| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Moldova Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kongaz Süleyman Demirel Moldova Türk Lisesi Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 55 |
| Tarih: | 17.02.2022 |
CHP GRUBU ADINA OĞUZ KAAN SALICI (İstanbul) - Sayın Başkan, değerli milletvekili arkadaşlarım; hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Moldova Cumhuriyeti Hükûmeti Arasında Kongaz Süleyman Demirel Moldova Türk Lisesi Mutabakat Zaptının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi üzerine söz almış bulunuyorum.
Müsaadenizle, genel olarak Türkiye dış politikasına dair partimizin görüşlerini ve kendi görüşlerimi ifade etmek istiyorum. Bu anlaşmanın dışında biraz genelleştirerek söz almış bulunuyorum.
Sayın Dışişleri Bakanımız Mevlüt Çavuşoğlu Covid pozitif çıkmış. Dolayısıyla kendisine de buradan -birazdan kulaklarını çınlatacağım- geçmiş olsun dileklerimi ileteyim; umarım, bir an önce sağlığına kavuşur ve pozisyonuna tekrardan, hızlı bir şekilde döner.
Değerli arkadaşlar, Türkiye Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde dış politika yapımıyla ilgili sıkıntılar yaşıyor. "Dış politika yapımı" derken kastımız şu: Türkiye Cumhuriyeti bir dış politika hamlesi yapacağı zaman, bir değişiklik yapacağı zaman ya da yeni bir adım atacağı zaman o adım nasıl şekillenir, Türkiye'de nasıl bir dış politika yapım aşamasından geçer ve bir nihai karara varır, o nihai kararın üzerinden de Dışişleri Bakanlığının bürokratları eliyle, büyükelçilikleri eliyle yürütmüş olduğu bir dış politikaya dönüşür?
Şimdi, normal koşullar altında olması gereken şudur: Sivil toplum örgütlerinin, kamuoyunun, düşünce kuruluşlarının dış politikayla ilgili görüşleri olur. Yani kamuoyu görüşü önemlidir, kamuoyunun görüşüne rağmen kamuoyunun görüşünün aksine dış politika uygulanamaz, arkasında bir destek bulamaz.
İkincisi: Siyasi partilerimiz var. Siyasi partiler bu konuya kafa yorarlar, bütün siyasi partilerin bu konuyla ilgili görüşleri vardır, önemli bir karar alınacağı zaman bir araya gelinir çünkü alınacak olan bazı kararlar bir hükûmetin ömrünü aşan kararlar olur; onu istikrarlı bir şekilde, yirmi sene, otuz sene, o sorun çözülene kadar ya da oradaki pozisyon değişine kadar sürdürmeniz gerekir. Örnek, Kıbrıs konusudur. Eğer Kıbrıs konusunda bizim siyasi partilerimiz arasında ya da -işte, biz doksan sekiz yıllık partiyiz ama- Adalet ve Kalkınma Partisinin öncesindeki partiler arasında, yeni kurulan diğer partilerin gelenekleri arasında bir mutabakat olmazsa, bir anlayış birliği olmazsa Kıbrıs meselesinde Türkiye'nin çıkarları uzun erimli bir şekilde savunulamaz. Bir diğer örnek, Avrupa Birliğidir. 1963'te rahmetli İsmet İnönü imzalamıştır Ankara Anlaşması'nı; bugüne kadar gelmiştir, bundan sonra da devam edecek bir mücadeledir Türkiye'nin Avrupa Birliğine üyeliği. Siyasi partiler bu açıdan önemlidir.
Meclis Genel Kurulu... Meclis Genel Kurulu da önemlidir çünkü burada dış politikaya dair eleştirilerimizi ortaya koyarız; iktidarın, Hükûmetin, yönetenlerin buradaki eleştiriler üzerinden, yapıcı eleştiriler üzerinden ders çıkarmasını, bir yanlışlık varsa bunu düzeltmesini bekleriz.
Dışişleri Komisyonu önemlidir. Genel Kurula gelmeden önce, bütün bu anlaşmalarda olduğu gibi, Dışişleri Komisyonuna gelir, Dışişleri Komisyonunda bu konular tartışılır, eksikler varsa giderilir.
Daha ötesinde, Millî Güvenlik Kurulu bunu konuşur, tartışır; Dışişleri Bakanlığı bunları konuşur, tartışır; devlet aklı, devlet birikimi orada temsil edilir.
Bu saymış olduğum 6 alanda Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde çok büyük bir ilerleme sağlanamadı çünkü az önce Trabzon Milletvekilimiz Cumhuriyet Halk Partisinin esnafla ilgili önerisinden bahsederken ifade etti "Evet, biz çıkacağız, esnafın sorunlarını dile getireceğiz, anlatacağız ama Cumhur İttifakı'nın oylarıyla reddedilecek." dedi. Nitekim de öyle oldu. Dış politikayı da bu çerçeveye koyarsanız, o zaman Türkiye'nin 84 milyon nüfusuyla, bölgedeki ağırlığıyla, stratejik konumuyla alakalı yanlışlar yapmaya başlarsınız ki birazdan o yanlışların bir kısmından bahsedeceğim zaten.
Adalet ve Kalkınma Partisi döneminde, bu söylemiş olduğum dış politika yapım aşaması takip edilmedi, üzerine bir şey eklendi: Saray. Sarayda dış politikaya karar veriliyor, bugünden yarına zikzaklar içeren adımlar atılıyor ve o adımların sonucunda, Dışişleri Bakanlığı da maalesef Büyük Millet Meclisi Genel Kurulu da Dışişleri Komisyonu da düşünce kuruluşları da siyasi partiler de yani aslında, ortak dış politika yapım aşamasının bir unsuru olması gereken bütün kesimler dışlanmış oluyor ve tek bir kararla ani dönüşler, ani zikzaklar ortaya çıkıyor. Bunu yaptığınız zaman Türkiye'nin bulunmuş olduğu stratejik konumu doğru değerlendirmiş olmuyorsunuz, Türkiye'nin ekonomik büyüklüğünü, Türkiye'nin tarihsel derinliğini doğru değerlendirmiş olmuyorsunuz dar bir kadroyla Türkiye'de dış politika uygulamış oluyorsunuz. O da birazdan ortaya koyacağımız arızaları yaratıyor.
Biliyorsunuz, Adalet ve Kalkınma Partisinin ilk iktidar döneminde komşularla sıfır sorun politikası izlendi. Açıkçası biz bu politikayı destekledik çünkü komşularımızla sorun yaşayan bir Türkiye'nin, diplomatik yollardan bu sorunları çözebilecek olan bir Türkiye'nin gerek refah açısından gerek toplumsal barış açısından gerek komşularla olan ilişkiler açısından rahatlayabileceğini düşündük. Nitekim bir süre Türkiye ciddi bir sorun yaşamadı ama sonra atmış olduğu yanlış adımlarla beraber değerli yalnızlık politikasına dönüldü. İşte, bunu ilk defa İbrahim Kalın "'Türkiye Orta Doğu'da yalnız kaldı.' iddiası doğru değil ama eğer bu bir eleştiri ise o zaman söylemek gerekir; bu, değerli bir yalnızlıktır." sözüyle, "tweet"iyle ifade etmiş oldu. Daha sonra kendisiyle röportajlar yapıldı, konuşmalar oldu, değerli yalnızlıktan ifade edilen şey şuydu: "Biz Türkiye Cumhuriyeti olarak, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı olarak değerleri olan bir dış politika izliyoruz, bu değerleri olan dış politikayı savunacağız. Nedir bu değerler? Demokrasidir, insan haklarıdır, insan hayatıdır, demokratik rejimlerin devamıdır. Dolayısıyla eğer etrafımızdaki ülkeler, Orta Doğu bölgesindeki ülkeler bu değerlere aykırı davranıyorlarsa o onların bilecekleri şey; biz buna katlanmayız, değerlerimizi ön plana çıkarırız, gerekiyorsa yalnız kalırız." Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşların iyi tanıdığı, düzenli olarak okuduğu İbrahim Karagül, Yeni Şafak'ta şunu yazıyor: "Amerika ve Batı için tehlike Müslüman Kardeşler anlayışının bütün Arap devletlerinde iktidarlara -yıl 2013- akın etmesidir. Bu akımın önünü kesmek istiyorlar. Savaşların, darbelerin, siyasi krizlerin sebebi budur. Önümüzde iki seçenek var: Ya, bu dalganın önüne geçeceğiz, onu ezenlerle birlikte olacağız ve coğrafyayı bir yüzyıl daha rehin alacak cephenin parçası olacağız ya da büyük değişim lehine tercih yapacağız." Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, 2013 yılında, İhvan hareketini destekleyerek, Müslüman Kardeşler hareketini destekleyerek kendince bu büyük değişim hareketinin içinde yer aldığını düşündü. Bundan ana muhalefet partisi olan Cumhuriyet Halk Partisinin haberi, bilgisi var mı? Yok. Milliyetçi Hareket Partisi o zaman muhalefetteydi -şu anda iktidar ortağı- onların bilgisi, haberi var mı? Yok. Parlamentodaki diğer partilerin haberleri var mı? Yok. Önemli bir aks değişikliğinden bahsediliyor ve bu da "değerli yalnızlık" adı altında ifade edilmeye çalışılıyor.
Peki, şimdi, eğer biz değerlerimize sahip çıkıyorsak, değerlerimizin doğrultusunda hareket ediyorsak Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı olarak, dış politikası olarak... Mısır'la ilişkilerimizi iyileştirmeye çalışıyoruz bugün. Bu, bizim eleştiri noktalarımızdan biriydi. Cumhuriyet Halk Partisi dedi ki... Mısır'da darbe oldu, Sisi iktidara geldi, Adalet ve Kalkınma Partisi bunu sert bir şekilde eleştirdi ki eleştirilecek bir şey. Darbe yoluyla bir iktidarın el değiştirmesini hiçbirimiz temenni de etmeyiz, bunu doğru da bulmayız ama devletlerin çıkarı söz konusu olduğunda devletler arasındaki ilişkiyi de kesmeyiz. Büyükelçilik maslahatgüzar seviyesine indirildi. Biz bunu eleştirdik, dedik ki: "Devletler arasındaki ilişkiyi bozmayın, devletler arasındaki ilişki devam etsin." Adalet ve Kalkınma Partili arkadaşlar, en üst düzeyde, Recep Tayyip Erdoğan'dan Dışişleri Bakanına kadar bu konuyla ilgili, bizim sözlerimizle ilgili ağır ithamlarda bulundular. Daha öteye geçtiler, rabia onlar için siyasi bir simgeye dönüştü. Mısır'daki gösterileri işaret eden, onlara şiddet kullanılmasını gösteren rabia onlar için bir siyasi simgeye dönüştü. Peki, bizi ya da "Devletler arası ilişkileri önemseyin." diye söyleyen herkesi, bütün siyasileri darbecilikle suçladılar, itham ettiler, bu meseleyi Türkiye'nin bir iç meselesi hâline dönüştürmeye çalıştılar. Hatta iktidarın önemli gazeteleri -işte örneğin- Sisi'yle ilgili "Son Firavun" diye manşet attı; yetmedi, Recep Tayyip Erdoğan "Darbeciyle oturmam." dedi. Biliyorsunuz, Donald Trump'ın masasında Sisi'nin bulunduğunu haber alınca Sayın Erdoğan, o masaya oturmayacağını ifade etti. Daha ileri gittiler, "Firavun ve Cellatları" dediler. Bunların tamamını Mısır'daki yönetimle ilgili söylediler. Şimdi, Mısır'la ilişki geliştirmek için dört dönüyorlar, Mısır niyetli değil, diyor ki: "Sen, İhvan mensuplarının ya da onu destekleyenlerin Türkiye'deki faaliyetlerine bir son ver. Onlar oradan yayın yapıyorlar, bunları Türkiye'nin dışına çıkar." Ki bu konuyla ilgili Adalet ve Kalkınma Partisinin Mısır'ın talebini yerine getirdiğine dair ciddi iddialar var.
İkincisi: "Artık, Sisi'ye 'darbeci' demekten vazgeç, bizim buradaki rejimimizi eleştirme. Bunları yapmadığın sürece biz seninle kolay kolay ilişki geliştirmeye, ilişkiyi daha ileri bir noktaya götürmeye razı olmayız." diyorlar.
ALİ ÖZTUNÇ (Kahramanmaraş) - Yapar, yapar!
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Sadece Mısır mı bunu söylüyor? Hayır. Geçmişte de 15 Temmuz hain darbe girişiminin arkasında olduğu bütün yetkililer tarafından söylenen Birleşik Arap Emirlikleri'nde, hatta fonladıkları, 3 milyar dolar para akıtıldığı söylenen Birleşik Arap Emirlikleri'nde de benzer şeyler oluyor. Bütün bunlar söylenmişken, Birleşik Arap Emirlikleri suçlanmışken "Bugün 13 tane önemli anlaşma yaptık." diye toplumun karşısına çıkıp bu ilişkiyi, yeni kurulan ilişkiyi övmeye çalışıyorlar. Daha önce ne demişlerdi? Bakın, yine Yeni Şafak gazetesi Birleşik Arap Emirlikleri yetkililerini hedef alarak "Şerefsiz Bunlar" diye manşet atmış. Daha ileriye gitmiş; Birleşik Arap Emirlikleri'nin PKK'ya destek verdiğini, çocuk ticareti yapıldığını ifade eden haberler yapmış. Daha ileriye gitmiş; Suriye'de İdlib'de ortaya çıkan bazı karışıklıkların aslında CIA ve Körfez'deki iş birliği sonucunda olduğunu ifade etmiş. Yani bize bu kadar ağır işler yapan, hamleler yapan bir ülkeye neredeyse Bakanlar Kurulunun yarısını alarak Sayın Tayyip Erdoğan gitti ve dedi ki: "Çok önemli işler yapacağız. Bundan sonra ilişkilerimizi geliştireceğiz."
Dış politika yapım aşamasından bahsetmemin nedeni şu: Bu işler bir günde olmaz. Değerlendirildi mi? Türkiye'nin Körfez ülkeleriyle yeni ilişki geliştiriyor olması, geliştirme çabası içinde olması Türkiye'nin önümüzdeki süreçteki stratejik adımlarıyla uyumlu mudur ya da daha önce niye bu kadar keskin açıklamalar yaptınız, bugün kendinizi bu kadar boş bir duruma düşürdünüz, boşluğa düşürdünüz? Bunlarla ilgili bir değerlendirme yapıldı mı? Hayır, yapılmadı. Yine sarayda dar bir grup oturdu, karar verdi ve önümüzdeki dönemde Türkiye'nin nasıl bir rota izleyeceğiyle ilgili bırakın Dışişleri Bakanlığını, Millî Güvenlik Kurulunu, Meclis Genel Kurulunu, Dışişleri Komisyonunu, dar bir yapıyla bu karar verildi.
Şimdi, anlıyoruz ki Birleşik Arap Emirlikleri'yle de, önümüzdeki günlerde muhtemelen Suudi Arabistan'la da olacak olan bu ilişkileri geliştirme çabası... İsrail'e de -mart ayında, biliyorsunuz, İsrail Cumhurbaşkanı Herzog Türkiye'ye ziyarette bulunacak- ağır açıklamalar yapılmıştı, yine büyükelçimiz geri çekilmişti, elçiliğin seviyesi düşürülmüştü. Bütün bu çabalar, bütün bu yapılan işler, herhangi bir arka plan düşünülmeden, herhangi bir şekilde Türkiye Cumhuriyeti'nin stratejik çıkarlarına hizmet ediyor mu etmiyor mu buna bakılmadan sadece "Bizim değerlerimiz var, bu değerlere karşı davranıyorsunuz ama biz haklıyız." mantığı içinde yapılmış. Peki, değerli yalnızlık doğru ise, rabia doğru ise hâlâ Adalet ve Kalkınma Partisi o rabia işaretinin arkasında duruyor mu? Mısır'da Sisi'yle ilişki geliştirdikten sonra bir daha rabiayı telaffuz edecek mi Adalet ve Kalkınma Partisi?
ALİ ÖZTUNÇ (Kahramanmaraş) - Eder, eder!
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Ne olacak o işaret? Meydanlarda iç siyaset malzemesi hâline getirdiğiniz o işaret, Adalet ve Kalkınma Partililere sorulmayacak mı? Suudi Arabistan'la ilişki geliştirmek istiyorsunuz; geliştirilebilir, oturulur, konuşulur, değerlendirilir, geliştirilebilir. Bir günde bir ilişki geliştirmek istiyorsanız bundan sonra Cemal Kaşıkçı cinayetinin arkasında durmayacak mısınız, Cemal Kaşıkçı ismini bir daha ağza almayacak mısınız? Bunların sonucu bu mu olacak ya da Mısırla ilişki geliştirildiğinde bir zamanlar "O masaya oturmam." diyen Recep Tayyip Erdoğan, Sisi'yle masaya mı oturacak? Darbecilerin yapmış olduğu darbeyi kabul mu etmiş olacak? Meseleye buradan mı bakılacak? Adalet ve Kalkınma Partisi, maalesef, Türkiye'de birçok meselede olduğu gibi dış politikayı da muhalefetin sözlerini dikkate almayan, sadece kendi bildiğini uygulayan bir hâle getirdi ki dış politikada bunu yapmak, maalesef, Türkiye'nin geleceği açısından ağır bir sıkıntı yaratıyor.
Değerli arkadaşlar, Mısır'la ilgili ilişkilerde Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu "Mısır'la başından itibaren bir diyalog kurulsa Doğu Akdeniz'de bu gerilim olmazdı." diyor; doğru söylüyor. İlişkiyi tamamen ortadan kaldırdığınız zaman gerilimlere açık bir hâle geliyorsunuz. Ama dönüyor Adalet ve Kalkınma Partisi'nin o dönemde sözcüsü olan Ömer Çelik "Siz oturun, Sisi'yle konuşun, Esad'la konuşun, Hafter'le konuşun. Hafter, Birleşmiş Milletlerin tanımadığı bir güç, -Tarhuna'daki toplu mezarların arkasında- biz bununla ne konuşalım." diyor. Şimdi, diyoruz ki: Madem Sisi'yle ilişki geliştirmek için özel bir çaba gösteriyorsunuz, bu işin devamı Hafter'le gelecek mi? Yani Hafter'le de mi oturacaksınız? Bizim Millî İstihbarat Teşkilatındaki görevlilerimizi şehit edenlerle oturup bir araya mı geleceksiniz? Bunun için bir arka plan çalışması yaptınız mı? "Katil, diktatör" dediğiniz Esad'la da arka planda görüşmeler yapıyorsunuz, yarın öbür gün orada da bir el sıkışması olacak mı? Hani değerler vardı, bu değerlerden vazgeçtiniz mi? Adalet ve Kalkınma Partisi değerleri tamamen bir kenara bıraktı, bundan sonra sadece oportünizmin olduğu bir dış politika anlayışına mı geçti? Bunu da realizm çatısı altında, çerçevesi içinde bizlere mi aktarmaya çalışıyor?
Değerli arkadaşlar, görüyoruz ki Birleşik Arap Emirlikleri'yle yapılan bu son manevralar aslında Körfez'deki ekonomik bazı yatırımların Türkiye'ye çekilmesi amacını taşıyor, Katar'la ilişkilerde olduğu gibi. Yani arkasında bir stratejik bakış yok, bir güven unsuru yok, bir kurumsallaşma yok, Türkiye'nin bugün Adalet ve Kalkınma Partisi eliyle yaratılan ekonomik krizini hafifletme ya da iktidarı zora düşmüşken bu zorluktan çıkarma çabası olarak görülüyor.
Şimdi, az önce ben size bazı gazetelerin manşetlerini gösterdim. Aynı gazeteler, Birleşik Arap Emirlikleri'yle yapılan ziyaretten, anlaşmalardan sonra -ki onlar mutabakat zaptı ya da niyet mektubudur- bu başlıkları atıyor "Gelin Geleceği Birlikte Kuralım" diyor. Değerler gitti, rabia yok, değerler konuşulmuyor. "Körfez Kırmızı-Beyaz" diyor yani "Hep beraber iyi işler yapacağız." diyor. Ne değişti? Hani bizim değerlerimiz vardı, hani Adalet ve Kalkınma Partisi, değerleri temsil eden bir siyasi partiydi. "Türkiye'ye yatırım yapan kazanır." diyor. Şimdi, Adalet ve Kalkınma Partisi, bizim dış politikadaki duruşumuzu maalesef böyle bir noktaya getirdi.
Şimdi değerli arkadaşlar, Birleşik Arap Emirlikleri'yle ilgili bir cümle de Sayın Hulusi Akar'a söylemek lazım. 15 Temmuzdan sonra şöyle bir demeci olmuş, diyor ki: "Birleşik Arap Emirlikleri, bize zarar vermek amacıyla Türkiye'ye düşman terör örgütlerini destekliyor. Birleşik Arap Emirlikleri küçüklüğünü ve etkisini göz önünde bulundurarak bunu yapmamalı. Abu Dabi, Libya ve Suriye'de zararlı hareketlerde bulundu, doğru zaman ve doğru yerde hesabını soracağız." Vallahi siz bir hesap sorulduğunu gördünüz mü? El sıkışıldı, 13 tane mutabakat zaptı imzalandı, bu da gururla anlatıldı. Adalet ve Kalkınma Partisinin borazanlığını yapan, propaganda mekanizmasını oluşturan gazeteler bile mahcup sahip çıkabiliyor. (CHP sıralarından alkışlar) Yakında İsrail'le de bu adımlar atılacak. Biz haklı olarak soracağız tabii "Mavi Marmara'yı Adalet ve Kalkınma Partisi unuttu mu?" diye soracağız. Mavi Marmara'da Adalet ve Kalkınma Partisinin göstermiş olduğu canhıraş tutumu hatırlayalım. "Mavi Marmara'dan vazgeçti mi Adalet ve Kalkınma Partisi?" diye soralım. "Önümüzdeki dönemde Filistin davasıyla ilgili ne tür adımlar atılacak, Filistin davasından vazgeçti mi Adalet ve Kalkınma Partisi?" diye soralım. Suudi Arabistan'la ilgili Cemal Kaşıkçıyı tekrardan hatırlatalım.
Şimdi, problem şurada arkadaşlar: Adalet ve Kalkınma Partisi, maalesef, dış politikayı meydanlarda konuşulabilir bir iç politika malzemesi hâline dönüştürdüğü için biz bunları sorma ihtiyacı duyuyoruz. 31 Mart yerel seçimlerine giderken ve daha sonra İstanbul'da tekrar edilen seçimlerde yani yargı yoluyla iptal edilip tekrar edilen seçimlerde meydanlarda Recep Tayyip Erdoğan şunu söyledi, dedi ki: "Binali Yıldırım'a mı oy vereceksiniz, Sisi'ye mi oy vereceksiniz?" Şimdi ben size soruyorum: Sisi'nin yanına gidip el pençe divan mı duracaksınız yoksa o bahsetmiş olduğunuz değerleri savunmaya devam eden bir dış politika mı izleyeceksiniz? (CHP sıralarından alkışlar)
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın lütfen.
OĞUZ KAAN SALICI (Devamla) - Sizden ricamız şu: Nereden dönülürse, ne kadar erken dönülürse kârdır; dış politikayı bir iç siyaset malzemesi hâline getirmeyin. Bizim stratejik bir bakışa, kurumsallığa, sürdürülebilirliğe, güvene, ilişkide olduğumuz ülkelere güven vermeye ve temsil ettiğimiz değerlere bağlılığa ihtiyacımız var. Dış politika bir günden öbür güne değişen bir siyaset olduğu zaman zikzaklarla örülmüş bir siyaset olur ve biz de başka ülkelerin gözünde güvenilmez müttefiklere dönüşürüz. Onun için, biz Türkiye'nin komşularıyla iyi ilişkiler geliştirmesini uzun zamandır savunan bir siyasi partiyiz; Orta Doğu'da iyi ilişkiler kurması gerektiğini savunan bir siyasi partiyiz; Avrupa Birliğiyle, Amerika'yla ilişkilerin iyileştirilmesi gerektiğini, düşmanlıklar üzerinden bu siyasetin götürülemeyeceğini savunan bir siyasi partiyiz. Ama bu siyaseti, dış politikayı iç siyasete bu kadar malzeme ettiğiniz için dönüp size bu soruları sormak bizim boynumuzun borcu.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)