GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:65
Tarih:09.03.2022

HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi üzerine, daha doğrusu Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı bir Diyanet Akademisi kurulması üzerine grubumuzun görüşlerini sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Öncelikle hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Ayrıca, mücadeleleriyle ülkenin geleceğine umutla bakmamızı sağlayan, kararlı mücadelelerinden asla taviz vermeyen, yaşama haklarına ve yaşam biçimlerine sahip çıkan tüm kadınların "8 Mart"ını kutluyorum. Yine, başta Aysel Tuğluk olmak üzere, sevgili Figen Yüksekdağ, Sebahat Tuncel, Gültan Kışanak, Ayla Akat Ata ve tüm devrimci kadın tutsaklara sevgi ve saygılarımı sunuyorum. Varlıkları bizlere ilham vermeye devam edecek.

Evet, bir dünya savaşının arifesindeyiz. Rusya'nın Ukrayna'ya açtığı savaş, ekonomi ve enerji başta olmak üzere, büyük bir krize yol açıyor. Zayıf ve kırılgan bir ekonomiye sahip olduğu ve kötü yönetildiği için bu savaştan en çok zarar gören ülkelerin başında geliyoruz. Sadece yağ krizi bile bu savaşın Türkiye'yi ne kadar etkilediğini gösterir diye düşünüyorum. 2022 yılında, Avrupa'nın doğusunda büyük bir dram yaşanıyor. Umarım, Türkiye, Avrupa Konseyinde alınan karara karşı çıkarak büyük bir yalpalama yaşasa da daha sonra çözüm ve barışın tesisi için sürdürdüğü aracılığı yapmaya devam eder. Fakat bir konuya özellikle dikkatinizi çekmek isterim; yakın geçmişte yaşanan savaşların ve iç çatışmaların neredeyse tamamının içerisinde Türkiye ve Rusya -her nedense- bir biçimde yer alıyor. Bu konu hakkında biraz düşünmemiz gerekmez mi? Savaş ve çatışma nerede, Türkiye ve Rusya mutlaka orada; kıta, ülke, bölge hiçbir şekilde fark etmiyor; Afrika'da, Libya'da, Asya'da, Suriye'de, Kafkaslarda, Azerbaycan ve Ermenistan arasında ve bugün Ukrayna'da. Bir şekilde, bu savaşların içerisinde Türkiye ve Rusya'nın yer alması üzerinde gerçekten düşünmemiz gerekir diye düşünüyorum.

ERKAN AKÇAY (Manisa) - Amerika'yı görmüyor musun, Amerika'yı?

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Bizler, bütün savaşlara karşı barışı ve çözümü savunmaya devam edeceğiz. Evet, bütün dünya savaşa ve savaşın etkilerine yoğunlaşırken biz Mecliste Diyanet Akademisini tartışıyoruz. Kuşkusuz, Meclisin olağan çalışmalarını sürdürmesi önemli ama Meclisin bir önceliğinin olması gerekmez mi? Bu ülkenin birinci önceliği gerçekten Diyanet Akademisi mi? Bu ülkenin birinci önceliği -az evvel görüştüğümüz- İstanbul Ayvansaray Üniversitesinin adını değiştirmek mi? Bu ülkenin birinci önceliği "Mudanya Üniversitesi" adıyla yeni bir vakıf üniversitesi kurmak mı? Bence değil, bizce değil.

Teklife gelince, Komisyonda söylediğimizi tekrar edelim: Bizler, ilkesel olarak, kamu hizmetlerine alınacakların niteliklerinin artırılması amacıyla atılacak adımların hiçbirine karşı çıkmayız. Dolayısıyla, Diyanet İşlerine Başkanlığına bağlı kuruluşlarda görev alacak imam, müezzin-kayyım ve vaizlerin görgülerinin, bilgilerinin, niteliklerinin artırılmasını ve göreve başlamadan önce eğitim almalarını sağlayacak Diyanet Akademisinin kurulmasına da bu minvalde karşı çıkmıyoruz. Yalnızca sorun şu, teklif sahipleri diyor ki: "Biz, bir Diyanet Akademisi kuracağız; bu Akademi yüksek ihtisas merkezlerinden, ihtisas merkezlerinden ve eğitim merkezlerinden oluşacak. Memuriyete başlayacak kişiler, göreve başlamadan önce, akademiye giriş sınavındaki başarı durumuna göre altı ay ile üç yıl arasında burada eğitim görecek -memuriyet değil, birazdan nedenini anlatacağım- bu süreyi de Diyanet İşleri Başkanlığı belirleyecek." Yani bu eğitim süresi altı ay da olabilir, on altı ay da olabilir, yirmi altı ay da olabilir, otuz altı ay da olabilir; bu konuda yasada hiçbir düzenleme yok, Diyanet İşleri Başkanlığı nasıl takdir ederse, nasıl uygun görürse.

Şimdi, bu teklifi okuduğunuzda şöyle sanırsınız, dersiniz ki: "Herhâlde bir akademi kuruluyor." Çünkü teklifin gerekçesinde öyle anlatılıyor. Yüksek ihtisas merkezleri var, ihtisas merkezleri var, eğitim merkezleri var ancak durum tam olarak böyle değil. Neden? Çünkü şu anda zaten Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı yüksek ihtisas merkezleri var ve bunların sayısı 12, yine şu anda Diyanet İşleri Başkanlığına bağlı eğitim merkezleri var ve bunların sayısı en az 19; araya sadece ihtisas merkezleri kurulacak.

Şimdi, eğitim kadrosu kimlerden oluşacak? Şu anda yüksek ihtisas merkezlerinde ve eğitim merkezlerinde görev yapanlar Akademide eğitimci olarak görev yapmaya devam edecek veya sınava alınacaklar.

Şimdi, durum şu: Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun'un 7'nci maddesinde düzenlenen Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevlerinin bir kısmı Diyanet Akademisine devrediliyor. Eğitim yine yüksek ihtisas merkezleri ile eğitim merkezlerinde devam ediyor ve bu yüksek ihtisas merkezleri ile eğitim merkezlerinde görev yapacak eğitmenler yine görevlerine devam edecekler. Şimdi, bu sadece adın değiştirilmesi anlamına gelmiyor mu? Yani bir akademinin kurulması bu kadar basit mi? Yani Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğünün görevlerinin bir kısmını ayırdığınızda, zaten var olan yüksek ihtisas merkezleri ile eğitim merkezlerinin arasına bir ihtisas merkezi yerleştirdiğinizde ve aynı eğitimciler yine görevlerine devam ettiğinde bir akademi kurmuş olmazsınız.

Teklife ilişkin bir diğer eleştirimiz şu: Diyanet Akademisi kurulmasına olanak tanıyacak kanun teklifinin dağınık olduğunu düşünüyoruz, bunu da Komisyonda söyledik. Bunun yerine, bağımsız bir yasal düzenleme getirilmesinin daha doğru olacağını düşünüyoruz. Ayrıca, mevzuattaki örnekleri de bu şekilde. Örneğin; Polis Akademisinin bağımsız bir yasası var; 4652 sayılı Polis Yüksek Öğretim Yasası.

Yine, Anayasa'ya aykırı olsa da -çünkü bir yasayla değil, Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle kuruldu- Adalet Akademisinin kuruluş, görev ve yetkilerine ilişkin usul ve esaslar bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle, 34 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'yle kuruldu. Dolayısıyla, bu konuda özel bir yasa yapılması Diyanet Akademisine de kurumsal bir güvence sağlamış olacaktır.

Şimdi, bir akademi kurmak her zaman istediğiniz sonuçlara yol açmayabilir. Bunu niye söylüyorum? Şunun için: Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidara geldikten çok kısa bir süre sonra, 31 Temmuz 2003'te hâkim ve savcıları eğitmek, bağımsız yargıç yetiştirmek amacıyla Türkiye Adalet Akademisini kurdu. Ne zaman? Temmuz 2003'te. 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra "Gülen yapılanmasına hizmet ediyor." diyerek bir OHAL kanun hükmünde kararnamesiyle Adalet Akademisi kapatıldı ancak Mayıs 2019'da 34 sayılı Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi'yle yeniden kuruldu. Dolayısıyla, bir akademi kurmak her zaman istediğiniz amaçlara hizmet etmeyebilir. Bu nedenle, bu konuda bir kaygı taşımalı ve buna göre düzenleme yapmalıydınız.

Teklife yönelik bir diğer eleştirimiz 5'inci maddeyle ilgili yani sözleşmeli personel istihdamına ilişkin. Ben Komisyonda da söyledim, sözleşmeli personel istihdamı Hükûmetin politikası; sadece bu teklif sahipleri sözleşmeli personel istihdamını savunmuyor, bir bütün olarak kamu hizmetlerinin tamamında Adalet ve Kalkınma Partisi hükûmetleri sözleşmeli personel istihdam etmek istiyor. Beş yılı aşkın bir süredir, Millî Eğitim Bakanlığına öğretmen olarak atanan, daha doğrusu bu pozisyonlarda görevlendirilen her öğretmen sözleşmeli olarak görevlendirildi. Son olarak, sanırım Ekim 2021'de olacak, 7.800 imam, müezzin-kayyım aldınız; bunların tamamı yine sözleşmeli olarak alındı. Yani bu Hükûmet politikası böyle devam ediyor. Siz, memur değil sözleşmeli personel almak istiyorsunuz. Bakın, din hizmetleri ya devletin asli ve sürekli görevleri arasındadır ya da değildir. Eğer asli ve sürekli görevleri arasındaysa bu hizmeti kamu görevlileri eliyle yürüteceksiniz. Sözleşmeli personelle, geçici personelle bu hizmeti yürütemezsiniz.

Şimdi, bu eleştiriyi getirdiğimizde Komisyondaki arkadaşlar dediler ki: "Ya, biz memurları atıyoruz, hemen yer değişikliği istiyorlar, bunu önlemek için sözleşmeli personel istihdam ediyoruz." Oysa bunun çözümü var, iki şey yapsanız bunu çözebilirsiniz. Birincisi, görevine hizmet duyduğunuz yerleri cazip hâle getirirsiniz. Lojman tahsis edebilirsiniz, ek ödemesini yüksek tutabilirsiniz, ek ücret verebilirsiniz, bazı yerlerde olduğu gibi her üç yıl görev yaptığında bir ek kademe verebilirsiniz; bunu cazip hâle getirebilirsiniz. İkinci yolu da şu: Eğer gerçekten görev yerlerinin değişmesinden rahatsızlık duyuyorsanız yasaya bir hüküm eklersiniz, dersiniz ki: "Memur olarak atananlar, üç yıl boyunca, özür grupları hariç, tayin isteyemezler." Bu kadar. Yani mesele sadece tayin meselesi değil; siz, geçici personel almak istiyorsunuz. Gerçekten kamu hizmetlerini memurların yapmasını, yürütmesini ilkesel olarak bu Hükûmet savunmuyor.

Teklife yönelik bir diğer eleştirimiz 6'ncı maddeye ilişkin. Buna göre, Diyanet Akademisi, Başkanlık kadrosunda çalışıp, başka eğitim kurumlarından mezun olup Başkanlığın memur kadrolarına atanmak isteyenlere de hizmet içi eğitim verecek. Bunda herhangi bir sorun yok, bu iyi bir şey fakat sorun şurada, teklifte aynen şöyle yazıyor: "Başkanlıkça belirlenen esaslara göre uygun görülenlerin arasından belirlenecek." Yani hizmet içi eğitime alınacak. Ben Komisyonda da söyledim, dedim ki: Şu "uygun görülenler" kelimelerini çıkarsanız, koşulları taşıyan herkesi belli bir sıra içerisinde hizmet içi eğitime alsanız.

Şimdi, yasa teklifi bu hâliyle geçerse Diyanet İşleri Başkanlığı, hizmet, kıdem dâhil olmak üzere bütün koşulları taşısa da sadece uygun görmediği için bazı kişileri kurum içerisinde unvan değişikliği sınavına almayabilecek. Komisyonda bu konuda bir adım atmadınız. Meclise gelmeden önce bu konuda bir çalışma yapın dedik ama gördüğümüz kadarıyla bu konuda da herhangi bir adım atılmış değil teklif sahipleri tarafından.

Bir diğer eleştirimiz 5'inci maddenin son fıkrası. Buna göre, "Sözleşmeli personelin -bakın, yine teklifte yazıyor- disiplin ve izin işlemleri, ilişik kesilme halleri, sözleşmeli personel pozisyonlarına atanma şartları, sınav ve usulleri yönetmelikle düzenlenir." Anayasa hükmü çok açık, Anayasa 128'in ikinci fıkrası: "Memurların ve diğer kamu görevlilerinin -yani sözleşmelilerin- nitelikleri, atanmaları, görev ve yetkileri, hakları ve yükümlülükleri, aylık ve ödenekleri ve diğer özlük işleri kanunla düzenlenir." Bu, emredici hüküm. Oysa siz bu teklifte diyorsunuz ki: "Atanma, disiplin hükümleri -yani hak ve yükümlülükleri- yönetmelikle düzenlenecek." Bu açıkça Anayasa'nın 128'inci maddesine aykırı. Dolayısıyla bunun da teklif metninden geri çekilmesi gerekir.

Şimdi, teklife ilişkin bir diğer eleştirimiz şu: 375 sayılı Kanun Hükmünde Kararname'nin ek 1 sayılı cetvelinin 6'ncı sırasına ilişkin yani şimdi getirdiğiniz teklife göre Akademide görev alacak öğretim üyelerine verilecek ek ödeme. Bu yüksek ihtisas merkezleri ve eğitim merkezlerinde görev alacak eğitmenlerin en düşük ek ödeme katsayısı 130 olacak. 130 olması demek; burada görev yapacak eğitimcilere aylıklarını vereceksiniz, ayrıca Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle girdikleri her ders için ücret vereceksiniz ve bu ek ödemeyle her birisine ayrıca en az 2.900 TL ödeyeceksiniz demek. Ama şu anda -ek ödeme alanlar- yirmi yıllık, otuz yıllık bir vaizin bile ek ödeme katsayısı 66 yani 1.450 TL alacak. Hazır düzenleme yapmışken en azından bunların ek ödeme katsayılarını yüzde 50 artırın. Zaten cazip hâle getirmişsiniz, ücretlerini vereceksiniz, ek ders ücreti vereceksiniz; yirmi yıllık, otuz yıllık bir vaizin 2 katı kadar ek ödeme veriyorsanız diğerlerini de yüzde 50 oranında artırın dedik, bu konuda da bir adım atmadınız.

Şimdi, bir diğer eleştirimiz şu: Yasa teklifinin yürürlük maddesi. Garip bir şekilde -az evvel eleştirdiğim- ek ödemeye ilişkin kanun teklifinin yürürlüğe girme tarihi bu kanun teklifinin yayım tarihi değil, 15 Ocak 2023 tarihinde yürürlüğe girecek. Neden? Komisyonda sorduk, "E, bunun için hazırlık yapılacak." yanıtını verdi teklif sahipleri ile Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri. Şimdi, Akademi önümüzdeki hafta hemen açılacak, Akademide şu anda eğitim görenlerin hepsi eğitim görmeye devam edecek, öğretim üyelerinin de büyük bir bölümü yine bu Akademide eğitmen olarak göreve devam edecek. Yani bir hafta sonra Akademiyi açıyorsunuz, eğitimlere devam ettiriyorsunuz, ücretlerini buna göre ödeyeceksiniz ama "Ek ödemelerini ben 2023 yılı Ocak ayına kadar ödemeyeceğim ancak dokuz ay sonra ek ödemelerini ödeyeceğim." diyorsunuz. Tıpkı öğretmenlerin ek göstergesini 3600'e çıkardığınızda yaptığınız gibi, "Paramız yok." demiyorsunuz da yürürlük tarihini 15 Ocak 2023 tarihine erteliyorsunuz. Bunun mantıksal, hukuksal hiçbir gerekçesi yok, önümüzdeki haftadan itibaren uygulanmasının önünde hiçbir hukuksal engel yok.

Şimdi, Komisyon görüşmeleri sırasında, çok sınırlı sayıda, birkaç kaynak dışında, Aleviliğin zaten Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yok sayıldığını söyledim ama Şafiilik mezhebinin de Diyanet İşleri Başkanlığında yeterince temsil edilmediğini, Kürtlerin çoğunlukla Şafii olduklarını, Kürtlerin yoğun yaşadıkları kentlere ve köylere atama yapılırken hassasiyet gösterilmesi gerektiğini söylemiştim. Başkanlık, bu konuda çok hassas olduklarını, orada, eğitim merkezlerinde görev yapanların neredeyse tamamının aslında Şafii mezhebine tabi olduğunu, imamlar konusunda da bu hassasiyete sahip olduklarını söyledi. Ayrıca, Diyanet İşleri Başkanlığı, bana Şafiilik öğretisine dair yayınladıkları kaynaklardan da birer örnek verdiler, bunun için kendilerine teşekkür ediyorum. Umarım, gerçekten bu hassasiyete sahip biçimde Diyanet İşleri Başkanlığı çalışmalarını yürütür fakat Alevilik konusunda elle tutulur hiçbir çalışması olmadığını... Sanırım, zaten Alevilerin de böyle bir talebi yok bu ülkede, bu Diyanet İşleri Başkanlığının kendilerini temsil edebileceğine inanmıyorlar. Umarım, bir gün bütün mezheplerin, bütün inançların eşit şekilde, eşit mesafede, laiklik ilkesine uygun biçimde temsil edildiği böyle bir din işleri konseyi, bir kuruluş kurulur.

Son olarak, Diyanet İşleri Başkanlığının yayınladığı birkaç tane fetvayla ilgili örnekle konuşmamı bitirmek istiyorum. Şimdi, gerçekten, bütün samimiyetimle söylüyorum: Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri; İslam adına, Hazreti Muhammed'in dini adına lütfen bu fetvaları yayınlamayın. Gerçekten, bu fetvaları okuyan herkes Diyanet İşleri Başkanlığının değil, İslam'ın kadın düşmanı olduğunu düşünüyor. Korkunç fetvalar yayınlanıyor. Yani bu soruların hepsine yanıt vermek zorunda değilsiniz, bu sorulara verdiğiniz yanıtlarla kadın düşmanlığını ayyuka çıkarmak zorunda değilsiniz.

Bakın, ben size birkaç tanesini okuyayım. Diyanetten cuma hutbesi: "Eş cinsellik ve nikâhsız yaşama, hastalıkları beraberinde getiriyor." Yani bir bilim insanına gidip sorun, deyin ki: "Bir kişi eğer nikâhla yaşarsa cinsel hastalıklarla ilgili hasta olmaz, nikâhsız yaşarsa hastalanır." Yani böyle bir fetva olabilir mi? Tıp ilmiyle eğitimini almış herhangi bir kişi, size bu konuda "Evet." diyebilir mi? Yani nikâhlı olmak veya nikâhsız olmak nasıl bir hastalık kaynağı olabilir? Bunu, Diyanet İşleri Başkanlığı bir fetva olarak yayınlıyor.

Şimdi, bir başka şey: "Erkek, kadını gıyabında boşayabilir." Yani şimdi, Türkiye'de bir Medeni Kanun olmasa bunları yine söyleyin ama lütfen bu tür sorulara böyle cevaplar vermeyin. Diyanet İşleri Başkanlığının fetvasında diyor ki: "Buna göre koca, eşine, gıyabında kendisini boşadığını bildirirse veya güvenilir bir kişi kadına, kocasının gıyaben kendisini boşadığını haber verirse boşanma gerçekleşmiş olur." Yani niye böyle bir fetva verir Diyanet İşleri Başkanlığı? Yani dışarıda, başka bir yerde bir kadını boşayabileceğini söylemesi İslam öğretisinin içerisinde olsa bile, medeni hukukun yürürlükte olduğu bir ülkede Diyanet İşleri Başkanlığı böyle bir fetva vermeli mi? Bunu okuyan insanlar sizce Diyanet İşleri Başkanlığı hakkında ne düşünür?

SERKAN TOPAL (Hatay) - Medeni Kanun'u boşa çıkardılar.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Diyanet İşleri Başkanlığının bir başka fetvası, skandal fetvalardan: "Eş öldüyse eniştenin beklemesine gerek yok." Yani böyle bir fetva... Rica ediyoruz, vermeyin böyle fetvalar ya! Yani "Eniştenin beklemesine gerek yok, hemen evlenebilir, hemen birlikte olabilir." fetvaları veriyorsunuz. Bu, Diyanetin verdiği fetva ve ben bunu yalanlamadığınız basından aldım.

SERKAN TOPAL (Hatay) - Fetvalar konusunda yüksek lisans görüyoruz!

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - "Baldız fetvaları" yani böyle fetvalar vermeyin. İslam, böyle bir din değil. Siz, bu fetvaları vererek insanların sadece inançlarıyla ilgili kuşku duymasına yardımcı oluyorsunuz.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Tamamlıyorum Sayın Başkan.

Bir başka örnek, şimdi, yardım yapılmasını teşvik ediyorsunuz, zekâtın yardım kampanyalarına destek şeklinde yapılmasını söylüyorsunuz ve diyorsunuz: "Yeter ki zekât olarak belirtin bunu ama merkezî yardım kampanyalarına destek verin." Yani eğer Hükûmet yardım kampanyası yürütüyorsa zekât verirseniz "caiz" eğer belediye bir yardım kampanyası yürütüyorsa o zekâtı oraya vermek "caiz değil" mi? Bunu söylemiş oluyorsunuz; böyle fetvalar vermeyin.

Sonra "Sol elle şeytanlar yemek yer." anlamına gelecek fetvalar veriyorsunuz. Diyanet İşleri Başkanlığının böyle fetvaları olamaz. Sevgili Diyanet İşleri Başkanlığı yetkilileri "Sol elle şeytanlar yemek yer." diyorsunuz, bu ülkede milyonlarca insan var sol elle yemek yiyen. Ya, siz milyonlarca çocuğa nasıl "şeytan" dersiniz? Hani, Hazreti Muhammed'in sağ eliyle yemek yemesi başka bir şey ama...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Neyse, bu fetvalar meselesi gerçekten rahatsızlık yaratıyor. Diyanet İşleri Başkanlığı hiçbir şey söylemesin, sadece sussun yeter, bu ülkeye katkı sunar diyorum.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)