GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: (10/77, 372, 491, 534, 693, 817, 868, 992, 1004, 1018, 1150, 1170, 1221, 1305, 1434, 1518, 1806, 1815, 1943, 2009, 2139, 2206, 2391, 2909, 2929, 3031, 3032, 3382, 3558, 3575, 3581, 3583, 3647, 3677, 3682, 3690, 3708, 3740, 3769, 3798, 3817, 3831, 3840 ) No'lu Küresel İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi, Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Verimli Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Görüşmeleri münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:50
Tarih:01.02.2022

MHP GRUBU ADINA HASAN KALYONCU (İzmir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Küresel İklim Değişikliğinin Etkilerinin En Aza İndirilmesi, Kuraklıkla Mücadele ve Su Kaynaklarının Verimli Kullanılması İçin Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu üzerine Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz aldım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlarım.

İnsan faaliyetleri ve özellikle sanayileşme sonucu ortaya çıkan çevre sorunlarının teknolojik önlemlerle ortadan kaldırılabileceği düşüncesiyle 1970'lerden bu yana sürdürülebilir kalkınma yaklaşımları ve politikalar geliştirilmeye başlamıştır. Ancak gelinen noktada, ekolojik krize çözüm bulmak açısından geliştirilen teknolojilerin yeterli gelmediği net olarak görülmektedir. Özellikle, gündemimizdeki iklim değişikliği konusunda Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris İklim Anlaşması'na rağmen iklim değişikliğinin olumsuz etkileri artmaktadır. Bunun nedeni, iklim değişikliği konusunda küresel düzeyde tutarlı bir politika izlenememesi sürecin daha da kötüleşmesine neden olmaktadır. Dünya kaynaklarını kısıtlama olmaksızın kullanarak sanayileşmiş olan bugünkü zengin ülkeler hâlen sera gazı emisyonu üretiminde şampiyon durumdadırlar. Gelişmekte olan ülkelerse refah düzeylerini yükseltmek için uğraşırken sera gazı salımlarını da artırmaktadır.

Birleşmiş Milletler bünyesinde gerçekleştirilen küresel iklim değişikliği müzakerelerinde sera gazı emisyonlarını kimin ne kadar azaltacağı, bunu ne zaman yapacağı, iklim değişikliğine uyumun maliyetini kimin karşılayacağı ve ne kadar ödeyeceği konuları taraflar arasında hâlen tartışmaya ve mücadeleye neden olmaktadır. Doğanın yıkımı ve küresel iklim değişikliği sorunlarının insan kaynaklı ve liberal ya da neoliberal politikaların ürünü olduğu ortadadır. Bu bağlamda, Batılı düşünürlerin dile getirdiği "biyopolitika" ve "ekopolitik" kavramları gündeme gelmiş ve bilim adamları tarafından da çeşitli görüşlerle desteklenmiştir. Bu bakış açısıyla, sadece insanın değil, tüm canlı varlıkların yaşama hakkını gözetmek gereklidir. Neoliberal politikaların ve küreselleşmenin ortaya çıkardığı insanın ve doğanın sınırsızca kullanımını içeren süreçleri tersine çevirecek ekopolitik yaklaşımlar disiplinler arası bir anlayışla üretilmeli ve bunlar atmosferdeki karbon miktarının iklim sisteminde şiddetli değişimlere yol açmayacak seviyede tutulmasını sağlayan nitelikte olmalıdır. Hem tarihsel sorumluluğa sahip gelişmiş ülkelerin hem de sera gazı azaltımı yükümlülüğü bulunmayan gelişmekte olan ülkelerin bu süreçte sorumluluk almaları önemlidir.

Türk milletinin hafızası ve inanç dünyamız birbiriyle uyumlu şekilde doğayı insana ve insanı da devlete emanet edilmiş bir değer olarak görür. Böylelikle dünyaya da bir uyum ve çözüm programı sunabiliriz. Türkiye olarak iklim değişikliği sorununu önemseyip alınacak çok yönlü tedbirler konusunda eylem planları hazırlamış olmamız oldukça değerlidir.

Kıymetli milletvekilleri, çevre sorunları ve iklim değişikliğine uyum çalışmalarında kurumsal, finansal, teknik kapasitenin yükseltilmesi ile kamu kuruluşları arasında eş güdümün geliştirilmesi sorunları bugün de varlığını korumaktadır. Keza, sürdürülebilir enerji, enerji verimliliği ve temiz enerji teknolojilerine yönelik çabalar ile iklim değişimine uyum çalışmalarının bütünlük içinde, dikkatle ele alınması gerekmektedir. Bu alanda sağlanacak ilerlemeyle Türkiye, ekolojik bir medeniyet projesinin öncüsü olma kapasitesine sahiptir. Ülkemizde küresel ısınma ve iklim değişikliği gündeme geldiğinde sıklıkla emisyon azaltılması ve bir an önce emisyonun sıfırlanmasına ilişkin konuşmalar yapılmakta ve görüşler ortaya atılmaktadır. Oysaki, bizim sürekli ifade ettiğimiz gibi, biz ülke olarak hem tarihî sorumluluk hem de güncel etki açısından çok düşük seviyelerdeyiz. Biz emisyonu sıfırlasak dahi küresel ısınmayı durdurmuş olamayacağız ama ülkemiz iklim değişimlerinden en fazla etkilenen ülkeler arasında yer almaya devam edecektir. Sebebine gelince, bugün yaşadığımız olumsuz durumların sorumlusu ve Paris Anlaşması'na imza atmış olan bazı ülkeler, Kuzey Kutbu'na varıncaya kadar dünyanın her yerinde yoğun bir şekilde fosil yakıt aramaya, madenler ve diğer yer altı kaynaklarını hızla ele geçirmek için gelişmemiş ülkelerde sömürüye devam etmektedir. Aynı gelişmiş ülkeler tüm bu faaliyetleri yaparken nükleer denemeler, uzay çalışmaları gibi alanların emisyonunu göz ardı ederek hayvancılıktan kaynaklı emisyonu gündeme getirmektedirler. Trajikomik olansa, aynı zamanda yapay et de dünyada gündem konusu oluşturmaktadır. Avrupa Yeşil Mutabakatı ve sınırda karbon vergisi uygulamaları gündemi işgal ederken gelişmiş ülkeler, üretimlerini yoksul ülkelere kaydırmış ve güncel emisyon sorumluluklarını bu ülkelerin hanesine yazdırarak kendi yükümlülüklerini azaltma yoluna gitmektedirler ve yeşil ekonomi de kapitalizmin sömürü aracı hâline gelmektedir.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; iklim değişikliği akşamdan sabaha bir anda oluvermiş bir olay değildir, adım adım ve hızlanarak günümüze kadar gelmiştir. Bu gidişin önünün alınması gereği insanların gündeminde olsa da kirletici devletler ve küresel aktörler tarafından sürekli ihmal edilmiştir. Hâlihazırda, uluslararası müzakerelerde güzel sözler içeren raporlar, hatta anlaşma ve sözleşmeler üretilmekle birlikte herkes ipe un sermeye devam etme yolundadır ve doğaya yaptığınız müdahalelerin sonuçları daima tahmin edilemezdir. Bu sebeple biz, Türkiye olarak, emisyon azaltımı uygulamalarını hayata geçirirken bu değişimin etkilerini daha az zararla karşılayacak önlemleri almalıyız.

Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin fiziksel etkilerinin yol açacağı sorunlardan bazıları, güvenilir ve yeterli gıda temininde güçlük, toplumsal gerilim artışları, kullanılabilir suya erişilememesi, ticaretin azalması, insan sağlığının bozulması, yoksulluğun artması, göçlerin artışı ve artan asayiş sorunlarıdır. Türkiye de iklim değişikliği kökenli bu etkilerden vareste değildir. Ülkemizdeki obruk oluşumları, müsilaj oluşumu, göllerde kuruma ve su miktarında azalma buna örnek olarak gösterilebilir. Bu kapsamda, 2018 yılından bu yana konuşmalarımızda, önerilerimizde Milliyetçi Hareket Partisi olarak konuyla ilgili kanun teklifleri vererek süreçte aktif rol aldık. Araştırma Komisyonunun kurulmasında ve Komisyonda aktif rol alarak ülke için ihtiyaç olan ve yapılması gerekenleri paylaştık ve bu düşüncelerimiz büyük oranda Komisyon raporuna da yansımış durumdadır. Milliyetçi Hareket Partisi olarak iklim değişikliğinin ülkemize etkilerini azaltmak amacıyla, iklim değişimine bağlı olarak ürün desen değişiminin planlanması ve hayata geçirilmesi, istilacı türler ve patojenlerle mücadele, ekolojik köprüler, su kuyularının kontrol altına alınması, yer altı barajları, toprağın değil bitkinin sulanmasına yönelik kapalı ve basınçlı sistemlerin yaygınlaştırılması, yağmur suyu hasadı, ekosistem değişimlerine ve oluşabilecek olumsuzluklara karşı önlemler dâhil olmak üzere, tarımdan turizme, sanayiden şehirciliğe, enerjiden millî savunmaya kadar birçok alanda sorunları ortaya koyduk ve çözüm önerilerini sunduk. Bu önerilerin bir kısmı hayata geçirilmiş ve tarafımızca uygulamalar da takip edilmektedir. Bugün elinizde olan Komisyon raporunda henüz uygulamaya geçmemiş ve önlemler paketi olarak ele alınması gereken birçok konu da ayrıntılı bir şekilde anlatılmıştır.

Sayın milletvekilleri, Milliyetçi Hareket Partisi olarak bizim siyaset yapmamızın birincil motivasyonu önce ülke ve millete hizmet edebilmektir. Bu sebeple, iklim değişikliğinin etkilerinin en aza indirilmesi konusunda kısa, orta ve uzun vadeli planların yapılması gerektiğini ifade ediyor ve bu planların da alternatifli şekilde öngörülmesi gerektiğine dikkat çekiyoruz.

Yeşil ekonominin hayata geçirilmesi için Hükûmet ve yerel yönetimler eş güdüm içerisinde hareket etmeli ve özel sektör de kendi üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmelidir. Bu çerçevede, yerel yönetimler mevzuatında düzenleme yapılması, çevre kirliliğine ve iklim değişikliğine karşı mücadelede teknik kapasite, denetim ve yatırım yetkilerinin güncellenmesi gerekmektedir. Giderek artacak çevre felaketlerine karşı şehirlerimizin dirençli hâle dönüştürülmesi için belediyeler sorumluluklarını yerine getirmelidir. Yerel yönetimlerin, yatırımlarında iklim değişikliği etkilerine karşı dirençli, tolere edilebilir düzeyde karbon emisyonu üreten teknolojilerin kullanılmasına öncelik vermesi önemlidir.

İklim değişikliğine karşı tedbirlerden doğrudan belediyelerin görev alanında olanların başında su meselesi gelmektedir. Kentlerimizde kanalizasyon ve yağmur suyu toplama sistemleri ayrıştırılmalı, geri dönüşüm oranı azamiye çıkarılmalı, atıklar kaynakta ayrıştırılmalı, vahşi depolama yapılan çöp alanları ıslah edilmelidir. Şehir parkları ve yeşil alanlarda kullanılan sulama teknikleri modernize edilmeli ve yağmur hasadıyla elde edilen ya da geri kazanılmış sular kullanılmalıdır. Şehirlerimizde yutak alanların genişletilmesi konusunda da yerel yönetimlerin inisiyatif alması gerekmektedir.

Yaşanan fırtına ve hortumlar gösterdi ki yapıların şiddetli hava olaylarına karşı dayanıklı hâle getirilmesi zaruret hâlini almıştır. Bu bağlamda, çatı yapım teknik ve araçları gözden geçirilmelidir. Antenler, reklam tabelaları gibi portatif yapıların güvenli hâle getirilmesi büyük önem kazanmıştır. Bununla birlikte, iklim değişikliği, yeryüzünde her bölge ve ülke için farklı risk ve tehditler taşıdığı için ve her ülkenin uyum kapasitesi ve kırılganlığı farklı olduğu için yakın zamana kadar topyekûn bir güvenlik sorunu olarak algılanmamıştı. İklim değişikliğinin güvenlik boyutu değerlendirilirken farklı bölgelerin farklı etkileri yaşayacağı göz önünde bulundurulmalıdır. Bu nedenle, ülkemiz açısından millî güvenlik alanında olası etkiler ve alınacak önlemler gecikmeden planlanmalıdır. Göç kafileleri sınıra dayanınca düşünmeye vakit olmadığını fiilen yaşadığımızı unutmamak lazımdır ancak iklim değişikliğinin etkilerini ekonomik öncelikle algılamak yeterli değildir. Millî Savunma Bakanlığının da konuyu millî güvenlik boyutunu da gözeterek etkin şekilde ele almaya başlayacağını ümit ediyoruz.

Muhterem milletvekilleri, küresel ısınma en başta su kaynakları, tarım ve hayvancılık sektörünü tehdit etmektedir. Su miktarı ve kapasitesinde yaşanacak düşüş dolayısıyla su yönetimi konusu stratejik niteliktedir. Bu sebeple, su yönetimindeki yetki karmaşasının çözülmesi, yer altı ve yüzey su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesi ile tarım, enerji, sanayi ve diğer alanlardaki su kullanımında akıllı ve akılcı hareket edilmesi gerekmektedir.

Mevsimsel kuraklık ve tarımsal kuraklık geçtiğimiz yıl boyunca kamuoyunun gündemine defalarca gelmiştir. Küresel ısınma dolayısıyla artan buharlaşma miktarının su varlığımıza etkisi sıcaklık ve yağış kadar önemlidir, bundan ötürü barajlarda, göllerde, yüzey sularında buharlaşmanın sebep olacağı su kaybının da hesaplanması gerekmektedir. Bu hesap ortaya çıkarılınca su kayıplarının azaltılmasının önemi kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Komisyon çalışmalarında kamu idareleri adına yapılan sunumlarda da ortaya çıkan bir eksiklik var: İklim değişikliğinin ülkemize etkileri hakkında uzun vadeli çözüm önerilerine ihtiyaç bulunmaktadır. Ayrıca, iklim değişikliğinin doğrudan ekosisteme ve canlı türlerine yönelik tehditleri "ekolojik güvenlik" olarak adlandırılmaktadır. İklim değişikliği, hayvancılık açısından ele alındığında hayvanların üreme ve ölüm oranlarına etkilerinin arıcılığa ve arıyla bağlantılı olarak tozlaşmaya etkisi ve diğer böcekler üzerine ne gibi etkileri olacağı değerlendirilmelidir. Meselenin tozlaşma yönüyle tarıma ve doğal bitki örtüsü üzerine olası etkileri özellikle incelenmelidir. Ayrıca, iklim değişikliği sonucu bitkisel ürünlerin yanı sıra tıbbi ve aromatik bitkileri ve endemik bitkileri de etkilemesi beklenmektedir. Bu konuda araştırma, değerlendirme ve planlamalar yapılmalı ve üreticilerin bilgilendirilmesi ve eğitilmesi sağlanmalıdır. İklim değişimine bağlı olarak rüzgârlarda değişim sonucunda yaşanan aşırı hava olayları, enerji üretim sistemleri ve enerji iletim altyapıları için de tehdit hâline gelmektedir.

Kıymetli milletvekilleri, konu iklim değişikliğiyle ilgili olunca hep değişimden söz ediyoruz. Yeni iklim şartlarına uyumdan ve başta enerji olmak üzere alternatif üretim kaynaklarından söz ediyoruz. Bu değişime ayak uydurmak sadece teknik bir sorun olmayı çoktan geçmiştir. Biraz önce ifade ettiğim gibi, uyum sorunu güvenlik sorunudur, beslenme sorunudur, su sorunudur, enerji sorunudur. Bunların kendi içlerinde ve ülke düzeyinde koordinasyonu icap etmektedir. Koordinasyon eksikliği bizi kaynak israfına, zaman kaybına ve standarttan yoksunluğa götürmektedir. Bu çerçevede çevre, iklim değişikliği, su ve orman konularının, idare açısından yeniden bir çatı altında toplanması ertelenemez bir gereklilik hâlindedir. Her bir yerel yönetim, her bir belediye kendi yetki ve sorumluluk alanında kendi karar süreçlerini işletip kendi uygulamalarını yapmaktadır. Başkentin, bakanlıkların bu aşamadaki sorumluluğu, yerel yönetimlerin etkinliğini artıracak nitelikte rehberlik ve standartlar oluşturarak bütün memlekete asgari nitelikte belediye hizmetlerinin sunulmasını sağlamaktır.

İklim değişikliğinden etkilenebilirlik düzeyinin azaltılması veya uyum fırsatlarından yararlanılmasını amaçlayan iklim değişikliğine uyum; insanların geçim kaynaklarının, ekonomilerin ve doğal sistemlerin iklimden kaynaklanan değişikliklerden daha az olumsuz etkilenmesini hatta bazı durumlarda fayda elde edilmesini sağlamaktır. Uyum sağlamak, muhtemel zararın boyutunu azaltan önemli bir savunma önlemidir. Uyum için alınacak önlemler arasında, tarım sektörünün kuraklıklara karşı dayanıklılığının artırılması, daha fazla depolama ve altyapı yönetimi yoluyla sel risklerinin azaltılması, su kaynaklarının bütüncül yönetimi, enerji üretimi, şehirleşme, kentlerde ısı alanlarının belirlenmesi, rüzgâr koridorlarının oluşturulması ve ekosistemlerin korunması gibi önemli konular yer almaktadır.

Sayın milletvekilleri, sözlerime son verirken, Komisyon çalışmaları boyunca yapılmış güzel işlerin, doğru adımların varlığını gördük ancak yapılması gerekenlerin çokluğunu da hep birlikte müşahede ettik. Komisyon tarafından sunulan raporun ilgili bütün kamu kurum ve kuruluşları için de bir rehber niteliği taşıdığına eminim. Onların da bu rehberi izlemesini temenni ediyor, Gazi Meclisi saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)