| Konu: | (10/96, 234, 409, 501, 698, 1743, 1747, 1912, 2187, 2203, 2303, 2353, 2389, 2477, 2673, 2675, 2697, 2830, 2976, 2979, 3019, 3109, 3206, 3430, 3476, 3479, 3482, 3484, 3485, 3493, 3504, 3505, 3508, 3510, 3685, 3723, 3918, 3919, 3920, 3921, 3922, 3923, 3924) Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Anayasa'nın 98'inci, İçtüzük'ün 104 ve 105'inci Maddeleri Uyarınca Bir Meclis Araştırması Açılmasına İlişkin Önergeleri ve Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Görüşmeleri münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 64 |
| Tarih: | 08.03.2022 |
HDP GRUBU ADINA FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; şimdi, öncelikle, yıllardır kadın hakları mücadelesi veren ve yine yıllardır, maalesef, cezaevlerinde rehin olan bütün kadın arkadaşlarımı selamlayarak sözlerime başlamak istiyorum. 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nüz kutlu olsun arkadaşlar ve özgür günlerde hep birlikte dışarıda kutlamak dileğiyle diyorum.
Şimdi, 7 Mart 2021 günü Samsun'da sokak ortasında eşi tarafından ağır şiddete uğrayan bir kadının görüntülerine hepimiz tanık olmuştuk ve hemen onun akabinde, 9 Martta bu Mecliste şu anda raporunu görüştüğümüz Komisyonun kurulmasına karar verildi bütün partilerin ortak kararıyla. Ve 20 Martta da İstanbul Sözleşmesi'nden çekilme kararı alındı. Ve ardından da biz bu çalıştığımız Komisyondan, Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerinin Tüm Yönleriyle Araştırılarak Alınması Gereken Tedbirlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonundan muhalefet partileri olarak art arda çekilme kararı aldık. Neden? Çünkü aslında ortada İstanbul Sözleşmesi vardı ve İstanbul Sözleşmesi gibi güçlü, Türkiye'nin bütün kurumlarına sorumluluk ve denetim görevi veren bir uluslararası sözleşme vardı. Ve ortaklaşa olarak aslında büyük bir sevinçle imzalanan, yine bu Mecliste kabul edilen bir sözleşme vardı. Ve bu sözleşmeden sırf aslında yine iktidara oy verme potansiyeli olduğu düşünülen küçük bir erkek grubunun manipülasyonlarıyla çekilindi, bu karar alındı tıpkı şimdi nafaka konusunda da yapılmak istenildiği gibi. Yani ortada aslında kadınların, çocukların alabildiği muhteşem nafakalar yok. Ben yıllarca avukatlık yaptım ve bu nafakaların tahsilinin ne kadar güç olduğunu biliyorum. Nafakaların ortalama şu andaki miktarının 500 lirayı aşmadığını biliyorum. Ve bunun için kadınlar mücadele ederken yine küçük bir erkek grubu bir manipülasyon yapıyor: "Biz, efendim, ömür boyu nafaka mı ödeyeceğiz, şunu mu yapacağız, bunu mu yapacağız?" Bunlar da yalan çünkü ömür boyu ödenen bir nafaka yok. Nafaka alan kişinin şartlarında değişiklik olursa o mahkemeye başvurulur ve nafakanın kaldırılması istenir. Ondan sonra "Zenginleşme vardır." denir; mahkeme de -genelde de erkek hâkimler olduğu için- güle oynaya buna karar verir. Yani dolayısıyla ortada bir nafaka sorunu da yok aslında ve İstanbul Sözleşmesi'nde de bir sorun yoktu. Aslında bunu gerçekten bence iktidar partisindeki kadınlar da dâhil olmak üzere bütün kadın örgütleri de bütün partilerden kadınlar da gayet net olarak biliyorlardı.
Evet, ben taşımakta güçlük çektim, orada bıraktım, gerçekten kütük gibi bir rapor şu anda... Dün akşam beşte bize ulaştı. Şimdi, bunu hakikaten doğru dürüst inceleyip de görüş bildirmek şu anda mümkün değil ama elimizden geleni yine de yapmaya çalıştık. Hakikaten ağır bir rapor yani buraya getirmek de... Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Ulusal Eylem Planı'nı da 1 Temmuzda açıklamıştınız, tam İstanbul Sözleşmesi'nin yürürlükten kaldırıldığı gün açıklamıştınız; 8 Martta da bu raporu açıkladınız yani sembolik siyaset, "mış" gibi yapmak sadece. Bu raporda yer alan öneriler olumlu olabilir, birçok öneri olumlu olabilir benim buna bir itirazım olmaz ama bunlar bizim ilk defa söylediğimiz şeyler değil ki. Yani bu raporda yer alan önerileri hayata geçirecek bir siyasetin varlığı asıl eksiklik yoksa yazmak kolay, önümüze böyle kocaman kocaman raporlar atmak da kolay.
Şimdi, raporda, veri toplama, farkındalık yaratma, kadınlara sahip oldukları hakları ve şiddeti önleme mekanizmalarını tanıtma, toplumsal cinsiyet eşitliğine duyarlı bütçeleme... Tabii, raporda "kadın-erkek fırsat eşitliğine duyarlı bütçe" diye geçiyor, aman "toplumsal cinsiyet" demeyin, gerçekten biber sürerler ağzınıza. Bizim de aslında, yıllardır talep ettiğimiz öneriler bulunuyor bunların içerisinde. Örneğin, raporda deniliyor ki: "Kadına yönelik şiddetle mücadele, çok yönlü bütüncül bir yaklaşımı ve toplumun tüm kesimlerinin ortak ve kararlı mücadelesini gerektirmektedir." Evet. "Kadına yönelik şiddetle daha etkin mücadele etmek için önleme, müdahale, destek ve koruma hizmeti sunan tüm kamu kurum ve kuruluşlarının eş güdüm içerisinde, bütüncül, kapsayıcı, erişilebilir hizmet sunma kapasiteleri artırılmalıdır." Bu kapsamda, Kadının Statüsü Genel Müdürlüğüne yeterli bütçe aktarılarak kapasitesinin artırılması, ŞÖNİM'lerin nitelik ve nicelik bakımından iyileştirilmesi, ŞÖNİM'lerde görevli meslek elemanı sayısının artırılması, sığınakların sayılarının artırılması ve ülke geneline yayılması, büyükşehir belediyelerinin ve nüfusu 100 binin üzerindeki belediyelerin sığınak açma yükümlülüklerini yerine getirmelerinin sağlanması, sığınak açmak isteyen belediyelere ilgili Bakanlık tarafından gerekli desteğin verilmesi öneriliyor.
Şimdi, her bütçe döneminde arkadaşlar ve her KEFEK toplantısında, bir buçuk yıl çalıştığımız İstanbul Sözleşmesi'nin Etkin Uygulanması ve İzlenmesi Alt Komisyonunda, o sürede, bütün bunları söyledik. Her bütçede söyledik ve her KEFEK toplantısında söyledik. Eğer o komisyonun raporu hazırlansaydı benzer önerileri o raporda da zaten okuyacaktık.
Şimdi, bu önerileri sadece biz söylemiyoruz herhâlde çünkü Meclis aslında, bu siyaseti tam da üreten yer değil. Bu siyaseti üreten yer hayat, sokaklar, iş yerleri ve oralarda çalışan kadınlar; Mor Çatı söylüyor, Kadınlar Birlikte Güçlü söylüyor, EŞİK söylüyor, KADEM de söylüyor aynı şekilde ve tüm platformlarda dile getiriliyor. İstanbul Sözleşmesi söylüyor, sözleşmenin özünü bu rapordaki "Kadına yönelik şiddetle daha etkin mücadele etmek için önleme, müdahale, destek ve koruma hizmeti sunan tüm kamu kurum ve kuruluşlarının eş güdüm içerisinde; bütüncül, kapsayıcı, erişilebilir hizmet sunma kapasiteleri artırılmalıdır." cümlesi oluşturuyor aslında, gerçekten özü bu.
Şimdi, dediğim gibi, ne oldu biz sözleşmeden çekildik o bir grup size oy verme potansiyeli olan erkek manipülasyonuyla? Yerine aynı yeni bir komisyon kurduk, aynı cümleleri tekrar ettik ve bu, işte koskoca kütük gibi raporu hazırladık getirdik. Şimdi burada bunun için konuşuyoruz. Yani yeni ve kocaman şeyler yaptığınız zaman kocaman bir sorunu çözmüş olmuyorsunuz; tıpkı kocaman şehir hastaneleri yaptığınız zaman çözmediğiniz gibi, tıpkı kocaman kocaman adliyeler yaptığınız zaman adalete erişimin gerçekten sağlanabilir olmadığı gibi.
Evet, mesele niyet beyanı değil çünkü bu bir niyet beyanı gene ve gerçekten önlemek, kadınların öldürülmesini önlemek ve sadece öldürülmesini önlemek de değil, neden biz sadece öldürülmemizi engellemeyi istemek durumundayız? Biz mutlu olmak istiyoruz, biz hayatın her alanında eşit ve özgür olarak yaşamak istiyoruz. Yani şunda hemfikir oluyoruz: "Evet, kadınlarımız öldürülmesin." Bir de o "mız, mız, mız" ekleriyle sürekli konuşuyor, bir iyelik ve sahiplik ekleriyle. "Kadınlar öldürülmesin, kadınlar öldürülmesin." Bunda hemfikir oluyoruz da sadece öldürülmemek değil mesele, dediğim gibi, aynı zamanda biz eşit, özgür ve mutlu yurttaşlar olmak istiyoruz.
Hemen her yargı paketinde ısrarlı takibin suç sayılmasını, yargıda çalışan personelin kadına yönelik şiddet vakalarında izlemesi gereken tutum hakkında eğitim almasını, kadına yönelik şiddet suç kategorisinin aralarında evlilik bağı olmayanları da kapsaması gerektiğini söyledik. Yirmi yıldır iktidarsınız, yirmi yıl. Ya, tuhaf değil mi? Yirmi yıl sonra, yine böyle bir raporla karşımıza geliyorsunuz. Yani sanki yirmi yıldır siz yoktunuz, başkaları vardı ve siz "Evet ya, gerçekten bir bakalım, kadına yönelik şiddetle ilgili önlenmesi gereken neler var, neler yok bir araştıralım da bir komisyon kuralım, bunları da bir güzel sıralayalım." dediniz, karşımıza getirdiniz. Gerçekten tuhaf, gerçekten. Ortada hâlâ önlenemeyen kadın cinayetleri var. Tabii ki bunu biliyoruz, bu, Türkiye'ye has bir durum değil yani ama koyduğu yasaları uygulamamak, şiddeti önleme mekanizmalarının verimli çalışıp çalışmadığını denetlememek ve aynı zamanda bir de denetim sorumluluğu yükleyen ve kendi imzaladığı sözleşmeden çıkmak bu ülkenin ve bu iktidarın yetersizliği ve sorumluluğudur.
Kadına yönelik şiddet ve cezasızlık hız kesmeden devam ediyor. Örneğin, bana defalarca yazan, iletişimde bulunan bir kadın var. Öz çocuğunu istismar eden ve mesleğini suçunu örtmek için kullanan erkek hâkim hâlâ görev başında. Evet, velayet anneye nihayet verildi ama kadın hâlâ bu adama tazminat ödüyor ve bu adam hâlâ hâkim olarak görevinde duruyor; il vekilleri bunu biliyorlar, kendileriyle özel olarak da konuştum defalarca. Ben, dediğim gibi, bunu, bu aymazlığı asla kabul etmediğimi bir kez daha ifade ediyorum.
2021 yılında 339 kadın erkekler tarafından öldürüldü; erkekler, 793 kadına şiddet uyguladı, 424 kadını taciz etti, 96 kadına tecavüz etti. Sadece Ocak ve Şubat 2022'de 45 kadın erkek şiddeti nedeniyle hayatını kaybetti; geçtiğimiz iki aydan bahsediyorum, sadece iki ayda.
Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığının açıkladığı verilere göre erkek şiddetiyle öldürülen kadınların yüzde 8'i, basına yansıyan haberlere göre, en az 20 kadın, üstelik uzaklaştırma ve koruma tedbir kararı almış olmasına rağmen öldürüldü. Aralarında trans kadınların da olduğu en az 213 kadın ölümü basına "şüpheli ölüm" olarak yansıdı. Geçtiğimiz dört ay içerisinde sadece İzmir'de 3 nefret suçu işlendi. 27 Kasımda öldürülen trans kadın Berrak'ın ardından 16 Ocakta Günay Özyıldız isimli trans kadın öldürüldü, 3 kişi de ağır yaralandı. En son, 17 Ocak 2022'de yine İzmir'de, 4 saldırgan trans kadınlara çivili sopalarla saldırmıştı. Olay yerinde bulunan ve müdahale etmesi için çağrılan polis memuru ne dedi biliyor musunuz? "Ben sizi korumak zorunda mıyım?" Evet, bu şekilde konuştu ve transfobik hakarette bulundu; tutanak tutulmadı, delil toplanmadı ve saldırıya uğrayan kadınlar karakolda da faillerin ölüm tehditleri ile karşı karşıya kaldılar.
Bakın, değerli arkadaşlar, "yüksekten düşerek ölmek" gibi bir ölüm türü var bugün Türkiye'de, yüksekten düşerek ölmek. Son iki yılda en az 28 kadının -tırnak içinde tabii- yüksekten düşerek yaşamını yitirdiği yansıyor basına. Gerçekten, yüksekten düşen kadınlar ülkesi hâline geldik.
Dört yıl önce Ankara'daki bir plazanın 20'nci katından düşerek hayatını kaybeden Şule Çet'in intihar ettiği öne sürülse de öldürüldüğü ortaya çıkmıştı. Aysun yıldırım, Duygu Delen, Esin Güneş, Sezay Koçak Özahi, Şeyda Yılmaz ve niceleri balkondan atılma, yüksekten itilme gibi nedenlerle yaşamını yitirdi. Dosyalar kapatılmadan önce derinlemesine araştırmalar yapılmadı. Yine cezasızlık süreci işliyor.
Bakın, daha 4 Martta bir tahliye ve beraat kararı verildi. Ağustos 2020'de erkek arkadaşı Mehmet Kaplan'ın evinin balkonundan şüpheli bir şekilde düşerek hayatın kaybeden Duygu Delen'in intihar ettiği ileri sürülmüştü. Şüpheli ölümün ardından gözaltına alınan Mehmet Kaplan, çocuğu kasten öldürme, zincirleme şekilde nitelikli cinsel istismar, yağma ve hakaret suçlamasıyla tutuklanıp hakkında dava açıldı. 4 Martta görülen davada mahkeme heyeti, sanığın zincirleme şekilde nitelikli cinsel istismar ve kasten öldürme suçlarından beraatına, hakaret suçundan verilen doksan gün hapis cezasının 1.800 lira para cezasına çevrilmesine, yağma suçundan ise on yıl hapisle cezalandırılmasına ve hükümle birlikte tahliyesine karar verdi. Biz, eskiden, gençlik yıllarımızda, avukatlıkta "Adam öldür, gasp yapma." derdik yani gerçekten gasbın cezası, yağmanın cezası, insan öldürmekten daha ağır bu ülkede. Giresun'da 16 yaşındaki Sıla Şentürk, ailesinin zorla nişanlandırdığı Hüseyin Can Gökçek tarafından öldürüldü. 10 ayrı suçtan sabıkası bulunan Hüseyin Can Gökçek bir yıl önce Sıla Şentürk'ü kaçırmış, ailenin şikâyeti üzerine yakalanan Gökçek çocuğun cinsel istismarı, kaçırılması ve alıkonulması suçundan tutuklanmış ama ailenin şikâyeti geri çekmesiyle serbest kalmıştı. Şimdi, sadece otuz altı gün tutuklu kalmış. 15 yaşını ikmal etmemiş bir kız çocuğunun cinsel ilişkiye rızasının aranamayacağı, bu suçun tutuklu yargılanmayı gerektireceği açık ancak Gökçek hakkında haftada bir imza yükümlülüğü ve yurt dışına çıkış yasağı şeklinde bir adli kontrol kararı verildi. 11 Kasım 2021 tarihinde istismar dosyasının ilk celsesinde Hüseyin Can Gökçek'in vermesi gereken imzaları dâhi hiç vermediği ortaya çıksa da yine ne tedbir oldu ne bir şey; üstüne, 11 Kasımdaki celsede sanığın imza yükümlülüğünün de kaldırılmasına karar verildi. Sıla, ifade verip tüm gerçekleri anlatmak istese de dinlenmedi, Sıla'yı dinlemek için dava 2'nci celseye yani 3 Marta ertelendi. Sonra ne oldu? Sıla öldürüldü, evet Sıla öldürüldü. Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı, Sıla Şentürk'ün cinayetiyle ilgili Sıla Şentürk veya ailesi tarafından ocak ayında yapılan görüşmelerde herhangi bir risk ve tehdit nedeniyle bir başvuru yapılmadığını belirtmiş. Başvuru yapılmasa da önceden korumanız altına alınan ve sonra danışmanlık tedbirini devam ettirdiğiniz bir çocuğu takip etmek sizin sorumluluğunuz değil mi?
Pınar Gültekin, Metin Avcı ve kardeşi Mertcan Avcı tarafından kasten ve planlı şekilde öldürüldü. Şubat ayındaki duruşmada Mertcan Avcı tahliye edildi ancak itiraz ve kamuoyu baskısıyla yeniden tutuklandı. İpek Er'e tecavüz edip intihara sürükleyen eski uzman çavuş Musa Orhan hakkında on yıl hapis cezası verildi, Musa Orhan adli kontrol kararıyla hâlen serbest dolaşıyor.
Şimdi, bakın, bugün Cumhurbaşkanı Erdoğan kadın muhtarlarla bir araya gelmiş ve Tokat'ta Özlem Ağ isimli kadını 23 yerinden bıçaklayan eşinin serbest kalmasına ilişkin diyor ki: "Tokat'taki Özlem kardeşimizin 23 yerden ahlaksız, adi eşi tarafından bıçaklandığını öğrendim. 'Ne yaptılar, ne ettiler?' diye sorduk. Üç ay sonra serbest bırakmışlar adamı. Hemen aradık, araştırdık tekrar bu adi herifi içeri almışlar." Şimdi böyle mi yapılıyor yargılama bu ülkede? Tekrar bu adi herifi içeri alarak mı? Saydığım adi heriflerin de aynı şekilde içeri alınmasını istiyoruz. Adaletin böyle işlediği bir ülke olabilir mi? Yani gerçekten bu, kabul edilebilir bir şey değil. Kadınların Özlem Zengin vasıtasıyla ya da sizler vasıtasıyla Sayın Erdoğan'a ulaşması mı gerekiyor, bizim ona ulaşmamız mı gerekiyor adaletin sağlanması için?
ÇİĞDEM ERDOĞAN ATABEK (Sakarya) - Yanlış anlamışsın ya, çok yanlış anlamışsın.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Böyle olmuş, böyle yazıyor. Yanlış anlamayı açıklarsınız, açıklarsınız.
ÇİĞDEM ERDOĞAN ATABEK (Sakarya) - "Sorduk, almışlar." diyor, yani aldıklarını ifade ediyor, "Biz aldırttık." demiyor.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - "Biz aldırttık." diyor basbayağı, aynen sözlerini okuyorum.
ÇİĞDEM ERDOĞAN ATABEK (Sakarya) - Hayır öyle demiyor, "Almışlar." diyor.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Arkadaşlar, Erdoğan'ın sözlerini okuyorum: "Ey hâkim, sen nasıl oluyor da böyle birisini serbest bırakıyorsun? Hâkim böyle bir tasarruf yapıyor. Ondan sonra yargıya hakaret... Ne hakareti ya? Eğer ben bu ülkede Cumhurbaşkanıysam sen de 23 yerden eşini bıçaklayan böyle bir adamı serbest bırakıyorsan bununla ilgili söylenmesi gereken neyse bunu da sana ben söylerim." Ben demedim bunları yani basbayağı... (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
ÇİĞDEM ERDOĞAN ATABEK (Sakarya) - Tebrik etmeniz gerekir, teşekkür etmeniz gerekir. Bir kadın milletvekili olarak teşekkür etmeniz gerekir.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Kadınlar, yapmayın! Kadınlar, yapmayın, yapmayın!
YELDA EROL GÖKCAN (Muğla) - Komisyondan çıkmasaydınız, gitmeseydiniz de Komisyonda anlatsaydınız bunları.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Yani burada hep beraber biz adalete erişimi sağlayacağız ister AK PARTİ'li olun ister Milliyetçi Hareket Partili olun ister İYİ Partili olun ister Cumhuriyet Halk Partili ister HDP'li.
YELDA EROL GÖKCAN (Muğla) - Bırakıp kaçmasaydınız Komisyonu, orada konuşacaktınız.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Ya, ben bu yola başımı koydum yani yıllardır bunun için mücadele ediyorum, kadın dayanışması için, kadın dayanışması için. (AK PARTİ sıralarından gürültüler)
YELDA EROL GÖKCAN (Muğla) - Komisyondan niye ayrıldınız?
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Şimdi, "Ben bu yola başımı koydum." deyince "Bir tek ben koydum." mu demiş oluyorum? Yani nasıl böyle bir şey algılanabiliyor? Bu da bir tuhaflık gerçekten.
Ben size sesleniyorum bu yüzden "Gelin, bunu hep beraber yapalım." diye. Adalete böyle erişilmez.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Neredeydiniz? Niye kaçtınız? Kaçan sizsiniz.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Acıklı, acıklı! Burada sadece kadınların bağırıyor olması da acıklı tabii.
YELDA EROL GÖKCAN (Muğla) - Komisyondan çekilmeyecektiniz, istediklerinizi...
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Komisyondan tabii ki çekilecektik.
YELDA EROL GÖKCAN (Muğla) - Niye çekildiniz? Şov yapmak için çekildiniz.
ÇİĞDEM ERDOĞAN ATABEK (Sakarya) - "Şov yapayım." diye, şov, şov.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Biz kaç tane komisyonda yer aldık? İstanbul Sözleşmesi'nden çekilince tabii ki Komisyondan çekilinir. Burada oyun mu oynuyoruz biz? Koskoca İstanbul Sözleşmesi'nden...
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Geç onu, geç.
YELDA EROL GÖKCAN (Muğla) - Sizin kadına şiddet diye bir derdiniz yok, işiniz şov yapmak.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Hanımefendi, benim hayatım hiç şovla geçmedi, hiç şovla geçmedi.
YELDA EROL GÖKCAN (Muğla) - Ya, ya! Bütün Türkiye bunu biliyor, bütün Türkiye sizi biliyor.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Ben, Mor Çatıyı kurdum bu ülkede, kurucularından biriyim, İstanbul Barosunda Kadın Hakları Merkezinin kurucularından biriyim, Kadın Eserleri Kütüphanesinin destekçilerinden biriyim, Kadın Hukukçuları Destekleme Vakfının kurucularından biriyim, aynı zamanda birçok vakıf ve derneğin kurucularındanım.
YELDA EROL GÖKCAN (Muğla) - Herkes sizi çok iyi tanıyor.
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Ya, evet, yaklaşık 20 kere dinledik bunu ama bir şey yaptığını görmedik.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - O yüzden siz boşa konuşmayın, boşa konuşmayın. (HDP sıralarından alkışlar)
PAKİZE MUTLU AYDEMİR (Balıkesir) - Bunu 20 kere söyledin, her toplantıda tekrarlıyorsun; en az 20 kere ben bu kulakla duydum ama hiçbir şey yapmadın, hiçbir şey.
YELDA EROL GÖKCAN (Muğla) - Diyarbakır Anneleri seni çok iyi biliyor, Diyarbakır Anneleri seni çok iyi tanıyor, merak etme.
BAŞKAN - Sayın milletvekilleri, sizin grup konuşmacılarınız var, gereken cevapları verirler. Rica ediyorum...
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Sizi rahatlatıyorsa, devam edin, gerçekten rahatlatıyorsa devam edin. Siz yapmışsınız demek ki, ben yapamamışım, daha iyilerini yapsın.
YELDA EROL GÖKCAN (Muğla) - Bizim rahatlamaya ihtiyacımız yok.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Genç kadınlar yapıyorlar zaten, benden çok daha iyilerini yapacaklar, yapıyorlar da zaten, yapmak zorundalar. (AK PARTİ sıralarında gürültüler)
BAŞKAN - Arkadaşlar bir de kadına şiddeti tartışıyoruz, konuşuyoruz.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Çünkü biz şuna inanmıyoruz: Biz başlattık tarihi ve tarih bizimle sona erecek, biz yaptık ve tarih bizimle sona erecek. Asla böyle bir anlayışımız yok ki bizim.
ÇİĞDEM ERDOĞAN ATABEK (Sakarya) - Sen yarım bırakıp gidenlerdensin.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Biz "Nezihe Muhiddinler başlattı." diyoruz, siz kendinizden başlatıyorsunuz. Biz "Nezihe Muhiddinler başlattı, bugünlere geldi." diyoruz, biz de o mücadelenin içerisinde payımızı anlatıyoruz ama biz, ondan sonrasında bugün 8 Martta, sizin, aslında hepinizin isyan etmesi gereken, polislerin her tarafı çevirdiği, yürütmediğiniz, şiddet uygulanan kadınlarla olmanız gerekiyor, onlar sürdürüyorlar mücadeleyi. Biz onları alkışlıyoruz. Ben her zaman onların yanında olamıyorum çünkü belim ağrıyor, belki yaşım ilerledi ama o kadınlar hâlâ mücadeleyi sürdürüyorlar ve kıyasıya sürdürüyorlar; biz de onları alkışlıyoruz, yapmamız gereken bu zaten. Sadece şunu söylemiyoruz: HDP yapıyor, bir tek HDP yaptı. Asla böyle bir şey söylemiyoruz, böyle bir anlayışımız yok zaten.
Komisyonun görevlerine gelince: Kadın Erkek Fırsat Eşitliği Komisyonu sadece, böyle, önüne bir kanun iliştirildiği zaman görev yapacak bir Komisyon değil. Bu Komisyonun aslında basbayağı ombudsmanlık gibi görevleri var ama yapmadığı görevleri var. Yani bunları hatırlıyor musunuz bilmiyorum, Türkiye Cumhuriyeti'nin taraf olduğu uluslararası anlaşmaların, kadın-erkek eşitliği ve kadın hakları konusundaki hükümleriyle, Türkiye Cumhuriyeti Anayasa'sı ve diğer ulusal mevzuat arasında uyum sağlamak için yapılması gereken değişiklikleri ve düzenlemeleri belirlemek -KEFEK'in ne zaman böyle bir şey yaptığını gördük biz, ben görmedim- Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığınca havale edilen kadın-erkek eşitliğinin ihlaline ve toplumsal cinsiyete dayalı ayrımcılığa dair iddialarla ilgili başvuruları incelemek ve gerekli gördüğü hâllerde gerekli mercilere iletmek, kadın-erkek eşitliği konusunda kamuyu bilgilendirici etkinlikler yapmak, Komisyon görevleriyle ilgili olarak genel yönetim kapsamındaki kamu idareleri ile gerçek ve tüzel kişilerden kanunlarda öngörülen usullere uyarak bilgi istemek ve ilgililerini çağırarak bilgi almak yetkisine sahip KEFEK. Yani KEFEK, sadece belirli alt komisyonlar kurarak ya da bir kadın sokakta çok ağır şiddete uğradığı zaman "Hemen bir komisyon kuralım." diyerek komisyon oluşturarak değil, durduğu yerde de -dediğim gibi- ombudsmanlık gibi görev yapabilecek bir Komisyon aslında, çok önemli yetkileri var ama bu yetkilerini kullanmıyor. Ben iki önceki Başkanı çok iyi hatırlıyorum, birçok kez kulislerde "Niye biz toplanmıyoruz, niye KEFEK toplanmıyor?" diye sorduğum zaman "Ama Filiz Hanım, bir kanun yok ki bizi ilgilendiren." demişti; kanun olması gerekmiyor ki bizim gerçekten bunları yapabilme kapasitemiz var KEFEK olarak ve yapmak zorundayız, Türkiye'de durum bu iken yapmak zorundayız. KEFEK, protestolardaki şiddet, cezaevlerindeki şiddet, sağlık çalışanlarına yönelik şiddet, çocuk istismarı konularıyla da ilgilenmeli. Evet, bütün bunları da yapma yetkimiz var bizim. KEFEK aslında her kanunun toplumsal cinsiyet eşitliği açısından, kadınların hakları açısından uygulanıp uygulanmadığını denetlemeli, ayrıca, teklif de getirebilir. Kalkıp da bir gösteride -şimdi olduğu gibi- kadınlara şiddet uygulandığında bir protesto metni yayınlayabilir ya. Evet, 8 Martta ritmik zıpladığı için yargılanan kadınlar var bu ülkede. Mesela, hemşirelere, doktorlara, sağlık emekçisi kadınlara şiddet uygulandığında bir açıklama yapamaz mıyız? Cezaevinde kadınlara şiddet uygulanırken cezaevi komisyonuyla bir bağlantı kurdunuz mu, bununla ilgili en ufak bir şüpheye düştünüz mü? Örneğin, Aysel Tuğluk; demans hastası, cezaevi koşulları her geçen gün hastalığını daha da ilerletiyor ve bugün, aslında, cezai ehliyeti olamayacak kadar hasta olduğu kabul edilmiş. Bu Mecliste altı buçuk yıl vekillik yapan Aysel, açıkça adli ve tıbbi bir şiddete maruz bırakılıyor ama sizden bir ses var mı? Yine yok. Garibe Gezer, cezaevinde yaşadığı şiddeti, eziyeti, işkenceyi duyurmaya çalıştı -işitmediyseniz bilmiyorum, işitseniz de tepkisiz kaldınız- sonunda şaibeli bir şekilde hayatını kaybetti. En son, Garibe'nin kardeşi Haşim Gezer mektup yollamış ve "Onun yaşadığı ihlalleri yazdım, ulaştırmamışlar, ulaşsa Garibe ölmeyebilirdi. Tacize takipsizlikler verilmiş; haktan, insanlıktan bahsedilebilir mi?" diye soruyor.
Evet, KEFEK kendini bürokratik ve rutin bir işleyiş içerisinde konumlandırdıkça hiçbir şekilde ilerleme kaydedemez. Mesela, Gülistan Doku'yla ilgili İçişleri Bakanlığına hiç soru sorup görüş aldı mı? Yedi yüz doksan üç gündür kayıp bir kadından bahsediyoruz. Ya da bize bazen Diyarbakır Annelerinden söz ediyorsunuz ya, evet, Diyarbakır Annelerinin sorunlarını dinleyin; gelin, hep beraber gidelim dinleyelim ama Cumartesi Anneleri ya, onlar da yerinden edildi bu ülkede, hiç onlarla ilgili bir kelam da siz kurdunuz mu? Ya da Emine Şenyaşar var, yine erkek şiddetinden dolayı bütün ailesini kaybeden bir kadın, adliyenin önünde tam bir yıldır nöbet tutuyor ve bir kere KEFEK bu şiddete karşı bir beyanda bulundu mu veya gidip "Hâlin nedir?" dedi mi Emine Şenyaşar'a?
Ve kadınların yaşadığı ekonomik şiddet... Bütün bunlara karşı da aslında, evet, alt komisyonlar kuruluyor zaman zaman ama gerçekten bizim bu pahalılık, bu yoksulluk, bu derin yoksulluk karşısında -kadınların yaşadığı- aynı zamanda daha sık toplanıyor ve önlem alıyor, önlem öneriyor olmamız gerekiyor.
Ayrıca şu da var: Şimdi, KEFEK, Meclis personeli kadınlarla da toplantı yapmalı yani terzi önce kendi söküğünü dikmeli. Benim yıllardır bu hayalimdir ama bir kere olsun Mecliste kendi çalışanlarına yönelik toplumsal cinsiyet eşitliği konulu bir toplantı organize edildiğini görmedim. Yani biz gerçekten biliyor muyuz mesela Mecliste çalışan kadınlar ne sorunlar yaşıyorlar, acaba taciz veya mobbing veya başka sorunları var mı? Onları kim dinleyecek, kim onların sorunlarıyla yüzleşecek ve onlara destek olacak? Bunu yapacak olan komisyonlardan bir tanesi de KEFEK ama böyle bir şey de yok tabii.
Evet, ben son olarak aslında iki önemli mütalaaya ve bir karara değinmek istiyorum: Danıştay savcıları Elmas Mucukgil ve Aytaç Kurt hazırladıkları mütalaalarla -kendilerine yapılan başvurular üzerine- Cumhurbaşkanı kararıyla sözleşmeden çekilmenin, İstanbul Sözleşmesi'nden çekilmenin, hukuka aykırı olduğunu ve kararın iptal edilmesi gerektiğini belirttiler. Bu, çok önemli bir mütalaa aslında, her ikisi de gerçekten çok önemli. Yani, şunu ifade etmek istiyorum: Bu mücadeleler sonunda kazanılmış olan haklar sadece "Ha, tamam, bitti." diyerek bırakılmıyor; aynı zamanda, hâlâ bunun peşi sıra koşan insanlar var, kadınlar var ve onlar, evet, yaptıkları başvuruların sonunda, en azından böyle bir mütalaaya ulaştılar.
Gülmenize bir şey diyeceğim ama hakikaten on dokuz saniyem kaldı, neyse... Ne diyeyim, bilemiyorum ama bunu ben özellikle iktidara değil, kadınlara hatırlatmak istiyorum: Önemli işler başarılıyor, İstanbul Sözleşmesi bitmiş değil, biz onu yaşatacağız ve bu mütalaalar da aslında bunu söylüyor.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
FİLİZ KERESTECİOĞLU DEMİR (Devamla) - Bir başka nokta daha var, bir Anayasa Mahkemesi kararı -27 Ocakta- önemli bir karar bu da; bu da iş yerlerinde ayrımcılık yapılmamasını ve bazı personele kreş hakkının tanınıp başka personele tanınmamasını iptal eden bir karar. Yani, sevgili işçi, çalışan kadınlar; her yerde kreş hakkını talep edin. Tabii, kreş hakkı sadece kadınların değil, erkeklerin de hakkı aslında, bir ailede huzur olacaksa hakikaten böyle olabilecek. O yüzden, bunu da unutmayalım derim.
Son olarak, gözleri ışıldayan bir Bakanınız var, o bugün demiş ki: "Kadına ağır iş, kadının eline kazma kürek, iş makinesi yakışmıyor." Neyin bize yakışıp yakışmayacağına, hangi işte çalışıp çalışmayacağımıza, bedenimize, kimliğimize biz karar veririz; sizler haddinizi bilin!
Saygılar sunarım. (HDP sıralarından alkışlar)