GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Hükümeti Arasında Kültürel İş Birliği Protokolünün Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:58
Tarih:24.02.2022

HDP GRUBU ADINA RIDVAN TURAN (Mersin) - Sayın Başkan, değerli vekiller; hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Hep derler ya "Savaşları zenginler çıkarır, fukaralar ölür." diye, şimdi böyle bir savaşla yine karşı karşıyayız. Esasen, savaşları çıkaran ve bundan iktisadi ve siyasi sonuç almaya çalışanlar bir tarafta, diğer taraftaysa yarınsızlaşmış, yarın ne yapacağı, hayatta kalıp kalmayacağı belli olmayan milyonlar var.

Tabii, dünya çok savaş gördü ve bu savaşlar eninde sonunda bitiyor ama en azından 45'ten sonra dünyayı şekillendiren temel şey, İkinci Dünya Savaşı'nın dünyada yaratmış olduğu insani dramdı, iktisadi yıkımdı, sosyal açmazlardı. Şimdi, nereye varacağını bilmediğimiz bir çatışma süreciyle yine karşı karşıyayız.

Konuşmacıların pek çoğu şu anki meseleyi bir tarihsel projeksiyonla ele alarak Çarlık'tan Sovyetler Birliği'ne, Sovyetler Birliği'nden de "Putinizm"e bir gönderme yaptılar. Bunun kökten yanlış olduğunu ifade etmek istiyorum. Sovyetler Birliği'nin milletler meselesine bakışıyla ne Çarlık'ın bakışının arasında bir ortak nokta vardır ne de "Putinizm"in arasında bir ortak nokta vardır. Sovyetler Birliği, esasen, kurulduğu dönemde, ulusların kendi kaderini tayin hakkı temelinde ve Birliğe katılan bütün ülkelerin özgür iradesiyle bir araya gelmeleriyle oluşmuş bir birliktir. Ne var ki 1924 Lenin'in ölüm yılıdır. 1924'te Lenin'in ölümüyle birlikte adım adım bürokratik bir savruluş, ekonomist ve bürokratik bir savruluş yaşamıştır Sovyetler Birliği. Özellikle Kruşçev ve sorasındaysa bu bürokratik ve ekonomist yapı giderek aslında bir, ne diyelim, bir kapitalist ülkeden farklı olmayan bir biçimde, kapitalizmi yarışarak geçme amacına bütün sosyalizmin ideallerini terk etmiş bir biçimde, Batı'yla yarış hâlinde olmayı sosyalizmin ideallerine tercih etmiş bir biçimde 91'e geldiğinde artık Hakk'ın rahmetine kavuşmuştur. Ve o zamandan sonra, yani "reel sosyalizm" dediğimiz sürecin tasfiyesinden sonra, "Putinizm"le beraber, evet, bir tür "Petroculuk"un yeniden başladığını söylemek, ifade etmek gerekir ve şu anda bunun siyasi sonuçlarından bir tanesini yaşıyoruz. Bakın -Putin- reel sosyalizmin dağılması yani 91'den sonraki dönemde, Rusya, hem ekonomik hem siyasi hem sosyal çok ciddi sorunlar yaşamış olmasına rağmen, şu anda "Çarizm" ya da "Petroculuk" -ne derseniz adına- bununla birlikte başka bir düzeye ulaşmış durumda. Ben çok açık söyleyeyim, aslında bunların hepsi üç gün önce karar verilmiş şeyler falan değil, uzunca bir süredir kararı verilmiş. Bu konuda tahkimatın yapıldığı bir durumla karşı karşıyayız. Nereden biliyorum? En azından tarımdan biliyorum.

Bakın, arkadaşlar, 90'larda Rusya ithalatçı bir ülkeydi, her şeyi ithal eden bir ülkeydi. Değerli arkadaşlar, bu zaman dilimi içerisinde, özellikle son yedi sekiz yıllık zaman dilimi içerisinde inanılmaz bir tarım hamlesi yaptılar ve şu anda tarımda mutlak ihracatçı hâle gelen, askerî olarak kendisini tahkim eden ve yayılmacı, özellikle eski sınırlarına yani kendi hinterlandındaki ülkelere tekrar yayılma siyasetiyle nüfuz etmeye çalışan bir Rusya örneğiyle karşı karşıyayız ve Ukrayna'ya dönük olarak bu saldırgan tutumu, bu işgal politikasını asla ve asla kabul etmiyoruz. Evet, bunu ifade etmek lazım.

Nazım Hikmet'in "Memleketimden İnsan Manzaraları"nda bir şey geçiyor. Cezaevinde 2 kişi konuşuyor, biri diyor ki: "Diyorlar ki Savaşı Hitler çıkarmış. Peki, Hitler'i kim çıkarmış?" Okumayan varsa okusun mutlaka, çok keyiflidir.

Eyvallah, Rusya'nın bu konudaki hatalarını, yanlışlarını ve attığı yanlış adımlardan geri çekilmesini talep ediyoruz; anladım da bu bir terör örgütü olan NATO'yu ve NATO'nun yayılmacı politikasını görmemizi engellememeli. Yani reel sosyalizmin çözülüşünden sonra şunlar yazılmadı mı arkadaşlar, Fukuyama çıkıp "Tarihin sonu gelmiştir. Artık ABD öncülüğündeki kapitalizmin bütün dünyayı domine edeceği, bizden başka şefin olmadığı bir dünya kurulacaktır." demedi mi? Okumadınız mı onları? İşte, o zamandan bu zamana NATO, ABD'nin küresel çapta yeni sömürgeler, nüfuz alanı elde etmek için kullandığı bir mekanizmadır. Dolayısıyla, burada söylenmesi gereken esas şey şudur: Bu çatışmalı sürece son verilmelidir, bir an evvel son verilmelidir. Oradaki bütün askerî faaliyet sonlandırılmalıdır. Rusya bölgeden çekilmelidir. İşgal ettiği yerler bir referanduma tabi tutulmalı, uluslararası ve bağımsız gözlemcilerin duhul ettiği bir referanduma tabi tutulmalı ve o insanlar kendi kaderini böyle çizmelidir.

Peki, 1997 yılında Rusya'yla yeni bir güvenlik mimarisi konusunda anlaşmış olan NATO ne yapmalıdır? Var mı buna da cevabınız? NATO da eski sınırlarına geri çekilmelidir, Ukrayna temelli yayılmacı siyasetine son vermelidir. Denilmesi gereken şey şu esasında: Yani şimdi diyelim ki bu Ukrayna meselesi çözüldü, ya üç gün sonra Putin'in çıkıp "Kardeşim, Romanya'dan çıkın, burası benim eskiden nüfuz alanımdı." demeyeceğinin garantisi nedir? Ya da NATO'nun daha agresif bir tutum içerisinde tutum almayacağının garantisi nedir? Bunların garantisi yok. Dolayısıyla Türkiye'nin savunması gereken temel şey -bir NATO ülkesi olması hasebiyle de bunu söylüyorum- bir defa bu iki güç arasında kalıcı, siyasete dayalı, müzakereye dayalı bir antantın yeniden sağlanmasıdır, bunun için çaba sarf edilmelidir. Ve ne yapılmamalıdır, biliyor musunuz? İktidar dış politikada şimdiye kadar ne yaptıysa bu yapılmamalıdır. Yani mesela, Suriye'de nasıl davrandıysa böyle davranılmamalıdır. Mesela, Cezayir'deki tutum burada bu şekilde gösterilmemelidir. Mesela, Bayraktar İHA'larını satacağım diye bu çatışmalı ve riskli alana tepetaklak girilmemelidir. Bunlar, son derece önemli olan şeyler. Ve bir şey daha yapmamalıdır iktidar; hani herkes ne yapılması gerektiğinden bahsetti ya, bir şey daha yapmamalıdır. Bu destabilize durumu kendine bir gerekçe sağlayarak daha şahin, daha müdahaleci -özellikle Suriye'nin kuzeyi için söylüyorum- böyle bir siyasal yaklaşıma yönelmemelidir. Bu, hem ülkemizi ciddi manada sıkıntıya sokar hem de uluslararası düzeyde sıkıntıya sokar.

Süre kısa ama biraz da bu ilişkinin başka bir veçhesine değinelim. Enerjide bağlıyız, tarımda inanılmaz derecede bağlıyız. Az önce bir hatibimiz bahsetti; öyle değil arkadaşlar, bizim 18 milyon tona ihtiyacımız var ama bu sene gerçekleşme ihtimali olan rekoltemiz 15-16 milyon tondur. Petro... "Petro" diyorum; dil sürçer, doğruyu söylermiş. Putin zaman içerisinde nasıl kendi tarım politikalarını tahkim ederek bir mutlak ihracatçı hâline geldi, bizde ise buğday ekim alanları giderek azalıyor. Dün hesaplamıştım, 50 milyar 600 milyon lira ithalata para verirken kendi çiftçimize 23 milyar teşviki ancak veriyoruz. Hazine eksi 60 milyarda, yedek akçeler dahi yenildi, bu kadar türbülansın yoğun olduğu bir yerde iktidar sözcüleri diyor ki: "Vallahi, merak etmeyin, her şey yolunda, her şey kontrolümüz altında." Değil. Zaten değildi, savaşın yaratmış olduğu destabilize ortam ve türbülans bu hâli daha da fazla derinleştirdi, daha da fazla artırdı. Günlerden beri, oradaki insanlarımızı tahliye etmemek sıradan bir mevzu değil. Televizyonlarda çocuklar çıkıp... İşte, bu sabah bir tıp öğrencisi konuşuyordu, bu çocuklar kaderleriyle baş başa kaldıklarını söylüyorlar. Yapacak bir şey de yok, havaalanı kalmamış durumda. Yani herkes kendi vatandaşını oradan çekerken, diplomatlarını çekerken bizimkilerin orada kalıyor olması, çocukların orada kalıyor olması anlaşılmaz bir şey.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Bir de çocuklardan bir tanesi dedi: "Biz Konsolosluğa da ulaşamıyoruz." İnşallah, diplomatlar da çekip gitmemiştir yani; bunu düşünmek istemiyorum.

Böyle bir durumda kurun artmasıyla ve kur korumalı mevduat hikâyesiyle birlikte hazineye daha fazla yükün geleceğini hepimiz biliyoruz. Yaptırımlar gerçekleştiğinde ne yapılacağına ilişkin ben kimsenin zerreyimiskal kadar bir fikrinin olduğunu düşünmüyorum; aşağı tükürsen sakal, yukarı tükürsen bıyık hesabı.

Şimdi, yıllardan beri söylediğimiz iktisadi, siyasi ve toplumsal meseleler işte bu savaşın prizmasından kırılarak çok daha yakıcı bir biçimde ortaya düştü. Mümkünse, bundan en az biçimde, en az yarayla çıkmak gerekir kuşkusuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

RIDVAN TURAN (Devamla) - Selamlayayım.

BAŞKAN - Selamlayalım.

RIDVAN TURAN (Devamla) - Türkiye'nin tarafsız pozisyonda kalmasına, barış için çaba sarf etmesine, bunu yaparken de kendi yurttaşlarımıza, özellikle emekçilere, yoksullara bu savaşın faturasını aksettirmeyecek sosyal politikalara ihtiyacımız var. Yoksa emin olun ki Ukrayna ne kadar travmatize oluyorsa, en az onun kadar da bizim memleketimizde ciddi sorunlarla karşı karşıya kalırız.

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)