GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moldova Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Sürücü Belgelerinin Karşılıklı Olarak Tanınması ve Değiştirilmesine İlişkin Anlaşmanın Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:53
Tarih:15.02.2022

MHP GRUBU ADINA KAMİL AYDIN (Erzurum) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; farklı sıra sayılarıyla Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul gündemine alınan uluslararası anlaşmalarla ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubu adına söz almış bulunmaktayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Sayın milletvekilleri, dünden bugüne yaşanan doğal afetler, trajediler, savaşlar ve akabinde varılan anlaşmalar; inşa ya da yok edilen medeniyetler göz önünde bulundurulduğunda insanlık tarihiyle paralel, zengin varlıklara ve yaşanmışlıklara ev sahipliği yapmış kadim bir coğrafyanın kaderimizi tayin ettiği bir jeopolitik gerçeklikle yüz yüze olduğumuzu görmekteyiz. Bu nedenle, bin yılı aşkın bir süredir ağır bedeller ödeyerek nihai yurt edindiğimiz Anadolu'nun jeopolitiği bizlere her zaman ağır görev ve sorumluluklar yüklemektedir. Bu da "Su uyur, düşman uyumaz." ilkesine esin kaynağı olan durum ve şartların yani bu coğrafyada uyku orucunda olma zorunluluğunun açık ve net ifadesidir. Aksi takdirde, Allah korusun, arkeolojik kazılara malzeme, "Bir zamanlar onlar da vardı." kervanına katılmak kaçınılmaz olur. Bu nedenle, birçok acı tecrübe sonucu elde edilen bu kadim Türk devlet geleneği, bizlere, savaşın kartalı olmak kadar barışın da güvercini olmayı öğretmiştir.

Saygıdeğer milletvekilleri, kısaca, insan ve toplum hayatında olduğu gibi ülkelerin de hayatiyetlerini sağlıklı, güvenli, huzurlu sürdürebilmelerinin en genelgeçer yansıması sahip olunan düzenli ve düzeyli komşuluk veya teknik ifadeyle müttefiklik ilişkilerinin tesisidir. Bu ilişkilerin kalıcı ve kapsayıcı olmasının en belirgin şartı ise mütekabiliyet ölçüleri çerçevesinde sevgi, saygı ve anlayış içerisinde hareket etmektir. Katı ve yumuşak güçler mücadelesinde ahenkli bir dengenin kurularak birini diğerine hâkim kılmadan sürdürülebilmesinin her zaman kazanç sağladığını tarihî yaşanmışlıklardan açıkça görmekteyiz. Diğer bir ifadeyle, katı güçler savaşında her ne kadar başarılı olunursa olunsun masada, diplomaside yani kısaca yumuşak güç kazanımıyla taçlandırılmadıkça elde edilen başarının kalıcılığı ve sürdürülebilirliği tartışmaya açıktır.

İşte bugün, yaklaşık otuz yıllık bir işgalden kırk dört gün gibi mucizevi bir sürede azatlığına kavuşan Azerbaycan toprağı Karabağ'ın özelinde, Güney Kafkasya'da Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye arasında bir diplomatik safhanın önü açılmış ve böylece ikili ve çoklu birtakım meselelerin çözümüne yönelik adımlar atılmaya başlanmıştır. Bu adımların 2 temsilciyle başlayıp gerekirse üçlü veya 3+3'lü formatta sürdürülebilir kılınması yönünde çözüm odaklı teklif ve önerilerin, bölgenin siyasi istikrarına ve kalkınmasına katkı sağlayacağı gündeme alınmıştır. Güney Kafkasya'daki istikrarın temini noktasında, böylesine katkı sağlayıcı, yüksek bir amaca matuf Şuşa Beyannamesi imzalanmıştır. 15 Haziran 2021'de iki dost ve kardeş ülke yani Türkiye ve Azerbaycan arasında imzalanıp akabinde 1 Şubat 2022'de Azerbaycan ve 3 Şubat 2022'de ise Türkiye'de onaylanan Şuşa Beyannamesi'yle iki müttefik ülke sadece askerî ve savunma alanında değil, aynı zamanda siyasi, ekonomik, kültürel, sosyal, sağlık, eğitim ve spor gibi farklı alanlarda da iş birliğini öngörmektedir.

Bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne üçüncü taraflarca yapılacak herhangi bir saldırı veya tecavüz söz konusu olduğunda birlikte hareket etmeyi taahhüt eden bu anlaşma Güney Kafkasya'daki diğer ülkeleri de motive ederek birlikte ortak çözüm arayışlarına yöneltmiştir. Kronikleşmiş sorunların çözümüne yönelik benzer ortak irade Türkiye-Ermenistan arasında da kendini göstermiş ve bu amaçla ülke temsilcilerinin Rusya'da bir araya gelerek ilk toplantıyı yapmaları umut verici olmuştur. Bu sürecin diasporadan ve ön yargılardan bağımsız, kendi meselelerine odaklı, gerçekçi bir kazan-kazan yaklaşımıyla sürdürülmesi Ermenistan'ın da yararına olacaktır. Karşılıklı uçak seferleriyle başlayan iyi niyet hamleleri, Zengezur Koridoru'nun açılıp Nahçıvan-Azerbaycan demir yolunun inşasıyla bir yandan Türk dünyasının vuslatına vesile olacak öte yandan bölgedeki ticari ve ekonomik ilişkilerin geliştirilmesine de büyük katkı sağlayacaktır.

Sayın milletvekilleri, kadim Türk devlet geleneğinin bir gereği olarak yurtta da cihanda da barışı önceleyen Türkiye Cumhuriyeti devleti, aynı olumlu tavrı, aynı yapıcı duruşu komşusu Yunanistan'la yaptığı istikşafi görüşmelerde de açıkça yansıtmıştır. Fakat AB üyeliğinin verdiği şımarıklıkla Yunanistan'ın yakın adaları silahlandırma başta olmak üzere azınlık statüsünde bulunan soydaşlarımıza reva gördüğü muameleler ortadadır. Bu bağlamda, aslında, Lozan Antlaşması'yla garanti altına alınan birtakım haklar... Ki bunlar eğitimden ibadet özgürlüğüne, millî kimliklerin taşınmasından seçme seçilme hakkına varana kadar gerçekten birtakım hakların, uluslararası geçerliliği olan birtakım, efendim, olması gerekenlerin yapılmadığına tanıklık etmekteyiz ve bunun karşılığında birilerinin nihai ilke olarak benimsedikleri ne Avrupa Komisyonu uyum yasaları ne de Konseyin aldığı kararlarla hiçbir zaman bağdaşacak bir özellik teşkil etmemektedir.

Şimdi, tabii, bu konuda somut örneklerden hareket etmek her zaman daha yerinde ve etkili olacaktır kanaatindeyim. Dolayısıyla, bizatihi yaşadığım bir örnekten hareketle bazı şeyleri mukayeseli paylaşmaya çalışacağım. Malumunuz, 1980'li yılların başında Yunanistan'da iktidar değişikliği "PASOK" diye Panhelenik Sosyalist Hareketin iktidara geldiğini biliyoruz ve inanın, bir sınıf arkadaşım olmasaydı belki benim de farkında olmayacağım birtakım şeyleri bizatihi birinci kaynaklardan işiten bir arkadaşınız olarak sizinle paylaşmak istiyorum. Bir arkadaşımız ta 1981'de yavaş yavaş... "Kos Adası'nda yaşıyoruz, biz oranın vatandaşıyız ama PASOK'un iktidara gelmesiyle maalesef bizim üzerimizdeki, mahallelerimizdeki, camilerimizdeki, iş yerlerimizdeki baskılar ziyadesiyle artmaya başladı." Ve aradan geçen bir iki yıl içerisinde neye dönüştü bu söylem? "Babam dükkânı satılığa çıkardı, arazileri satılığa çıkardık, müşteri bulamadık tehditlerden dolayı ve bir gün evimiz taşlanıp camlarımız kırılıp molotofkokteylleri atılınca İzmir'e apar topar kaçmak zorunda kaldık ve ilk müşteriye, sahip olduğumuz her şeyi, ata yadigârı varlığımızı mezat fiyatlarla, yok pahasına da satmak zorunda kaldık."

Şimdi gerçekten burada hazıruna sormak istiyorum. "6-7 Eylül olayları" diye bizim siyasi tarihimize not düşen -birtakım olaylar ki gerçekten tasvip etmediğimiz- birtakım olaylara tanıklık ettik. İnanın, biraz önce bir anket yapmaya çalıştığında, herhâlde benim anketim daha sağlıklı bir sonuç verecektir. Şu Meclisteki hemen hemen herkes 6-7 Eylül olaylarını çok iyi bilir ve İstanbul'daki bu olayların sebebi, mahiyeti de malum; Selanik'teki Gazi Paşa'mızın evine yapılan saldırı sonrasındaki provokasyonlarla meydana gelen olaylardı. Şimdi, bunu bellekte sıkı tutup ve uluslararası bağlamda da sürekli ısıtılıp karşımıza çıkarılması ki bu olaylardaki taraf olan, müsebbip olanların da yargılanıp gerekli cezalara çarptırılmasına rağmen benim biraz önce bire bir, birinci ağızdan paylaştığım anekdotla ilgili ne Avrupa Komisyonunda ne Parlamentoda ne de Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde hiçbir zaman gündeme gelmemiştir.

Şimdi buna benzer bir örnek daha... Yine, hâlihazırda üyesi olduğum Avrupa Birliği Karma Parlamenter Meclisi Alt Komisyonunda çok ilginç bir rapor görüşülüyor. İtiraz ediyoruz ama çok da geçerli değil. Şimdi, AB müktesabatını Ankara merkezli oluşturulan Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu değerleri müktesebatına tercih edenlere özellikle sesleniyorum. Diyor ki: "Kıbrıs'ta kaybolan vatandaşlarla ilgili bir araştırma raporu düzenlensin." Kültür Komisyonunun bir raporu; raportör Kıbrıs Rum kesiminden bir milletvekili. Şimdi ısrarla diyoruz ki evet, gerçekten insani bir trajedi, bir insanın kaybolması araştırılmalı ama niye 1974 ve sonrası diye şerh düşüyorsunuz? Kıbrıs'ta 1974'ten önce hiç kimse kaybolmamış mı? Hiç kimseye 1 şey olmamış mı? Hani ötekileştirdiğimiz Türk Mukavemet Teşkilatı acaba neden kurulmuştu? Her gece kaybolan masum çocuklarımız, kadınlarımız ve gerçekten, evlatlarımız için kurulmuştu. Şimdi buna yönelik "Efendim, biz, başlangıç tarihi olarak 1974'ü baz alırız." E, itiraz ediyoruz; ya, 1974'ten önce de burada kaybolan insanlar var, onları da katalım, "bir milat" diyelim, en azından elli yıllık bir süreci ele alalım; hayır. Şimdi tabii, çifte standarda o kadar alıştık ki... Şimdi âdeta tarihi tekerrüre zorlayıcı, saldırgan bir üslupla Yunanistan, Kıbrıs sorununun çözümünde Doğu Akdeniz'deki kıta sahanlığı, deniz yetki alanları, hidrokarbon arayışı konularında "EastMed" gibi anlamsız ve tutarsız projelerde ve dahası tüm dünyanın gözü önünde sığınmacılara reva gördüğü insanlık dışı muamelelerinde de benzer tavrı sergilemektedir; buna hepimiz şahidiz. Son zamanlarda botları batırılan, üstü başı soyularak soğuğa terk edilip donarak ölümlerine neden olan sığınmacı sayılarındaki artış bunun en trajik kanıtıdır. Bu yetmemiş gibi, sınırlarımızda orantısız silahlanmalar ve buraları bir tür ABD üslerine çevirme girişimleri iyi niyet sınırlarımızı ve barış güvercini olma ilke ve düsturumuzu bir hayli zorlamaktadır.

Sayın milletvekilleri, teyakkuz hâlinin kaçınılmaz olduğu bu coğrafyada, tarihimizin her döneminde Türk'ün varlığı kabul ve tahammül edilemez bir gerçeğe dönüşmüştür maalesef. İyi niyetle tarafı olmaya çalıştığımız Batılı ittifaklar içerisinde de benzer tavrın tezahürünü aleyhimize alınan tutarsız ve tek taraflı kararlarda açıkça görmekteyiz. Bunu da bir iki örnekle somutlaştırmak istiyorum yüksek müsaadelerinizle. Bunun bir tanesi, sürekli ısıtılıp önümüze konulan İslami terörizm, gerçekten içler acıtıcı bir süreç. Hâlbuki terörün -defalarca söylüyoruz- ırkı, dili, dini, efendim, mezhebi, şunu bunu olmaz çünkü terörün, kelime anlamıyla zaten bir şiddet içerdiğinde, bir cana kıyma, insanın en doğal hakkının yok edilmesine yönelik bir eylem olduğunda hemfikiriz ama terörün şöyle bir etimolojik irdelemesini yaptım: Ya, Allah aşkına; terör ta Habil, Kabil'le başlayan bir süreç ama sistematik olarak inanın, Roma İmparatorluğu sınırları dâhilindeki Filistin'de bir Yahudi mezhepten hareketle ortaya çıkarılmış, efendim, "Zealots" isimli bir mezhebin müdavimleri, "Sicariiler" adı altında bir grubun 700'e yakın, Roma yönetimi altındaki bir kitleyi kadın, çoluk çocuk demeden terörize edip öldürmeleriyle başlayan bir süreç.

Şimdi, biz, buradan hareketle karşılığında -Allah korusun- şunu diyebilir miyiz: "Yahudi terörü, Hristiyan terörü..." Defalarca söylüyoruz bunu kürsülerde; ya, arkadaşlar, yapmayın. Yani o zaman örnek olarak Anders Breivik'i getiririz, o zaman buradan hareketle Yeni Zelanda'daki Christchurch olaylarını getiririz. Yapanın çok katı bir Hristiyan olmasına rağmen... Teröristin bir mensubiyeti olabilir, kendince bir dinî tercihi olabilir ama bunu yapanın fiilinden dolayı, mensup olduğu dinî aidiyetini suçlamak, zan altında bırakmak, gerçekten, o evrensel insan haklarıyla hiçbir zaman bağdaştırılacak şeyler değil.

Biz, dememeye devam edeceğiz ama gerçekten, her türlü terör eyleminden sonra maalesef bu kirli propagandanın etkisinde kalan insanların, Batı'da yaşayan soydaşlarımıza, dindaşlarımıza mütemadiyen, İslamofobik bir şizofreniyle saldırdıklarına tanıklık ediyoruz. Ama inanın, bunlar da gündeme gelmiyor.

Şimdi, Türkiye teröre bir sürü bedel ödedi, hepimiz bunda mutabıkız. Tamam da bu bedelleri ödetenler malum. Yani Diyarbakır Annelerine şöyle bir selam çaksanıza ya; onlarla ilgili bir rapor hazırlama, bir düzenleme girişiminde bulunsanıza. Hadi o Türkiye'de, o sanal, o inandırıcı değil. E, Almanya'da, Berlin'de Bundestag'ın önünde Maide annenin kızı için feryatları var. Bari onu gündeme getirin, ne olur onu bir raportör aracılığıyla konuşun ve bir annenin gözyaşlarına merhem olun. Maalesef, bunu da görmemekteyiz.

Saygıdeğer milletvekilleri, Amerika'da bir NATO toplantısı sürecinde Etiyopyalı bir taksi şoförüyle kısa bir diyaloğumuz oldu. O gün de tesadüfen Beyaz Saray'ın önünde, Etiyopya'nın iç işlerine müdahale olduğu için, iktidardaki hükûmete bir terör grubunun müdahalesinden dolayı gösteriler var. Şoför "Ben Etiyopyalıyım." dedi, epey bir konuştuktan sonra -daha bizden çıt yok- "Ama bu işte Amerika'nın parmağı var. Fakat Amerika şunu unutuyor, şunu anlamıyor: Artık Amerika tek başına bir güç değil; artık Amerika'nın yanında -inanın sırayla saydı- bir Rusya var, artık bir Çin var, artık bir Hindistan var, artık bir Türkiye var." deyince inanın çok duygulandım. Bu tespitten hareketle neyi söylemeye çalışıyorum?

Saygıdeğer milletvekilleri, uluslararası ilişkilerde ebedî dostluk ve hasımlık olmayacağı temel prensibinden hareketle millî menfaatlerimiz doğrultusunda gerçekleştirilen Afrika ve Asya açılımlarının, çok önemli diplomatik hamleler olduğu gibi, ülkemizin çok yakın gelecekte dünyanın ilk 10 büyük ekonomisi olma vizyonunun da gerçekleşmesine büyük katkı sağlayacağı kanaatindeyim. Aynı şekilde, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri, Mısır, İsrail başta olmak üzere birçok Orta Doğu ve Körfez ülkeleriyle gerçekleştirilmeye çalışılan iş birliği diplomasisi de olumlu sonuçlar vermeye başlamıştır.

Öte yandan, son zamanlarda yaşanan Rusya-Ukrayna krizinin Batı'yı çaresiz bırakıp çözüm noktasında farklı seslerin çıkmasına neden olduğu ve sıklıkla barıştan çok savaşı önceleyen yorumlara sevk ettiği bir süreçte Cumhurbaşkanımızın ve Dışişlerimizin samimi, seviyeli ve inandırıcı barış girişimleri her iki tarafta da hüsnükabul görmüş ve bölge devletlerine ve insanlarına kısmi bir rahatlama sağlamıştır; bunu çok açık ve net bir şekilde ikili görüşmelerde bizatihi yaşadık. Dolayısıyla pandeminin her anlamda ağır sonuçlarının devam ettiği bir süreçte ülkemizi yakından ilgilendiren Orta Doğu, Balkanlar, Orta Asya, Kafkaslar ve Doğu Avrupa'da bir yandan eski Sovyet nüfuz alanını yeniden domine etmeye çalışan Rusya Federasyonu, öte yandan 1990'lar sonrası bölgeyi liberalleştirip Batı Bloku'na katmaya çalışan ABD'nin başlattığı girişimler bugün bölgede artan bir gerilim ve sertleşmeye neden olmaktadır. Bir yandan büyüyen gerilimin kademe kademe artışını teşvik ederek stratejik hesaplarına çanak tutan ülkeler varken diğer yandan gerginliğin yatışmasını, huzur ve istikrarın hâkim kılınmasını arzulayan ülkeler bulunmaktadır. Türkiye, bu ikinci seçenekte yer alan ülkelerin başını çekmektedir. Bunun en somut, en açık ve net göstergeleri, Sayın Cumhurbaşkanının ve ilgili heyetlerin hem muhtemel Bosna hem de Ukrayna gerilimlerini düşürücü samimi girişimleri ve görüşmeleridir. Çünkü söz konusu bu krizlerden veya muhtemel savaşlardan en fazla mağdur olacak ülkenin Türkiye olacağının farkında ve bilincindeyiz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.

KAMİL AYDIN (Devamla) - Bitiriyorum.

Dolayısıyla gerçekten bugün görüşmekte olduğumuz uluslararası çok boyutlu anlaşmaların önem ve ehemmiyetinin farkında olan bir Milliyetçi Hareket Partisi olarak biz bunların ivedilikle karara bağlanması noktasında her türlü desteği sağlayacağımızı ve oyumuzun da olumlu olduğunu ifade eder, yüce heyetinizi saygıyla selamlarım. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)