GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:5
Birleşim:110
Tarih:30.06.2022

HDP GRUBU ADINA İMAM TAŞÇIER (Diyarbakır) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Askeri Ceza Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin birinci bölümü üzerinde söz almış bulunmaktayım. Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Demokratik, katılımcı ve etkin kamu yönetiminin oluşturulması, kamu kurumlarının ve yöneticilerinin kullandıkları yetki ve kaynakların hesabını verebilmesinden geçer. Savunma harcamaları alanında hesap veren kamu yönetiminin diğer alanlarda hesap vermeye daha yatkın olabileceği kabul edilir. Bu nedenle, bu harcamaların bağımsız kuruluşlarca denetlenmesi ve sonuçlarının kamuoyuna açıklanması kamu yönetiminde aranan "hesap verebilirlik" açısından büyük önem taşımaktadır.

İktidarın getirdiği bütün yasa tekliflerinde olduğu gibi bu yasa teklifinde de... Komisyonlara gelir, noktasına virgülüne dokunulmadan bu yasa teklifleri komisyonlardan Meclise gelir, Mecliste de onaylanır. Ki biz çok itiraz ettik 72 yaşla ilgili bölümde; Genelkurmay Başkanının görev süresinin 67 yaşından 72 yaşına çıkarılması tasarrufunun Cumhurbaşkanında olmasının "eşitlik" ilkesine aykırı olacağı, şimdiden sonra da bu tür eşitsizliklerin önünü açacağı şeklinde itiraz etmemize rağmen yine noktası, virgülü değişmeden, "eşitlik" ilkesi dikkate alınmadan bu kanun teklifi Komisyondan geçti ve şimdi de Genel Kurulda; biraz sonra oylamaya geçilecek. Aynı zamanda, bu, hiyerarşiye ve de "eşitlik" ilkesinin eşitsizliğine yol açacağından kaynaklı olarak bunun tekrar çıkarılması konusunda taleplerimiz devam etmektedir.

Bunun dışında, bakaya olan 550 bin civarında vatandaşın bu bakaya durumlarını da konu alan bir madde kanun teklifinin maddeleri içinde yer alıyor fakat burada da büyük bir ayrımcılık var; parası olan ile olmayan arasında, zengin ve fakir arasında askerlik hizmetinde de bu ayrım yapılıyor. Bu da parası olmayan vatandaşlara haksızlık ve bence, beraberinde anayasal bir sıkıntı doğurur. Zaten bakaya olan ya da askere gitmeyenlerin büyük bir kısmı gençtir, bu gençlerin de çalışmaya ihtiyacı var. Belki, şimdiye kadar gitmemeleri zorla iş bulmaları ya da işini kaybetmek istememeleri açısındandır. Bununla ilgili de önlemleri alabilmemiz için... Aslında Askeralma Kanunu'nda geçen sene yine değişiklik yapıldı, bu değişiklik yani önereceğim değişiklik o zaman olmamıştı. Bence, partimizin düşüncesinde şu var: Askere gitme gönüllülük temelinde olmalı. Yurttaş, vatandaş eğer askere gitmek istemiyorsa kamu hizmetinin herhangi bir yerinde çalışarak hem üretime katkısı olmalı hem de... Böylece askerlik görevini kamu kurumlarının birinde yapmış olması açısından da verimlilik olur diye düşünüyoruz ve işinden de bu sefer olmamış olur, bu şekilde de bakaya ve benzeri durumlara da düşülmemiş olur düşüncesi bizde var.

İktidarların kendi iktidarlarını sonsuza kadar sürdürebilmeleri için iç ve dış karışıklıklardan yararlanarak sürdürdüğü anlaşmazlık ve çatışma hâli, vatandaşların ekonomik ve toplumsal yaşamı üzerinde çarpan etkisi yaparak vatandaşların yaşamını direkt olarak etkilemektedir. Bunu AKP iktidarı döneminde zaten görüyoruz ama Türkiye'de çok uzağa gitmeden son kırk yılda güvenlikçi politikalarla iktidarlar nereye kadar gelmiş onu bir şekilde anlatmaya çalışacağım.

12 Eylül 1980'de askerî darbe yapıldıktan sonra çatışma durumu, çatışmayı körükleme, ayrıştırma durumu daha da yukarılara çıkarak Kürtler üzerinde baskı durumuna gelmiş, Kürtler cezaevine alınmış, işkencelere maruz kalmış, idamlar olmuş, cezaevlerinde yine ölümler olmuş; buna rağmen "Kürt sorununu çözerim, bastırırım." anlamında -tırnak içinde "Çözerim." "Yok ederim." anlamında- uygulamaları bir türlü olmamış, hesap tutmamış. Sonra 12 Eylül yönetimi, faşist iktidarı görevden çekilmiş, yerine gelen iktidarlarla ise onu aratır duruma gelen uygulamalarla karşı karşıya kalınmıştır. 1990'lı yıllarda -hepimiz hatırlarız- özellikle 91-97 yılları arası faili meçhuller, 17.500 faili meçhul olmuş, 17.500 Kürt vatandaş katledilmiş. Bu yetmemiş, paramiliter güçler oluşturulmuş bu olayları yapması için, geliştirmesi açısından; işte JİTEM ve benzerleri, bunlar da sonrasında yargı önüne çıkmışlardır. Bu da yetmemiş, köyler yakılmış, yıkılmış. 4 bin tane köy boşaltılmış, Kürt köyü, Kürtlerin yaşadığı köyler boşaltılmış, insanları batıya sürülmüş; ekonomik düzeyleri bozulmuş, refah düzeyleri bozulmuş, insanlar köylerinden koparak bir şekilde gittiği yeni şehir yaşamına ayak uyduramamış, fakirlik ve sefaletle yaşamışlardır. Bu da yetmemiş, 4 milyon insan yerinden yurdundan edilmiş. Bunu nereden biliyoruz, nereden anlıyoruz? AKP iktidarı 2002 yılında iktidara geldikten sonra bu köylülere, zorla evi yakılan, köyü yakılan vatandaşlara tazminatlar ödemiş, onların köye geri dönüşü konusunda da projeler geliştirilmiş ve köylere geri dönmesi konusu teşvik edilmiş. Neden? Çünkü ekonomi batmış. Bugün tarım ve hayvancılık kürdistan coğrafyasında ölmüş ve isteyerek yok edilmiş, insanlar yaylaya çıkamıyor. Yayla yasakları başlamış, 1990'lı yıllardan bugüne kadar, 2022 yılına kadar hâlâ yayla yasakları devam etmekte, bununla da ekonomi büyük bir zarar görmüştür ve insanlar yine açlığa, sefalete mahkûm edilmiştir. Yine bu güvenlikçi politikaların devam etmesinden kaynaklı olarak 1994 krizi oluşmuş ve 2001 krizleri meydana gelmiş, ülke yönetilemez hâle gelmiştir. Yine, bu güvenlikçi politikalardan hareketle, Kürt meselesinin çözülmemesinden kaynaklı krizler bugün de baş göstermeye başladı. 2015 yılından bu yana Kürt meselesinde atılan yeni yeni adımlar yani olumsuz anlamda, çözmeme konusunda atılan adımlar; bugün Türkiye yine bunun zararını görüyor, ülke yönetilemez bir durumda, yeni bir ekonomik krizle karşı karşıya. Yani böyle, 24 Ocak 1980 Kararlarının, yine, 1994 ekonomik krizinin, 2001 ekonomik krizinin, işte, 2020, 2021, 2022 ekonomik krizlerinin hepsi temelinde, aslında, Kürt meselesinin çözülmemesinden, Kürt meselesine güvenlikçi politikalarla yaklaşımdan kaynaklıdır. Kürt meselesi çözülmüş olsaydı Türkiye'ye demokrasi gelir ve bu sorunları tartışmamış olurduk.

Bunun en basit bir örneğini şöyle verebiliriz: 2002 yılında iktidara gelen AKP "Ben Avrupa Birliğine girerim." "Kürt meselesini çözerim." "Demokrasiyi getiririm." söylemleriyle iktidara gelmiş, 2005 yılında Erdoğan Diyarbakır'da "Kürt meselesi benim meselemdir, çözerim ve bu meseleyi çözmeden ülkeye demokrasi gelmez." sözleriyle hareket etmiş ama 2015'te geldiğimiz süreç çok farklı bir süreç. Yine, 2013 ile 2015 arasında Türkiye'de nispi olsa da bir demokrasinin, bir rahatlamanın var olduğunu görüyoruz. Ama bugün yine, Erdoğan bir merminin kaç lira olduğunu söyler duruma gelmiş "Siz bunun maliyeti biliyor musunuz?" Eğer bir merminin maliyeti çok yüksekse neden bu savaşın ya da güvenlikçi politikaların hâlen devam ettiği konusu da kendisine sorulabilir.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Buyurun.

İMAM TAŞÇIER (Devamla) - Yine "Kürt meselesini ben çözdüm." diyor yani çıkıyor televizyonlara "Ben çözdüm." diyor. Bazen Kürt vekiller de "Evet, Kürt meselesi çözüldü." diyor çünkü niye? "'Kürt' sözcüğü kullanılabiliyor." diyor. Ben şu anda şu kürsüde 2 kelime Kürtçe konuşursam Başkan beni uyarır "Kürtçe konuşmayın." der. Bu nasıl çözüm? 25-30 milyon Kürt Türkiye'de yaşamaktadır, ana dilleriyle eğitim alamamaktadırlar. "Ana dili ana sütü kadar haktır." diyen, yine aynı zamanda bu iktidarın başı Erdoğan, bugün, ana dille yapılan eğitimleri de ortadan kaldırmıştır. Bunun için, bir an önce yasal ve anayasal süreçlerin işlemesi, ilgili kanunların değiştirilmesi ve ana dille eğitimin sağlanması gerekmektedir. Yine Kürtlerin kendi kendilerini yönetmeleri konusunda baskıların olduğu görüyoruz. İşte, kayyumların atanması...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

İMAM TAŞÇIER (Devamla) - ...seçilmiş bir iradeyi, halkın, Kürt halkının seçilmiş iradesini kayyum atayarak yok saymasıdır. Bunun için yasal ve anayasal düzenleme yapılması gerekir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)