GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: 2022 Yılı Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu Teklifi ile 2020 Yılı Merkezi Yönetim Kesin Hesap Kanunu Teklifinin Maddeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:38
Tarih:16.12.2021

HDP GRUBU ADINA EROL KATIRCIOĞLU (İstanbul) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli vekiller, ben bütçenin geneliyle ilgili olarak bazı düşüncelerimi sizlerle paylaşmak istiyorum. Bir kere, şunun altını çizerek konuşmak lazım herhâlde: Kötü bir konjonktürde bu bütçe hazırlandı. Biliyorsunuz, pandemiyle birlikte başlayan, hatta daha arkadan söyleyecek olursak, 2008 krizinin etkilerinin tümüyle ortadan kalkmadığı bir dönemde pandemiyle karşılaşan dünya konjonktürü, gerçekten de bütçenin uygulanmasıyla ilgili olarak uygun bir döneme işaret etmiyor.

Bunun da ötesinde, değerli arkadaşlar, şunun da altını çizmek lazım: Biliyorsunuz, 2008 krizinin, G20'lerin birlikte davranması ve iktisat politikalarını ortaklaştırmalarıyla büyük ölçüde etkileri zayıflatıldı ve bir ölçüde de olsa 2008 krizini atlatabildi dünya. G20'ler bir anlamda davranışlarını senkronize ettiği için, genişleyici para politikalarıyla talebin artması biçimindeki bir iktisat politikasını krizle karşılaşmış olan bütün dünyaya önerdiler ve gerçekten biz de o dönemde bunu yaptık ve dolayısıyla da likidite artışı sonucunda arzın tekrar karşılık vereceği bir noktaya getirildi bütün dünya ekonomileri, Türkiye de öyle.

Yalnız, bu krizde biz yalnız kaldık değerli arkadaşlar. Çünkü, 2008 krizinden ülkeler çıkarken benzer bir anlaşma yapmadılar aralarında; herkes kendine göre bu işten çıkmaya çalıştı veya hatırlarsınız belki, çıkarken de kur savaşları oldu bir süre için. Doğrusunu isterseniz, Türkiye o dönemde referans noktasını kaybetti bir bakıma ve kendi içine döndü. Hatırlar mısınız bilmiyorum ama 2011 itibarıyla Sayın Cumhurbaşkanı, özellikle, ekonomide var olan, geçmişte var olan serbest piyasa ekonomisinin birtakım kurumlarını, bağımsız davranan kurumlarını kendine bağlayarak yani bakanlıklara bağlayarak daha merkezîleşen bir yönetim tercih etti. Dolayısıyla da benim anladığım kadarıyla bu, zaten, bizim 2019'da karşılaştığımız pandemi krizinden önce de bizi krize sürükleyen, bir adım ileri iki adım geriye iten bir süreci büyük ölçüde oluşturmuştu.

Değerli arkadaşlar, şimdi, pandemiyle ilgili... Bu kriz başlarken pandemi tabii ki büyük, olumsuz bir etki yarattı ve Türkiye bu krizle nasıl baş edeceğini de çok fazla bilemedi. Yani hatırlarsanız, IBAN numarası verilmesi vesaire gibi, hiçbir devlette hiçbir hükûmetin yapmadığı şeyler yapıldı ama sonunda şöyle bir fikre vardı bence Hükûmet, dedi ki: "Zaten ekonomi krizdeydi, pandemi bunu daha da kötü etti. Müthiş bir üretim daralması olacak." Yani sorunun büyük ölçüde arzla ilgili olduğu kanaatiyle ne yaptı? Yine kredi genişlemesi ve parasal genişlemeyi tercih etti. Fakat değerli arkadaşlar, mevcut bankacılık sistemi... Ki genellikle iktidar milletvekilleri ve bakanlar Türkiye'yi yorumlarken özellikle özel kesim ve devlet arasında hiçbir çelişki yokmuş gibi konuşurlar ama fiiliyatta baktığımızda da bu işler böyle olmuyor arkadaşlar. Nitekim Hükûmetin o dönemde özellikle bankalar aracılığıyla artırdığı likiditeyi ne yaptılar diye baktığımızda, sonucu söyleyeyim size: Bankalar o sene yüzde 20 reel kâr etti, borsa yüzde 29 civarında reel getiri verdi. Yani Hükûmetin verdiği likidite genişlemesi krediye döneceğine -ki bankalar bunu yapacaklardı- bankalar bunu yapmadılar ve dolayısıyla da finansallaşma söz konusu oldu. Bunu gören Hükûmet o yılın sonuna doğru "aktif rasyosu" diye bir ceza mekanizması üretti ve bankalara "Ya kardeşim, ben size likidite sağladım, bunu krediye dönüştürün, üretime dönüşsün bu ve bunu yapmadığınız takdirde de size ceza keseceğim." dedi ve ceza kesti, böylelikle de bankacılık sektörünün bu kendi politikasına uygun olmayan davranışını bir anlamda ceza uygulayarak önlemeye çalıştı.

Değerli arkadaşlar -zaman hızla geçiyor- bu pandemiyle birlikte ekonomik krizimizin ikinci aşamasında bütün dünyada da olduğu gibi bir talep artışı oldu. Değerli arkadaşlar, talep artışı, Hükûmet bu ayrıntıyı düşünmedi, nedense bilemiyorum ama Hükûmetin iktisatçıları... Bakan gitti mi buradan? Gitmiş galiba, neyse. Değerli arkadaşlar, özellikle emek yoğun sektörlerde talep artışı fiyat artışı olarak gerçekleşir, sermaye yoğun sektörlerde ise talep artışı üretim artışıyla beraber gider. Şimdi, dünyada bu pandemiyle, aşı maşı meseleleriyle birlikte talep artınca iç piyasada da enflasyon arttı. Çünkü bina ve dediğim gibi gıda sektöründe özellikle, emek yoğun sektörler olarak burada, bu talep artışı fiyat artışı olarak ortaya çıktı ve bir enflasyon üretti. Öte yandan, aynı talep artışı, sermaye yoğun sektörlere ise olumlu bir katkıda bulundu ve orada da bir üretim artışı oldu ki bu sene beklediğiniz yüzde 10 büyüme de buradan kaynaklandı.

Şimdi, değerli arkadaşlar, bu arada şunlar oldu: Enflasyon ortaya çıkınca kurlar değer kazandı ve Hükûmet esas itibarıyla bu işle uğraşırken klasik yöntemleri uygulayamaz hâle gelmişti çünkü döviz fiyatları yükseldiği zaman yapılacak işlerden bir tanesi piyasaya döviz vermektir ama Merkez Bankasının dövizi kalmamıştı değerli arkadaşlar. 128 milyar doları, yine kurlar artmasın diye geçmişte harcadılar ve dolayısıyla da öyle bir durum ortaya çıktı ki yeteri kadar rezerv yok, bu durumda ne olacak? "Bırakın gitsin." anlamına gelebilecek olan yeni bir teori ortaya attılar. Yeni teori, esasında ithal ikamesi politikaları bağlamında bir teoriydi yani şunu öneriyordu: Efendim, ithalat pahalılaşacak; tamam ama ithalat pahalılaştığı zaman, elimizdeki bütün imkânlarla ithalatın yerine geçecek olan üretimi yapacak olanları destekleyeceğiz ve böylelikle ithalata olan bağımlılığımız kalkacak, ihracata yönelik bir büyüme patikasına geçeceğiz diye düşündüler.

Değerli arkadaşlar, ben sol siyasetlerden gelen bir insanım. Bu fikir, yani ithal ikamesi sayılabilecek olan mesele, yani ülke ekonomisinin ithalata bağımlılığının ortadan kalkması tabii ki bizim de desteklememiz gereken bir meseledir -dün Sayın Bakanla konuşurken bunu da bir ara konuşmuştuk- fakat değerli arkadaşlar, 1960 ile 80 arasında ithal ikamesi politikaları uygulandı, sonuçta ortaya ne çıktığını ben size söyleyeyim: Bir; aşırı bir tekelleşme ortaya çıktı, aileler büyük ekonomik güce sahip oldular; Koçlar, Sabancılar burada çıktılar efendime söyleyeyim; ikincisi de rahmetli Demirel'in söylediği gibi 70 sente muhtaç bir bütçe ya da bir devlet ortaya çıktı.

Şimdi, benzer bir hadise burada da gerçekleşiyor. Ben 2 tane şey söyleyeceğim, bu programın zayıf tarafı olarak 2 tane mesele var, bunlardan bir tanesi şudur: İthalat azaldığı için ithalattan alınan vergiler azalıyor değerli arkadaşlar. İthalattan alınan vergiler bütçenin önemli bir gelir kalemidir. Dolayısıyla da bütçe açığı giderek büyüyecek demektir. Bütçe açığının büyümesi, arkadaşlar, zam demektir ve tekrar enflasyon demektir.

İkinci olarak, kısa vadeli yabancı borçlarımız, yabancı parayla aldığımız borçlar var. 125 milyar dolar var önümüzdeki yıl ödememiz gereken, benim görebildiğim kadarıyla. Bunların da bu kurlarla hesap ettiğimizde, iç yükü çok müthiş artacak -Türk lirası cinsinden, anlamında söylüyorum- bu da yine bize zam olarak dönecek diye düşünüyorum.

"Peki, ne öneriyorsunuz?" diyebilirsiniz yani böyle bir soru mantıklı olabilir. Biz 2 şey öneriyoruz; bir, müterakki vergileri uygulamamız lazım yani çok kazanandan çok, az kazanandan az vergi almamız lazım; ikincisi de ücretleri arttırmamız lazım değerli arkadaşlar, asgari ücreti yükseltmemiz lazım. Niye bunu yapmamız lazım? Sayın Bakanın verdiği güzel... Daha doğrusu, birçok siyasetçinin de paylaştığı bir laf bu aslında, "Aynı gemideyiz." lafı. Evet, aynı gemideyiz, doğrudur ama değerli arkadaşlar, bazılarımız güvertede, bazılarımız makine dairesinde.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

EROL KATIRCIOĞLU (Devamla) - Teşekkür ederim.

Yani dolayısıyla da eğer gemi batacaksa güvertedekilerin kurtulma ihtimali var ama aşağıdakilerin yok. Dolayısıyla da bizim siyaset olarak bir tercihte bulunmamız lazım: Aşağıdakilerden yana mıyız, yukarıdakilerden yana mıyız? Biz diyoruz ki: Aşağıdakilerden yana olmamız lazım çünkü yukarıdakiler zorlanmazlarsa hiçbir şey yapmıyorlar değerli arkadaşlar.

1960 ile 1980 arasında yüksek gümrük duvarlarıyla koruduğumuz sanayi, Türkiye'de büyük bir tekelleşmeye yol açtı ve tekelleşmeyle de enflasyonist bir ortam oluştu, yıllardır uğraştık 2 dijitli, 3 dijitli enflasyonlarla. Dolayısıyla da değerli arkadaşlar, ücretleri arttırın ki bu yukarıdakiler zorlansınlar ve yeni teknolojilere yatırım yapsınlar, aksi takdirde yeni teknolojilere falan yatırım yapmayacaklar, ithalata konu olan malları da üretmeyecekler.

Sürem bitti.

Teşekkür ederim. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)