GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: TERÖRİZMİN FİNANSMANININ ÖNLENMESİ HAKKINDA KANUN TASARISI
Yasama Yılı:3
Birleşim:63
Tarih:07.02.2013

MHP GRUBU ADINA HASAN HÜSEYİN TÜRKOĞLU (Osmaniye) - Sayın Başkan, Türk milletinin saygıdeğer milletvekilleri; 409 sıra sayılı Tasarı'nın İkinci bölümü üzerine Milliyetçi Hareket Partisinin görüşlerini sizlerle paylaşmak üzere huzurlarınızdayım. Yüce heyetinizi saygıyla selamlıyorum.

Ermeni terör örgütü ASALA'nın da diplomatlarımıza karşı işlemiş olduğu cinayetleri, devamında yine Ermeni kökenlilerin ağırlıklı olarak kurucu, yönetici, terörist ve siyasi uzantısı olduğunu bildiğimiz PKK terör örgütünün eylemlerini de göz önünde bulundurduğumuzda, Türkiye Cumhuriyeti'nin kırk yıldan fazla bir süredir teröre muhatap bir devlet olduğunu ifade etmeliyiz. Bu çerçevede terörizmin finansmanının önlenmesi gibi bir konunun dünya devletleri arasında en fazla bizim devletimizi ilgilendirdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Modern çağın devletleri arasındaki mücadelelerde önemli enstrümanlardan birisi olan terör, hem devletler arasındaki yarışta rakibi zayıf düşürmek için kullanılmış hem de modern sömürgeler, müstemlekeler tesis etmek için bahane olarak kullanılmıştır. Bugün tek kutuplu dünyanın bir sonucu olarak terörü önlemek, başka devletleri istila etmenin, enerji kaynakları ve koridorlarını kontrol etmenin en önemli mazereti hâline getirilmiştir. Sömürgeci devletlerin kendilerine karşı ortaya çıkan terörist saldırılara karşı tutumu "Dünyanın neresinde olursa olsun terörü ortadan kaldırmak, teröristi yok etmek." şeklindeyken başka ülkelere "terörist taleplerin karşılanması tavsiyesi" şeklindedir.

Bu noktadan hareketle, gerek Birleşmiş Milletler kaynaklı gerekse Avrupa Birliği kaynaklı, teröre ilişkin uluslararası sözleşmelerin hiçbirisinde Türkiye Cumhuriyeti devletinin ya da  halkı Müslüman olan herhangi bir devletin karşılaştığı "terör" tanımı yer almamıştır. Bugün görüşmekte olduğumuz tasarının da kaynağı olan, Terörizmin Finansmanının Önlenmesine İlişkin Sözleşme 27 Eylül 2001 tarihinde imzalandığında Hükûmetimizce belli çekinceler ifade edilmek zorunda kalınmıştır. Sözleşmenin 2'nci maddesinin birinci paragrafının (b) bendinde "terör eylemi" diye yapılan tarif, maalesef "Bir halkı korkutmak ya da bir hükûmeti veya uluslararası örgütü herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye veya gerçekleştirmekten kaçınmaya zorlamak, bir sivilin ya da bir silahlı çatışma durumunda muhasamata doğrudan katılmayan herhangi başka bir kişiyi öldürmeye veya ağır şekilde yaralamaya yönelik eylemler." şeklinde tarif edilerek, terör örgütünün doğrudan hedefi olan korucular, polisler ve askerlere karşı yapılan saldırılar sözleşmenin dışında tutulmuştur. Bu ve bazı benzeri sebeplerle sözleşmenin bazı hükümlerine çekince konulmuştur.

Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; küresel güçler için bir enstrüman olarak kullanılan terörün ortadan kaldırılabilmesi için şüphesiz uluslararası iş birliği şarttır. Terörle mücadele, doğası gereği bir yandan askerî yöntemlerle teröristin ortadan kaldırılması, bir yandan ekonomik teşebbüslerle refahın sağlanması, bir yandan demokrasi ve insan hakları açısından hukuk alanında yapılması gereken düzenlemeleri, bir yandan medya ve iletişim kanallarını kullanmak suretiyle psikolojik harekâtı gerektirmesi ve bir yandan da terörün lojistik kanallarının, finansman kaynaklarının önlenmesi özellikleriyle çok yönlü bir mücadeledir.

Otuz yıla yaklaşan terörle mücadele tecrübemizle ortaya çıkan sonuçlara bakarak ifade edebiliriz ki Türkiye Cumhuriyeti ne zaman ki kritik bir dönem yaşasa, terör ya da isyanlarla muhatap olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana, gerek Musul-Kerkük sorununun çözümü aşamasında gerek çok partili hayata geçiş aşamasında ve gerekse Hatay sorununu çözme aşamasında isyanlar ve kalkışmalara muhatap olmuştur. Devlet için hayati olan bu konular gündemdeki diğer acil konuların arasında kaybolmuştur.

Soğuk savaşın bitimi, Doğu Bloku'nun dağıldığı, dünyada nizamın yeniden tesis edildiği 1980'li yılların sonunda bağımsız Türk devletlerinin söz konusu olduğu dönemde Türkiye Cumhuriyeti ile Orta Asya Türk devletlerinin güç birliği yapabileceği bir dönemde bölücü terör en şiddetli şekilde yüzünü göstermiş ve devletimizi meşgul etmiştir. Belki de teröre bağlı huzursuzluk ve terörün zayıflatıcı etkisi bizi Orta Asya'daki kardeşlerimizle hemhâl olmaktan alıkoymuştur.

21'inci yüzyılın ilk yıllarını yaşadığımız bu dönemde ise enerji alanlarının, koridorlarının kontrol edilmesi ve bulunduğumuz coğrafyada Büyük Ortadoğu Projesi çerçevesinde Orta Doğu'da rejimlerin ve haritaların değişmesinden bahsedildiği günlerde terör, yine geçmişte olduğu gibi yüzünü göstermektedir.

Türk devletinin bu coğrafya tanzim edilirken masada olmasını engellemek, hatta masada oturmak yerine, masada tartışılan, paylaşılan bir devlet konumunda tutulmasının en önemli aracı terördür ve tabii ki ihanete meyilli, hainliğe dünden hazır, bölücülüğün destekçisi içimizdekiler.

Saygıdeğer milletvekilleri, AKP'nin on bir  yıllık iktidarı boyunca en çok duyduğumuz sözlerinden birisi Türkiye Cumhuriyeti devletinin bölgesinde ve dünyada önemli bir aktör olduğudur. AKP hükûmetlerinin yetkili ağızlarına göre, Başbakan dünyada sözü dinlenen lider, Türkiye önemli bir aktördür. Ancak terörle ilgili mücadelemizde AKP hükûmetlerinin maalesef terörün finansman kaynaklarının kurutulması noktasında Avrupa ve diğer dünya devletleri nezdinde hiçbir başarısı yoktur. Terör örgütlerinin finans kaynaklarının yüzde 80'den fazlası Avrupa Birliği üyesi ülkelerde olduğu hâlde finans kaynaklarının kurutulması konusunda Hükûmetin hiçbir başarılı icraatı yoktur. PKK'nın elinde bulunan silahların birçoğu Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi'ne ek Ateşli Silahlar, Parçaları ve Aksamları ile Mühimmatlarının Yasa Dışı Üretimine ve Kaçakçılığına Karşı Protokol kapsamındadır. Bu silahlar ne PKK tarafından üretilmektedir ne de PKK'nın faaliyet gösterdiği coğrafyada üretilmektedir. PKK'nın elinde bulunan ağır silahlar dâhil, tüm malzemelerin hangi ülkelerde üretildiği ve hangi yollarla terör örgütüne ulaştırıldığı bilinmesine rağmen, AKP hükûmetlerinin bu konuda bilinen bir teşebbüsü yoktur.

PKK'nın suç örgütü değil, bir terör örgütü olarak kabul edilmesi noktasında bile AB ülkeleri arasında Hükûmet tarafından ikna edilmiş bir devlet yoktur. Hele hele terör örgütü mensuplarının yakalanıp Türkiye'ye iade edilmesi noktasında bir tane örnek dahi yoktur.

PKK'yı bir terör örgütü olarak kabul ettiremeyeceksiniz, PKK'lı teröristleri Avrupa devletlerine yakalattırıp teslim alamayacaksınız, ondan sonra da "bölgesinde lider Türkiye"den, "dünya devletleri arasında önemli bir aktör Türkiye"den bahsedeceksiniz. Bu sözlerle ancak kendinizi kandırabilirsiniz. Eğer terörün finansmanının önlenmesi konusunda Avrupa Birliği devletleri gerçekten samimi ise, Tayyip Erdoğan çok itibarlı ise, Paris'te öldürülen 3 kadının bulunduğu binanın PKK'nın finans merkezi olduğu gün gibi meydana çıkmıştır; AKP Hükûmeti de bu tasarının dayanağı sözleşmeye imza atmış Fransa Hükûmetini ikna etmeli ve o 3 kadının cesedinden başka diğer canlı teröristlerin de Türkiye'ye iadesini ya da Fransa'da yargılanmasını sağlamalıdır.

 AKP hükûmetleri on bir yıldan bu yana belli bir coğrafyamızda etnik temelli bölücü terör faaliyetlerinde bulunan örgütün katliamlarını teşhiste doğru karar verememiş, tedavide de isabetli karar alamamıştır. AKP'nin başındaki zata göre bazen "terör sorunu", çoğu zaman "Kürt sorunu", arada sırada da "demokrasi ve insan hakları sorunu" olan bu sorunla on bir yıldır bir seferberlik ruhuyla mücadele etmek yerine müzakere etmek tercih edilmiştir. Teşhis yanlış olunca tedavi de yanlış olmuştur. AKP, bizzat Başbakan ağzıyla terörün bir Kürt sorunundan kaynaklandığını ifade etmek ve bir siyasi sorun hâline getirmek suretiyle bu konuyu siyasi bir sorun hâline getirmiştir.

Terörle mücadelenin diğer enstrümanlarını bir kenara bırakan AKP, on bir yıllık iktidarı boyunca bölücü terörün talepleri doğrultusunda, bilinen yirmiye yakın düzenleme yapmıştır. Yapılan her düzenleme bölücü terörün hız kazanmasına, mevzi kazanmasına, güç kazanmasına sebep olmuştur. PKK terör örgütü ve onun siyasi uzantıları Başbakanı tuş etmişler, AKP'yi hizaya getirmişler, aldıkları her tavizi yeni taleplerle takip etmişlerdir.

Saygıdeğer milletvekilleri, müzakere ettiğimiz tasarı, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi altında kurulmuş olan Yaptırımlar Komitesinin talebi üzerine, terörizme fon sağlayanların mal varlıklarının dondurulması hususunu içermektedir. Birleşmiş Milletler Ana Sözleşmesi gereği yaptırımlar sadece Güvenlik Konseyi kararıyla alınabilmektedir, bu yaptırımların muhatabı da sadece devletlerdir. Oysa, bugün müzakere ettiğimiz tasarı, Güvenlik Konseyi kararı olmaksızın, Güvenlik Konseyinin 1267 sayılı Kararı'yla kurulan ve memurlardan oluşan bir komite tarafından alınan kararların uygulanmasına yöneliktir. Üye devletleri sadece Güvenlik Konseyi kararlarının bağladığı, Yaptırımlar Komitesinin kararlarının bağlayıcı olmadığı da açıktır. Bu yaptırımların kişi ve kuruluşlara yönelik olması da ayrı bir yanlışlıktır. Ayrıca, bu komite tarafından bildirilen kişi ve kuruluşların mal varlığının idari bir kararla dondurulması hem mülkiyet hakkının Anayasa'ya aykırı olarak sınırlandırılması anlamına gelmekte hem de bu komitenin kararları üzerinde etkili olanlara sermayeyi istediği gibi yönlendirme imkânını vermektedir. Bu tasarı bu hâliyle millî sermayemizi, yabancı yatırımcıyı ürküten, korkutan, hatta yok eden bir özellik taşımaktadır. Bu hususların tasarı içinde mutlaka düzeltilmesi gerekmektedir.

Bu düşüncelerle Türk milletinin milletvekillerini saygıyla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ederim Sayın Türkoğlu.