GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin Milli Çıkarlarına Yönelik Her Türlü Tehdit ve Güvenlik Riskine Karşı Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Gerekli Her Türlü Tedbiri Almak, Libya'daki Gayrimeşru Silahlı Gruplar ile Terör Örgütleri Tarafından Türkiye'nin Libya'daki Menfaatlerine Yönelebilecek Saldırıları Bertaraf Etmek, Kitlesel Göç Gibi Diğer Muhtemel Risklere Karşı Milli Güvenliğimizin İdame Ettirilmesini Sağlamak, Libya Halkının İhtiyacı Olan İnsani Yardımları Ulaştırmak, Dönemin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Tarafından Talep Edilmiş Olan ve Bilahare Kurulan Milli Birlik Hükümetinin de Gerek Duyduğunu Bildirdiği Desteği Sürdürmek, Bu Süreç Sonrasında Meydana Gelebilecek Gelişmeler İstikametinde Türkiye'nin Yüksek Menfaatlerini Etkili Bir Şekilde Korumak ve Kollamak, Gelişmelerin Seyrine Göre İleride Telafisi Güç Bir Durumla Karşılaşmamak İçin Süratli ve Dinamik Bir Politika İzlenmesine Yardımcı Olmak Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde,
Yasama Yılı:5
Birleşim:105
Tarih:21.06.2022

HDP GRUBU ADINA TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Van Başkale'de halka yaşatılan vahşeti ben de buradan bir kez daha kınıyorum. Van'da Kürt yurttaşına bu acıyı çektirenin Libya'nın Arap'ına, Berberi'sine barış taşıyabileceğine dair inanabilir miyiz? İnanamayız. Kendi yurttaşına bu kadar acı çektiren, kendi yurttaşından birini gözaltına alırken bir cephaneyle, bir orduyla bir evi basıp kadınları orada tartaklayan bir zihniyet, Libya'nın Arap'ına, Berberi'sine ne götürebilir Allah aşkına? Ben bunu kamuoyunun takdirine sunuyorum.

Evet, değerli halklarımız, Libya tezkeresi bir kez daha önümüze geldi. Kamuoyu hatırlayacak; bu tezkere daha önce ne zaman önümüze gelmişti? 2 Ocak 2020'de. Ve 1 Ocakta insanlar yeni yıl kutlamalarını yaparken bir baktık ki Meclis apar topar bir şekilde çağrıldı, yangından mal kaçırırcasına bir tezkere çıkarıldı.

Bu tezkere şu anki hâliyle de neyi kapsıyor, biraz ona bakalım: Libya'da Ani Müdahale Kuvveti kurulmasına Türkiye eğitim, danışmanlık, malzeme ve planlama desteği sağlayacak. Türkiye'de ve Libya'da ortak Savunma ve Güvenlik İş Birliği Ofisi oluşturulacak. Kara, deniz ve hava araçları, silahları, eğitim üsleri tahsis edilebilecek ve bu durumda mülkiyet, tahsis edilen ülkeye ait olacakmış. Ortak askerî planlama, eğitim, silahların kullanılmasına yönelik danışmanlık verilecek. Ortak tatbikatlar, istihbarat paylaşımı... Bu satırlar uzayıp gidiyor. Bütün bunlar niyeymiş? Libya'daki barışı korumak içinmiş. Ayrıca, Türkiye, bu kadar ciddi bir ekonomik yoksullukla karşı karşıyayken bir de askerî araç gereç hibe edecekmiş Libya'ya ama Libya'nın tamamına değil çünkü bu tezkere, Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle ortaklaşılmış olan bir tezkeredir ve birazdan bahsedeceğim mutabakat muhtıraları da sadece bu kesimle yapılmıştır; bunu zaten kamuoyu gayet yakinen biliyor ve izlemiştir.

Şimdi, Libya'daki gayrimeşru silahlı gruplar ve terör örgütleri tarafından Türkiye'nin Libya'daki menfaatlerine zarar getiriliyormuş. Bugüne kadar buna dair bir haber okudunuz mu? Libya'da Türkiye'ye zarar veren, Libya'nın... Türkiye'nin Libya'da doğru bir güvenlik tehdidi altında olduğuna dair bir tane haber okudunuz mu? Ben görmedim; gördüyseniz buraya çıkın, bu kürsüden bize anlatın ki bu tezkerenin mantığını kavrayabilelim.

Libya'nın ihtiyacı olan insani yardım... İnsani yardım her şekilde sağlanabilir, insani yardım koridorları Birleşmiş Milletlerin denetiminde, himayesinde açılacak koridorlarla da gerçekleşebilir. Ki şu anda Libya'da bir çatışmasızlık hâli var, ümit ediyoruz ki bu çatışmasızlık hâli de devam eder.

Bize "Biz, mavi vatanı koruyacağız." denildi. Havuz medya 2020'de, özellikle bu tezkerenin görüşüldüğü zamanlar, bu askerî muhtıralar imzalandığı vakit "mavi vatan" kavramını 7/24 paylaştı; şimdi ise doğru düzgün bir tane "mavi vatan" kavramı duymuyoruz. Bunun nedeni nedir? Ve sadece bu kavramı duymuyor değiliz, daha da önemlisi, bu işin mimarı olan yani bu projenin, mavi vatan projesinin mimarı olan Amiral Cihat Yaycı'nın istifa ettiği iddia ediliyor ama kamuoyunun takdiri istifa ettirildiği yönündedir çünkü AKP iktidarı, Cumhur İttifakı mavi vatan projesini köpürtüp şimdi vazgeçmiş durumdadır. Hatırlayacaksınız, mavi vatan projesiyle, kendiliğinden ilan edilen NAVTEX'ler ve deniz yetki alanlarında sınırları aşan, uluslararası hukuka uymayan bir şekilde, aslında denizde korsanvari bir gaz arama işine girişilmişti. Bunun adı vatanı sınırın ötesinde korumak ve caydırıcı siyaset izlemek değildir, bunun tastamam adı karada yapıldığı gibi denizde de sınırları genişletmeye çalışmak, Neoosmanlıcı politikaların yayılmasına çalışılmasıdır ve özellikle Avrupa Birliği ve ABD'den gelen tepkilerden sonra bu iktidarın Doğu Akdeniz politikası değişmiştir. Hiç kimse çıkıp şu kürsüden "Biz mavi vatanı koruyoruz." demeye kalkışmasın. Sizlerin o projesi şu an çökmüş durumdadır, kendi ürettiğinizi kendi elinizle zaten çökerttiniz.

Bir noktaya daha değinmek istiyorum. Şimdi, Türkiye'nin Libya'yla karadan doğrudan bir sınırı yoktur; evet, denizde bir sınır var. Tunus, Cezayir, Mısır Libya'nın yakın sınır komşuları ama onlar Libya'ya asker göndermiyor, bizim gibi askerî anlaşmalar yapmıyor ve tezkereler çıkarmıyor. Peki, Türkiye neden bunu çıkarıyor? Az önce bahsettiğim sebeplerden dolayı ama sadece bu değil. Bakın, özellikle Trablus merkezli Ulusal Mutabakat Hükûmeti Müslüman Kardeşler ideolojisiyle beslenen bir Hükûmetti ve özellikle Orta Doğu'da Arap Baharı başladığında ki emperyalist güçler bunu Arapların kışına çevirdi ama biz her zaman şunu söyledik: "Suriye'deki ve Libya'daki gelişmeleri apayrı ele almak ve değerlendirmek lazım."

Bakın, Libya'da, Mısır'da, Tunus'ta Müslüman Kardeşler'in iz düşümü olan partiler bir dönem güç kazandı. Şimdi o partiler, o ideolojiler, o örgütler patır patır bir yenilgiye uğradılar; Suriye'de IŞİD bir yenilgiye uğradı. Yani İslam'ı siyasal amaçları için kullanarak birçok katliama imza atmış olan bu örgütler ve bu anlayış, bugün Orta Doğu halklarının verdiği mücadeleyle büyük bir yenilgiye uğratılmıştır. Aynı şekilde, Libya'daki gelişmelere baktığımızda... Bakın, şimdi Libya'da bir çatışmasızlık durumu oluştu ve bir Ulusal Birlik Hükûmeti kuruldu. Ulusal Birlik Hükûmeti geçtiğimiz aralık ayında bir seçim yapacaktı ve o seçimde kim ne kadar oy alıyorsa ortak olan mecliste temsil edilecekti fakat orada seçim yaptırılmadı ve orada seçimin yaptırılmayışında, aynı zamanda Cumhur İttifakı'nın, Türkiye'deki iktidarın da çok büyük bir payı vardır; hiç kimse timsah gözyaşı dökmeye kalkmasın burada bu kürsülerden. Bugün Libya'da bir seçim gerçekleşebilmiş olsaydı, bugün Libya'da bir anayasa yazılabilmiş olsaydı, kendi meşreplerince belki de bizim, Halkların Demokratik Partisinin savunduğu şeylere tıpatıp uyacak bir şekilde... Ben tabii ki böyle ifade etmiyorum, bizim de belki yüzde 100 savunacağımız bir anayasa olmayabilir ama en kötü anayasa anayasasızlıktan iyidir ve bir anayasa yazım süreci başlayabilirdi fakat bunu engelleyen ülkelerden biri, ne yazık ki bu ülke ve bu ülkenin iktidarıdır. O yüzden, bizler diyoruz ki: Güvenlik ve Askerî İş Birliği Mutabakat Muhtırası'nın da Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılması Anlaşması'nın da hakikaten bugün uluslararası düzeyde bir geçerliliği yoktur. Bakın, yakın zamanda Libya'dan özellikle Ulusal Birlik Hükûmetini temsilen buraya bir heyet geldi. Bu heyeti hep birlikte karşıladık, hep birlikte bu heyetle görüştük ve orada heyet çok açık bir şekilde şunu ifade etti -Meclis tutanaklarında da mevcuttur- söyledikleri net olarak şu: Bu imzalanan iki anlaşmanın bu Hükûmette geçerlilikleri yoktur. Bunların geçerliliğinin olabilmesi için sadece Trablus Hükûmetiyle bir anlaşma mantıklı olamaz ve bu kabul edilemez. O yüzden, Tobruk merkezli Temsilciler Meclisini de içine alan ve onu da kapsayan yani kamuoyunun bildiği üzere, Hafter güçlerinin de hitap ettiği alanı içine alan o kesimle yani Ulusal Birlik Hükûmetiyle masaya oturulması gerekiyor ama şu ana kadar henüz Türkiye'den böyle bir adım atılabilmiş değildir.

Ezcümle söyleyeceğimiz şudur: Türkiye'nin Libya'da işi yok, Türkiye'nin sınır ötesindeki ülkelerde askerî varlığını biz sürekli sorgulayacağız ta ki oradaki askerî varlık bitene kadar. Biz oraya barış götürmeliyiz, savaş ve çatışma götüremeyiz; buna hakkımız yoktur, hiçbir ülkenin diğer ülkenin içişlerine karışma hakkı da yoktur, bunun uluslararası hukukta da bu şekilde bir iç savaştan faydalanarak, Libya'da devam eden bir iç savaştan faydalanarak bunu bu şekilde... Bir çıkarsal amaç için kullanıp kendi ideolojisine yakın bir grubu orada desteklemek Türkiye Cumhuriyeti devletinin işi değildir, olamaz. İç müdahaleden kesinlikle vazgeçilmelidir, tezkereler asla çözüm değildir ki biz Halkların Demokratik Partisi olarak bugüne kadar bu Meclise gelen bütün tezkerelere "ret" oyu verdik çünkü savaşın ve silahın çözüm olmadığından emin olan bir partiyiz ve barış için sonuna kadar çalışma iddiasında olan bir partiyiz.

Tüm tarafların uzlaşabileceği, anayasal temelde bağımsız, uluslararası gözlemcilerin gözleminde bir seçim yapılmalıdır, bir anayasa yazım süreci Libya'da gerçekleşmelidir. İşte biz Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak Libya'ya bu bakımdan bir destek sağlayabilmek için konuşabilir, gerekli desteği sağlayabiliriz. Türkiye Büyük Millet Meclisi bir bağımsız heyet, bir bağımsız gözlemci heyeti oraya elbette gönderebilir, bunları konuşalım. Normalleşmenin yanındayız, aksi takdirde Libya halkına yararlı ve faydalı bir iş yapmış olmayız. Bunu böyle bilmek ve böyle anlamak zorundayız.

Evet, değerli halklarımız, bugün ülke olarak AKP iktidarının uyguladığı dış siyasetin ne yazık ki ağır sonuçlarını yaşıyoruz. Bakın, Suriye'deki, doğrudan Suriye'nin iç işlerine müdahaleyi bu kürsüden çokça konuştuk ama hâlâ devam ediyor. Bugün kuzey ve doğu Suriye'ye bir operasyon hazırlığı ve bunun altyapısını kurmaya dönük uluslararası görüşmelerde bu iktidar hız kesmiyor ve biz bu iktidarın özellikle Suriye hevesini anlamak istiyoruz. Neden bu kadar hevesli bu Suriye'ye gitmeye, Afrin'e yerleşmeye, oradaki halkı evinden yurdundan edip onların evlerine IŞİD'çiyi, ÖSO'cuyu, onu bunu getirip yerleştirmeye? Bu hevesin sebebi nedir? Bu hevesin sebebi biraz önce bahsettiğimiz Neoosmanlıcı politika ama Allah'tan Libya'da Kürt yok fakat Suriye'de Kürt var, bir de Kürt düşmanlığını eklememiz gerekiyor buna. İşte, tam da Türkiye'de bu iktidarın şu anda uyguladığı Orta Doğu ve Kuzey Afrika siyasetinde -özetle söyleyecek olursak- bir, Neoosmanlıcı politikalar ve yayılma hayalleri; iki, Kürt düşmanlığı üzerine kurulmuş bir politikası var.

Bugün Suriye'de sınırın ötesine gerçekleştirilecek olan operasyonlara, daha doğrusu geçmişte gerçekleştirilen operasyonlara baktığımızda Türkiye'nin eline geçen ne oldu? 911 kilometrelik sınırın güvenliği -çok söyledik bu kürsüden- o sınırın güvenliği oraya tankla, topla gitmekle olmaz, derhâl Suriye'de barışı inşa etmekle olur.

Bakın, şu anda Türkiye'deki sınırlar denetimsiz sınırlardır. Mayınlardan temizlediler, şimdi duvar ördüler ama duvarlardan her şekilde atlanıyor ve geliniyor. Bunu bilmiyor muyuz hepimiz? Biliyoruz ve o nedenle biz bir kez daha diyoruz ki: Suriye'deki bu savaş siyasetinden, çatışmacılıktan, oradaki yönetimi belirlemeye kalkmaktan, Suriye'nin iç siyasetine karışmaktan ve orada Kürt düşmanlığından, efendim, Kürtler orada statü elde eder kaygısını yaşamaktan Türkiye'deki bu iktidar vazgeçmek zorundadır. Türkiye'deki bu iktidar güney Kürdistan'a operasyon yapmaktan vazgeçmek zorundadır. Kırk yıldır bu operasyonlar devam ediyor. Bakın, Van'da gerçekleştirilen o işkence, bugün gerçekleştirilen işkence 90'lı yıllarda kürdistanın her yerinde gerçekleşti. Ne geçti elinize? Halkın desteği arttı. Kürt halkının, Kürtlerin siyasal iradesine desteğini artırmak dışında ne geçti elinize? İşte, sonuç, bu gerçeklikle yüzleşmek zorundadır, Türkiye Cumhuriyeti bu gerçeklikle de yüzleşmek zorunda. Türkiye'de önümüzdeki süreçte yepyeni bir sistemi eğer biz tesis edeceksek bütün bu gerçekliklerle, bu kırk yıldır devam eden Kürt sorunuyla yüzleşmek, barışçıl ve demokratik yöntemlerle çözüm siyaseti arayışına hep beraber girmek zorundayız.

Şunu söylemeden geçemeyeceğim: Suriye'de, biliyorsunuz, Azez, Mare ve Afrin'de elektrik kesintileri oldu ve bu elektrik kesintilerinde... İşte, fiyat artışları sebebiyle faturalar ödenemedi vesaire, elektrik kesintileri oldu. Bu bölgeler Suriye Millî Ordusu ve TSK'nin kontrolündeki bölgeler. O bölgelerde enerji şirketinin bulunduğu bina yakılıyor; sadece o değil, "Şehir Konseyi" isimli tabelalı bina da nüfus dairesi, Türkçe harflerle "Afrin Nüfus Dairesi" yazılmış olan bina da yakıldı ve orada işte, "Türkler çıksın, sınırların dışına çıksın." gibi sloganlar atıldı.

Ben şunu hatırlatacağım: İstanbul'da Fetihtepe'nin sakinlerinin elektrikleri kesildi, suları kesildi ve insanların yaşadıkları evler onlara haram ediliyor. Bakın, bir insanın temel ihtiyacı olan, temel hakkı olan barınma hakkı... Bu ihtiyaçlar karşılanmazsa o zaman "Devletin, kamunun görevi nedir?" diye bir soru sorar yurttaş. Oradaki protestoya ses çıkarılmaz ama burada bir vatandaş elektrik faturasını yaktığında hemen gözaltına alınır değil mi ve hemen bir cezaya çarptırılır. İşte, şu anda bu iktidarın uyguladığı çifte standart siyasetin ürünleri bunlardır.

Evet, değerli halklarımız, peki, özellikle bu süreçte, bir yandan Yunanistan'la yaşanan sorunlar ve oradaki sorunların derinlemesine taşınması, bu bize neyi işaret ediyor; onunla ilgili de birkaç kelam etmek istiyorum: Bugün, Türkiye'de çok derin bir ekonomik kriz var. Bu ekonomik kriz öyle bir hâle gelmiş ki hakikaten insanlar faturalarını bile ödeyemiyor, elektrik faturaları öyle bir zamlanmış ki ev kirasını geçmiş durumdadır. İnsanlar bir kuru ekmeğe muhtaç. Bu kelime, sadece sembolik olarak kullandığımız bir kelime değil, bir gerçekliktir. Bir kuru ekmeğe muhtaç insanlar.

Aynı zamanda, Türkiye'de özellikle 15 Temmuz askerî darbe girişiminden sonra Türkiye'yi otoriterleştirme konusunda düğmeye basan anlayış ve zihniyet -ki şu anda Cumhur İttifakı'nda sembolleşmiştir bu zihniyet- Türkiye'de gerçekleşen rejim değişikliği ülkedeki özgürlükleri resmen katletti.

Bunun yanı sıra, önümüzdeki süreçte de evet, bir seçim olacak, ister erken olur ister baskın olur ister zamanında olur ama Türkiye artık bir seçim sathına girmiş durumdadır. AKP iktidarının, Cumhur İttifakı'nın bugün özellikle sınır ötesi operasyonlar ve Yunanistan sorununu bu kadar kaşıyor olmasının en temel nedenlerinden biri seçime hazırlanırken yine "Vatan, millet, Sakarya!" sloganıyla hazırlanmak istemesidir. Biz diyoruz ki: Hiçbir insanın kanı akmamalı, hiçbir seçim ve hiçbir iktidar insanın kanı kadar, canı kadar kıymetli değildir. Ben, buradan bütün Türkiye Cumhuriyeti'nin yurttaşlarına sesleniyorum: Bu iktidarın bu politikalarına artık karnımız tok, buna asla müsaade etmemeliyiz, önümüzdeki seçim sürecine hazırlanırken -Libya'da kullandığı SADAT güçlerini- ne Türkiye'nin içinde SADAT güçlerini kullanmasına müsaade etmeliyiz ne paramiliter güçleri kullanmasına müsaade etmeliyiz ne de sınır ötesi gerçekleşecek operasyonları "hakikaten ülkenin, vatanın bekası için" gibi anlattıklarında inanmalıyız, bunlar yanlıştır. Yine "Vatan, millet, Sakarya!" ajitasyonuyla AKP kendi iktidarını kalıcılaştırmak, tahkim etmek için bunları yapacaktır. Bunlara asla Türkiye halkları olarak müsaade etmemeliyiz. Açlığımızın üzerini savaşla, şiddetle örtemezsiniz; yoksulluğun üstünü savaşla, şiddetle örtemezsiniz; Van Başkale'de yaptığınız bu şiddetin ve zulmün üstünü asla ve asla sınır ötesi operasyonlarla artık örtemezsiniz. Daha önce de söyledim, tekrar ediyorum: Bir suyla defaatle yıkanılamaz. İktidar bu suyla çok sefer yıkandı, bir kez daha bu seçime hazırlanırken aynı suyla yıkanmak istiyor. Şu bilinmeli ki buna asla müsaade etmeyecek, barışı ve şiddetsiz bir ortamda yaşamayı sonuna kadar bizler savunacağız.

Ben, son olarak, şunu söylemek istiyorum: Akdeniz'i bizler bir barış denizine çevirebiliriz, bu çok zor değil.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurunuz efendim.

TULAY HATIMOĞLULLARI ORUÇ (Devamla) - Ne zaman biz barıştan bahsetsek hemen akıllara pasif olan, siyaset bilmeyen, dış siyasetten anlamayan "Ya, bunlara da dış siyaseti versen batırırlar." gibi savaşçı, çatışmacı bir zihniyetin aklı, bir erkek egemen akıl hemen devreye girer; oysa barış, barışmak cesaret işidir. Cesaretiniz varsa barışabilirsiniz, cesaretiniz varsa karşınıza koyduğunuzu yanınıza alabilir, sorunları Türkiye halklarının çıkarları için oturup konuşabilirsiniz; bence asıl cesaret budur. Asıl cesaret, sorunlarla hakiki bir yüzleşmeyi sağlamaktır; asıl cesaret, Türkiye'nin kronikleşen problemlerini masaya yatırabilmektir, komşularımızla kronikleşmiş problemlerimizi masaya yatırabilmek ve oradan çözüm üretebilmektir. Biz, emin olun ki, barışı bu bölgede inşa edeceğiz. (HDP sıralarından alkışlar)