| Konu: | Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 5 |
| Birleşim: | 107 |
| Tarih: | 23.06.2022 |
HDP GRUBU ADINA MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Batman) - Teşekkür ediyorum Sayın Başkan.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun Teklifi'nin tümü üzerine partimin, Hakların Demokratik Partisinin görüşlerini sizlerle paylaşmaya çalışacağım. Öncelikle, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Şimdi, teklif birkaç başlıkta değişiklik öngörüyor. Elbette, her zaman olduğu gibi bunların hiçbiri birbiriyle ilgili değil, klasik bir torba yasa getirildi gene Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunun önüne. İçinde Hakimler ve Savcılar Yasası'nda değişiklik de var, Türk Ceza Kanunu'nda değişiklik de var, Noterlik Kanunu'nda değişiklik de var, Danıştay Kanunu ve Yargıtay Kanunu'nda da değişiklik var. Ama şöyle düşünmeyin yani hani bu değişikliklerin birbiriyle alakası yok, tamamen birbirinden bağımsız konularda düzenlenmiş teklif metinleri. Hakimler ve Savcılar Kanunu'nda değişiklik en önemli değişiklik olarak sunulmuş ve kanun teklifine de "Hâkimler ve Savcılar Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi" denilmiş.
Şimdi, hâkimlik, savcılık mesleğiyle ilgili bir dizi sorun var, bu sorun alanlarından bir tanesini çözdüğünü düşünüyor siyasi iktidar. Ne o? Yeni bir kurum getiriyor "hâkim ve savcı yardımcılığı kurumu" fakat şöyle de düşünülmesin yani "hâkim ve savcı yardımcılığı kurumu" işte bir sınav yapılacak, hâkim ve savcılık sınavına adaylar girecekler, bu sınavı kazandıktan sonra belli bir dönem staj yapacaklar, stajı bitirdikten sonra da hâkim ve savcı yardımcısı olarak atanacaklar, bir süre görev yaptıktan sonra hâkim ve savcı olacaklar; böyle değil. Mevcut sistem, hâkimlik ve savcılık sınavına adayları alıyor, bu sınavı kazananlar iki yıl boyunca bir eğitim görüyor stajyer hâkim ve savcı olarak, bunun sonucunda da hâkim ve savcı olarak atanıyor. Teklif sahipleri, sadece bu iki yıllık eğitim sürecini üç yıla çıkararak "hâkim ve savcı yardımcılığı müessesi"ni getirdiğini sanıyor. Bunun ismi "hâkim ve savcı yardımcılığı kurumu" olamaz, adını değiştirdiniz diye, stajyer hâkim ve savcının adını "hâkim ve savcı yardımcısı" yaptınız diye dünyanın pek çok yerinde uygulanan bir sistemi getirmiş olmuyorsunuz. Ama gerçekten, hâkim ve savcı yardımcılığı getirmek istiyorsanız şunu yapmalısınız: Eğitim süresi iki yıl veya üç yıl olur, zaten dünyanın pek çok yerinde de ortalama eğitim süreleri bu kadar. Bunun sonunda, hâkim ve savcılardan yeterli olanları atayın, belli bir süre alanda hâkim ve savcı yardımcısı olarak görev yapsınlar ve bu süre içerisinde, o hâkimleri kürsü hâkimi olarak görevlendirmeyin, o savcılara doğrudan soruşturma vermeyin, doğrudan bu yetkiyi taşımasınlar. Eğer böyle yapmazsanız işte bugün, her gün adliyelerde gördüğümüz gibi 24-25 yaşlarında kürsü hâkimleriyle karşı karşıya kalırız, 30'lu yaşlarının başında henüz hiçbir hukuksal deneyimi olmayan kişileri ağır ceza mahkemelerinin başkanı olarak görürsünüz ve Türkiye'de yaşanan en önemli sorunlardan bir tanesini, hâkim ve savcıların gerçekten nitelik sorunu nedeniyle verdikleri kararlar sorununu yaşarsınız. Bu konuda bir düzenleme yapılacaksa söylediğimiz çerçevede yapılmasının daha doğru olacağını düşünüyoruz.
Bir de bu hâkim ve savcı yardımcıları belirlenirken ısrarla ve devamlı biçimde hem staj öncesi hem de staj sonrası bütün işlemlerin mülakatla ve sözlü sınavla belirlenmesini istiyor siyasi iktidar. Neden? Çünkü istediği kişileri hâkim ve savcı olarak atamak istiyor. Ayrıca, bu sözlü ve mülakat sınavlarının da yargı denetimine tabi olmasını istemiyor. Nasıl? Fiilen yargı denetiminin dışında tutuyor. Çünkü mülakatların ve sözlü sınavların hiçbiri kayıt altına alınmıyor, kayıt altına alınmadığı için de o sözlü mülakat sınavının iptali için açılan davada mahkemeler gerçekten o mülakatın içeriği konusunda hiçbir bilgi sahibi olmadıkları için ayrıntılı inceleme yapamıyorlar. Mülakat sınavı varsa kadrolaşma vardır, sözlü sınav varsa kadrolaşma vardır ama eğer kadrolaşma amacıyla kullanılmadığı iddiasındaysa siyasi iktidar, Hükûmet, bunları yargı denetimine açabilir, kayıt altına alabilir. Bunlar hiç de zor uygulamalar olmayacak.
Şimdi, teklifin ilk 8 maddesi bu çerçevede Hakimler ve Savcılar Kanunu'nda değişikliği öngörüyor, ardından gelen 9 ve 14'üncü maddeleri ise Noterlik Yasası'nda bir dizi değişiklik öngörüyor. Şimdi, bu Noterlik Yasası'ndaki değişikliği ne zaman getirdi biliyor musunuz teklif sahipleri? Tam da noterler genel kurul sırasındayken yani Noterler Birliği genel kurulu yapıyordu ve kimin Noterler Birliğinin başına geleceği, yöneticisi olacağı belli değilken, henüz hiçbirisi mazbata almamışken, aralarında görev dağılımı yapmamışken âdeta Noterler Birliğinden kaçırarak bir teklifi Komisyona getirdi teklif sahipleri. Noterler Birliği buna bir dizi itirazlarda bulundu, temsilcileri Komisyona geldiler, itirazlarını dile getirdiler. Şunu söylüyorlar, diyorlar ki: "Bir; elli yıldır, 1972'den beri yürürlükte olan 1512 sayılı Noterlik Yasası'nda noterliğe atanma, bölgeler arasında görev yeri değişikliklerinin ve nakillerin tamamı objektif koşullara bağlanmış durumda." Yani üçüncü sınıftan ikinci sınıfa, birinci sınıfa sırayla yükseliyor noterler, bölgeler arasında da başvuru bu şekilde yürüyor fakat teklif sahipleri bir sınıfı atlayarak bir üst sınıfa geçmenin önünü açıyorlar yani üçüncü sınıftaki, bir alt sınıftaki noter bir üst sınıfa geçmeden iki üst sınıfa geçebilecek. Gerekçesi ne? Bazı yerlerde noterlik için başvurular olmuyormuş. Noterler Birliği bunu çok açık söyledi, dile getirdi; dediler ki: "Nereye noterlik açılacağına Adalet Bakanlığı tek başına karar veriyor, biz sadece buralara noter görevlendiriyoruz. Boşluk oluşmaması için de her tür diyaloğa açığız. Zaten açtıkları her yere de kısa sürede görevlendirme yapıyoruz. Bazı yerlerin tercih edilmemesinin tek nedeni var, çok yakın yerlere noterlik açılıyor. Ekonomik nedenlerle kabul etmiyorlar." Ama teklif sahipleri bu konuda bir geri adım atmadı.
Yine bir diğer düzenleme şu: Noterler bundan sonra taşınmaz mal sözleşmelerini ve buna dair vaatleri, tapuya konulacak şerhlerin tamamını yapabilecekler. Bu teorik olarak iyi bir şey, yanlış bir şey değil çünkü noterlik bir güven mesleği ve bunu yapmalılar ama sorun şu: Bir eşitsizlik yaratılıyor, daha doğrusu birkaç eşitsizlik. Bir tanesi, tapuya gittiğinizde ödeyeceğiniz bedel başka, notere gittiğinizde ödeyeceğiniz bedel başka. Noterler bunun eşitsizlik olduğunu söylüyor. Bunun üzerinde çalışılması gerekir, düzenlenmesi gerekir. İkincisi de şu, diyor ki yine noterler: "Biz taşınmaz sözleşmesi yapacağız. Tapuda görevli memurun sorumluluğu neyse ben de aynı sorumluluğu almak istiyorum." Kaldı ki Noterler Birliği Kanunu'nun 162'nci maddesi, 1512 sayılı Kanun'un 162'nci maddesi noterlerin kusursuz sorumluluğunu düzenlemiş durumda. Tapu memuruna yüklemediğiniz sorumluluğu bir notere yüklemeniz doğru değil. Dolayısıyla bu konuda da bir düzenleme yapılması gerekiyordu.
Teklifin düzenlediği üçüncü konu Danıştay Kanunu ve Yargıtay Kanunu'nda değişiklik öngörmesi. Ne bu Danıştay Kanunu ve Yargıtay Kanunu'ndaki değişiklikler? Sadece bazı kurulların görev süreleri uzatılıyor; yine, bazı kurullarda görev yapan üye sayısı azaltılıyor. Şimdi, diyebilirsiniz ki: "Yani bazı kurulların görev süresi değiştirilebilir." Ama nasıl değiştirilmiş? Ben size şunu söyleyeyim: 2575 sayılı Danıştay Kanunu'nun geçici 24'üncü maddesi 2012 yılında değiştirilmiş, denilmiş ki o zaman: "Bu değişiklik 2016'ya kadar uygulanmayacak." 2016 gelmiş, bir daha değiştirilmiş Adalet ve Kalkınma Partili milletvekillerinin teklifiyle, 2019'a kadar uzatılmış bu süre. 2019 gelmiş, yine uygulayamamışlar, "2022'ye kadar süre uzasın." denilmiş. Şimdi 2022'ye geldik, diyor ki teklif sahipleri: "Bu süre 2026'ya kadar uzasın." On beş yıl için uzatıyorsunuz, 4 kez kanun değiştiriyoruz. Ben Komisyonda da söyledim, dedim ki: "Biz sadece Maliye Bakanının ülke ekonomisiyle ilgili öngörülemez bir siyaset yürüttüğünü, önünü göremediğini sanıyorduk. Meğer öyle değil, Adalet ve Kalkınma Partili bütün milletvekilleri getirdikleri her teklifi üç yılda bir, dört yılda bir, iki yılda bir gereksiz bir şekilde değiştirerek öngörülemez biçimde Meclisi meşgul ediyorlar." Bu teklifle bunu bir kez daha gördük.
Teklifin içerisindeki bir diğer değişiklik şu, dördüncü değişiklik: "Fiyatları etkileme suçunun cezasını arttıralım." diyor teklif sahipleri. Neden? Çünkü stokçular varmış. "Onlara daha fazla ceza verelim." Türkiye'nin bir ekonomik kriz içerisinde olduğu tartışmasız, bunu herkes kabul ediyor, Türkiye ciddi bir ekonomik krizle karşı karşıya ama bu ekonomik krizin nedeni stokçuluk falan değil, insanların satın alma gücünün yetersiz olması. Yoksa "Birileri ta fi tarihinde, işte, yağı, tüpü, şekeri depoladığı için fiyatlar artıyordu, şimdi de aynı sorunlar var. Bu yüzden bu stokçuların cezalarını artıralım." demek gerçeği yansıtmıyor. Bu teklif sahipleri ekonomik krizin sorumlusu olarak kendilerinin olduğunu kabul etmeli, bunun günahını, sorumluluğunu zor şartlarda ayakta durmaya çalışan esnafa atmamalı. Bu, hiçbir derde deva olmayacak; hep birlikte yaşayıp göreceğiz.
Şimdi, bu değişiklikler bir yargı paketi olarak sunuluyor. Allah aşkına benim bu anlattıklarım içerisinde yani bu ülkede kim bu teklifle bu ülkeye bir yargı reformu getiriliyor diyebilir? Dört tane değişiklik bu. Birinde Yargıtay ve Danıştay Kanunu'nda kırk defa değişiklik yapmışsınız, birinde Ceza Kanunu'nda stokçuluğun cezasını artırmışsınız, noterlerin bile onayını almadan Noterlik Kanunu'nda sorumluluk atıyorsunuz, sadece hâkim ve savcıların staj süresini iki yıldan üç yıla çıkararak diyorsunuz ki: "Biz hukuk reformu yaptık." İşte "hukuk reformu" denildiğinde halkın karşısına çıkardığınız örnek bu olduğu için Türkiye bütün hukuk endekslerinde, adalet endekslerinde son sırada. Bakın, Adalete Güven Endeksi yayınlanıyor Avrupa Birliği üyesi ülkeler, OECD üyesi ülkeler için, 41 ülke arasında 40'ıncı sırada Türkiye. Türkiye bu alanda sadece Rusya'yla rekabet ediyor. Adalet Endeksi'nde 41 ülke arasında 40'ıncı sırada. Yine Adalete Güven Endeksi içerisinde yayınlanan istatistikler var. Mesela, Hukukun Üstünlüğü Endeksi'nde 126 ülke arasında Türkiye 109'uncu sıradaymış yani Türkiye'den daha kötü durumda olan, hukuk sistemi daha kötü durumda olan sadece 10-15 tane ülke kalmış durumda.
Ayrıca, vatandaşlar yani Adalet ve Kalkınma Partisine oy veren vatandaşlar da içerisinde olmak üzere toplumun yüzde 62'si adalet mekanizmasına güvenmiyor ve emin olun bunun içerisinde Adalet ve Kalkınma Partisine oy verenler de var. Peki, bu durumun nedeni ne? Bu durumun nedeni yargının siyasi kararlar vermesi, yargının muhaliflerin üzerinde bir sopa olarak kullanılması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmıyor olması, tek nedeni bu, başka bir nedeni yok. Yoksa çok iyi bir hukuk sistemi var da çok iyi bir adalet mekanizması var da vatandaş kendi kendine güvenmiyor değil ve bunu Adalet ve Kalkınma Partisi ısrarla sürdürmeye çalışıyor.
Şimdi, son olarak hukuk tartışıyoruz, hukuk reformundan bahsediyoruz. Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu'nu değiştiriyor Adalet ve Kalkınma Partisi ama biz bugün çok tarihî bir an yaşıyoruz. Türkiye Büyük Millet Meclisinde yine bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılmasıyla ilgili fezlekeleri Anayasa ve Adalet Komisyonundan Kurulu Karma Komisyonda görüşüyoruz. Neden? Nedeni şu: 12 Haziran tarihinde Halkların Demokratik Partisi bazı kurumlarla birlikte bir açıklama yapmak istemiş. Bu açıklama sırasında bir güvenlik görevlisine, daha önce Halkların Demokratik Partisi Milletvekili olan, şu anda Demokratik Bölgeler Partisinin Eş Genel Başkanı olan sevgili Salihe Aydeniz bir polis memuruna el kaldırmış. Bu nedenle Salihe Aydeniz'in milletvekilliği dokunulmazlığının kaldırılmasını istiyor Karma Komisyon, bu gündemle bizi toplantıya çağırdı; tek nedeni bu. Sanırsınız ki Adalet ve Kalkınma Partisi güvenlik görevlilerine çok büyük değerler veriyor, çok saygın bir yerde tutuyor onları, hiçbir milletvekili, hiçbir yerde güvenlik görevlilerine hakaret etmiyor, onlarla tartışmıyor. Bir tek istisna var; bir milletvekili, Demokratik Bölgeler Partisinin Eş Genel Başkanı gitmiş bir polis memuruna fiziki müdahalede bulunmuş da o polis memurunun saygınlığını korumaya çalışıyor. Peki, bir milletvekilinin saygınlığının Türkiye Büyük Millet Meclisi için hiç mi önemi yoktur? Bakın, biz, neredeyse her hafta, düzenlediğimiz veya düzenlemek istediğimiz her etkinlikte mutlaka bir güvenlik görevlisinin saldırısına uğruyoruz. Komisyonda da söyledim; bir güvenlik amiri çıkıp kameraların karşısında milletvekilimize "Seni çivilerim." dedi. Tek bir Adalet ve Kalkınma Partili milletvekili bunu kınadı mı, herhangi bir yerde açıklama yaptı mı mensubu olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığına gölge düşüren bu uygulama nedeniyle?
Yine, bir milletvekilimizin, Hüseyin Kaçmaz'ın, Şırnak Milletvekilimizin, bakın, bir aydır kolu alçıda, güvenlik görevlileri müdahalesiyle parmağı kırıldı, bir aydır Türkiye Büyük Millet Meclisine kolunda alçıyla geliyor. Ey Adalet ve Kalkınma Partili milletvekilleri, tek biriniz Hüseyin Kaçmaz'ı arayıp geçmiş olsun dedi mi? Bu, Türkiye Büyük Millet Meclisine yapılmış haksızlıktır dedi mi? Demedi. Neden? Çünkü meseleniz, mensubu olduğunuz Türkiye Büyük Millet Meclisinin saygınlığı falan değil. Yeter ki sizin dışınızda birilerine yönelik bu saldırılar gerçekleştirilmiş olsun. Ama sizin mensuplarınız, sizin milletvekilleriniz güvenlik görevlilerine hakaret ettiğinde bunun karşısında sessiz kalabiliyorsunuz. O gün demiyorsunuz güvenlik görevlilerinin saygınlığına gölge düşmüştür, bununla ilgili soruşturma başlatılsın demiyorsunuz. O gün demiyorsunuz o milletvekilinin dokunulmazlığı kaldırılsın, yargılansın demiyorsunuz. Peki ne diyorsunuz? Hakaret ettiğiniz polis memurunu görevden uzaklaştırıyorsunuz. İşte, bunun ismi çifte standarttır. Güvenlik görevlisine duyduğunuz saygı gereği yapmıyorsunuz, Halkların Demokratik Partisine, muhalif partilere duyduğunuz öfke nedeniyle bunu yapıyorsunuz.
Bize Komisyonda dediler ki: "Halk galeyana gelmiş." Bu nedenle biz bu teklifi öne almışız yani bu fezlekeyi görüşmemizin tek nedeni bu. Komisyonda anlattım, herkes duysun diye bu kürsüden bir kez daha anlatıyorum. Bakın, 12 Haziran tarihinde gerçekleştirmek istediğimiz etkinlik nedeniyle 15 Haziran tarihinde İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı soruşturmayla ilgili görevsizlik kararı veriyor, 14-15 Haziran tarihinde. Aynı gün, Cumhurbaşkanı doğrudan hedef gösteriyor, "Biz bunu kabul edemeyiz, hemen bununla ilgili fezleke Meclise gelmelidir." diyor. Cumhurbaşkanı doğrudan emir veriyor. Şimdi, ben orada da söyledim; yasamanın, yürütmenin, yargının bağımsız olmadığının, tek bir merkezden yönetildiğinin en açık kanıtı, en açık örneğidir. 16 Haziran tarihinde dosya Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına geliyor, 16 Haziranda. 16 Haziran günü Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı bununla ilgili takipsizlik kararı veriyor 16 Haziran. Aynı gün dosyayı Adalet Bakanlığına gönderiyor, fezlekeyi. Adalet Bakanlığı aynı gün, 16 Haziran 2022 günü bu fezlekeyi bir üst yazıyla Cumhurbaşkanlığına gönderiyor, aynı gün. 16 Haziran 2022 günü, aynı gün Cumhurbaşkanı bu fezlekeyi Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına gönderiyor, aynı gün. 16 Haziran günü, yine aynı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığı bu fezlekeyi Karma Komisyona gönderiyor. Yine aynı gün, Türkiye Büyük Millet Meclisinden Karma Komisyona gelen bu fezleke üzerine biz toplantıya çağrılıyoruz. Şimdi, burada hiç kimse "Yasama bağımsız davranıyor." diyebilir mi, "Yargı bağımsız davranıyor." diyebilir mi, "Tek bir merkezden yönetilmiyor." diyebilir mi? Çok açık biçimde tek bir merkezden âdeta düğmeye basılır gibi Türkiye'deki bütün kurumlar harekete geçiyor, neden? Salihe Aydeniz bir polis memuruna müdahale etmiş, o yüzden dokunulmazlığı kaldırılsın diye. O gün, o esnada, Salihe Aydeniz kolluk görevlilerinin kalkanlarıyla yere serildi, yerde sürüklendi, tek biriniz, Türkiye Büyük Millet Meclisinin tek bir üyesi Salihe Aydeniz'e yapılan bu haksızlık karşısında sesini yükseltti mi? Yükseltmedi. Ama biz HDP olarak ne dedik o gün? Grup Başkan Vekillerimiz çıktı, Salihe Aydeniz'in güvenlik görevlilerine yaptığı bu müdahaleyi doğru bulmadığını söyledi. Adalet mi arıyorsunuz? İşte, adalet o sıralarda. Biz, gerçekten vicdanımızla ve nesnel kararlar veriyoruz, sizin gibi bunu bir fırsata çevirip bir milletvekilinin dokunulmazlığının kaldırılması için kullanmıyoruz, bu çok açık bir durum.
Sürem çok az, son olarak şunu söyleyeyim: Bakın, bizimle ilgili hani yüzlerce fezleke geliyor ya, şimdi birileri sanıyor ki acaba bizler ne tür işler yapıyoruz? İşte, basın açıklaması yapmak için bir araya geliyoruz, herhangi bir konuda kamuoyu oluşturmak için bir araya geliyoruz. Valilikleriniz, kaymakamlıklarınız, İçişleri Bakanlığınız yapmak istediğimiz her etkinlikten önce yasaklama kararı aldığı için o güvenlik görevlilerini, yüzlerce, binlerce güvenlik görevlisini etrafımıza sarıyor, bizi kuşatma altına alıyor ve böylece biz yasak bir iş yapmış göstericiler olarak gündeme geliyoruz, öyle mi? Anayasal bir hakkımızı kullanıyoruz, Anayasa hükmü çok açık.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Bitiriyorum Sayın Başkan.
Anayasa 34'e göre, herkes, önceden izin almaksızın -izne tabi değil, tek bir koşul var- silahsız ve saldırısız olmak koşuluyla toplantı ve gösteri yürüyüşü yapabilir. Dolayısıyla, gösteri yapmak için, toplantı yapmak için, basın açıklaması yapmak için hiç kimsenin bir validen, bir kaymakamdan, bir mülki amirden, İçişleri Bakanlığından izin alması gerekmiyor. Tek bir sınırlama var, silahsız ve saldırısız olacak. Her bir milletvekilimiz yaptığı, katıldığı bu etkinliklerde sadece söz kuruyor. Elinde bırakın silahı, bir tane taş bile yok ama siz "Yasak eylemler yapıyorsunuz." diye "Yasak eylemler düzenliyorsunuz, katılıyorsunuz." diye her bir milletvekilimiz hakkında onlarca fezleke hazırlıyorsunuz. Yaptıklarımızın içeriklerine katılmıyor olabilirsiniz ama her yerde söylüyoruz, Mecliste ne söylediysek o açıklamalarda onu söylüyoruz. O açıklamalarda ne söylediysek halkın içerisine gittiğimizde de onu söylüyoruz. Tecride mi karşı çıkıyoruz? Burada da tecride karşı çıkıyoruz, basın açıklamasında da karşı çıkıyoruz, sokakta da karşı çıkıyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
MEHMET RUŞTU TİRYAKİ (Devamla) - Bu kadar açık ve net diyorum.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)