GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti ile Katar Devleti Hükûmeti Arasında Katar Askeri Hava Aracı ve Destek Personelinin Türkiye Cumhuriyeti Topraklarında Geçici Konuşlanması Konusunda Teknik Düzenlemenin Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:68
Tarih:17.03.2022

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; gündemimizde bulunan uluslararası anlaşmalar hakkında Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz ve şahsım adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi ve ekranları başında çalışmalarımızı takip eden aziz milletimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sözlerimin hemen başında, siz saygıdeğer milletvekillerinin, aziz milletimizin ve tüm Türk-İslam âleminin Berat Gecesi'ni tebrik ediyor, hayırlara vesile olmasını Cenab-ı Allah'tan niyaz ediyorum. Ayrıca, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferi münasebetiyle Ulu Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve tüm şehitlerimizi de rahmet ve minnetle anıyorum.

Değerli milletvekilleri, yirmi günü aşkın süredir Ukrayna ve Rusya arasında devam etmekte olan savaş, giderek şiddetlenmekte ve aslında her iki taraf için de ağır bilançolara yol açmaktadır. 24 Şubat 2022'de başlayan Rusya-Ukrayna savaşında ne yazık ki sivil can kayıpları artmakta, ülkesini terk etmek zorunda kalan insanlar vicdanları sızlatmaktadır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin açıkladığı son verilere göre 24 Şubat ile 15 Mart 2022 tarihleri arasında yarıdan fazlası Polonya'ya olmak üzere 3.063.095 mültecinin Ukrayna'dan komşu ülkelere geçtiği kaydedilmektedir. Öyle görünüyor ki ülkelerini terk etmek durumunda kalan Ukraynalı sayısı tarafların herhangi bir anlaşmaya ulaşamamaları hâlinde günden güne artabilecektir. Bu sebeple, taraflar arasında acil bir ateşkesin tesis edilmesi ve kalıcı barışın sağlanması için uluslararası toplum sorumlu ve hassasiyetle hareket eden bir tutum takınmalıdır. Bu bağlamda, ülkemizin tutumu ise açıktır. Türkiye, barış ve diyalogdan yana olan duruşunu devam ettirmekte kararlıdır; bu yönde attığı adımlar doğru, tutarlı ve yerinde olduğu gibi her çevrenin takdirini kazanmıştır.

Ne var ki dikkatlerimizden kaçmayan diğer bir mesele ise barışın tesisinin bir an evvel sağlanmasına odaklanmak yerine, bazı ülkelerin krizin derinleşmesini arzular yönde tutum benimsemeleridir. Rusya aylar öncesinde Ukrayna sınırına askerî yığınak yapmaya başlamışken Ukrayna'nın NATO üyeliği konusunda ümitvar açıklamalar yapan ülkeler, bugün, Ukrayna'nın NATO'ya üye olamayacağına söylemektedir, hatta, Ukrayna'nın talep ettiği, uçuşa yasak bölgelerin ilan edilerek sivillerin tahliyesi başta olmak üzere, en azından ülkede bazı yerlerde güvenli alanların oluşturulması girişimleri de karşılıksız bırakılmıştır. Her yönden yalnız bırakılan Ukrayna Rusya'yla anlaşmaya yönelik diplomatik çabalarda bulunmaya başladığında ise aynı ülkeler, bu kez savaşı uzatmak istediklerini gösterircesine Ukrayna'ya daha fazla silah yardımı yapmaya koyulmaktadır. Görünüşe göre arzu edilen, Rusya'nın Ukrayna'da ağır kayıplarla karşılaşması, krizin derinleşmesi ve yine Rusya'nın bu bölgede saplanıp kalmasıdır.

Kendi bünyesinde sözüm ona tutarlı görünen bu anlayışın hakiki yüzünde bulunan gerçeklikse Ukrayna'nın karanlık emellere kurban edildiği, masum sivillerin hayatının önemsenmediğidir. Kırım işgal edildiğinde ses çıkarmayanlar, Ukrayna ilave tehdit ve tehlikelerle yüzleşmek durumunda kalınca içi boş vaatlerle samimiyetten uzak bir politika izlemektedir. Dolayısıyla Ukrayna ve Rusya arasında var olan anlaşmazlığın tarafların sadece kendi çıkar ve beklentileri ölçüsünde değerlendirilerek nihai bir barışın tesisi, bölgesel ve küresel istikrar açısından öneme sahiptir. Hem Ukrayna hem Rusya siyasi, ticari ve ekonomik ilişkilerimizin bulunduğu komşu ülkelerimizdir, bu sebeple birini diğerine tercih etmek gibi bir niyetimiz ve tavrımız olamayacaktır. Elbette, taraflar arasında yaşanan krizin bölgesel ve küresel yansımalarını hissetmekteyiz. Ukrayna ve Rusya, özellikle buğday ihracatında yüksek paya sahip iki ülkedir. Ukrayna'daki işgal ilerledikçe küresel seviyede buğdaya olan talep artacaktır, bu da yine küresel gıda güvenliği endişelerini beraberinde getirebilecektir. Dolayısıyla Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan çatışmaların yoğunlaşmasına sebep olacak söylem ve eylemlerle savaşı uzun bir sürece yaymak, gerçekte küresel seviyede amaçları kirli olan bir planın devrede olduğu şüphesini uyandırmaktadır. Yalnızca cephe hattında olduğu değerlendirilen Doğu Avrupa ve Baltık ülkeleri değil, gelişmekte olan ekonomilerin tamamı bu karanlık oyunun hedefindedir. Bunun yanı sıra, Rusya ve Ukrayna arasında yaşanan savaş sebebiyle Rusya ağır siyasi ve ekonomik yaptırımlara maruz kalmaya devam etmektedir. Avrupa'nın yılda ortalama 155 milyar metreküp tükettiği Rus gazına yaptırım hamlesi ve Rusya'nın Avrupa'ya gaz akışını kesme ihtimali ise gaz arzına yönelik endişeleri beslemektedir. Rusya'nın Avrupa'ya giden doğal gazı kesmesi veya Avrupa'nın enerji konusunda Rusya'ya uygulayacağı yaptırım krizin boyutunu elbette ki artıracaktır. Yaşanması muhtemel olan böylesi bir senaryoda ise ülkemiz, enerji krizinin çözümü noktasında da kritik bir role sahip olacaktır. Ülkemiz, Azerbaycan ve Rusya kaynaklarından Avrupa'ya gaz tedariki sağlamaktadır. Rusya'nın tedariki durdurması durumundaysa Hazar kaynaklarına erişimin sürdürülmesinin kritik olduğu sıklıkla dile getirilmektedir. Trans Anadolu Doğal Gaz Boru Hattı Projesi yani TANAP, Güney Kafkasya Boru Hattı ve Trans Adriyatik Boru Hattı yani TAP'la birlikte güney gaz koridorunun en önemli halkasını oluşturmaktadır. Trans Adriyatik Doğal Gaz Boru Hattı, hâlihazırda Avrupa'ya 7 milyar metreküplük doğal gaz akışını gerçekleştirmektedir. Avrupa açısından oluşabilecek bir enerji krizinde, TAP'ın genişletilerek, bu miktarın 20 milyar metreküpe çıkarılmasının çözümün bir parçası olabileceği de ifade edilmektedir. Bunun yanı sıra, Doğu Akdeniz'den çıkarılacak doğal gazın Avrupa'ya, ülkemiz üzerinden ulaştırılması hususunda atılacak olan adımlar da taraflar için büyük önem taşımaktadır. Her iki koşulda da Türkiye'nin stratejik önem ve değeri daha fazla kendisini gösterebilecek yeni gündemleri şimdiden işaret etmektedir.

Muhterem milletvekilleri, 21'nci yüzyılın bundan sonraki her dönemi, şayet yeni bir küresel düzen ve denge tesis edilemezse her an başkaca çatışma ve krizlerin yaşanmasına ne yazık ki müsait bir hâldedir. Bugünkü duruma bakıldığında, açıkça ifade edilmesi gereken gerçeklik, bahse konu olan yeni küresel nizamın tesisinin kısa zamanda gerçekleşebilmesinin mümkün görülmediğidir. Zira, yakın zamana kadar gerginlik yaşayan taraflardan bahsederken artık bu tanım "çatışmanın tarafları" tabirine daha uygun hâle gelmiştir. İnşallah olmaz ancak Ukrayna'da yaşanan savaş dışında, dünyanın diğer herhangi bir bölgesinde yeni bir kriz daha vuku bulursa bu sefer "savaşan taraflar" söylemi durumun tarifi için sıklıkla kullanılacak bir ifade olacaktır. İnşallah bu sınıra hiçbir zaman gelinmez ancak elde var olan veriler ve yaşanan gelişmelere bakıldığında savaş riskinin küresel seviyede giderek yükselebileceğine dair karamsar bir ihtimal günden güne artmaktadır. Bu bilinç ve sorumlulukla hareket etmek, ülkemizin millî güvenliğini öncelemek, barışın hâkim olduğu küresel atmosfer için gayret etmek elbette hepimiz açısından esaslı bir meseledir. Dolayısıyla, bölgesel ve küresel krizlerin her an yenilerinin vasat bulabileceği bir ortamda Türkiye'nin çıkarları her konunun üzerinde gelir. Aynı ölçüyle taraf tutma gibi basit bir yaklaşımın gerçekçi ve tutarlı olamayacağını da belirtmek lazım. Türkiye gibi iddia sahibi, bölgesel ve küresel açıdan en kırılgan coğrafyalara komşu olan ve dahası iki dünya savaşı tecrübesini de yakinen yaşamış bir ülkenin takınacağı tutum devlet aklımızın, millî tecrübemizin kendisinde fazlasıyla mevcuttur. Başka başkentlerde oluşturulan senaryolar ve beklentilerle değil, Ankara'dan bakıp gelişmelerin Türkiye açısından en sağlıklı biçimde nasıl değerlendirilmesi gerektiği konusu önceliğimiz olmalıdır. Acıma duygusu kaybolmuş, ahlaki ve vicdani ölçülerin neredeyse tamamı geri plana atılmış bir zaman diliminde ülkemizin insanı merkeze alan bir yaklaşımla başkalarının değil, kendi tarafının ve kutbunun oluşmasını sağlaması insanlığın geleceği için ümit vadeden bir iklimi hedeflemelidir. Aksi hâlde terörizmden sonra ekonomik savaşların yaşandığı, şimdiyse aktif savaş koşullarına geçildiği ve küresel güvenlik mimarisinin çöktüğü bir dönem ve sonrasında iddia sahibi olarak kalabilmek mümkün olmayacaktır. Bununla beraber diplomasiyi yok sayarak, var olan gerginlikleri kendisine yontup kutuplaşmanın yine kendisine yarayacağından çıkışla hareket eden ülkelerin arzu ettiklerine erişmelerinin mümkün olamayacağını belirtmek lazım. Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan savaşla birlikte bilhassa Rusya'ya karşı diğer bazı ülkelerin geliştirdikleri tedbirler bütününe bakıldığında karşımıza yalın bir gerçeklik daha çıkmaktadır. Mevcut durumda yaşanan saflaşma ve savaşın bir tarafında silah diğer tarafındaysa para vardır. Yani bir bakıma, silaha karşı paranın yahut paraya karşı silahın egemen olmak istediği şimdiki durumun yalın gerçekliğidir. İşte meseleyi daha vahim hâle getiren durum da tam olarak budur. Zira silahla yapılmak istenen, ölüm üzerinden bir başka tarafı terbiye etmek; parayla yapılmak istenense yaptırımlar üzerinden yokluk ve kıtlıkla sonuç almaya çalışmaktır. Dikkat buyurunuz, iki koşulda da yaratılışımızdan gelen ve Yüce Yaradan'ın bize bahşettiği insanlığın yüksek değeri yok sayılmakta, ayaklar altına alınmaktadır.

İşte, bu şartlar altında, Türkiye olarak insanı merkeze alan bir yaklaşıma sahip olduğumuz ve bizim nazarımızda öncelikli şartın da insanı yaşatmak olduğu gerçeğini dünyanın bilmesi gerekir. Zira para ve silaha karşı galip gelebilecek olan, insanlığın bizatihi kendisidir. Gerek son haftalarda ülkemizi ziyaret eden üst düzey isimlerin gerekse başarılı bir şekilde gerçekleştirilen Antalya Diplomasi Forumu'nun ardından Türkiye'nin ulaştığı yüksek potansiyeli görünce insani dış politikamızın ne derecede büyük bir kazanım yarattığını hep birlikte müşahede etmiş bulunuyoruz. Temennimiz, "Bundan sonraki dönemde yeni bir dünya kurulur ve orada yerimizi alırız." diyerek başka dengelerde yer edinebilme uğraşı yerine yeni bir dünyayı kurmanın kararlılık ve iradesini gösterip bunda da hep birlikte başarılı olabilmemizdir.

Sayın milletvekilleri, Ukrayna'da yaşanan ve tüm dünyanın gündeminde bulunan kriz devam ederken 11-13 Mart 2022 tarihleri arasında birçok devlet başkanı, dışişleri bakanı ve üst düzey yetkiliyi bir araya getiren Antalya Diplomasi Forumu'nun bu yıl 2'ncisi gerçekleştirilmiştir. Forum kapsamında küresel ve bölgesel sorunların etraflıca ele alınma imkânı doğmuştur. Uluslararası kamuoyunda büyük bir yankı uyandıran Antalya Diplomasi Forumu, krizlerin çözümü kapsamında ülkemizin yapıcı ve diyalogdan yana olan duruşunu ise bir kez daha tescillemiştir. Rusya ve Ukrayna krizinin çözümü için Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu'nun yaptığı davet üzerine Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov, Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmytro Kuleba arasında 10 Martta Antalya'da üçlü bir zirve yapılmıştır. Savaşın son bulması ve kalıcı ateşkesin tesisi için Antalya'daki buluşma önemli bir başlangıç olduğu kadar, ülkemizin diplomatik kabiliyet ve başarısını gözler önüne sermiştir. Türkiye, yükselen bir değer olduğu gibi, anlaşmazlıkların çözümünde hakem olabilecek potansiyele sahip olduğunu tescillemiştir. Antalya Diplomasi Forumu kapsamında Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan da çok sayıda devlet başkanıyla görüşme gerçekleştirmiş ve görüşmelerde ikili ilişkilerin yanı sıra, bölgesel sorunların ele alınması imkânı doğmuştur. Bu gelişmeler ülkemizin küresel bir güç konumuna doğru ilerlediğini açıkça işaret etmektedir. Ayrıca, Antalya'dan ülkemiz adına verilen mesajlarsa dünyanın daha adil bir nizama kavuşması için Türkiye'nin üstlendiği sorumluluğun ne derece haklı olduğuna dikkat çekmiştir. Türkiye, krizlerin çözümü noktasında diplomasi, barış ve istikrardan yana olan örnek ve öncü bir vasıfta olduğunu göstermiştir. Yapıcı tavrımız uluslararası kamuoyunun dikkatini ve takdirini toplamıştır. Diğer yandan, Antalya'da gerçekleştirilen zirve göstermiştir ki barışın, istikrarın ve güvenin bir anahtarı da dünya üzerinde bugün Türkiye'nin elindedir. Bu kapsamda, mevcut durumda sorunlara çözüm getirmeyi başaramayan küresel sistem yerine daha adil bir nizamın tesisinin nasıl olabileceğine dair resmî görüşlerimiz, uluslararası camiada giderek daha fazla kesimi etrafında toplamaya ve sonuç almaya aday durumdadır. Antalya Diplomasi Forumu bu gerçekliğin görülmesine vesile olmuş, önümüzdeki yıllarda daha başarılı geçeceği şimdiden anlaşılan yeni kapıları da aralamıştır. Bizler bütün bu gayretlerinden ötürü Dışişleri Bakanımız Sayın Mevlüt Çavuşoğlu'nun şahsında tüm dışişleri camiamızı tebrik ediyor, teşekkürlerimizi sunuyoruz.

Bu vesileyle sözlerime son verirken Milliyetçi Hareket Partisi olarak ilgili anlaşmalara olumlu yönde oy vereceğimizi belirtiyor, Gazi Meclisimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP ve AK PARTİ sıralarından alkışlar)