GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Nükleer Düzenleme Kanunu Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:60
Tarih:02.03.2022

HDP GRUBU ADINA ALİ KENANOĞLU (İstanbul) - Sayın Başkan, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Nükleer Düzenleme Kanun Teklifi'ni görüşüyoruz. HDP Grubumuz adına söz aldım.

Öncelikle, bu yasa yapım meselesine karşı itirazlarımızı her aşamada dile getiriyoruz, burada bir kez de bu teklifin gelişi ve görüşülme biçimi üzerinden bir bilgilendirme ve değerlendirme yapmak isterim. Bir defa, Nükleer Düzenleme Kurumu kanun hükmünde kararnameyle kuruluyor, esasında Meclisin yetkileri elinden alınmış oluyor ve bir KHK'yle bu kurum oluşturuluyor. Şimdi, bunun üzerinden Anayasa Mahkemesine başvuruluyor ve Anayasa Mahkemesi bunu iptal ediyor, diyor ki: "Sizin yetkinizde değil, bunun bir kere Meclis tarafından yapılması gerekiyor." Anayasa tartışmasında biz buna değindik yani mesele şu, buradaki yaklaşım yani tek adam rejiminin yaklaşımı şöyle: "Biz yaptık oldu, olmazsa siz verirsiniz, itiraz edersiniz, bunun uygunluğu tartışılır; uygun değilse de getiririz Meclise, nasıl olsa sayısal çoğunluğumuz da var, eller kalkar ve geçer." Bunu söylerken gerekçelendirerek de anlatmak isterim. Şimdi, bir yıl süre vermiş Anayasa Mahkemesi, demiş ki: "Bir yıl içerisinde bu teklifi düzenleyebilirsiniz." İptal kararında bundan bahsetmiş. Şimdi, bir yıl 9 Martta doluyor yani 9 Mart 2022'de Resmî Gazete'de yayınlanması gerekiyor bu kanunun. Şimdi, bir yıl boyunca bu konuda hiçbir faaliyet yürütülmemiş, hiçbir çalışma yürütülmemiş, komisyona gelmemiş, kanun teklifi düzenlenmemiş ve bunun son anına denk getirecek şekilde teklif Komisyona geldi. Nasıl geldi Komisyona? Önce bize dediler ki: "Biz, Akkuyu Nükleer Santrali'ne bir gezi düzenleyeceğiz." Komisyon üyeleri olarak çok sevindik olarak yani en azından Akkuyu Nükleer Santrali'ni gezecektik yani ne oluyor, ne bitiyor, bir sürü iddia var; hem oradaki emekçiler, çalışanlar açısından bir sürü iddia var hem nükleer santralin inşaatıyla ilgili birçok iddia var, bütün bunları belki yerinde inceleme, görme şansı elde edecektik. Fakat bu apar topar iptal edildi, denildi ki: "Kanun teklifi gelecek, bir kanun teklifi var, dolayısıyla buna gidemeyiz." ve ertelendiği söylendi bize. Şimdi, bu kanun teklifi 25 Şubat günü saat 11.05'te mail adreslerimize, mail atılarak bildirildi ve bu bildirimle beraber bize çağrı, gündem ve kanun taslağı gönderildi. Şimdi, bize denildi ki, yani 25 dediğim cuma günü saat on bir: "Pazartesi günü saat 14.00'te toplanılacak ve teklifi görüşeceğiz." Ya, bir dakika, cuma günü saat on bir; cumartesi, pazar giriyor araya ve bizim bu kanun teklifi üzerinde çalışma şansımız yok, teknik bir konu. Her bir Komisyon üyesi bu konuda uzman değil, ayrıca olması da gerekmiyor ama bu konuyla ilgili uzmanlardan görüş alabilme imkânımız da yok zaman açısından. Ve Çevre Komisyonu toplandı, 28 Şubat saat onda, Çevre Komisyonu baktı ki yetişmeyecek, bizim toplantı yani Enerji Komisyonu toplantısı 16.00'ya ertelendi, Çevre Komisyonu saat 14.00 civarlarıydı sanırım, bitirdi, iki saat aradan sonra bizim Komisyon yani Enerji Komisyonu toplandı ve Çevre Komisyonu raporu, muhalefet şerhleri biz daha Komisyon toplantısındayken dağıtıldı, ne okuma şansımız oldu ne değerlendirme şansımız oldu. Ve 28 Şubat saat onda Çevre Komisyonunda başlayan ve 16.00'da Enerji Komisyonunda devam eden görüşmeler 1 Mart sabahı saat beşe kadar sürdü ve ısrarla, inatla "Bu çıkacak." denildi. Niye? "E, zaman kalmadı." Ve bugün yarın bu kanunu buradan çıkartmak istiyor iktidar partisi. Şimdi, niye bunu yapıyorlar? Bunun bir sebebi var yani bir yıldır saklayıp buraya getirmelerinin. Bir kere, halkın iradesini yok sayan bir tutum söz konusu burada çünkü Meclis halkın temsilcilerinden oluşuyor. Yani Cumhurbaşkanı yüzde 51-51,5 oyla seçilmiştir, budur temsiliyeti fakat Meclisin yüzde 90'dan fazla bir temsiliyeti vardır, buradaki milletvekilleri ve partiler açısından değerlendirdiğiniz zaman. Ama bütün buranın, dolayısıyla halkın iradesi yok sayılarak "Bir el indir, kaldır; hemen geçirin bu teklifi." deniliyor.

Şimdi, burada, tabii ki neden bu acele, niye? Çünkü nükleer santralleri esas alan "bomba" diyebileceğimiz bir enerji kaynağı üzerinde bir kanun çıkartılıyor. Şimdi "Nükleer santraller meselesi kamuoyunda tartışılmasın, çok fazla üzerine düşünülmesin; çevre örgütleri, bu konuya itiraz eden nükleer karşıtı kurumlar bu işle ilgili herhangi bir şey yapamadan, bir araya bile gelemeden hemen apar topar biz bu kanunu çıkartalım." Bütünüyle son dakikaya bırakılması ve milletvekilleri üzerinde, Komisyon üyeleri üzerinde bir manevi baskı oluşturulmasının aslında nedeni budur. Yani, halka karşı, çevreye, doğaya, canlılara karşı bir kanun teklifi getiriliyor ve bu kanun teklifi tartışılmasın, konuşulmasın diye de böyle sıkboğaz edilerek kanun çıkartılıyor.

Kanun çıkartılırken 17 kurum davet edilmiş Komisyona, 17 kurum. Liste burada, bunların tamamı kamu kurumu yani hiçbir sivil toplum kuruluşu yok. Yani kamuoyu bu konuda ne diyor; bu kanundan etkilenecek olan toplumsal yapıların, sivil toplum örgütlerinin, demokratik kitle örgütlerinin temsilcileri bu kanunla ilgili ne diyor, bilmiyoruz. Çağırılıp dinlenmiyor ve bütün yöntem böyle oluyor. İşte, bu liste, aslında, AKP'nin yönetim anlayışının listesidir; aslında, bu liste, tek adam rejiminin ülkeyi yönetme listesidir. Tümüyle bu şekilde bakılıyor. "Halk olmasın, kitle örgütleri olmasın, sivil toplum kuruluşları bu işin içerisinde yer almasın; ben şirketlerle -ki çoğu zaman da şirketler çağırılıyor- ve kamu kurumlarıyla bu tasarıyı hazırlarım, ondan sonra da çıkartırım."

Şimdi, tartışmaların odağındaki Akkuyu Nükleer Santrali var. Şimdi, ifade ettik, Akkuyu Nükleer Santrali yapılırken, daha ortada şirket yokken Rusya'yla uluslararası bir sözleşme yapılıyor ve şirket kurulmamış daha. Niye? Birtakım denetimlerden kaçırmak için, uluslararası sözleşmelerdeki, o... Anayasa'nın 90'ıncı maddesi güvencesi çerçevesinde, denetimden kaçırılarak şirket ortada yokken bu iş yapılıyor. Şimdi, Akkuyu Nükleer Güç Santrali'nin sahibi kim? Bunun sahibi Rusya yani yirmi yıl boyunca tümüyle Rusya'ya ait. Peki, yirmi yıldan sonra ne oluyor? Yirmi yıldan sonra, yine yüzde 51'i Rusya'nın kontrolünde olacak yani yüzde 51'i. Yine Rusya belirleyecek her şeyi. Şimdi, biz ne yapıyoruz? Kendi topraklarımızda bir santral kurduruyoruz Rusya'ya "Al sana toprak, gel buraya santrali kur." Ee, ondan sonra elektriği üret. Ee? "Ben satın alacağım, satın alma garantisi veriyoruz." Baktığınız zaman, satın alma garantisi verdiğimiz rakamlar öyle ufak tefek rakamlar değil ya da söylendiği gibi ucuz filan değil; 12,35 cent ile 15,33 cent arasında bir rakam söz konusu. Şimdi, bu rakamın dolar bazında olduğunu düşündüğünüz zaman, hiç öyle ucuz enerji, ucuz elektrik bilmem ne kesinlikle söz konusu değil. Bu santral devreye girince ucuz elektrikle karşı karşıya olmayacağız, bunun da bilinmesi gerekiyor.

Şimdi, diğer taraftan dedik ki: Bizim elektriğe, enerjiye ihtiyacımız var mı? Bugün biz basın toplantısı yaptık, bu konuyu komisyonlardaki arkadaşlarla, Çevre Komisyonunda ve Enerji Komisyonunda değerlendirdik ve orada bizim enerjiye ihtiyacımız olmadığını ifade ettik. Yandaş basın hemen şöyle manşet atmış: "HDP'li vekiller dedi ki 'Türkiye'nin enerjiye ihtiyacı yok.'" Şimdi, dediğimiz bu değil; dediğimiz, söylediğimiz şu: Türkiye'nin şu anda kurulu yapısı ve elektrik üretimi kilovat bazında baktığınız zaman ihtiyacının fazlası olarak var yani yeni bir santral kurulumuna, yeni bir elektrik üretim aracına ihtiyaç yok; bahsettiğimiz bu. Mevcut planlamalar, mevcut yatırımlar, mevcut hesaplamalara göre, ürettiğimiz elektrik zaten fazlasıyla var. Ha, bunu yönetemiyorsunuz, ayrı bir konu, Isparta'yı bütün bu fazlalığa rağmen elektriksiz bırakıyorsunuz. Niye? Çünkü vermişsiniz şirketlere; şirketler, dağıtım, iletim ve benzeri trafo bakımlarını yapmıyorlar, para harcamıyorlar, ha bire fatura kesip para kazanıyorlar. Buradaki o kaçakları, o yollardaki, o elektrik trafolarındaki, o iletişim hatlarındaki kayıpları düzeltseniz, şirketler o yatırımları yapmış olsa Akkuyu Nükleer Santrali'ne ihtiyaç duymazsınız çünkü buradan üretilen elektriğin daha fazlası oralarda kaybediliyor. Ama yandaş şirketler besleniyor, o nedenle de siz buna ihtiyaç duyuyorsunuz.

Şimdi, değerli arkadaşlar, nükleer santrallere karşı çıkışımızın sebepleri var. Bunlardan bir tanesi de tabii ki bu kazalar, atıklar ve benzeri. Şöyle düşünün: Nükleer santral hiç kaza yapmıyor yani tam randımanlı çalışıyor, hiçbir sıkıntı yok, hiçbir sorun yok. Bütün bunlara rağmen ortalığa radyoaktif bir toz saçıyor yani bundan kurtulma şansınız yok. Şimdi, dolayısıyla, Mersin'de ne olacak? Mersin'de şu olacak arkadaşlar: Mersin'de yetişen çilek, muz ve benzeri gıdalara "Radyoaktif atık içerir." etiketi getirmek zorunda kalacaksınız; şimdi, hiçbir kaza riskinden filan bahsetmiyoruz, bu etiketi getirmek zorunda kalacaksınız. Dolayısıyla, burada ciddi bir sorun var ve mesele, esasında, yine hiçbir sorun olmadığı takdirde atıklar var yani nükleer atıkların ne olacağı konusu belirsiz çünkü şu anda nükleer atıklardan tümüyle kurtulmak söz konusu değil ve bunlar ülkelerin başına bela, daha çok da bizim ülkemizin başına bela çünkü gelişmiş ülkeler bu atıkları bize gönderiyorlar. İzmir Gaziemir'deki meseleyi arkadaşlarımız Komisyonda detaylıca anlattılar, basın toplantısında da ayrıca bölüm konuşmalarında da dile getirecekler.

Şimdi, Akkuyu Nükleer Santrali daha kurulmadan ölüm saçmaya başladı, daha çalışmaya başlamadan. Niye? Orada ciddi iş cinayetleri söz konusu, emekçiler ölüyor fakat bir denetim de söz konusu değil, denetim yapamıyoruz; milletvekilleri gidiyor, inceleme yapamıyor, giremiyorlar oraya. Niye? Rusya'nın kontrolünde, bizim değil ki; yani böyle bir şey var. Denildi ki: "Burada bir çatlama söz konusu." Şimdi, bu çatlama nereden kaynaklandı? Çatlamanın zeminden mi, kullanılan malzemeden mi, işçilikten mi kaynaklandığı bilinmiyor çünkü denetim yapmak isteyen Mimarlar Odasının, Jeoloji Mühendisleri Odasının santral alanına girmesine izin verilmiyor. Bu çatlağın sebebi bilinmediği gibi, bir de patlak var çatlağın yanı sıra. Bu patlak ne, patlama ne? Şimdi, bir patlak oluşmuş, patlama oluşmuş. Biz bununla ilgili soru önergesi verdik, dedik ki: Ya, bu santralde bir patlamaya ilişkin iddialar var, bir patlama var ve bu biliniyor yani. Nedir bu patlama? Verdikleri cevap şöyle yani Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanının imzasıyla bana gönderilen, önergeme cevap, diyor ki: "Akkuyu Nükleer Güç Santrali sahasında yürütülen faaliyetler sırasında, ihtiyaç duyulan alanlarda mevzuat uyarınca izin verilen sınırlar çerçevesinde planlı patlamalar yapılmaktadır." Burası iyi, gayet normal ama devamı var bunun, devamında diyor ki: "Sorumlular hakkında idari soruşturma ilgili kurumlar tarafından başlatılmıştır." Ya, bir dakika, neyi soruşturuyorsun? Yani sen izinli bir patlamayı mı soruşturuyorsun? Yani ortada bir durum var ama durumu yazamıyorsun, söyleyemiyorsun, cevabını veremiyorsun yani kimin hakkında soruşturma başlatıyorsun? Madem izinli bir patlamaydı, izni verenler hakkında mı soruşturma başlatıyorsun? Yani "Niye izin verdiniz bu patlamaya?" diye mi soruşturma başlatıyorsun? Paragrafın başlangıcı ile devamı arasındaki çelişkiler komedinin ta kendisi yani, işi izah eden bir durum bir taraftan.

Değerli arkadaşlar, şimdi, burada önemli bir konu da evet, enerjiye ihtiyaç meselesi. Enerjiye ihtiyaç var, bu kesin ama demin de belirttiğim gibi, tasarruf tedbirleriyle bu enerji ihtiyacının karşılanacağı -ki zaten mevcutta fazlası var- ama bunun nükleer santraller yoluna gitmeden de mevcut durumdan kazanılması ve sağlanması mümkün. Şimdi, örneğin, AVM'ler var. İşte, orta ölçekli bir alışveriş merkezinin aylık elektrik gideri 15 bin hanenin elektrik giderine karşılık geliyor, 15 bin hanenin. Ya, Türkiye'de bir kontrolsüz AVM durumu var ve bu AVM'lerin yol açtığı sarfiyattan tasarruf edilse bütün bu Akkuyu Nükleer Santrali'ne dahi ihtiyaç kalmayacak çünkü Akkuyu Nükleer Santrali öyle denildiği gibi faaliyete geçtiği zaman Türkiye'nin bütün elektrik ihtiyacını falan karşılamayacak yani sadece yüzde 7,7'sini karşılayacak; o da ilk seferde, tam çalıştığı zaman. Daha sonra, bu, yıllar üzerinde yani örneğin 2030 yılında 6,3'e; 2040 yılında ise 3,9'a düşecek yani Türkiye'nin elektrik ihtiyacını karşılama noktasında. Yani, öyle anlatıldığı gibi, sanki "Akkuyu'da nükleer elektrik santrali devreye girecek ve Türkiye'de artık elektrik sıkıntısı olmayacak; tümüyle bu, burayı karşılayacak." falan diye bir şey de yok yani; tümüyle üretimin kapasitesi yüzde 7,7'yi ancak karşılayabilecek pozisyonda. Bu da, tasarruf edilse... Yani, hakikaten, bu, hani sizin, yandaş çetelere verdiğiniz şirketler var ya, onlar üzerine düşen sorumlulukları yerine getirip yatırımlarını yapsalar, buradaki elektrik üretiminden daha fazla elektrik elde edilmiş olacak. Şimdi, dolayısıyla, bu konu öyle kamuoyuna anlatıldığı gibi değil çünkü kamuoyu bununla ikna ediliyor. "Yahu, ne yapacağız, karanlıkta mı kalacağız?" "'Cep telefonu da kullanıyorsunuz, bak, evde televizyon izliyorsunuz, işte, buzdolabı çalıştırıyorsunuz.' Bunları da mı çalıştırmayalım?" Böyle ajite ediyorlar.

Şimdi, biz zannediyoruz ki yani kamuoyu -bunları izleyenler- zannediyor ki: "Yahu, bu nükleer santral yapılmazsa biz beş sene sonra evde televizyon bile izleyemeyiz, buzdolabını bile çalıştıramayız. Bizim buna ihtiyacımız var." Ya, külliyen yalan bu, külliyen bir algı operasyonu ve bu algı operasyonuyla bu yatırımları oluşturup paraları buraya aktarıyor ya da Rusya'ya alım garantisi veriyorsunuz yani. Şimdi, dolayısıyla, bu algılarla bu ülkeyi zaten yönetmeye çalışıyorsunuz bütünüyle, her alanda; burada da aynısını yapıyorsunuz.

Ve şimdi, bu nükleer santrallerdeki kazalar ve riskler var; işte, Fukuşima var, hani Japonya teknolojide tartışılmaz bir ülke; biz neredeyse yapılı yolları işler hâlde tutamıyoruz, her gün bir yerler çöküyor ama bunun karşısında kalkıyorsun diyorsun ki: "Bu güvenli bir nükleer santral olacak." Japonya'da bile ciddi bir felaket söz konusu oldu ve bu Fukuşima'daki felaketi biliyoruz. Bir taraftan da Çernobil hemen yanı başımızdaydı, Çernobil'de de yaşadıklarımızı biliyorsunuz. Hani oradan nasıl etkilendi ülkemiz biliyorsunuz ama biz şunları da gördük yani televizyonlara çıkıp "Ya, bu çayları rahatlıkla içebilirsiniz, bunlarda radyasyon falan yok." deyip televizyon karşısında çay içen bakanlara tanık olmuş bir ülkeyiz. Şimdi, bu, tümüyle algı operasyonudur. Geçen bununla ilgili yani bu algı operasyonları meselesiyle ilgili bir haber okudum; ahlak, kural, sınır, ticaret kurallarını dahi tanımayan şirketler, kapitalistler, vahşi kapitalistler, zamanında, sigaranın faydaları için yani "Sigara faydalıdır." diye lobi oluşturmuşlar ve bununla ilgili makaleler yazdırmışlar, haberler yaptırmışlar "Yahu, sigara sağlığa faydalı, nasıl sigarayı yasaklarsınız?" filan diye. Yahu, yaklaşım hep aynı, o gün sigaraya yapılanlar bugün nükleer santral için yapılıyor; aynı mantık, aynı kafa devam ediyor.

Bir de Komisyonda şöyle bir tartışma oldu -gerçi kamuoyunda hep oluyor bu tartışma- şimdi diyorlar ki: "Ya, kazadır bu, hani ne olacak; uçağa biniyorsun, uçak da kaza yapabiliyor, düşüyor, insanlar ölüyor ya da sen araba kullanıyorsun, araba da kaza yapabiliyor, insanlar ölüyor; e, ne yapalım; arabayı da mı yasaklayalım, işte, uçağı da mı yasaklayalım?" Ya, böyle bir mantık olur mu? Uçak kazasında ancak uçak alanındaki ya da oradaki, o andaki insanlar etkilenir, en şeyle hani onlar yaşamını yitirirler.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

ALİ KENANOĞLU (Devamla) - Araba kazasında o anda orada bulunan insanlar etkilenir, yaşamlarını yitirirler en kötü ihtimalle.

Şimdi, nükleer kazada böyle bir şey mi var? Yani bu kazalar, nükleer kazalar sonucunda gelecek kuşakların yaşamları etkilenmiyor mu? Bunu bilmiyor musunuz sanki. Yani yıllar boyunca bunun etkisinin sürdüğünü, insanların kansere yakalandığını, o kazalar sonucunda engelli çocukların dünyaya geldiğini yaşamadı mı bu dünya? Yani yeniden kendimizi tecrübe mi etmemiz lazım? Yani insan aklı kendisinin dışında yaşadıklarını tecrübe etmek üzerine kurulu değil midir? "Tecrübe" dediğimiz şeyi illa kendimiz mi yaşamamız gerekiyor? İlla o felaketlerin bizde mi olması gerekiyor? Bir de şöyle bir savunma var, diyor ki: "Avrupa bu nükleer santralleri yaptı, zengin oldu -bilmem şu oldu, bu oldu- biraz da biz olalım." Yani biraz da biz kirletelim bu dünyayı. Ya, böyle bir akıl, böyle bir mantık olur mu?

Teşekkür ediyorum. (HDP sıralarından alkışlar)