| Konu: | Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 66 |
| Tarih: | 15.03.2022 |
KEMAL PEKÖZ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Diyanet İşleri Başkanlığının açmak istediği akademiyle ilgili kanunu görüşüyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığı bugüne kadar uyguladığı metotları uygulayacaksa ve eğitimini vermek istediği akademide de aynı yöntemleri uygulayacaksa bu, Türkiye'de halklara beraber yaşama umudundan ziyade daha çok uçurumların açılmasına sebep olacaktır. Çünkü bizim inancımıza göre, bizim partimizin düşüncesine göre Diyanet İşleri Başkanlığının din işleri başkanlığına ya da kuruluna dönüştürülmesi ve aynı zamanda resmî ideolojinin denetiminde olmayan, aynı zamanda siyasetin aparatı hâline gelmeyen bir kurul hâlinde çalışması ve her dinden ve her inançtan olan kesime de aynı şekilde hizmet götürmesi gerekir. Oysaki Diyanet İşleri Başkanlığı, kurulduğu günden beri devletin istediği bir tip insan yaratmak için planlanmış, ona göre organize olmuş ve onu yaratmaktadır: Bu kişi Türk olacak, Sünni olacak, Hanefi olacak, milliyetçi olacak ve muhafazakâr olacak, bir de eril kodlara sahip kişi olacak. Bunun dışındaki kesimler için görmezden gelinen bir durum söz konusudur.
Diyanet İşleri Başkanlığının açmak istediği kuruma "akademi" ismini vermesi ayrı bir problem çünkü "akademi" dediğiniz zaman bağımsız olması, özerk olması ve belirlenen bir kurul tarafından yönetilmesi lazım. Oysaki burada, kanun teklifi metninde Başkanlığa bağlı olacağı ifade edildiği gibi, Başkanın talimatlarını yerine getirecek bir kurum olacağı da ifade ediliyor. Peki, Başkanın ne gibi talimatlar vereceği ya da ne isteyeceği konusunda bir açıklık var mı? Akademinin programı, uygulaması hakkında bir uygulama, bir açıklık var mı? O da söz konusu değil, o da yok.
Mesela, 2014 yılında Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi zorunlu din dersinden vazgeçilmesi gerektiğini söylediği hâlde buna uyum sağlanmıyor ve bu problemli durum sürmeye devam ediyor.
Yine, her olur olmaz konuda fetva veren bir kurula sahip Diyanet İşleri Başkanlığı, işte, 9 yaşındaki bir çocukla evlenilip evlenilemeyeceğinden tutun da telefonda boşanmanın olup olamayacağına kadar fetvalar verebiliyor ama Türkiye'de bütün kamuoyunu ilgilendiren, geniş bir sürü konu gerçekleşirken bunlarla ilgili de herhangi bir fetva vermediği gibi, herhangi bir görüş açıklaması da yapmıyor. Mesela, Elâzığ Cezaevinde tutuklu ve hükümlü olan Ergin Doğru isimli bir arkadaşımız kendi inancı gereği bir dedeyle cezaevinde görüşmek istediğini ifade etti ve Adalet Bakanlığı tarafından bu reddedildi. Bu konu kamuoyuna yansımış olduğu hâlde Diyanet İşleri Başkanlığından beklerdik ki bu konuda bir şey söyleyebilsin ama söylemedi.
Yine, cenaze namazı kılınmayan kesimler olabiliyor. Bildiğiniz gibi, kırk yıldır bu ülkede "savaş" ya da "çatışma" diye nitelendirebileceğimiz bir durum söz konusu; insanlar çatışmalarda yaşamlarını yitiriyor, bazı yerlerde cami imamları bu insanların cenaze namazlarının kılınıp vecibelerin yerine getirilmesini sağlamıyor. Oysaki "Ölüm, hükmü kaldırır." diye de bir hüküm var, o nedenle de... Bu insanların da aileleri var, anneleri var, babaları var, kardeşleri var, akrabaları var; o vecibelerin yerine getirilmesi için tavır göstermeyen, tam karşı tavır alan imamlara karşı da Diyanet İşleri Başkanlığı yine herhangi bir şey söylemiyor.
Yine, Alevi köylerine cami yapılıyordu, biliyorsunuz, 80'li yıllarda 12 Eylül rejiminin Valisi olan Kenan Güven'in Dersim'de başlattığı bir uygulamaydı bu, hâlâ zaman zaman bazı yerlerde sürüyor. Mesela, bir muhtar kalkıp işte "Annemi rüyamda gördüm, köyüme bir cami yapılmasını istedi benden." diyebiliyor ve oraya, bir Alevi köyüne, bir tek Sünni'nin bile yaşamadığı bir köye cami yapılabiliyor. Diyanet İşleri Başkanı buraya imam ataması yapıyor, onun dışında hiç kimse camiye gitmediği gibi imam da zaman zaman ezanı bile okumaktan vazgeçebiliyor çünkü artık kendisi açısından da çok fazla bir şey ifade etmiyor.
Bu durumların hepsine baktığımız zaman, ayrımcılığa, yok saymaya devam ediyor; kendisi dışında, kendi inandığı şekil dışında, mesela Ezidilerin, Süryanilerin, Şafiilerin, Hristiyanların ve Alevilerin hiçbir etkinliğine katılmadığı gibi, onlara var sayıp onlara herhangi bir hizmet de sunmuyor. Dolayısıyla da Diyanet İşleri Başkanlığı bu hâliyle devam ederse kuracağı akademi de aynı şekilde hizmet yapmaya devam edecek ve sonuçta tüm ülkede insanların bir arada yaşamasını değil; tam tersi, bir arada yaşamaması için lazım olan tohumları da daha fazla serpmiş olacak ve...
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
KEMAL PEKÖZ (Devamla) - ...insanlarımız da burada sıkıntı yaşayacak. Ben size küçükken yaşadığım bir şey söyleyeyim, bizler nasıl bakıyoruz olaya? Babam 60'lı yaşlarındaydı, bizim köyümüze çerçiler gelirdi, bu çerçiler genellikle Sünni köylerden, Darende'den gelirlerdi ve kışın şartlar zor olduğu için de dönemezler, bizde misafir kalırlardı. Babam Alevi inancına sahip bir insandı ama bu insanlar namaz kılacaklar, abdest alacaklar diye kocaman kazanlarda kar suyunu eritir, o su eridikten sonra az su kalırdı, yine gider, kar ilave eder, birkaç sefer getirir, o ılık suyu yapar, o sıcak suyu kendilerinin yattığı odaya bırakırdı ki bu insanlar ibadetlerini yerine getirebilsinler. Biz böyle bakıyoruz; farklı mezheplerde, farklı inançlarda olan insanlara böyle bakıyoruz ama aynı zamanda Diyanet İşleri Başkanlığının da buna benzer bir tavır sergilemesini bekliyoruz. Oysaki Diyanet İşleri Başkanlığı, tam bir ayrımcılık içerisinde, yok sayma içerisinde ve asimilasyon merkezi olarak devam ediyor. Bunun devam etmesi hâlinde ne Aleviler ne de başka inançtaki insanlar haklarını helal etmeyeceklerdir. (HDP ve CHP sıralarından alkışlar)