| Konu: | Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun ile Devlet Memurları Kanununda ve 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamede Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 67 |
| Tarih: | 16.03.2022 |
MHP GRUBU ADINA YAŞAR YILDIRIM (Ankara) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlarım. Milliyetçi Hareket Partisi adına, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde kurulacak olan Diyanet Akademisinin kuruluşu ve burada görev yapacak olan kişilerin özlük haklarıyla ilgili ve yapılacak kanun değişikliği üzerinde söz almış bulunmaktayım.
Diyanet İşleri Başkanlığı, 3 Mart 1924 tarihinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk tarafından kurulmuştur; İslam dininin inanç, ibadet ve ahlak esaslarıyla ilgili işleri yürütmek, din hususunda toplumu aydınlatmak ve ibadet yerlerini yönetmekle ilgili, görevlidir.
İslam, 3 semavi dinin sonuncusudur. İslam'la birlikte Kur'an-ı Kerim yeryüzüne inmiş, Kur'an'la birlikte de ondan evvelki İncil ve Tevrat'ın hükmü kalmamıştır. Kur'an-ı Kerim Mekke'de inmiştir. İlk ayet, ilk vahiy "İkra!"dır.
(Hatip tarafından Alak suresinin 1'inci ayetikerimesinin okunması)
YAŞAR YILDIRIM (Devamla) - "Oku!" Niye oku? Mekke nedir, Mekke neresidir? Mekke, İslam'ın en önemli merkezlerinden biridir. O günkü şartlarda Mekke... O günkü şartlarda Mekke'de cehalet vardır, vahşet vardır, ahlaksızlığın zirvesi vardır, o günkü şartlarda insanlık dramı Mekke'de yaşanmaktadır. İnsan hayatı Mekke'de tehlikededir, nesil tehlikededir. Bin dört yüz yıl evvel Mekkeliler kız çocuklarını diri diri toprağa gömmekteler. Büyükler çocukları kandırıp "Seni teyzene götürüyorum." "Seni amcana götürüyorum." deyip -ki Mekke ahalisinin büyük bir kısmı- çocuklarını götürüp katletmekte, kız çocuklarını kızgın kumlara gömmekteler. Bu, gittikçe yaygınlaşan, gittikçe etrafa doğru genişleyen bir ahlak hâline gelmiştir; Mekke'nin ileri gelenleri de bunu yapmaktadır, Hazreti Ömer (RA) da kız çocuğunu götürmüş, kızgın kumlara gömmüştür. Bununla birlikte, Mekke'de insan hayatı, insan onuru da hiçtir; gücü gücüne yetene, kimin kime gücü yetiyorsa sokakta yakalayıp, çölde yakalayıp, götürüp köle pazarında satmaktadır; onun hür mü olduğu, köle mi olduğu gücüne bağlıdır. Eğer güçlüyse hürriyetini ispatlayabilmekte; güçsüzse, arkasında kabilesi yoksa köle pazarında soluğu almaktadır. Ekonomi tamamen tefecilerin elindedir ve tefeciler parasını alamadıklarında, verdiklerini alamadıklarında mutlaka bir can istemektedir. Parayı alan ödeyemiyorsa çocuğunu götürecek, kendi gidecek ve köle olacak. Bununla birlikte, fuhşiyat zirve yapmış; cariyelerin sahipleri, köle ve cariyelerin sahipleri, cariyeleri fuhuş yapmak ve para kazandırmak için zorlamaktalar. Dinî hususlar tamamen aklın, mantığın almayacağı noktadadır. Mekkeliler elleriyle yaptıkları puta taparlar. Bunlar topraktır, taştır, ağaçtır, zaman zaman da helvadır. Hazreti Ömer (RA) der ki: "Bir şeye ağlarım, bir şeye gülerim; çocuğumu, kızımı diri diri gömdüm, ona ağlarım ama yola çıkarken helvadan put yapardık, acıktığımızda da biz o putu yerdik, buna da gülerim."
İşte, Mekke'nin durumu bu yani bu saydıklarımın bazıları dünyanın çeşitli yerlerinde var mı? Var ama beşi hiçbir zaman için bir yerde değil, beşi Mekke'de; insanlığın dip yaptığı yer. İşte, o zaman iniyor vahiy: "İkra!" "Oku!" Nerede iniyor? Mekke'ye 25 kilometre uzaklıkta -gidenler bilir- bir saate yakın bir zamanda tırmanacağınız Hira Dağı'nın Kâbe'yi gören bir mağarasında. Kime iniyor? Peygamber'imiz Muhammed Mustafa'ya (SAV). Peygamber Efendimiz de Mekke'de yaşarken bu kokuşmuşluğun içerisine bulaşmadan kendisini o yaşlarda vahye yani 40 yaşlara doğru ibadete vermiş, Mekke'deki pisliklerden kaçmış, "Muhammedülemin" olarak anılmış, en iyi insan olarak anılmış, herkesin itimat ettiği kişi olarak anılmış ama bu pisliklere bulaşmamış. İşte ilk "İkra!" orada iniyor yani bir pisliğe, bir insanlık ayıbına bir Kur'an-ı Kerim iniyor. Kur'an-ı Kerim toplam yirmi üç senede inmiştir. Tedricen tekâmül Kur'an-ı Kerim'in metodudur; ağır ağır, yirmi üç yılın içerisinde yirmişer sayfayla birlikte toplam 30 cüz, 114 sure, 6.236 ayet, 604 sayfadır. Kur'an'ın bitiminden sonra, orada asrısaadet başlamıştır, saadet asrı başlamıştır. Allahutaala'nın indirdiği Kur'an'la birlikte, Kur'an'ın hayata geçmesi insanlarda saadet asrını başlatmıştır.
Oğuz boyları İslam'la 9'uncu asırda müşerref olmuşlar. Selçuk Bey kendi obalarına İslam'ı anlatmak üzere Müslümanlardan imamlar çağırmış ve öbek öbek obalar İslam'a girmişlerdir. Hani, zaman zaman söylenir yok "kılıç Müslümanı" yok efendim "zor..." Zor da yoktur, kılıç da yoktur; Türkler Müslüman olurken gönüllüdür, arzuludur, iştiyaklıdır ve öğrenerek Müslüman olmuşlardır.
Daha sonraki süreçte, Selçuk Bey'in torunu Tuğrul Bey zamanında Tuğrul Bey halifenin emrine girmiştir. O günkü şartlarda, Abbasi Halifesi Bağdat'ın dışına çıkamamakta iken Tuğrul Bey'le birlikte, Selçuklu hükümdarıyla birlikte başta Konstantinopolis'te bulunan Arap Camisi'nde olmak üzere fethedilen geniş bir coğrafyada hutbeler okunmaya başlanmıştır.
O gün bugündür, ondan sonraki süreçte Anadolu Selçuklu'suyla, Osmanlı'sıyla ve günümüzdeki Türkiye Cumhuriyeti devletiyle Cenab-ı Allah Türk milletine "Müslümanların ağabeyi" sıfatını vermiştir; bu bir ikramdır, ihsandır, bu bir şereftir elhamdülillah. Milletimiz Tuğrul Bey'den bugüne kadar dünyada bulunan Müslümanlara ağabeylik yapmaktadır. Bu ağabeylik devam edecek midir? Elbette ki devam edecektir. Devam etmeli midir? Elbette ki devam etmelidir.
Şimdi, burada, bugünkü Anadolu'da, bugünkü coğrafyada da bir özelliğimiz var: Dünyada Müslümanların 3 tane kutsal mekânları var: Mekke-i Mükerreme, Medine-i Münevvere ve Kudüs. Bize göre 4'üncü kutsal mekân ve yer Anadolu ve Trakya'dır. Niye? Ümmetimuhammed'in, son iki yüzyılda başı sıkışan mazlumun geldiği yerdir burası. Sultan Hamid'den Atatürk'e, Atatürk'ten İnönü'ye, İnönü'den Menderes'e, Ecevit'e, Demirel'e, Özal'a ve Recep Tayyip Erdoğan'a kadar hiçbir mazlum, dininden ve diyanetinden dolayı yurdundan çıkarılan hiçbir kimse bu kapıdan dönmemiştir, hepsi içeri alınmıştır. Bugün mazlum olan Ukraynalılar da gelmekte. Peki, Polonya sınırında Avrupalı, Ukrayna'dan gelenleri nasıl karşılamakta? Şöyle karşılamakta: Mavi gözlü, beyaz tenli, sarı tenli, aksini almıyor; Nepallileri geri çevirdi, Afrikalıları geri çevirdi, Asyalıları geri çevirdi. Türk milletinin hâlâ o ferasetinin devam ettiğinin ve İslam'ın bayraktarlığını yaptığının en büyük nişanesi bu coğrafyadır; bu coğrafya Ümmetimuhammed'in sığındığı ve sığınacağı en son emin kaledir, emin limandır. Şimdi Diyanet de dünyadaki Müslüman ülkelerdeki benzeri kuruluşların ağabeyidir, büyüğüdür, önde gidenidir, lideridir, örneğidir.
Efendim, bugün günümüzde -dün de yarın da olacaktır bu, olmaması da mümkün değil, dünyada hak ve batılın mücadelesi devam eder- şunu görüyoruz: Diyanete karşı, camilere karşı bir taarruz var, psikolojik bir savaş var. Bu, Diyanet üzerinden, camiler üzerinden İslam'a karşı, Kur'an'a karşı, Allah'a karşı verilen bir mücadele, Allah'a karşı verilen bir psikolojik mücadele var. Şimdi, bunu geçmişte yaptılar mı? Yapılmıştır; geçmişte nemrutlar gelmiştir, Allah'la mücadele etmiştir; firavunlar gelmiştir, Ebu Cehiller gelmiştir ama hiçbiri galip olmamıştır. Burada da bilerek veya bilmeyerek Diyanet üzerinden İslam'a saldırı var. Bir kısım gruplar, bir kısım organize ve bu işi bilen gruplar, bir kısım sistemli, akıllı bir şekilde psikolojik mücadelenin şartlarını yerine getirip İslam'a ve Allah'a savaş açmışlardır. Bir de bunu bilmeyenler var, görmeyenler var; modaya uyarız ya, modaya uyup "Diyanete laf söyleniyorsa iki de ben söyleyeyim, Diyanete şöyle deniyorsa iki de ben söyleyeyim." diye bir mantık gelişti. İşte, bilerek veya bilmeyerek bu psikolojik savaşın unsurları hâline geldiler. Bu savaşta biz Diyanetin yanındayız, biz İslam dininin yanındayız, biz Allah'ın yanındayız; başka bir yerde olmamız mümkün değil. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Şimdi, bu Akademi olacak mı? Olmalı. Tartışmalarda deniyor ki: "Efendim, burada yedi sene okunuyor, yedi sene imam-hatip, dört sene de ilahiyat, on bir sene; on bir sene yetmiyor mu?" E, şimdi, kaymakam atıyoruz, hâkim ve savcı atıyoruz. Kaymakamı dört sene Mülkiyede okutuyorsunuz, arkasından kaç sene kurstur, eğitimdir ve benzeri şeyler var; o, ona yetmiyor mu? Demek ki yetmiyor. Öbür tarafa dönüyorsunuz, hâkim ve savcı... Hukuk fakültesini bitiren herkes hâkim ve savcı olabiliyor mu? Efendim, kaç tane imtihan, kaç tane staj, kaç tane benzer akademi bitiriyor. Dolayısıyla, yarım doktor candan eder, yarım imam dinden eder. Bizim imamlarımız iyi yetişmeli, bizim imamlarımız dinimizi bize iyi öğretmeli, bizim imamlarımız 4 yaşındaki çocuklarımıza Allah'ın ismini çok güzel öğretmeli, Allah'ın Kur'an'ını çok güzel öğretmeli; o çapta, o kalitede olmalı. Yani bizim dünyadaki en büyük servetimiz imanımızdır ve amellerimizdir. Çocuklarımızın geleceği, insanlığın geleceği; milletimizin geleceği de dinini iyi yaşamaya bağlıdır, doğru yaşamaya bağlıdır. Din iyi yaşanmalı mı? Ancak böyle yaşanır. Eğer yarım imam olursa, vekil imam olursa, geçici imam olursa, yok sözleşmeli imam olursa olmaz; imamın vekili, aslı olmaz yani şimdi, en büyük sıkıntımız da budur. Buradaki hadise, efendim, bakıyorsunuz, vekil imamlara, fahri Kur'an kursu öğreticilerine, müezzin-kayyımlara kadro yok, kadro verilmemiş; mutlaka kadro verilmelidir, bizim için önemlidir. Bu vekil imamlara, fahri Kur'an kursu öğreticilerine, müezzin-kayyımlara mutlaka ve mutlaka kadro verilmelidir. Aksi takdirde sıkıntı çıkıyor mu? Hep beraber yaşıyoruz, çıkıyor. Diyanetin bugünkü kurumu, biraz evvel de arz ettiğim gibi dünyada örnektir. Ha, efendim, biraz evvel bir arkadaş bir şey söyledi: "Diyanet ticaret yapıyor." dedi. Efendim, ben çok fazla umreye, hacca giden insan olarak... Diyanetin bu hizmeti takdire şayandır. Diyanetin hac ve umre hizmetleri, dünyada örnek gösterilecek hizmetlerdir. Ama Cenab-ı Allah kulunu imtihan ediyor. Neyle imtihan ediyor? Şununla imtihan ediyor: Nefesle imtihan ediyor. Biz, bu nefesin nimet olduğunu yeni öğrendik. İki senedir -bazılarının gözü aydın- ne hac var ne umre var. Bekliyoruz ki umreyi açın, hac bu sene olsun. Gidelim Kâbe'ye sarılalım, Allah'ın beytiyle buluşalım, Harem-i Şerif'te namaz kılalım.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayalım lütfen.
YAŞAR YILDIRIM (Devamla) -Sayın Başkanım, bir dakika doldu mu? Bir dakika veriyordunuz millete ama...
BAŞKAN - Verdim işte.
YAŞAR YILDIRIM (Devamla) - Verdiniz mi? Tamam Sayın Başkanım, bitiriyorum Sayın Başkanım.
BAŞKAN - Buyurun, buyurun, tamamlayalım, onun için söylüyorum.
YAŞAR YILDIRIM (Devamla) - Tamam Sayın Başkanım.
MUHAMMED LEVENT BÜLBÜL (Sakarya) - Saatte gözükmedi bir dakika.
YAŞAR YILDIRIM (Devamla) - Arzumuz da budur. Değerli Diyanet yetkilileri, -biz Cumhurbaşkanı Yardımcımız Sayın Fuat Oktay'a da söyledik- iştiyakla bekliyoruz, herkes bekliyor; ramazana umreyi açabilirseniz Allah mekânınızı cennet eylesin, başka hiçbir şey demiyoruz, Allah hepinizden razı olsun. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)
Sayın Başkan, kıymetli milletvekilleri; hepinize çok çok teşekkür ediyorum. Geceniz mübarek olsun, Allah'a emanet olun. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)