| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Uganda Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 54 |
| Tarih: | 16.02.2022 |
MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; ülkemiz ile Uganda Cumhuriyeti arasında askerî iş birliği mutabakat muhtırasının onaylanmasının uygun bulunduğuna dair kanun teklifi hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi ve çalışmalarımızı takip eden aziz milletimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.
Sözlerimin hemen başında, bugün Covid testi pozitif çıkan Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu'na geçmiş olsun dileklerimi iletiyor, Cenab-ı Allah'tan kendileri için acil şifalar niyaz ediyorum.
Sayın milletvekilleri, ülkemizin Afrika Kıtası'yla olan münasebetinin tarihi, geçmişi yüzyıllarla ifade edilebilecek kadar büyük ve derindir. Bizim dışımızda dünyadaki pek çok ülkenin bu kıtayla olan münasebetleri geçmişten günümüzü kadar gelen zaman içerisinde sömürge yahut tek taraflı çıkar eksenli olarak şekillenmiştir. İçerisinde bulunduğumuz dönemde ise sömürgeciliğin çağın şartlarını haiz kılıflarla sürdürülmeye çalışıldığı malumdur. Kimi ülkeler bu amaç için rejimler üzerindeki baskısını kullanarak hareket etmekte, bir başkaları ise Afrika ülkelerinin altından kalkamayacakları şartlarla ve sözde yatırım yapma vaadiyle kıtaya çöreklenmeye devam etmektedir. Kıtanın kaynakları üzerinde gözü olan çevreler, ilave olarak Afrika'nın stratejik önemi bulunan alanlarına askerî üsler konuşlandırarak küresel güç mücadelesinde rekabet olanaklarını artırmaya çalışmaktadır. İnsanı merkeze alan, karşılıklı saygı, karşılıklı kazanç ve beraber kalkınmaya dayalı anlayış ise ülkemizin Afrika'yla olan bugünkü ilişkilerinin temelini teşkil etmektedir ve Türkiye'nin Afrika Kıtası'na yönelik uyguladığı politika, giderek olumlu neticeler vermeye başlamıştır. 2002'de 12 olan kıta genelindeki büyükelçilik sayımız, bugün itibarıyla 43'e ulaşmıştır. Kurulacak yeni büyükelçiliklerimizle bu sayının daha da artırılması Türkiye'nin ağırlığının ve olanaklarının geliştirilmesine imkân tanıyabilecektir. Buna mukabil olarak 2008 yılında 10 Afrika ülkesinin Türkiye'de büyükelçiliği varken 2022 yılı itibarıyla bu sayının 37'ye yükselmiş olması Afrika ülkelerinin Türkiye'ye vermiş olduğu önemin de açık bir göstergesidir.
Kalkınma yardımlarımızın yanı sıra, çok sayıda sivil toplum kuruluşumuzun Afrika'da faaliyet göstermesi, muhataplarınca memnuniyetle karşılanmaktadır. Bilhassa sivil toplum kuruluşları aracılığıyla yürütülen faaliyetlerin karşılıklı ülkelerin vatandaşları arasında sağlam bir gönül köprüsü kurmasına imkân tanıdığı ortadadır. Bu çerçevede, Türkiye'den gönderilen yardımlarla Afrika'nın çoğu bölgesinde gündelik ihtiyaçların karşılanmasının yanı sıra tarımsal faaliyetler, başta tekstil olmak üzere temel üretim olanakları ve eğitimle alakalı talepler karşılanabilmektedir. Yumuşak güç unsurlarımızın faaliyetleri ise Türkiye'nin prestijini daha da artırmakta, saygınlığını ileri seviyeye çıkarmaktadır.
Türk Hava Yollarının 2003'te sadece Kuzey Afrika ülkelerine uçuş gerçekleştirirken bugün 33 ülkede toplam 41 noktaya erişim sağlaması son derece önemlidir. Daha geniş bir ifadeyle, Afrika dünyanın geri kalan bölgelerine Türk Hava Yolları yani Türkiye'yle erişebilmektedir.
Karşılıklı ticaret hacminin yıllar bazında giderek artış göstermesi ise kuşku yok ki en önemli konuların başında gelmektedir. Afrika'yla ticaret hacmimiz son yirmi yıllık dönemde 4,3 milyar dolardan 34,5 milyar dolara kadar yükselmiştir. Aradaki artışın 8 kat olması ve ilişkilerin gelişme trendi birlikte dikkate alındığında Afrika'nın Türkiye açısından stratejik bir öneme kavuştuğu anlaşılmaktadır.
Bugün enerjiden madenciliğe, tarımdan beyaz eşya ve gıdaya, birçok sektörde Türk firmalarının Afrika'da ön plana çıktığı belirtilmektedir. Türkiye tarafından gerçekleştirilen yatırımlarla kıtada 100 bini aşkın Afrikalının istihdam ediliyor oluşu kıtanın makûs talihini değiştirmeye yönelik samimi gayretimizin bir yansımasıdır, dolayısıyla Türkiye Afrika için ümit ışığı hâline gelmiştir. Dahası buraya her ülke ilgi ve alakasını artırmış ve yoğunlaştırmışken, hatta küresel rekabet alanının ana sahalarından birisi olarak ön plana çıkarken ülkemizin gösterdiği başarının ardında yatan gerçeklik hiç kuşku yok ki samimiyet ve gayret üzerine bina edilen bir yaklaşımı çağrıştırmaktadır. Bu çerçevede, Sayın Cumhurbaşkanımızın toplamda 30 ülke ve 50 ayrı programla Afrika'yı en fazla ziyaret eden devlet başkanı olması bu kıtaya verdiğimiz önemi göstermektedir. Devam eden çabaların ortaklık zirveleri ve diğer müşterek çalışmalarla genişlemesi hâlinde bundan tüm tarafların kazançlı çıkacağı şimdiden bellidir. Umut ederiz ki tüm dünyada pazar daralmasının yaşandığı, küresel ticaret dengesinin sarsıldığı, hesap edilemeyen sorunların vuku bulduğu bir dönemde ülkemizin Afrika'yla olan ilişkileri çok daha sağlıklı bir zeminde gelişimini devam ettirir ve elbette ettirmelidir de.
Muhterem milletvekilleri, Afrika'da bulunan ülkelerle son yıllarda ilişkilerimiz giderek daha önemli ve yüksek bir seviyeye doğru ilerliyor. Ticaret hacmimizin artış gösterdiği böylesi bir dönemde Afrika Kıtası'nın ana sorunu olan istikrarsızlıkla mücadele anlamında çoğu ülkenin Türkiye'yle iş birliğini geliştirme niyeti her taraf için pozitif sonuçlar doğurmaktadır. Batılı ülkelerin sömürgeci yaklaşımının içinde bulunduğumuz yüzyılda da devam edebilmesi için Afrika Kıtası'nda terörizm odaklı yürüttüğü karanlık politikaları aşmak umuduyla çoğu ülke Türkiye'nin insani yaklaşımına duyduğu saygıyla bizimle iş birliği yapmanın yollarını aramaktadır. Uzun yıllardan bu yana ülkemizin de terörizmle mücadele anlamında en çok hedef alınan ülkelerden birisi olduğu ve bu alandaki başarılarımızın da her çevre nazarında görüldüğü bir dönemde Afrika'daki ülkelerin Türkiye'nin tecrübe ve potansiyelinden yararlanmak istemeleri gayet normaldir. Buna karşın, çoğu Avrupa ülkesinin Türkiye'nin Afrika ülkeleriyle giriştiği ve giderek gelişen ilişkilerden duyduğu rahatsızlığın ana sebebi de işte burada kendisini göstermektedir. Zira Afrika'ya biçilen kader, sürekli çatışmaların yaşandığı, devlet otoritesinin son derece zayıf tutulduğu, kalıcı iç anlaşmazlıkların devam ettiği bir siyasi iklimin özellikle de zengin kaynaklara sahip ülkelerde devam ettirilebilmesidir. Bu durum, yeni yüzyıl sömürgeci zihniyetinin Afrika Kıtası'ndaki zengin kaynaklara kolaylıkla ve neredeyse bedavaya erişmesi, kendisine şartları istenildiği gibi ayarlanabilecek bir pazar oluşturması ve güvenlik açısından da yine kendilerinin muhatap alınacağı rezil bir politikayı işaret etmektedir. Böylelikle, terörizm ve iç çatışmalar sebebiyle ülkelerin içişlerine kolaylıkla müdahale imkânı bulan sömürgeci güçler kendi çıkarlarını da aynı ölçüde hâkim kılmayı sürdürmeyi istemektedir. Dolayısıyla, ülkemizin Afrika ülkeleriyle savunma sanayisini kapsayan iş birliği Avrupalı sömürgeciler tarafından büyük bir rahatsızlıkla karşılanmaktadır. Terörle mücadele anlamında Afrika ülkeleriyle imkân, tecrübe ve teknolojik birikimlerimizi paylaşmamız, halk oyuyla göreve gelmiş, kendi ülkesinde huzur, barış ve istikrar ortamı yaratmak isteyen Afrika ülkelerindeki hükûmetler nazarında saygıyla karşılanmaktadır. Buna karşın, sömürgeci geçmişi olduğu açıkça bilinen ve aynı zamanda PKK terör örgütüne verdiği destekle tanınan bazı Avrupalı ülkelerin Türkiye'nin Afrika'daki savunma işbirliklerinden rahatsız oldukları sır değildir. Vahim olan mesele ise bahse konu olan Türkiye karşıtı ülkelerle içimizde görünen kimi çevrelerin ağız birliğine girmiş olmalarıdır. Son aylarda bu durum, ülkemiz kamuoyunda da bazı çevrelerce bize göre maksatlı olarak işletilmekte ve yine aynı malum kesimler, ülkemizi, başka ülkelerde yaşanan iç çatışmalara taraf olmakla itham etmektedirler; hatta aynı yaklaşımla, Türkiye'nin SİHA ve İHA teknolojisini Afrika'daki ülkelerle paylaşmasının yanlış olduğunu aynı malum çevreler iddia etmektedir. Türkiye'nin PKK terör örgütüyle mücadelesinde SİHA ve İHA'ların sağladığı üstünlükten rahatsızlıklarını açıkça ifade edenlerin, Afrika ülkeleriyle ilişkimizde de ülkelerin iç işlerine karışıp taraf tutma yaklaşımıyla ele alınması maksatlı eylemleri gün yüzüne çıkmaktadır. Böylesi bir yaklaşımın gerçekçi, ahlaki ve vicdani olduğunu söyleyebilmek mümkün olmayacaktır. Aynı malum çevrelerin yüzyıllardır Afrika'yı sömüren ülkelere dönüp tek bir laf dahi etmeden, üstelik bu sömürgeci ülkeleri ileri demokrasi sınıfında değerlendirerek her fırsatta Türkiye'yi kendilerine şikâyet eder tarzda tutum takınmaları içlerine düştükleri vahim hâli de gözler önüne sermektedir.
Demokrasinin ve diplomasinin gereği olarak bir ülkede yaşayan insanların oylarıyla görev başına gelmiş, uluslararası meşruiyeti olan hükûmetlerle her türlü iş birliğini geliştirmek tabii bir durumdur. Dolayısıyla, Türkiye'nin Afrika ülkeleriyle savunma sanayisini de kapsayan iş birliği imkânlarını genişletmesi memnuniyet verici bir gelişme olarak görülmektedir. Bu, önce insani, sonrasındaysa millî yaklaşımın gereğidir. Terörle mücadele meselesi, ülkemiz için, önce kendimizi ilgilendiren boyutuyla millî güvenliğimizi tesis etmenin, sonrasındaysa meselenin genel boyutu dikkate alındığında, diğer ülkelerle, aynı tehlikeye yönelik ortak hareket edebilmenin önemini karşımıza getirmektedir. Elbette, geliştirdiğimiz iş birliği bazı ülkeleri rahatsız edecektir çünkü onların derdi bu kıtanın kaynak ve insanlarının sömürülmeye devam edilmesidir. Bunlara yol vermemiz, sessiz kalmamız ve sineye çekmemiz mümkün olmayacaktır. Biz, huzur isteyen ve kendi topraklarımızla birlikte dünyanın geri kalanına da huzurun hâkim olmasını hedefleyen bir ülkeyiz. Kendilerini, ıslah edici olarak gösterip bozgunculuk yapanların karşısında durmak bu yüzden insani, vicdani ve imani bir sorumluluktur. Bu kapsamda, Afrika ülkeleriyle ilişkilerimizin aradan geçen her gün biraz daha ileri seviyeye ulaşması, karşılıklı ticaretin gelişmesi ve kıta genelinde ülkeler arası ilişkilerde, bugün, taraflı tarafsız herkesin Türkiye modelinden bahsetmesi olumlu bir gelişmedir.
Bilhassa, savunma sanayimizin Afrika pazarında elde ettiği başarı çok boyutlu olarak ele alınmalıdır. Zira, katma değerinin yüksek olmasının yanı sıra, rekabette üstünlük sağlayan ve ülkeler arası ilişkilerin stratejik boyutunu temin eden ana alanların başında savunma sanayisi gelmektedir. Ülkemizin 2020 yılında Afrika'ya gerçekleştirdiği savunma sanayisi ihracatının toplam savunma sanayisi ihracatımız içinde yüzde 9,2'lik bir paya sahip olduğu belirtilmektedir. Bir başka deyişle, 2 milyar 200 milyon dolarlık savunma ve havacılık sanayisi ihracatımızın 83 milyon doları Afrika'ya gerçekleşmiştir. Tespit edilen son verilere bakıldığında ise 2021'in henüz ilk on aylık savunma sanayisi sektörünün 2020'nin aynı dönemine kıyasla 6 kat artışla 288 milyon 439 bin dolar ihracat gerçekleştirmesi, Afrika ülkelerinin bahse konu olan sahaya artan ilgisini ve bu pazarın potansiyelinin yüksek olduğunu göstermektedir.
Temennimiz, Afrika'daki dost ve kardeş ülkelerle süregelen politikaların gelişerek ve derinlik kazanarak devam etmesi, gerçekte yabancısı olmadığımız ve yüzyıllar boyu ecdadımızın da bizzat yaşayarak varlık gösterdiği Afrika ülkeleriyle münasebetlerimizin, karşılıklı saygı ve kazanç ilkesiyle geleceğe güvenle yol alabilmesidir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Yunanistan'ın son yıllarda ülkemize karşı takındığı mütecaviz eylemlerin giderek artış gösterdiğini hepimiz müşahede ediyoruz. Garip bir kompleksle hareket eden bu ülkenin Türkiye'ye karşı beslediği düşmanca tutum yeni boyutlar kazanmaya başlamıştır. Ege ve Doğu Akdeniz'de kıta sahanlığı ve deniz yetki alanlarıyla alakalı Atina'nın sürdürdüğü akıl, mantık, vicdan, izan, ahlak ve hukuka uygun olmayan politikalarla Türkiye'nin ve Batı Trakya Türklüğünün haklarının gasbedilmeye çalışıldığı her yönüyle ortadadır.
Ege'de kıta sahanlığını tartışma konusu yapan, Doğu Akdeniz'de hukuksuz ve temelsiz yaklaşımlarla Sevilla haritası dayatmasında bulunan, Batı Trakya'daki Türklerin haklarını teslim etmeyen Yunanistan aradan geçen her gün hukuka ve ikili anlaşmalara aykırı eylemlerine de hız kazandırmıştır. Ülkemize karşı ne yaparsa yapsın caydırıcı bir etkiye asla kavuşamayacak olan Yunanistan'ın sadece kendisine ve ekonomisine zarar veren askerî harcamaları bizim nazarımızda ancak tüy sıkleti kadar bile değerli değildir. İyi komşuluk ilişkileri yerine sürekli düşmanlık duygusuyla hareket eden Yunanistan savaşın acı tecrübelerini farklı zamanlarda tatmış bir ülkedir. Dolayısıyla gerginliğe mahal vermek, sürekli kışkırtıcı eylemlerde bulunmak ve ilişkileri zehirleyici bir tutum takınmak bu ülke açısından sorunları çözmez, aksine ciddi sorunlarla yüzleşme mecburiyetini beraberinde getirir. Türkiye karşıtlığında bu hız ve seviyede ilerlerse bir gün mutlaka karşılığını göreceklerini ise iyi anlamalıdırlar. Ege'de var olan kıta sahanlığını 6 mil sınırından 1 santimetre daha artırmaya kalkmaları bizim açımızdan elbette ki savaş sebebidir. Buna rağmen Atina yönetiminin hâlâ aynı mesele üzerinde ısrar etmesi önümüzdeki zamanlarda bölgemizde tansiyonun yükselebileceğine şimdiden işaret etmektedir. İlave olarak, Yunanistan'ın 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Barış Antlaşması ile İkinci Dünya Savaşı'nın akabinde 10 Şubat 1947'de imzalanan Paris Barış Anlaşması'nı açıkça ihlal ettiği kesinleşmiştir. Her 2 anlaşmaya göre gayriaskerî olması şartıyla Yunanistan'a bırakılan ada, adacık ve kayalıklarla alakalı tam tersi yönde bir tutumun takınıldığı açıkça görülmektedir. Bu durum, Yunanistan'ın üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmediğini ve dolayısıyla ilgili antlaşmaların şartlarının karşılanmadığını ortaya koymaktadır. İlave olarak, aynı antlaşmalar kapsamında egemenliği kendisine devredilmeyen kara parçaları üzerinde de hak iddia etmeye cüret etmesi hukuka aykırıdır, kabul edilmesi mümkün değildir. Bizim açımızdan meselenin özü önce egemenliğimizi, sonrasındaysa millî güvenliğimizi doğrudan ilgilendirmektedir.
Uluslararası hukuka aykırı biçimde adalara askerî yığınaklar yapmaya devam eden Yunanistan, ülkemizin iyi komşuluk ilişkileri çağrılarına kulak asmayarak tahriklerine devam etmektedir. Yunanistan Millî Savunma Bakan Yardımcısı geçtiğimiz aralık ayında Meis Adası'ndaki Yunan birliklerini ziyaret etmiş ve orada bulunan birliklerin gerektiğinde Helenizmin egemenlik haklarını savunmaya hazır olduğunu dile getirmiştir. Yunan Bakan Yardımcısının bu söyleminin Yunanistan'ın genel siyasi düşüncesinin açık bir tezahürü olduğu ortadadır. Diğer yandan, Yunanistan Dışişleri Bakanlığı tarafından hazırlandığı belirtilen üç yıllık strateji planında ülkemizin "casus belli" kararından vazgeçmesi için çalışılması gerektiği de ifade edilmiştir. Yunan Başbakan Miçotakis ise asıl endişelerinin Türkiye'nin üzerinde egemenlik hakkı kullanabileceği deniz yetki alanlarını tanımlayan mavi vatan politikamız olduğunu belirtmiştir. Yunanistan'ın tahrik ve hukuksuz faaliyetlerine karşı ülkemizin verdiği haklı tepki ve girişimlerse Yunanistan Cumhurbaşkanı tarafından saldırganlık ve tehdit olarak nitelendirilmiştir.
Geçtiğimiz günlerde yine Yunanistan Savunma Bakan Yardımcısı İskiri, Bozbaba, Semadirek, Midilli, İpsara, Sakız, Sisam, Kelemez, Bulamaç, Nergiscik, Keçi ve Bodrum ilçemize 6 mil mesafedeki Eşek ve Kalolimnos Adalarına ziyarette bulunarak tahriklerini sürdürmüştür. Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, Yunanistan'ın Ege'de silahsızlandırılmış adaların statüsünü ihlal ettiği için Birleşmiş Milletlere ülkemiz tarafından 2 mektup gönderildiğini ifade etmiş ve Yunanistan'ın adaları silahlandırmaya devam etmesi durumunda adaların egemenliğinin tartışılacağını açıkça dünya kamuoyuyla paylaşmıştır. Bu yaklaşım bize göre de doğrudur ve olması gerekendir. Her türlü hukuksuzluğu uygulayan, şımarıklığı saldırganlığa dökerek daha da saldırgan politikalara ağırlık veren Yunanistan bundan sonra atacağı her adımın karşısında gereken mukabil cevap ve tavrı mislince göreceğini bilmeli, buna göre hareket etmelidir. Dünyanın ve bölgemizin zaten yeterince sorunu bulunmaktadır. Burada yaramaz ve şımarık çocuk edasıyla hareket etmenin tahammül sınırlarını aştığı bilinmelidir. Yok, aksi bir niyet besleniyorsa da bunun faturasının Yunanistan'a pahalıya mal olacağını, Yunanistan'da hâlâ aklı başında kimseler kaldıysa kendi hükûmetlerine hatırlatmalarında fayda vardır. Yunanistan gayriaskerî statüde olması gereken ada, adacık ve kayalıkları silahlandırmayı derhâl durdurmalı, yaptığı, bu zamana kadar sürdürdüğü tahkimatları geri çekmeli, Batı Trakya'daki Türk azınlığın haklarını ise iade etmelidir. Başka yerlere güvenerek hareket eden bir devletin egemenlikten bahsetmesi komediden öteye varamayacaktır. Bugün Yunanistan'ı silah pazarı olarak kullanan ülkelerin dolduruşlarıyla hareket etmenin neye mal olacağını, geçmişte hangi ülkelerin, hangi rejimleri kışkırtarak sonrasında arkalarında durmadığını göz önüne alarak hareket etmeleri kendilerinin yararına olacaktır. Türkiye, bölgede çatışma ve gerginlik arayan taraf değil, hak ve hukuk neyi gerektiriyorsa herkesin üzerine düşeni yaparak ortak menfaatler ve kazanımlar çerçevesinde ilerlenmesini arzulayan ve komşuluk ilişkilerine önem veren bir ülkedir. Asalet ve nezaketimiz bu yüzden zafiyet olarak görülmesin, zira kudretimizin de nelere kadir olduğu iş işten geçtikten sonra anlaşılsa da kahredici bir etki doğuracaktır.
Bu vesileyle, sözlerime son verirken gündemimizde bulunan tüm anlaşmalara olumlu yönde oy vereceğimizi belirtiyor, Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)