| Konu: | YERALTI SULARI HAKKINDA KANUN İLE KAMULAŞTIRMA KANUNUNDA DEĞİŞİKLİK YAPILMASINA DAİR KANUN TEKLİFLERİ |
| Yasama Yılı: | 3 |
| Birleşim: | 65 |
| Tarih: | 13.02.2013 |
BDP GRUBU ADINA HALİL AKSOY (Ağrı) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; görüşülmekte olan 410 sıra sayılı Yasa Teklifi'nin tümü üzerine grubum adına söz aldım. Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli milletvekilleri, doğaya hoyratça davranan toplumlarda insanlar arasındaki ilişkiler de şüphesiz hoyrat oluyor. İnsanla barışık olmayanın doğayla da barışık olması ve diğer canlılara değer vermesi de beklenemez. Aziz Nesin'in bir sözü var: "Kirli çevre insanın ruhunu, kirli ruhlar ise çevreyi kirletir." AKP Hükûmeti bir yandan toplumdaki tüm muhalifleri iktidar sarhoşluğuyla bastırmaya çalışırken -ki, bunu yaparken her tür hukuksuzluğa başvurabiliyor- diğer yandan sermayedarlara, yandaşlarına da her tür ekonomik rant sağlamayı da ihmal etmiyor. Rant söz konusu olunca ne tabiatı ne doğal varlıkları ne de tarihî, kültürel mirasları yok etmekten geri durmuyor. Her yaptığı doğa katliamına da bir kılıf bulmakta oldukça ustadırlar. "Ustalık dönemi" dedikleri de bu olsa gerek. Rant uğruna Türkiye'nin güzide doğal kaynakları bir bir yok ediliyor. Dünyada eşi benzeri görülmeyen zenginlikleri, akarsuları, nehirleri, ormanları, tarihî mekânları, sit alanlarını sermayeye peşkeş çekiyorlar. Türkiye'nin yerüstü sularını, akarsularını HES'lere, yerli ve yabancı şirketlere kırk dokuz yıllığına satıyor, aynı zamanda ormanlarını, yeşillik alanlarını "2/B arazileri" adı altında yandaşlara ucuz fiyatlarla âdeta hediye ediyorlar.
Görüşmekte olduğumuz yasa teklifi de tıpkı Biyolojik Çeşitliliği Koruma Yasası'nda olduğu gibi, su kanunu yasasında olduğu gibi, 2/B Yasası'nda olduğu gibi, halkın olan, onların doğal gereksinmelerinin hizmetinde olan doğal varlıkları ticarileştirmeye ve de belirli çevreleri zenginleştirmeye yöneliktir.
Değerli milletvekilleri, doğa katliamıyla birlikte ülkemizdeki su kaynaklarının da tüketilmesine neden olunmaktadır. Su kaynaklarının tüketilmesiyle beraber sularda yaşanan kirlenme de her geçen gün artmaktadır. Yer altı sularının kirlenmesindeki en büyük neden, endüstriyel atıkların yeterince temizlenmemesinden ve denetlenmemesinden kaynaklanmaktadır. Bu nedenle yağmur sularıyla kirlenmeye başlayan yer altı suları su kaynaklarımızı zehirlemekte, âdeta yok etmektedir.
Yine, akarsuların, göllerin, nehirlerin ve denizlerin kirletilmesinde de endüstriyel gelişme önemli bir yer tutmaktadır. Kanalizasyon ve çöp atıklarının yaratmış olduğu kirlilik, suların nasıl kullanılmaz hâle getirildiğinin diğer bir örneğidir. Su yatakları kenarına kurulan fabrikaların ortaya çıkardığı zehirli atıkların engellenmesi yönünde ciddi önlemler alınmamakta ve denetimi de yapılmamaktadır.
Değerli milletvekilleri, suların şişelenmesi, nehirlerin kiralanması, su kaynaklarının ticarileştirilmesini kesinlikle birlikte getirmiştir. Su bir insanlık hakkıdır, hiçbir şekilde ticarileştirilemez, tekelleştirilemez. Uluslararası Şişelendirilmiş Su Birliği suyun şişelendirilmesini, markalaştırılmasını, etiketlerinin hazırlanmasını ve piyasadaki satış süreçlerini düzenleyen birçok kural tanımlamıştır fakat tanımlanamayan iki kural vardır ki bunlar aslında üzerinde en çok düşünülmesi gereken hususlardır. Bunlardan birincisi, suyu şişeleyen kişi suyu nereden aldığını söylemek zorunda değildir. İkincisi ise, şişelediği suyu hangi yolları izleyerek şişelemeye hazır hâle getirdiği de belirsizdir.
Bu iki husus nedeniyle de halkımız içtiği suyun ne şekilde hazırlandığı ve suyun kaynağı konusunda aldatılmaktadır. Ülkemizde yakın zamanda Sağlık Bakanlığının açıklamış olduğu belirli şirketlerin şişelenmiş sularındaki uygunsuzluklar göz önüne ve gün ışığına çıkmıştır. Fakat bu açıklamalarda detay bilgi verilmemiş, firmaların şişe tiplerine göre uygun olan formlarının bulunduğu belirtilmiş ve sonuç olarak toplum yeteri derecede bilgilendirilmemiştir.
Ticarileşme, aynı zamanda, yeni su kanun tasarısıyla da zirveye ulaşacaktır. Tasarıda "Mücbir sebepler ve beklenmeyen hâllerde su kaynağının korunması için gerekli olan her türlü müdahale gecikmeksizin yetkili idare tarafından yapılır." denilmektedir. Bu ifade, özel şirketlere su kaynaklarına gerekçeli olarak müdahale hakkı tanımaktadır. Su kaynakları özel şirketlerin insafına bırakılamaz, bırakılmamalıdır. Bu, asla kabul edilecek bir durum değildir.
İçme suyuyla ilgili de ciddi sorunlarla yüz yüze kalmış bulunmaktayız. Bugün, birçok şehirde çeşmelerden akan içme suları yeterince temiz değildir. Halkımız, temizlenmemiş bu sular nedeniyle hastalıklarla yüz yüze bırakılmaktadır. Elbette, bunların yaşanmasındaki en büyük neden de çevre tahrifatı, tahribatı ve yanlış sanayileşmedir.
Değerli milletvekilleri, diğer önemli bir nokta ise kurulan ve kurulması planlanan hidroelektrik santrallerdir. Hükûmet tarafından para kazanılan, kâr edilen bir meta hâline getirilmek istenen ülke sularının yaşamsal bir varlık olduğu ve kamuya ait olduğu âdeta unutulmuş ya da artık tamamen inkâr edilir bir hâle gelmiştir. Doğaya ve insana can veren akarsular, yer altı suları Su Kullanım Hakkı Sözleşmesi ile kırk dokuz yıllığına özel şirketlere peşkeş çekilmiştir. Küresel rant ve sermaye gruplarının gün geçtikçe daha da saldırganlaştığı günümüzde, suyun ve doğanın farklı etkilerle ticarileştirildiği ve çıkar odaklı proje ve çalışmalarla yok edilmeye çalışıldığı açıkça korunmaktadır.
Kamu ve özel sektör tarafından Türkiye genelinde yapılması planlanan 2 bine yakın nehir tipi HES projesi bulunmaktadır. Bu kadar kapsamlı ve yıkıcı etkileri olan HES'ler, ne yazık ki projelerin tamamlanması öngörülen 2023 yılında elektrik talebinin sadece yüzde 5'ini karşılayabilecek durumdadır. Bu durum ise çevreye verilen zarar düşünüldüğünde çok ağır bir bedeli içermektedir. Türkiye dışa bağımlı elektriği gerekçe göstererek HES'leri topluma, olmazsa olmaz bir yol olarak sunmaktadır, oysa bu gerçekçi bir yaklaşım kesinlikle değildir. Türkiye'de tellerde kaybolan elektriklerin toplamı, yapılmış veya yapılacak olan tüm HES'lerin üreteceği elektrikten daha fazladır. HES'lerle doğa katliamı yaratılmamalıdır. Ayrıca, hidroelektrik santralleriyle sularımızın kullanım hakkı çok uluslu şirketlere verilmektedir ve bu şirketlerde yüzlerce kişi değil, sadece birkaç kişi çalışmakta ve söz konusu şirketler akla hayale sığmayacak oranda rantlar elde etmektedirler. Her ne kadar ülkemizde henüz yeterince farkındalık olmamışsa da veya vatandaşlarımızın ağır günlük sorunlarından sıra gelmese de küresel ısınma, ormanların yok oluşu, çölleşme konuları gittikçe artarak dünyanın gündemine oturmuştur.
HES projelerinin yapımının planlandığı vadilerin bir kısmı turizm bölgesi, bir kısmı sit alanı, bir kısmı da millî park içerisinde yer almaktadır. Son birkaç yıl içerisinde Dersim, 85 kilometre uzunluğundaki Munzur Vadisi'yle çevresi 8 adet baraj ve HES projesi nedeniyle yok olma tehlikesiyle karşı karşıya bırakılmıştır. Yine, HES'lerle ilgili önemle belirtmek gerekir ki özellikle bölgede sınır boylarında yapılan güvenlik amaçlı barajlar doğru bir yaklaşımın ürünü değildir. Bugün, dünyanın hiçbir yerinde güvenlik amaçlı bir baraj yapıldığı görülmemiştir.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; nasıl ki Yenilenebilir Enerji Kanunu'yla HES'lerin yenilenebilir enerji kaynağı olduğu yönündeki kararlarla birlikte sular üzerinde enerji yatırımlarının önü açıldıysa, aynı şekilde, bu yasa teklifiyle suyun ticarileştirilmesi sürecinde de bir adım daha ileri atılacaktır. Bu teklifle, suyun bütünüyle sermayeye dâhil edilmesinin ve fiilî durumu yasal bir statüye kavuşturmanın adımı olacaktır bu tutum. Türkiye'de yer altı suları tıpkı diğer tabiat varlıkları gibi hızla tüketiliyor ve de yok ediliyor. Sanayide ve tarımda uzun yıllardır denetimsiz bir biçimde suların yer altından çekilmesi yaşanmaktadır.
Yer altı suları kalite itibarıyla sanayi şirketlerinin üretim sırasında en fazla ihtiyaç duydukları sulardır. Bunun nedeni ise toprağın doğal bir süzgeç görevi görmesi ve şirketleri suyu damıtarak üretimde ihtiyaç duydukları saflık derecesine getirme maliyetinden kurtarmasındandır.
Yer altı sularının yüzey sularından bir diğer farkı ise yüzey sularına oranla çok daha yavaş hareket etmesidir ki yer altı sularının daha saf ve istenilen niteliklere uygun olmasının bir nedeninin de bu olduğu bilinmektedir. Bu nedenle, sanayi sermayesi yıllardır veya yıllardan beri sadece yüzey sularını değil, yanı sıra yer altı sularını da hoyratça kullanmaya devam etmektedir. Örneğin, Almanya'da üretimde kullanılan 4,7 milyar metreküp suyun sadece 1,4 miyar metreküpü nehir ve göllerden, yaklaşık yüzde 70'i ise yer altı sularından sağlanmaktadır. Uluslararası çalışmalar, Almanya özelinde büyük şehirlerin etrafındaki yeşil alanların ve büyük nehirlerin giderek kurumakta olduğunu belirtmekte ve çoğu endüstriyel ülkelerde olduğu gibi Almanya'da da yer altı su kaynaklarının neredeyse tamamen tüketildiğine işaret etmektedir.
Yer altı ve yüzey sularını ortaklaştıran en önemli özellik ise doğrudan doğal çevrimin kendisiyle ilgilidir ya da ilintilidir. Başka bir deyişle, yüzey suları azaldığında yer altı suları da derinlere kaçar ya da yer altı suları aşırı kullanımdan ötürü derinlere kaçtığında yeryüzü suları da kurumaya başlar. Ancak sürekli olarak birbirinden beslenen bu iki akıştan biri görünürken, diğeri de görünmez. Ancak yer altı sularında seviyelerin derinlere düşmesinde tek neden bu kullanım süreci değildir. Yüzey sularının HES gibi projelerle sermaye eline terk edilmesi, etkin kullanılmaması, yine bölgesel ve küresel ısınma gibi nedenler de suların derinlere inmesine neden olmaktadır.
Yasa teklifi su çekim noktalarına sayaçlar konması dışında bir önlem getirmiyor. Tıpkı evlerde olduğu gibi ön ödemeli sayaçların tarımsal sulamada kullanılacağının amaçlanması gibi, belli miktar dışında suyun kullanımının yasaklanması girişimleri, bu adımların neden atılmak istendiğini ortaya koymaktadır. Türkiye'deki tarımsal su birliklerinin geldiği nokta iflas noktasıdır. Birliklere devredilen suların artık su birliklerince idare edilmediği sık sık ifade edilmeye de başlanmıştır. Bunun sondaki adımı, tarım sulama kaynakları ile sulama kanaletlerinin şirketlere devri olacaktır şüphesiz.
Değerli milletvekilleri, yer altı sularının izinsiz çekimi elbette kabul edilemez bir durumdur. Ancak bu teklifle yapılmaya çalışıldığı gibi ticarileştirilmesi çok daha kötü sonuçlara neden olacaktır. Yer altı suları üzerinden ticarete yasal meşruiyet sağlandığı anda sadece üretim amaçlı değil, yanı sıra ticari amaçlı su çekişleri de devreye girecektir. Bu nedenle çekim miktarları daha da artacaktır. Benzer şekilde, yer altı sularının aşırı çekim yüzünden derinlere kaçması özellikle yüzey akışlarını tehdit edecek bir gelişme olacaktır. Yer altı sularının metalaşması, kentlerdeki su kullanımını da birebir etkileyecek bir gelişmedir. Tarımsal sulamanın birincil kaynağı da yüzey suları, dolayısıyla yer altı sularıdır, bağlantıları nedeniyle.
Anadolu ve Trakya'da tarım yapılan bölgelerin yer altı sularının şirketlerin eline geçmesi bu bölgelerde tarımsal suya ulaşmayı daha da zorlaştıracaktır.
Bakınız, sizlere çok çarpıcı bir iki örnek vereyim: Bursa'da yirmi beş, otuz yıl önce 10-15 metreden çekilen yer altı suyu, şu an 350 metre seviyelerine gerilemiştir. Peki, bu Bursa, bu duruma nasıl geldi? Ovayı besleyen tüm dereler barajlarla tutuldu. Baraj olmayan dereleri besleyen tüm su kaynakları şişelenmiş su satan şirketlere verildi. Bazı firmalar, yer altı sularını kullanarak doldurdukları şişeleri "sofra suyu" diye pazara sürdüler. Bazıları, su rezervi yüksek büyük araziler alıp stok yapmaya başladı. Suuçtu Şelalesi'nin suları ve su kanaletleri bir şirkete satıldı. Bursa'da kurulu bulunan fabrikalar ve doğal gaz çevrim santralleri havaların ortalama 2 derece ısınmasına yol açtı ve Bursa artık eskisi gibi yağış alamamaktadır. Bu sonuçları yaratan sermaye ve onun siyasi iktidarlarının politikalarıyla geldiğimiz nokta işte budur.
Dünyanın sayılı verimli topraklarından biri olan Bursa Ovası sanayiye kurban edildi ve bütün suları kurutuldu, tüketildi. Keza, Trakya'da 5-10 metredeki yer altı suları bugün 150-200 metre derinliklere çekilmiştir. Konya yer altı sularının aşırı çekimi nedeniyle topraklarda büyük çöküşler meydana gelmektedir. Suların niçin kontrol edilmek istendiğini, uygulanan tarım politikalarından ve gerçekleştirilmeye çalışılan enerji yatırımlarından anlayabiliyoruz. Türkiye, hızla tarımdan uzaklaşarak bir enerji çöplüğüne dönüştürülüyor.
Değerli milletvekilleri, kapitalizmin en vahşi saldırılarını ülkemizde birebir yaşıyor ve görüyoruz. Türkiye'nin tarımında sular ve doğa kontrol altına alınıyor, metalaştırılıp ticarileştiriliyor. İnsanın ve doğada yaşayan diğer canlıların yaşam hakkı yok sayılıyor.
Yer altı sularına yönelik çıkarılmak istenen yasa, ticarileşmenin en önemli ve en tehlikeli adımlarından biri olması bakımından reddedilmesi gerekmektedir. Bu anlamıyla biz bu yasa teklifine kabul oyu vermeyeceğiz.
Getirilen ölçüm zorunluluğu, çekilen su miktarının kontrolünden ve kaynakların korunmasından ziyade, zaten yapılmakta olan bu durumu yasal bir meşruiyete kavuşturmak ve bu fırsattan yararlanarak yer altı sularının ticarileştirilmesinin altyapısını hızla gerçekleştirmektedir.
Sözlerime son verirken, bir Kızılderili özdeyişiyle sözlerimi bitirmek istiyorum: "Ancak en son ağaç kesildikten, en son nehir zehirlendikten ve en son balık tutulduktan sonra anlayacaksınız ki insan parayı yiyemez."
Bu duygularla Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (BDP sıralarından alkışlar)
BAŞKAN - Teşekkürler Sayın Aksoy.