine söz aldım. Öncelikle şunu ifade etmek gerekiyor zannediyorum: Cumhurbaşkanlığı hükûmet sistemiyle geçen üç yılda, devletin yalnızca kurumsal mimarisi tam anlamıyla çökmekle kalmadı, aynı zamanda ekonomiden iç politikaya, dış politikadan kamu yaşamına kadar bütün alanlar, Türkiye Cumhuriyeti devletinin tarihinde görülmediği kadar âdeta bir Moğol istilasıyla yüz yüze kaldı. Şimdi, yeni kurumsal mimarinin tamamlayanı ise MİT'in Cumhurbaşkanlığına bağlanması. Bir bakmak gerekiyor, MİT özelinde ve genelde de bu istihbarat ve güvenlik örgütlerinin feyzaldığı fikir nedir, bu örgütlerin çalışmalarının geri planındaki güvenlik anlayışı ve algılayışı nedir. Özellikle, bu anlayışın 1920 model bir anlayış olduğunu ifade etmek istiyorum; tarihsel ve siyasal olarak miadını çoktan doldurmuş bir anlayış olduğunu ifade etmek istiyorum.

Esası şuraya dayanıyor: 7 milyon kilometrekarelik Osmanlı İmparatorluğu'nun 780 bin kilometrekareye kadar daralmış olması, bir parçalanma ve bölünme paranoyasını güvenlik mimarisinin omurgası hâline dönüştürdü. Bununla birlikte, bu coğrafya içerisinde farklı kimliklerin var olmuş olması ve bu farklı kimliklerin bir homojen ulus devlet yaratmak adına süreç içerisinde tasfiye edilmiş olması da bir başka önemli adımdı. Bu dönemde Rumlar, Ermeniler, Museviler toplumsal, siyasal hayattan ve ekonomiden tedricî ve planlı bir biçimde tasfiye edildiler. Türkiye'nin ulusal güvenlik politikası hâlâ iç mihrakların ve dış mihrakların Türkiye'yi zayıflatacağına ve böleceğine ilişkin bir kanıyla ne yazık ki malul.

İkincisi: 1950'lerde antikomünizm rüzgârıyla NATO, gladyo örgütlenmesinin yarattığı süreçti; Sabri Yirmibeşoğlu'nun 6-7 Eylül olaylarına ilişkin vurgusu hatırlanacaktır.

Üçüncüsü: Kürt sorununun çözümsüzlüğünden kaynaklanan politik istikametin Kürt meselesini bir güvenlik meselesi derekesine düşürmesi, bununla birlikte, Susurluk gibi devlet, siyaset ve çete ilişkilerinin açığa çıkması, 17 bin faili meçhul ve yakılan 3 bin tane köyün Türkiye'deki güvenlik ve istihbarat algısını ve yönelimini temelli şekillendiren olgular olduğunu ifade etmek gerekir; Mehmet Eymür'ün bu konudaki ifadeleri ibret verici.

Bu güvenlik mimarisinin şekillenmesinde dördüncü adımsa, Erdoğan'ın, tek adam iktidarının bekası için MİT'i "Erdoğan özel örgütü" hâline dönüştürmesi. MİT öyle yetkilerle teçhiz olmuş ki yani Dışişlerinden Adalet Bakanlığına, İçişlerine kadar bütün bu bakanlıkların alanında istediği gibi at koşturur hâle gelmiş.

Şimdi, güvenlik ve istihbarat faaliyetlerinin normalde, ulusal ve uluslararası hukuktan kaynaklı, objektif kriterlere dayalı ve kamusal, herkese eşit mesafede bir hak olması gerekirken, temsil ettiğim Halkların Demokratik Partisi ve toplumsal muhalefetin geneli açısından bir düşman hukukunun bizatihi MİT eliyle örgütlendiğini ve yaygınlaştırıldığını çok yakından biliyoruz. Nereden biliyoruz? Mesela, Deniz Poyraz hadisesinden biliyoruz. Bütün coğrafyadaki herkesi denetlemekle övünen, bu konuda son derece cebbar olduğunu ifade eden MİT; defalarca HDP'nin çevresine gelmiş, keşif yapmış, 24 defa Emniyeti aramış faşist bir katilin HDP'ye bir saldırı düzenleyeceğini anlayamamış, bunu fark edememiş; buna inanmak için zannediyorum çocuk olmak gerekir. Sadece o değil yani toplumda çevreci kaygılarla yapılan bütün eylemler, etkinlikler, işçilerin sendika kurma hakkı, grevler, şunlar bunlar hepsi bir millî güvenlik meselesi gibi algılanıyor; "YouTuber"ların gözaltına alınması da barınamayan öğrencilerin gözaltına alınması da aynı böyle.

Şimdi, MİT'in eylemine feyiz veren şeyler iç politikada böyle; peki, dış politikada ne? Dış politikada da muhayyel bir "millî güvenlik" "millî beka" "millî çıkar" kavramı var kıymetli arkadaşlar ve MİT bu siyaseti takip ediyor. Şimdi, örneğin Mısır'la, Libya'yla, Suriye'yle olan ilişkilerin ve buradaki politikanın millî çıkarla ne alakası var? Açık söyleyeyim, örneğin, Libya; ya, Mısır'da iktidar olamayan Müslüman Kardeşler'i Libya'da iktidar yapmanın yöntemi bir anda bir millî çıkar aurasıyla donatıldı ve o biçimsiz siyasete "mavi vatan" adı verildi ve MİT de bu faaliyetlerin alanındaki önemli aktörlerinden bir tanesi hâline geldi. Açık söylüyorum, Türkiye halklarının Libya'da olmakla, Suriye'de bu sürdürülen siyasetle uzaktan yakından hiçbir çıkar ilişkisi yoktur, hiçbir çıkar ilişkisi yoktur. Suriye'nin toprak bütünlüğünden yana olduğunu söyleyen iktidar bir izah etmeli ya; mesela, HTŞ'yi Suriye ordusuna karşı korumanın millî çıkarlarla ne türden bir ilişkisi var? Onlara kalkan olmanın, Ahrar el-Şam'a destek vermenin, maaş ödemenin, okul açmanın, oraya vali atamanın, âdeta bir ilhak politikasının Türkiye'nin millî çıkarlarıyla, halkın çıkarlarıyla ne alakası var? Afrin'de ÖSO'nun yapıp ettiklerine ses çıkarmamak mıdır millî çıkar? Şimdi, örneğin, yine, HTŞ'nin saraya bağlı kişilerle Türkiye üzerinden petrol ticareti yapmasının Türk halkının, Kürt halkının, vesair bütün halklarımızın çıkarıyla ne alakası var? Ama yanlış bir dış politika MİT'in de elbette faaliyetini yanlış sürdürmesine sebep oluyor.

Kürt meselesi, hep konuştuğumuz mesele... Yani bu politika o kadar kökten yanlışlıklarla dolu bir politika hâline gelmiş durumda ki sırf orada Kürtler statü elde etmesin diye, kendi deyimleriyle dünyanın küresel güçlerinin orada olmasının siyasi zeminini bu siyaset kurmuş durumda. Rusya'nın da orada işi yok, ABD'nin de işi yok. Suriye halklarının kendi geleceklerini özgürce belirlemesi gerekirken sırf orada "Kürt anasını görmesin." siyasetinin karşılığı işte ne yazık ki şu anda bu ülkelerin burayı mesken tutması hâline geldi. Bu yanlış dış politika, Kürt düşmanlığına dayanan dış politikanın ayna görüntüsü, işte, bu uluslararası güçlerin ve emperyalist ülkelerin buraları mesken edinmesi oldu. Oysa biz kendi vatandaşlarımızın, kendi Kürt vatandaşlarımızın kardeşleriyle anlaşabilmeliydik, uzlaşabilmeliydik. Diplomasiye dayanan, barışa ve müzakereye dayanan bir yöntemle bu meseleyi çözmek son derece mümkündü.

Tabii, MİT'in faaliyetleri -şunun tekrar altını çiziyorum ki- bir azınlığın bekasını teminat altına alma faaliyetlerine dönüşmüş durumdadır. Yalnız MİT için söylemiyorum, bütün güvenlik ve istihbarat faaliyetlerinin temeli ne yazık ki sarayın bekasına kadar daralmış durumdadır. Ya, bu MİT, o kadar her şeyle hemhâl olan MİT, Hrant Dink cinayeti hakkında ne söyler; 10 Ekim Gar katliamı hakkında, Diyarbakır bombalaması hakkında ne söyler? Ne söyler ben size söyleyeyim; bomba patladıktan üç buçuk saat sonra IŞİD'in bombaları patlatacağına ilişkin istihbari bilgi verildi.

Mesele sadece böyle değil, uluslararası alanda da problemler var. Örneğin, Avusturya'da Kürt siyasetçilere yönelik suikast iddiaları Avrupa basınında yoğun olarak işleniyor. "Feyyaz" isminde bir şahsın Avusturya istihbaratına giderek MİT adına siyasi suikastla görevlendirildiğini ifade etmesi konusunda herhangi bir açıklamaları var mı acaba? Paris'te 3 Kürt kadın siyasetçinin öldürülmesine ilişkin ve bütün işaretlerin bir MİT operasyonu olduğuna ilişkin herhangi bir açıklamaları, bir ifadeleri olacak mı acaba? Avrupa Osmanlıları, DİTİB üzerindeki faaliyetlerin toplamda bir güvenlik değil, tam tersine, ülkemiz adına güvensizlik faaliyeti olduğunu görmüyorlar mı? Onlar görse de görmese de sonuçta memur ama onları bu hedefe yönlendiren bir dış politik anlayış var; bu, sarayın dış politikasıdır.

Yargı ve güvenlik başta olmak üzere bürokrasinin her kademesine sirayet etmiş rüşvet ağları, iş takipçiliği, kamu ihalelerinde yolsuzluk, çökülen oteller, marinalar, kendi bakanlığını dolandıran bakanlar, hızla zenginleşen eş, dost, akraba tayfası mesela, neden hiç MİT'in konusu olmaz? Ya da Suriye'den Libya'ya kadar cihatçı örgütlere verilen destekler, paramiliter organizasyonlara verilen destekler, kaçakçılık, muhaliflerin üzerine mafyanın salınması, bin tonlarla ifade edilen uyuşturucu ticareti niye acaba MİT'in konusu olmaz? Cevabını biliyorsunuz.

Arkadaşlar, bazı şeyler artık iddia olmaktan çıkmış durumda, mesela, 15 Temmuzda kaybolan silahlar; değil mi?

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Valiliğin bu konuda yaptığı açıklamalar var, ayrıyeten bir İçişleri yetkilisinin, İstanbul'da bir AKP yöneticisine Kaleşnikofların verildiği anda orada olduğuna ilişkin kendi ifadeleri var; bunlar yaygın basında yazıldı, çizildi. Mesela, MİT niye bu konularla uğraşmaz? 3 tane "tweet" atan çocuğu sabahın beşinde gözaltına alacak istihbari bilgileri vermekle mağrur olan MİT, niye bu türlü konularda, gerçekten ulusal çıkarları, gerçekten güvenliği ilgilendiren konularda tek söz söylemez? Mesela, Almanya'nın bölge teşkilat başkanı Yılmaz İlkay Arın ile Metin Külünk arasında "Kürtlerin sopayla kafasına vurun. Bunların da filmini çekin. Ondan sonra da bunları yayımlayın." diye yaptığı ve Alman istihbaratına takılan bu belgelerin, bu söylemlerin acaba millî güvenliğimizi ilgilendirmeyen şeyler olduğunu mu düşünmektedir?

BÜLENT TURAN (Çanakkale) - Metin Bey yalanladı bunu.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Söyleyecek şey çok ama...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RIDVAN TURAN (Devamla) - ...MİT kendi işini yapsın, kara para aklama ve terörizmin finansmanı konusunda gri listeye alınmamızı mesele yapsın. Mesela Uluslararası Organize Suçlara Karşı Mücadele Girişim Grubunda Türkiye'nin ön sıralarda olmasını kendisine mesele yapsın diyorum.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)