| Konu: | Çevre Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 101 |
| Tarih: | 09.06.2022 |
HDP GRUBU ADINA MURAT ÇEPNİ (İzmir) - Teşekkürler Başkan.
Genel Kurul ve değerli halkımız; evet, bir düzenlemeyle daha karşı karşıyayız. Bugüne kadar bu Mecliste, henüz, doğanın yararına, insanın yararına bir yasa yapabilmiş değiliz. Getirilen bütün düzenlemeler, istisnasız, doğa talanının önünü açmak için yapılan düzenlemelerden ibaret. Dolayısıyla ortada bir kötü yönetimden ziyade düpedüz bir tercih var ve bu tercih sermayeden yana bir tercih ve bu tercih tüm dünyada hem insanlığı hem de doğayı bir yok oluşa doğru götürüyor. Oysa ormana ve doğaya zararlı olan doğal olarak insana da zarar veriyor.
Şimdi, ekolojik yıkımı "kapitalist üretim faaliyetleri" diye tabir ettiğimiz enerji, yol, kentleşme, turizm ve benzeri esnalarında açığa çıkan ve ekosistemlere verilen zarar olarak tarifliyoruz; yine, doğanın doğal çevrimi yerine sermayenin en kısa zamanda daha çok kâr etme kanunlarının geçirilmesi demek yani sermayenin zamanının doğanın zamanına tahakküm kurması demek oluyor.
Evet, ekolojik yıkım küresel çapta meta üretiminin artması demek; evet, atmosferdeki karbon emisyonlarının da artması demek ve sonucunda da küresel iklim krizi demek. Denklem böyle sürüyor. Ekolojik yıkım 7,5 milyar insanın ortak faaliyeti sonucunda gerçekleşmiyor. Ekolojik yıkım doğrudan sermayenin şirketlerinin ve devletlerinin faaliyetleri sonucunda gerçekleşiyor. Ekolojik yıkım bütün insanlığın bir marifeti değil, birkaç yüz şirketin ve onların iş birlikçilerinin faaliyetleri sonucunda gerçekleşen bir faaliyet, bir yıkım. Evet, ekolojik yıkım aynı zamanda insanın yıkımı demek ve ekolojik yıkım aynı zamanda emeğin kırımı, işçi sınıfının ölümü demek.
Burada meslek hastalıkları birçoğumuzun gündemine geliyor. Meslek hastalıkları hukuken de kullanılan bir terim ama bunun denetlenmesi ve -diyelim ki- buna karşılık çözümlerin geliştirilmesi henüz gündemde değil iktidarlar tarafından; üretim sürecinde kullanılan ham maddelerin çıkarılması esnasında açığa çıkan zehirler, işlenmesi esnasında açığa çıkan zehirler, işçinin maruz kaldığı kimyasallar ve gazlar; işte, asbest meselesinde olduğu gibi, silikoziste olduğu gibi, yine, İzmir Aliağa'da yaşandığı gibi, asbestli gemilerin sökümünden açığa çıkan kanser vakalarında olduğu gibi, yine, İzmir'in Gaziemir ilçesinde nükleer atıkların bir bütün olarak Gaziemir'i ve bir bütün olarak da İzmir'i zehirlemesinde olduğu gibi.
Marx doğayı insanın inorganik bedeni olarak tarifliyor yani diyor ki Marx: "Doğa ile insan arasındaki ilişki bütüncül bir ilişkidir, aralarında hegemonik bir ilişki kurulamaz." Yıkımın merkezinde sermaye var ve sermayenin politikalarına karşı çıkmak lazım çünkü sermaye bu bütünlüğü parçalıyor ve doğa da hegemonyayı insana vererek yani insandan da öte, sermayeye vererek bu hegemonya ilişkisini kurmaya çalışıyor.
Türkiye'de günde en az 20-30 işçi meslek hastalıklarından dolayı ölüyor. Yine, kanser kaynaklı ölümlerin yüzde 10'u mesleki kanserlerden kaynaklı yani senede 13 bine yakın insan bu vesileyle hayatını kaybediyor. Yine senede 200-300 bin arası işçi meslek hastalıklarına yakalanıyor ve bunların hiçbirisinin esamesi okunmuyor. Dolayısıyla işçi bir taraftan sermayenin politikalarından, iktidarın politikalarından, AKP'nin politikalarından kaynaklı her gün açlıkla terbiye edilmeye çalışılırken, aynı zamanda, çalışırken de bu meslek hastalıklarından dolayı hayatını kaybediyor. Ekoloji mücadelesi yürütürken bir taraftan doğayı korurken bir taraftan da bu sömürü, bu talan politikalarının yarattığı emeğin kırımına karşı da mücadele etmekle karşı karşıya kalıyoruz. Kazanan, her durumda bir avuç zengin; kazanan, her durumda AKP etrafında kümelenmiş bir avuç şirket; kaybeden ise her durumda milyonlarca yoksul.
Bir yanda kutsal değerler arkasına gizlenen şirketler yani kendi çıkarlarını bütün halkın çıkarları gibi göstermeyi becermeye çalışan şirketler, diğer tarafta yine cebini dolduran şirketler, diğer tarafta da her koşulda açlıkla, ölümle karşı karşıya kalan milyonlarca yoksul. Fakat her nedense "vatan, millet, din, iman" diyenler bütün bu süreçlerden zenginleşerek çıkıyorlar. İçinde bulunduğumuz sürece pandemiden bugüne baktığınızda bir kazanan var; o da AKP'nin etrafındaki şirketler, bizzat AKP'nin beslemesi şirketler, bir de bankalar. Bu şirketler ve bankalar bu süreçte kârlarına kâr katıyorlar bir, yüzde 300-500 oranında kâr etmiş durumdalar. Fakat bu hangi dönemde gerçekleşiyor? İnsanların öldüğü ve -kelimenin gerçek anlamıyla- aç kaldığı bugünlerde bunlar, şirketler nedense kâr ediyorlar. Fakat AKP'ye sorarsanız "Aynı gemideyiz, yoksulluk varsa hepimizin, çözümü de hep beraber bulacağız." diyor. Biz de buna hayır diyoruz. Yoksulluk varsa bunun sorumlusu sizin halkın bütçesini, halktan topladığınız vergileri bir avuç şirkete hortumlamanızdan kaynaklıdır, bir avuç şirketin halkın olanı çalmasından kaynaklıdır ve bu yolsuzluk ve hırsızlık düzeninden kaynaklıdır. Bunu bir kez daha buradan söylemeye devam edeceğiz.
Dolayısıyla "Devlet kim?" sorusunu soruyoruz. Ekoloji mücadelesi yürüten emekçi köylümüz şu soruyu soruyor: "Devlet kim?" Devlet, bu şirketler mi, yoksa biz miyiz? Ama bugün, bu sorunun cevabı şudur: Devlet bu şirketlerin arkasında; bu şirketler devletleştikleri için bu sömürü ve soygun düzenini pekâlâ yürütmeye devam ediyorlar. Bu gerçeği örtmek için bu süreçte iktidar kendine de beka devşirmek için bir dizi yalan propagandayı ve hamaset edebiyatını esas alıyor. Tarihin en büyük ekonomik krizinin yaşandığı bugünlerde iktidar hortumları kesmek yerine yeni savaş ve işgal politikalarının peşinde gidiyor. Yine, Kürt halkı başta olmak üzere savaş ve sömürü politikalarına hız veriyor çünkü nerede milliyetçilik varsa, nerede hamaset varsa bir bakıyorsunuz ki orada bir soygun ve talan hemen peşi sıra geliyor. İşte, ekoloji mücadelesi bu anlamda baştan sona politik bir mücadeledir. Çağrımız, bu anlamda, ekoloji mücadelesi yürüten emekçi halklarımıza, ekoloji örgütlerimize, emek ve demokrasi güçlerinedir. Bu anlamda, ekoloji mücadelesini yürütmek için, kazanmak için, doğayı, suyu, ormanları, tarım alanlarını kurtarmak için bunun başsorumlusu olan sermayenin devletine, onun iktidarına karşı mücadeleyi büyütmek durumundayız. Yani ekmek mücadelesi ile özgürlük mücadelesini ekoloji mücadelesiyle birleştirmek zorundayız. Savaş politikalarına hayır demediğimiz koşullarda, ırkçı, hamasi politikalara hayır demediğimiz koşullarda bu doğa kırımını engelleme şansına sahip değiliz.
Burada mağdur edebiyatı yapmamıza gerek yok, biz mağdur edebiyatı yapmıyoruz; çaresiz değiliz. Bugüne kadar AKP iktidarını en çok zorlayan alanlardan bir tanesi emekçi köylünün yurdun dört bir tarafında geliştirdiği ekoloji mücadelesidir; direniyorlar, karşılarına AKP'nin polisi çıkıyor; direniyorlar, karşılarına hukuk büroları çıkıyor. Nerede bir isyan varsa orada devletin bütün kurumlarıyla barikatlar kuruluyor ve sonuç olarak ekoloji mücadelesi her koşulda, her şartta iktidarı en çok zorlayan alan oluyor ve burada biz sonuçla değil, sebeplerle ilgilenmek durumundayız. Sebep açık ve net; sebep, sermaye iktidarının kendisidir. O zaman sermayenin politikalarına karşı işçi sınıfının yanında bir sınıf perspektifiyle örgütlenmek ve yan yana gelmek durumundayız. Evet, bu konuda bizim çözümümüz var, sadece eleştirmekle yetinmiyoruz, çözümümüz var; çözüm, halktan yana, doğadan yana politikaları geliştirmektir; çözüm, sermayeden yana olan iktidarın karşısına halklarımızın demokratik iktidar mücadelesini dikmekle mümkündür. Enerji politikası da tarım politikası da ancak bu perspektifle yürütüldüğünde kazanılabilir. Zayıf değiliz, güçlüyüz, çoğuz ancak bir araya gelmek ve bu sınıf perspektifini geliştirmekle, bu demokrasi ve özgürlükler perspektifini geliştirmekle mükellefiz diyorum.
Buradan, bu sömürü ve talan politikalarına karşı direnen tüm halklarımızı, işçileri, emekçileri, emekçi köylüleri selamlıyorum; onların yanında olduğumuz buradan bir kez daha söylüyorum.
Teşekkür ederim. (HDP sıralarından alkışlar)