GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Cumhurbaşkanlığının, Türkiye'nin Milli Çıkarlarına Yönelik Her Türlü Tehdit ve Güvenlik Riskine Karşı Uluslararası Hukuk Çerçevesinde Gerekli Her Türlü Tedbiri Almak, Libya'daki Gayrimeşru Silahlı Gruplar ile Terör Örgütleri Tarafından Türkiye'nin Libya'daki Menfaatlerine Yönelebilecek Saldırıları Bertaraf Etmek, Kitlesel Göç Gibi Diğer Muhtemel Risklere Karşı Milli Güvenliğimizin İdame Ettirilmesini Sağlamak, Libya Halkının İhtiyacı Olan İnsani Yardımları Ulaştırmak, Dönemin Libya Ulusal Mutabakat Hükümeti Tarafından Talep Edilmiş Olan ve Bilahare Kurulan Milli Birlik Hükümetinin de Gerek Duyduğunu Bildirdiği Desteği Sürdürmek, Bu Süreç Sonrasında Meydana Gelebilecek Gelişmeler İstikametinde Türkiye'nin Yüksek Menfaatlerini Etkili Bir Şekilde Korumak ve Kollamak, Gelişmelerin Seyrine Göre İleride Telafisi Güç Bir Durumla Karşılaşmamak İçin Süratli ve Dinamik Bir Politika İzlenmesine Yardımcı Olmak Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde,
Yasama Yılı:5
Birleşim:105
Tarih:21.06.2022

CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Libya'ya asker gönderilmesine ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi üzerine Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Bu vesileyle yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle, vatanımızın korunmasında hem de uluslararası barış ve istikrar için üstlendikleri tüm görevlerde özveriyle çalışarak büyük başarı gösteren kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımızı, polislerimizi ve diğer devlet görevlilerimizi saygıyla selamlıyorum.

Bizlerin can güvenliği ve ulusumuzun çıkarları için canını feda eden kahraman şehitlerimize Allah'tan rahmet diliyorum, aziz şehitlerimize ve kahraman gazilerimize minnet ve şükranlarımızı huzurunuzda ifade etmek istiyorum.

Değerli milletvekilleri, Türk Silahlı Kuvvetlerimizin daha önceki örneklerde rastlamadığımız ve daha önceki örneklerle kıyaslanmayacak bir maksada yönelik olarak bir başka ülkenin topraklarına gönderilmesini uzatma kararının eşiğindeyiz. Türkiye, Libya Hükûmetiyle iki mutabakat muhtırası imzaladı. Bu iki mutabakat muhtırasından biri, Libya'yla deniz yetki alanlarının sınırlandırılması hakkındaydı. Cumhuriyet Halk Partisi olarak biz, bu anlaşmaya ülkemizin Doğu Akdeniz'deki çıkarlarının lehinde olduğu için olumlu baktık ve Mecliste bu tavrımızı açıkça gösterdik, bu görüşümüzü bugün de koruyoruz. Ancak bu Deniz Yetki Anlaşması'nın bir ön koşulu gibi önümüze getirilen Libya'ya asker gönderilmesine ilişkin ikinci mutabakata ve arkasından getirilen tezkereye ise hep karşı olduk, bugün de olmaya devam ediyoruz çünkü biz, Mehmetçik'imizin uluslararası meşruiyeti olan insani yardım operasyonları dışında başka ülkelerin topraklarını korumak için görevlendirilmesine karşıyız; Katar'da da karşıydık, Libya'da da karşıyız. Mehmetçik'in görevi sınırlarımızı korumaktır, sınırlarımızdan gelecek olan terör dâhil her türlü tehdide karşı ülkemizi savunmaktır. Bu tezkere ise Türk askerini Libya çöllerinde savaşmak üzere gönderecek bir savaş tezkeresidir. Biz, ülkemizin ve Mehmetçiklerimizin Libya çöllerinde maceraya atılmasını istemiyoruz.

Değerli milletvekilleri, Libya'da siyasi ve askerî açıdan çatışma içinde olan iki taraf var, iç çatışma hâli var ve şimdi siz, askerlerimizi böyle bir ortamın bulunduğu, sürdüğü yabancı bir ülkenin topraklarına hem de taraf tutup göndererek onların can güvenliğini tehdit etmektesiniz. Saraydaki tek adam yönetimi bu tezkereyle yüce Meclisimizin yurt dışına asker gönderme kararı almasını isterken "Sen kararı al, gerisini ben bilirim." tarzında bir hareket içindedir. Ne diyor? "Şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olacak şekilde." diyor. Peki, bu karar ne kadar stratejiktir, ne kadar Türkiye'nin çıkarınadır, askerî planlamanın siyasi hedefi nedir; bunların hiçbiri belli değil. Gelip muhalefete bilgi vermek, görüş almak da yok. Böyle olmaz; bunun adı demokrasi olmaz, uzlaşma olmaz.

Değerli milletvekilleri, bu tezkereyle Türkiye bir başka ülkenin iç politikasında taraf duruma geldiği için biz başından beri temel mesele olarak karşıtlık koyduk. AKP iktidarı, Suriye, Irak ve Mısır'da İhvancı yönetimler işbaşına gelebilsin diye bu ülkelerin iç işlerine taraf oldu; sonra o ülkelerin yönetimleriyle düşman olduk, kendi çıkarlarımızdan olduk, başımız dertten kurtulmadı. Şimdi, Libya'da da ülkemizi aynı tehlikeyle karşı karşıya bırakacağı için biz bu tezkereye baştan "hayır" demiştik. Taraf tutmanın nasıl sıkıntılar yaratabileceği konusunda sizi çok uyardık.

Bakın, Türkiye, Deniz Yetki Anlaşması'nı kiminle imzaladı? Ulusal Birlik Hükûmetiyle. TBMM'den 2019'da geçirdik, biz de destek verdik ama asker gönderme konusundaki ikinci anlaşma gündeme gelince şunu söyledik: Türkiye bu savaşta taraf olursa yaptığımız bu olumlu anlaşmaya da gölge düşer. Nitekim, dediğimiz oldu, anlatayım: Bundan yedi ay önce, Aralık 2021'de Libya'dan Ankara'ya bir heyet geldi. Başkanı, işte AKP'nin muhatap almadığı Temsilciler Meclisinin Başkan Vekili Fevzi El-Nuvayri idi. Ankara'da Cumhurbaşkanıyla bir araya geldiler, Mecliste bizimle de görüştüler. O gün Dışişleri Komisyonuyla yaptıkları toplantıda partimizi ben temsil ettim, kulaklarımla işittim. AK PARTİ'li, MHP'li, HDP'li, İYİ Partili mevkidaşlarım hatırlayacaktır. Libyalı milletvekilleri bize neler dedi, biliyor musunuz? Meclis Başkanı Vekili El-Nuvayri'nin konuşmasından okuyorum: "Deniz Yetki Alanlarının Sınırlandırılmasına İlişkin Anlaşma Libya için sorun oluşturmuyor, sadece zamanlaması sorunlu idi ama ikinci mutabakata yani Güvenlik ve Askerî İş Birliği Anlaşması'na Libya içinde muhalefet var. Onun onaylanabilmesi için iki ülke arasında iyi ilişkilere ihtiyaç var." diyor.

Diğer vekiller de konuştu, Libya Meclisi Dışişleri Komisyonu Başkanı Yusuf Alakuri diyor ki: "Biz, Libya Meclisi olarak iki anlaşmayı da hiç görmedik, önümüze gelmedi, üzerinde hiç çalışmadık, Türkiye'yle bizden habersiz tek taraflı imzalandı ama Libya'nın tek meclisi de biziz, bizim de görüşümüz alınmalıydı." Yani, değerli milletvekilleri, yaptığınız anlaşmalar Libya Meclisinde görüşülmemiş, konuşulmamış, onaylanmamış. Biz ne demiştik? Aman, Türkiye'yi Libya'da taraf hâline getirecek bir askerî anlaşmadan uzak durun demiştik, böyle bir taraf tutma hâli aleyhimize sonuç verebilir demiştik. Tezkere ilk geldiğinde bu kürsüde konuşan Sayın Büyükelçi Çeviköz söyledi, Grup Başkan Vekillerimiz Sayın Özkoç, Sayın Altay söylediler ve tabii, her zaman ülkemizin çıkarları ve 84 milyon vatandaşımızın hakkının, hukukunun korunmasını her şeyin üstünde gören Sayın Genel Başkanımız Kemal Kılıçdaroğlu söyledi. Ne dedi? "Vatan savunmasına 'evet', o konuda hepimiz canımızı vermeye hazırız ama askerlerimizin Libya çöllerinde iç savaşın taraflarından biri istiyor diye şehit olmasını doğru bulmuyorum, kabul etmiyorum." dedi. Genel Başkanımız Sayın Kılıçdaroğlu'nun isabetle söylediği gibi, Türkiye, Libya'ya savaşmak için değil, Libya'daki tüm tarafları barıştırmak, bölgeye barış getirmek için gitmelidir; iki tarafla da konuşmalı, böyle bir rol üstlenmelidir. Yoksa askerlerimizin Libya çöllerinde ölmesine dün "evet" demediğimiz gibi bugün de "evet" demeyeceğiz ve bu görüşümüzde ne kadar haklı olduğumuz da ortada. İşte, Libyalı vekillerin kendi Meclisimizde yaptıkları değerlendirmeleri aktardım. Libya Meclisinde bu anlaşmalar üç yıldır görüşülmüş değil.

Peki, biz şimdi bugün ne yapıyoruz? Aynı yanlışta ısrar ediyoruz. Libya'da Birleşmiş Milletler öncülüğündeki Libya Siyasi Diyalog Forumu'nun Kasım 2020'deki toplantılarında ülkede devlet başkanlığı ve parlamento seçimlerinin 24 Aralık 2021'de yapılmasına karar verildi. Ancak seçimler planlanan tarihte yapılamadı ve yeniden siyasi bir krizin içine girildi. Hafter destekli Tobruk'taki Temsilciler Meclisi, mevcut Ulusal Birlik Hükûmetinin görev süresinin 24 Aralık 2021'de dolduğu gerekçesiyle milletvekillerinin çoğunun katılmadığı bir oturumda Fethi Başağa'yı Başbakan seçti. Libya Ulusal Birlik Hükûmeti Başbakanı Abdülhamid Dibeybe ise Temsilciler Meclisini Cenevre Anlaşması'ndaki yol haritasından ayrılmakla suçlayarak görevinin başında olduğunu açıkladı. Yani ortada iki başlı bir siyasi çatışma devam etmekte. Bu yapı, güvenlik alanında ciddi sorunlar da çıkarmakta. Eski İçişleri Bakanı Başağa'ya bağlı güçlerin kısa süre önce Trablus'a girerek sıcak çatışmalara neden olması herkes için kaygı verici bir gelişmeydi.

Değerli milletvekilleri, AKP, Trablus merkezli ve uluslararası platformlarda tanınan Ulusal Mutabakat Hükûmeti ile Tobruk merkezli Temsilciler Meclisi ve Libya Ulusal Ordusu arasındaki savaşta Trablus Hükûmetini desteklemiştir. Biz Cumhuriyet Halk Partisi olarak, Libya'da bugüne dek Suheyrat Antlaşması'nın her ikisini de meşru kabul ettiği Ulusal Mutabakat Hükûmetiyle de Tobruk'ta bulunan Temsilciler Meclisiyle de yani çatışmanın tüm taraflarıyla Türkiye'nin görüşmesi gerektiğini söyleyegeldik.

Ama bakın değerli milletvekilleri, bu tezkere metninde uluslararası anlaşmaların onay mercisi olmasına rağmen Libya Temsilciler Meclisinden bahis bile edilmemektedir. Bu husus, Türkiye'nin Libya'yla yaptığı anlaşmaların Libya nezdinde geçerli olması ve uluslararası hukuk dünyasında etki yaratması açısından hayati önemdedir, özellikle de deniz yetki sınırlarının belirlenmesine ilişkin anlaşma açısından hayati önem taşır.

Değerli milletvekilleri, tezkere metninde asker gönderme gerekçelerinden biri de kitlesel göç gibi muhtemel risklere karşı millî güvenliğimizi sağlamak olarak belirlenmiş. Peki, ama değerli arkadaşlarım, Libya'dan Türkiye'ye bir göç söz konusu mu? Hayır. Avrupa ülkeleri Akdeniz'e açılmadan önce düzensiz göçmenlerin Libya kıyılarında durdurulmasına büyük önem veriyor yani durum Türkiye'den ziyade Avrupa'yı ilgilendiren bir durum. Ülke sınırlarımızı kevgire çeviren AKP iktidarının şimdi Libya'dan olası göçle mücadele için tezkere çıkarıyor olması da samimi ve inandırıcı değildir.

Değerli milletvekilleri, tezkere metninde kullanılan "gayrimeşru silahlı gruplar" ifadesi muğlak bir ifadedir. Bu ifadeden Tobruk'taki Temsilciler Meclisine destek veren Hafter güçleri kastediliyorsa ortada büyük bir gariplik vardır. Zira, AKP iktidarının dış politikada rüzgârgülüne dönen yaklaşımı "gayrimeşru" ifadesinin tanımını zorlaştırmaktadır. Daha geçen yıla kadar AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Hafter hakkındaki sorulara "Ben bu noktada bir teröristle asla masaya oturmam, masaya oturulmasına da müsaade etmem." şeklinde yaklaşıyor, Dışişleri Bakanı da Hafter tarafını "gayrimeşru güçler" diye tanımlıyordu. Hükûmet yanlısı medyada da aynı dil hâkimdi "Terörist Hafter" "Darbeci Hafter" sözlerinden geçilmiyordu. Ancak, geçen yılın aralık ayında Türkiye ile Hafter ve onun etkisindeki Libya'daki oluşumlarla temaslar başlamış. Libya Temsilciler Meclisinin Ankara ziyareti bu yönde önemli bir adımdı. Benzer şekilde, Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu da geçen yılın sonunda ilginç bir açıklama yapmıştı, dikkatinize getireyim: "Biz hiçbir zaman Libya'da ayrımcılık yapmadık, hükûmetle iş birliği içinde çalıştık ama doğu tarafı -yani Hafter'den bahsediyor- bize mesafeliydi. Gelmek istediler, Hafter de istedi, Cumhurbaşkanıyla görüşme koşuluyla gelmek istedi. Cumhurbaşkanı onun muhatabı değil, o zaman gelmedi. Gelseydi biz onunla görüşmeye hazırdık." Yani değerli arkadaşlarım, aslında, AKP iktidarı Libya politikasında bir U dönüşü arayışına girmiş durumda. Lisan değişmiş, "terörist Hafter" gitmiş Libya'nın doğusundaki gayrimeşru güçlerin lideri olmuş.

Sayın milletvekilleri, madem, Hafter artık görüşülebilir bir isim oldu, Temsilciler Meclisi artık bizim muhatabımız oldu, gelen giden heyetler var -bu bizim de başından bu yana desteklediğimiz bir gelişmedir yani tüm taraflarla görüşülmesi- o zaman, tüm taraflarla konuşmaya imkân veren, bu diyalog zeminine zarar verecek bu tezkereden bir an önce vazgeçelim. Bu tezkere şu anda Libya'daki iki tarafın da desteğini alan bir tezkere değildir; ülkemizi taraf tutan bir konuma sokacak, oraya gönderilecek askerimizin can güvenliğini riske atacak bir tezkeredir. Biz, Mehmetçik'imizin vatan savunması dışında Libya çöllerinde macera peşinde ölmesini istemiyoruz, sizlerin de istemediğinize inanarak bu tezkereye "hayır" çağrısı yapıyoruz.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; son dönemde Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, daha doğrusu saray iktidarı birbiri ardına ülkemizin itibarını, onurunu zedeleyen adımlar atmakta. Ekonomide ülkeyi içine düşürdükleri felaketin yol açtığı çaresizlik ortadayken çıkış olarak her gün 84 milyonun onurunu inciten U dönüşleri ve ilkesizliklerle karşı karşıyayız. İşte bunlardan biri yarın yaşanacak, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin arkasındaki isim olarak suçladığı Suudi Arabistan Veliaht Prensi Muhammed bin Selman'ı Ankara'da, devlet töreniyle, kırmızı halılarla karşılamaya hazırlanıyor. Biliyorsunuz, Cemal Kaşıkçı, İstanbul'da, Suudi Arabistan Konsolosluğunda, Suudi Arabistan yönetiminin gönderdiği bir suikast timi tarafından ve yine Suudi Arabistan yönetiminin talimatıyla katledildi. AKP iktidarı, elinde tüm dinleme kayıtları olmasına rağmen bu vahşi cinayeti engelleyemedi; 15 kişilik katil timinin ellerini kollarını sallayarak İstanbul'dan ayrılışını izlemekle yetindi. Cinayetin işlendiği Suudi Konsolosluğuna girmek için tam on beş gün beklediler; yetmedi, katliamın ev sahibi Suudi Konsolosunun kaçışına da göz yumdular. Sonra da inanılmaz bir şey yaptılar, Birleşmiş Milletler raporlarında, Türkiye ve diğer ülkelerin istihbarat raporlarında cinayetin arkasında parmağı olduğu somut delillerle ortaya konulan Suudi yönetimini aklama ve Veliaht Prensi aklama rolüne soyundular. İstanbul'da yargılama başlamıştı, katil çetesinin gıyabında mahkeme devam ediyordu. "Asla vermeyiz." dedikleri dosyayı bir gecede, sarayın emriyle, kendi elleriyle verdiler. Yeşil dolar aşkı öylesine gözlerini karartmıştı ki dosyanın Suudi Arabistan'a gönderilmesine şerh düşen hâkimi önceki gün İstanbul'dan Maraş'a sürdüler. Yetmedi, Erdoğan, ulusal onurumuzu ayaklar altına alma pahasına Prensin ayağına gitti. İşte, AK PARTİ'lisi, CHP'lisi; genci, yaşlısı, 84 milyon olarak hepimizi isyan ettiren fotoğraf orada çekildi. Saray avanesi "Davet geldi." dediler ama Suudi Arabistan açıklama yaptı "Biz davet etmedik, kendisi ısrar etti gelmek için." diye. Bundan daha ayıplı bir durum olamazdı ama sineye çekildi, üstene de Prens Ankara'ya davet edildi, yarın kırmızı, pardon, turkuaz halıyla karşılanacak.

Peki, ya söylenen sözler? Erdoğan ne demişti, hatırlayın, "Bu millet enayi değil, hesabını sormasını bilir." demişti, "Kaşıkçı'nın katillerinden hesap sormazsak çocuklarımızın yüzüne bakamayız." demişti. O zaman, Kaşıkçı'nın mahkeme mahkeme adalet arayan kederli nişanlısının ve bu ülkede hukukun üstünlüğüne inanan milyonlarca insanın sormak hakkı değil mi: Bu dönüş neyin nesi? Neyin karşılığında? Tabii ki yeşil dolarlar, milyonluk swaplar karşılığında. O zaman soruyoruz: Bunun neresi dik duruş, neresi millî duruş, neresi onurlu duruş? AKP iktidarı "katil" diye suçladıkları kişiye ülkenin millî varlıklarını, 84 milyonun alın terini peşkeş çekmeye hazırlanıyor. Peki, şu sözleri nereye koyacağız o zaman? "Veliaht Prensin en yakınında bulunanlar bu işin içinde. Sonuna kadar elbette kovalayacağız. İslam dünyasından bazı kesimler ve ülkeler, ne yazık ki doların ve riyalin kurbanı olanlar bu olaylar karşısında hakkı ve hakikati söylemediler. İnsanları enayi, ahmak zannediyorlar." Kim söylüyor bu sözleri? Tabii ki Sayın Erdoğan. Peki, biz buradan soralım o zaman: Doların ve riyalin kurbanı kim olmuş şimdi Sayın Erdoğan? (CHP sıralarından alkışlar)

Değerli milletvekilleri, bununla da bitmiyor, Saray yönetimi ülkemizi içine soktuğu ekonomik buhran nedeniyle öyle çaresiz bir noktada ki bir ilkesizlik bir başka ilkesizliği izliyor. Bakın, geçtiğimiz günlerde Türkiye ve Norveç Dışişleri Bakanları arasında bir belge imzalandı. Yapılan anlaşmayla öğreniyoruz ki bizim kendi vatandaşlarımız -Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanımız Sayın Çavuşoğlu, Sayın Norveç Dışişleri Bakanı- vizeyle giderken, hatta transit giderken yani Norveç'e değil başka bir ülkeye uçarken bile vize almak zorunda bırakılırken Norveç'in vatandaşları artık Türkiye'ye pasaportla değil, vizeyle değil, sadece kimlik kartlarını göstererek girebilecek; ne pasaport ne vize. Biz bunu kimden öğrendik? Norveç Dışişleri Bakanının attığı "tweet"ten öğrendik. Peki ya bizim Dışişleri Bakanına ne demeli? Hadi böyle bir anlaşma imzaladınız, bari, bari şu pozu vermeyin; bir de poz veriyorlar, sanırsınız karşılıklı olarak, Türk ve Norveç vatandaşları birbirlerinin ülkesine kimlikle girecek, vizesiz girecek. Ne gezer! Skandal bununla da bitmiyor değerli milletvekilleri, Türkiye Cumhuriyeti'ni Norveç'te temsil etmekle görevli Türkiye Büyükelçisi "tweet" atıyor, teşekkür ediyor ama kime? Norveç Dışişleri Bakanına; bu uzlaşmayı mümkün kıldığı için Norveçli Bakana şükranlarını sunuyor Türkiye Cumhuriyeti Büyükelçisi. Büyükelçinin "tweet"ini okuyan sanır ki -ben öyle sandım- bizim vatandaşlarımız artık Norveç'e vizesiz, pasaportsuz girme hakkı elde etmiş. Bu rezalet ortaya çıkınca da apar topar açıklama yapılıyor. Neymiş? Bir anlaşma yokmuş, çip krizi varmış, vesaire vesaire. Sayın Çavuşoğlu'na soruyorum: Eğer ortada anlaşma yoksa elinizde tutup kameralara poz verdiğiniz o belge neyin nesi?

İkinci sorum: "Mütekabiliyet" kelimesinin yani "karşılıklılık" ilkesinin sizin lügatinizde bir anlamı var mıdır, varsa nedir?

Sayın milletvekilleri, Sayın Çavuşoğlu'na olduğu kadar siz mevkidaşlarıma da anımsatmak isterim: Milletvekili olarak, şimdi diplomatik pasaportumuz var, öyle "var" diye bu görevlere gelmeden önce milyonlarca vatandaşımızla birlikte yaşadığımız çileleri ne çabuk unuttunuz? Vatandaşlarımız Avrupa ülkelerinden vize almak için aylarca, hatta yıllarca ızdırap çekiyor. Bakın, Norveç neler istiyor? Pasaport en az altı aylık olacak, biyometrik fotoğraf, banka hesap dökümü, ıslak imzalı sağlık sigortası, SGK hizmet dökümü, gidiş dönüş uçak bileti, otel rezervasyonu... Tüm bunları verdiğinizde günlerce, aylarca bekliyor ama sonunda yine reddediliyorsunuz.

Öte yandan, Norveç, Avrupa Birliği üyesi olmakla birlikte AB vize rejimine tabi yani dünyada 62 ülkenin vatandaşı vizesiz giriş yapabilmekte. Kolombiyalısı, Brezilyalısı, Arjantinlisi, El Salvadorlusu elini kolunu sallayarak girebiliyor Norveç'e ama Türk vatandaşları giremiyor, yaptığımız jeste rağmen giremiyor. Hani mütekabiliyet, nerede karşılıklılık? Ülkemizin, bayrağımızın, pasaportumuzun onuru nerede kaldı?

Değerli milletvekilleri, neden yapılıyor tüm bu ilkesiz hareketler? Çok basit: Çünkü kasa tamtakır. O yüzden mütekabiliyet, vesaire hiçbir şeyi gözümüz görmüyor, o yüzden bu ilkesizlik; para gelsin de nasıl gelirse gelsin.

Öte yandan, madem dış ülkelerden bahsettik. Bakın, sizlere de gelmiştir, Rusya'ya bağlı özerk Tataristan Cumhuriyeti'nde bir Rus firmasında 3 bin işçimiz mağdur.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

UTKU ÇAKIRÖZER (Devamla) - Sayın Başkan, bitiriyorum.

BAŞKAN - Buyurun.

UTKU ÇAKIRÖZER (Devamla) - Rus işveren dört aylık maaşlarını ödemeden işten çıkarıyor. Perişan durumdalar, hepimize mesaj atıyorlar. Dışişleri Bakanlığımız, Büyükelçiliğimiz sahip çıkmıyor. O yüzden, buradan, Norveç'in vatandaşlarına kimlikle, pasaportsuz, vizesiz giriş sağlayan Dışişleri Bakanlığına çağrıda bulunuyorum: Bizim Tataristan'daki vatandaşlarımıza da sahip çıkın Norveç'in vatandaşına sahip çıktığınız gibi. İşte, yine bir ilkesizlik, yine ülkemizin itibarının, bu ülkenin yurttaşlarının hakkının, hukukunun ayaklar altına alındığı utanç verici bir durum. Ama kimse umutsuzluğa kapılmasın, tüm bu adaletsizliklere, ilkesizliklere son vereceğiz. Doların yeşilinden başka hiçbir şeyi görmeyenler çok yakında o mevkilerden uzaklaşacaklar, milletin iradesiyle millet iktidara gelecek.

Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum. (CHP sıralarından alkışlar)