GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TÜRK SİLAHLI KUVVETLERİ DENİZ UNSURLARININ; KORSANLIK/DENİZ HAYDUTLUĞU VE SİLAHLI SOYGUN EYLEMLERİYLE MÜCADELE AMACIYLA YÜRÜTÜLEN ULUSLARARASI ÇABALARA DESTEK VERMEK ÜZERE GEREĞİ, KAPSAMI, ZAMANI VE SÜRESİ HÜKÛMETÇE BELİRLENECEK ŞEKİLDE ADEN KÖRFEZİ, SOMALİ KARA SULARI VE AÇIKLARI, ARAP DENİZİ VE MÜCAVİR BÖLGELERDE GÖREVLENDİRİLMESİ VE BUNUNLA İLGİLİ GEREKLİ DÜZENLEMELERİN HÜKÛMET TARAFINDAN BELİRLENECEK ESASLARA GÖRE YAPILMASI İÇİN TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİNİN 10/2/2009 TARİHLİ VE 934 SAYILI KARARI'YLA HÜKÛMETE VERİLEN VE 2/2/2010, 7/2/2011 VE 25/1/2012 TARİHLİ 956, 984 VE 1008 SAYILI KARARLARI İLE BİRER YIL UZATILAN İZİN SÜRESİNİN ANAYASA'NIN 92'NCİ MADDESİ UYARINCA 10/2/2013 TARİHİNDEN İTİBAREN BİR YIL DAHA UZATILMASINA DAİR BAŞBAKANLIK TEZKERESİ
Yasama Yılı:3
Birleşim:61
Tarih:05.02.2013

BDP GRUBU ADINA ALTAN TAN (Diyarbakır) - Sayın Başkan, sayın milletvekilleri; hepinizi saygıyla selamlarım. Esselâmü aleyküm?

Değerli arkadaşlar, kaçıncı defadır bu tezkereler için huzurunuza geliyoruz, inan edin biz de şaşırdık. "Türkiye Cumhuriyeti'nin en büyük ihraç malzemesi askerleridir, ordusudur." dediği zaman bir yabancı analist, bu laftan oldukça alınmış ve büyük bir tepki vermiştik.

Değerli arkadaşlar, biz "Yurtta sulh, cihanda sulh." ilkesi ile İkinci Dünya Savaşı'na da girmedik, kazasız, belasız atlattık ve ondan sonra da çok kısa bir Kıbrıs meselesi hariç olmak üzere, halkımızı hiçbir savaşa sokmadık diye sık sık övünüyoruz uzun yıllardır.

ERTUĞRUL KÜRKCÜ (Mersin) - Kore de var.

ALTAN TAN (Devamla) - Siyasilerimiz yıllardır bunu siyaset sahnesinde dile getiriyorlar ama ne hikmetse bizim ordumuzun dünyada gitmediği yer de yok.

Çok gerilere gitmeye gerek yok. Kore meselesinden başlayalım. İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra bir Kore meselesi ortaya çıkıyor ve binlerce vatan evladı, niye gittiklerini, nereye gittiklerini, hangi ideal ve hangi ilke uğruna savaştıklarını bilmeden hayatlarını feda ediyorlar. O dönemde de yine büyük kahramanlık hikâyeleri, halk tabiriyle -bütün, hayatını kaybeden kardeşlerimizden, vatandaşlarımızdan özür dileyerek dile getiriyorum- bir gaz verme edebiyatıyla bu insanların hayatları üzerine bir de sahte öyküler yazıldı.

Değerli arkadaşlar, şunu söyleyebilirsiniz: "Efendim, biz bir ülkeyiz, dış bağlantılarımız var, ittifaklarımız var, tabii ki bu ittifaklarımızın yükümlülüklerini yerine getirmeliyiz." tarzında bir savunma getirebilirsiniz. Bundan önceki hükûmetler de bu yönde birçok savunma getirdiler ama soruyorum sizlere: Peki, bu kadar senedir biz, bunu ciddi bir şekilde halka sorduk mu? İşte, benim memleketim, milletvekili olduğum yer, seçim bölgem Diyarbakır'da bir Pirinçlik Üssü vardı. Yine Adana'da senelerdir bir İncirlik Üssü var. Ankara'da Balgat Üssü vardı. Sinop'ta yine bir üs vardır. Bunlar ne yapar, ne eder, ne işe yarar, yönetimi nasıl olur? "Canım, bunlar işte bütün uluslararası anlaşmalar çerçevesinde belirlenmiştir." deyip kendinizce bir cevap verebilirsiniz. Peki, bugün, işte yeni daha, henüz yaşamakta olduğumuz Patriot'lar geldi. Niye geldi, nereden geldi, kaça geldi, hangi ihtiyaca binaen geldi, kime karşı kullanılacak? Bilene aşk olsun. Malatya Kürecik'te yine bir üs tesis edildi, yine henüz yeni. "İşte efendim, İran'a karşı değil, şuna karşı değil, buna karşı değil." Peki, kime karşı, niye? Yani sebebi ne? Makul bir izah var mı?

Sevgili arkadaşlar, özetle, Afganistan'dan tutun Somali'ye kadar, işte bugünkü mevzumuz olan Somali'ye kadar her tarafta bizim askerlerimiz var. İktidara mensup bir milletvekili arkadaşımız veya bizlerden sonra söz alacak olan Sayın Bakan lütfen, çıkıp izah etsin. Bizim ordumuz Afganistan'da ne yapıyor? Daha doğrusu, Afganistan'daki proje ne? Afganistan'da ne yapılmak isteniyor? Kim, kime karşı savaşıyor? Kim, kime karşı korunuyor? Kim, kime karşı, nereye varmak istiyor? Biz bu işin neresindeyiz? Yani makul bir cevabı varsa Sayın Bakan çıksın, desin ki: "Afganistan'daki proje budur, yapılmak istenen budur, korunan hedefler budur, dünyanın, Birleşmiş Milletlerin, neyse, bütün ilgili kuruluşların siyaseti şudur, şuraya varmak istiyorlar ve onun için biz de bunlara yardım ediyoruz. Bizim de bu işten kârımız veya zararımız budur."

Arkadaşlar, aynı şekilde bir Somali meselesi var, senelerdir bir korsanlıktır gidiyor. Yani açlık sınırları altında, sefil, perişan bir hâlde olan Somali halkı her ne hikmetse? Orada bazı çetelerden bahsediliyor. Bunlar işte gemiler elde ediyorlar, silahlar elde ediyorlar ve uluslararası sularda korsanlık yapıyorlar. Hani, çok klasik bir reklam var, affınıza sığınarak söylüyorum: "Yersen!" Yiyecek ekmeği olmayan adamlar bu işi nasıl yapıyor? Niye yapıyor? Kimin desteğiyle yapıyor? Nereye varmak istiyor? Hangi senaryonun, varılmak istenen hedefin alt zeminini hazırlıyor? Bunun da bir cevabı yok. Bunu da Sayın Bakana soruyorum, tekrar soruyorum, askerlerimiz de buradalar. Yani Somali'deki bu korsanlar senelerdir bu güçlerini nereden alıyorlar? Bugün, biz, Fenerbahçe Koyu'ndan bir kotra alıp da 10 kilometre öteye gidemiyoruz. Yani şahsen ben, BDP Grubu adına söylüyorum, on milletvekili toplansak bir yata, kotraya binip de 10 kilometre öteye gidemiyoruz. Peki, bu işler nasıl oluyor? Ne şekilde yürüyor? Hangi senaryonun bir parçası? Uluslararası güçler orada ne yapmak istiyor? Somali niye önemli? Stratejik olarak Aden Körfezi, Basra Körfezi dünya petrollerinin yüzde 65'inin geçtiği yer, Basra Körfezi.

Yani bir de, yine, tekrar affınıza sığınarak söylüyorum: Yani hepimizin, bütün bir Meclisin zekâsıyla da, aklıyla da dalga geçiliyor, eski tabirle tahfif ediliyor, hafife alınıyor. Yani, orada, işte korsanlar varmış, bunlar gemileri bırakmıyormuş, Birleşmiş Milletler de karar almış, biz de gidiyoruz bu korsanları vurmaya veya engellemeye! Peki, engellemeye gidiyorsunuz da bu beş senedir, altı senedir, yedi senedir niye engelleyemiyorsunuz? Esas yapılmak istenen ne? Bu aç, perişan ve sefil hâldeki Somali niye bu kadar önemli? Bunu bize anlatın. Sayın Dışişleri Bakanı, Sayın Millî Savunma Bakanı, Sayın Ekonomi Bakanı çıkıp ekonomi, savunma ve dış politika açısından bilgilendirmeli Meclisi. Sayın Dışişleri Bakanımız 500-600 sayfa "Stratejik Derinlik" diye bir kitap yazdı, Hindistan'dan Çin'e kadar, Amerika'dan, Ukrayna'dan Antartika'ya kadar hallü fasl etti, bütün dünyanın her bir şeyini anlattı. Yahu, gel bir de bu Somali'yi anlat. Gel bir de bu Afganistan'ı anlat. Gel bakalım yani bizim bu askerlerimiz ne yapıyor, niye gidiyor, nereye varmak istiyor, hangi uluslararası politikanın hangi parçası hâline geliyor? Bunları anlat. İkna edebiliyorsan, makul bir şey varsa, incir çekirdeğini dolduracak kadar bir yarar varsa biz de desteklerimizi verelim yoksa biz buraya çıkıp her getirdiğinizi reddetme durumunda değiliz.

Değerli arkadaşlar, bu işler, başından beri, maalesef, böyle bir örtülü siyaset içerisinde? Zarf var, dışı yaldızlı, parıltılı bir zarf var. Size o zarfı gösteriyorlar ama zarfın içinde ne var? Maalesef kimse bir şey bilmiyor. Ha, kimse bir şey bilmiyor derken buradaki tüm arkadaşlarımızı ve sizleri de hiçbir şey bilmiyorlar veya bilmiyorlar veya bilmiyoruz noktasında değerlendirmiyorum, bunları okuyoruz. Avrupa'da, Amerika'da, dünyada çıkan yayın organları? Zaten, yayın organlarını da bırakın artık, bir İnternet çıktı, evinizin içinde bütün dünyanın bilgileri var; neler oluyor, neler bitiyor, iyi kötü öğrenebiliyoruz bu senaryoları. Ama bizim tepkimiz şuna: Biz bunları sağdan soldan, sokaktan, Samanpazarı'ndan, işportacıdan niye öğrenelim? Bizim Başbakanımız, Millî Savunma Bakanımız, Dışişleri Bakanımız gelsin, bunlarla ilgili tatminkâr bir bilgi versin. Zaten bu Meclisin görevi de bu. Yani bu Meclis, burada, keyif yapmak için veya işte "Laf olsun torba dolsun, vakit öldürelim, gelelim, işte `Kabul edenler? Etmeyenler?' Ondan sonra da evimize gidelim." Böyle bir yapı için kurulduysa hepimize yazıklar olsun.

Değerli arkadaşlar, halkı bilgilendirmezseniz, gerçekleri anlatmazsanız bir yere varamazsınız. Yani elinizde güç olabilir, yetki olabilir. Bir dönem, işte, Orta Doğu'da da aynı durumlar söz konusuydu. 36'ncı paralelle ilgili, yine, Çekiç Güç'le ilgili oylamalar olurdu bu Mecliste ve bir şekilde o kararlar hükûmetin getirdiği şekliyle geçerdi. Ama bakın, bütün bir Orta Doğu hercümerce uğradı, yeniden şekilleniyor ve o gün gelip de Mecliste konuşan bakanların, başbakanların, siyasilerin, yetkililerin söylediklerinin hiçbirisi doğru çıkmadı. Bunların hepsi Meclis zabıtlarında duruyor. Bu zabıtlarda, o gün -bugünkü Sayın Cumhurbaşkanımız da dâhil- partileri adına konuşan birçok siyasinin neler söylediği kayıtlı. O gün yaptıkları analizlerin ve ortaya sürdükleri lehte ve aleyhteki gerekçelerin hiç birisi bugün gerçekleşmedi. Farklı şeyler oldu ve hâlen de farklı şeyler oluyor ve Orta Doğu başka bir yöne doğru gidiyor. İşte, burada, Patriot'lardan tutun, Kürecik'teki üsse kadar, Afganistan'dan Somali'ye kadar nereye asker gönderiyorsak ve hangi askerî-siyasi anlaşmanın altına imza atıp bunun gereklerini yerine getiriyorsak, bunların en açık seçik izahatlarının yapılma yeri burasıdır, başka bir yer değil.

Değerli arkadaşlar, bu vesile ile yine, bu halktan saklanan gerçekler babından bir başka mevzuda yani bugün de tartışmakta olduğumuz Anayasa meseleleri hakkında birkaç şey söylemek istiyorum. Burada, ne zaman Kürt sorununu tartışsak, ne zaman İslam, din devlet, laiklik mevzularını tartışsak hemen bir tepki cereyan ediyor: "Şunlar, şunlar, şunlar olamaz." Peki, niye olamaz? Durun, bir tartışalım. Yani ana dilde eğitimden, bölgesel yönetimden, valileri halkın seçmesinden, başkanlık sisteminden, Diyanetin özerkleşmesinden, cemevlerinin, tekkelerin, tarikatların, zaviyelerin açılmasına kadar hangi mevzu varsa, durun, bunları bir tartışalım; ondan sonra, doğru ve yanlışlığına karar verelim. "Hayır, tartışamazsınız." Niye? "Efendim, kurucu irade bunlara izin vermez." Bu memleketin, bu devletin bir kurucu felsefesi vardır, kurucu iradesi vardır. Kurucu irade ve onun tecellisi olan felsefe şunlara, şunlara, şunlara izin vermez. Ve biz, bu mevzularımızı konuşamadığımız içindir ki tartışamadığımız içindir ki bu sorunlarımızın hiçbirisini de doğru düzgün bir çözüme kavuşturamayız.

Bakınız, kurucu iradeyle ilgili yalanları ben sıralamaya başlıyorum:

1) Kurucu irade kimdir? Kurucu irade, bana göre, bize göre 23 Nisan 1920 Cuma günü Türkiye Büyük Millet Meclisini Ankara'da açan zatların, muhterem şahısların tamamının iradesidir. Bunların bir kısmı -biliyorsunuz- son Osmanlı Meclisi Mebusanını İngilizlerin basması üzerine Ankara'ya gelen milletvekilleridir, geri kalan yarısı da eksiklerin tamamlanarak seçilmesi ile Ankara'ya gelen muhterem milletvekilleridir. Peki, diğer yarısına ne olmuştur? İngilizler Meclisi basmıştır ve yakaladıkları milletvekillerini Malta Adası'na sürgün etmişlerdir. İşte, 23 Nisan 1920'de bulunan zatlar bu kişilerdir, Malta'ya götürülemeyen, o gün Mecliste hazır olmayan ve bir şekilde Ankara'ya gelen ve ondan sonra da Malta'ya gidenlerin yerine seçilen milletvekilleri.

2) Bu Meclis nasıl açılmıştır? Yine 23 Nisan 1920 günü Hacı Bayram Camisi'nde namaz kılındıktan, mevlütler okunduktan sonra, tekbirler, salavatlar ve dualarla Ulus'a kadar yüründükten sonra açılan Meclistir.

3) Bu Mecliste Türklük, Kürtlük, bir mezhep ayrımı var mıdır? Hayır, onda da kesinlikle yok ve ondan sonra bu Meclisin 1921 yılında kabul ettiği bir Teşkilatı Esasiye Kanunu vardır, bizim ilk Anayasa'mız kabul edilir. Bu Anayasa'da neler vardır? Size bazı maddelerini okuyacağım.

7'nci madde: "Ahkâmı şer'iyenin tenfizi, umum kavaninin vaz'ı, tadili, feshi ve muahede ve sulh akti ve vatan müdafaası ilânı gibi hukuku esasiye Büyük Millet Meclisine aittir." Ne demek bunun Türkçesi? Şeriat hukukunun uygulanması konusunda Türkiye Büyük Millet Meclisi yetkilidir. Bunun Türkçesi bu. İşte, kurucu iradenin bir şeyi.

Bir başka madde, Kürt meselesi tartışılırken, 11'inci madde. İşte, bugün muhtariyet, özerklik, bölgesel yönetim, seçilmiş vali olur mu olmaz mı, vatan bölünür mü, devlet parçalanır mı, kurucu irade bu konuda ne dedi? Bakın kurucu irade ne diyor? 1921, Teşkilatı Esasiye Kanunu, ilk Anayasa'mız, madde 11: "Vilâyet, mahalli umurda manevi şahsiyeti ve muhtariyeti haizdir. Harici ve dahili siyaset, şeri, adlî ve askerî umum, beynelmilel iktisadî münasebet ve hükûmetin umumî tekâlifi ile menafii birden ziyade vilâyete şâmil hususat müstesna olmak üzere Büyük Millet Meclisince vaz'edilecek kavanin mucibince Evkaf, Medaris, Maarif, Sıhhiye, İktisat, Ziraat, Nafia ve Muaveneti İçtimaiye işlerinin tanzim ve idaresi Vilâyet Şûralarının salâhiyeti dahilindedir." Yüzde 95'i Arapça bunun. Ben de mümkün olduğu kadar Arapça harflerle telaffuz ederek söyledim.

Değerli arkadaşlar, ne diyor? Diyor ki "Vilayetler muhtar idareleridir." ve ayırıyor, yetkilerini de ayırıyor. Diyor ki: "Dış ve iç siyaset, şer'î, adlî ve askerî uygulamalar, uluslararası anlaşmalar merkezî hükûmetin yetkisi altındadır." Peki, muhtariyeti haiz, özerkliği haiz vilayetlerin şûralarının yetkileri nedir? O da çok açık bir şekilde anlatılmış: "Evkaf, Medaris, Maarif, Sıhhiye, İktisat, Ziraat, Nafia ve Muaveneti İçtimaiye işleri?" "Vakıflar, medreseler, okullar, sıhhiye, hastaneler, iktisat, ziraat, bayındırlık ve sosyal yardımlaşma işleri de vilayet şûralarının yetkisi içerisindedir." diyor. Bir kurucu irade beyanı daha.

Ondan sonra, yine 14'üncü madde biraz daha açıyor bunu "Vali, yalnız devletin umumi vazaifile mahalli vezaif arasında tearuz vukuunda müdahale eder." Diyor ki: "Vali, merkezi hükûmet ve yerel idare arasında bir uyuşmazlık olduğu zaman müdahale eder." Bunun ötesinde valinin çok daha fazla bir yetkisi, eski tabirle salahiyeti de yok.

İşte, değerli arkadaşlar, Somali'ye asker gönderilmesinden başkanlık sistemine, özerklik ve muhtariyete, din-devlet ilişkilerine, laiklik anlayışına, ulus devlet paradigmasına kadar ne kadar sorunumuz var ise bunları zabıtlardan -kurucu iradenin kuruluş felsefesinin aslına sadakatle- eğer inceleyemezsek yine bir mesafe almamız mümkün değildir.

1924 Anayasası'nda? Yani 1921 böyle de 1924'te ne var? 1924'te "Türklük" Anayasa'ya giriyor, orada bir değişiklik var ama dinî konudan "Ahkâm-ı şer'iyenin tenfizi?" meselesi yani şeriat kurallarının Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından takip ve uygulama sorumluluğu 1924 Anayasası'nda da yine kendini muhafaza ediyor ve 1928'e kadar da bu işler böyle gidiyor. Laikliğin Anayasa'ya girme tarihi de 1937. İşte milletten saklanan gerçekleri yine evraklarla, kayıtlarla, belgelerle bu şekilde konuşamazsak bir başka siyasi örtbas etme ve oyunbazlık etme durumu ortaya çıkar.

Değerli arkadaşlar, yine bu işte muhtariyetle ve yerel yönetimlerle ilgili tartışmalar senelerdir devam ediyor. Prens Sabahattin'den bugüne kadar ademimerkeziyet ve teşebbüs-i şahsi meselesi tartışılıyor ama sorunlarımız çözülemiyor ve sorunlarımızı çözmeye kalktığımız her vakit de bunun adı ya irtica oluyor ya bölücülük oluyor ya dış tahriklere kapılma oluyor. Hâlbuki kendi geçmişimizi, 23 Nisan 1920'den itibaren bu cumhuriyetin nasıl kurulduğunu, bu Meclisin nasıl teessüs ve teşkil edildiğini incelersek bambaşka bir tabloyla karşı karşıya kalıyoruz.

Somali meselesine de biz ret oyu vereceğiz BDP Grubu olarak çünkü bu meselelerin gerçeği bu Mecliste doğru düzgün konuşulana kadar bizim ikna olmamız mümkün değildir.

Bu duygu ve düşüncelerle hepinize saygılarımı sunuyorum.

Teşekkür ediyorum. (BDP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Tan.