| Konu: | Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 2 |
| Tarih: | 04.10.2022 |
HDP GRUBU ADINA TAYİP TEMEL (Van) - Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Değerli arkadaşlar, Basın Yasası'nı ve basın özgürlüğünü tartıştığımız bugün, hakikatin izini sürmekten hiçbir zaman vazgeçmemiş Gazeteci Nagihan Akarsel Süleymaniye'de evinin önünde silahlı saldırı sonucu yaşamını yitirdi. Kadın hakikati ve kadın haberciliğinde, ömrünü bu mücadeleye adayan Akarsel, kadın akademilerinde ders veren bir akademisyen idi. Kadın özgürlük mücadelesi için yıllarca çalıştı, yazdı, öğretti. Orta Doğu'da insanlık düşmanı, karanlık IŞİD ordusu gibi bir zihniyet karşısında kadınlarla ilişki geliştirdi, ittifaklar için mücadele etti. Orta Doğu kadınlarının mücadelesiyle bu toprakların özgürleşeceğine inandı, bu uğurda dünya kadın mücadelesinin bir parçası oldu. Bugün dünyanın her yerinde, İran'da, Avrupa'da, Latin Amerika'da, Asya'da kadınların attığı "..."(*) sloganının hayata geçirilmesi için yaşadı, mücadele etti. Nagihan, hakikati karartmaya çalışan zihniyetlerce katledildi; katillerini lanetliyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)
İktidarın getirdiği bu yasayı, yasayı getirme gerekçesini, ihtiyaçlarını ve yasanın yaratacağı sonuçları bütünüyle elbette değerlendireceğiz. Ancak özellikle, iktidar neden böyle bir düzenlemeye ihtiyaç duyuyor, ona bakmak gereklidir. Bu düzenlemeyi getirirken hangi argümanları savunuyor? İktidar partisi bu yasayı savunurken ya da topluma sunarken dezenformasyondan, yalandan, çarpıtmadan, hakaretten, kişilik haklarından bahsediyor; toplumu nefessiz bırakmayı amaçlayan bu düzenlemeyi böyle maskeleyip sunduğunda kimsenin itiraz etmeyeceğini sanıyor. Şimdi tüm toplumun geniş kesimleri tarafından kullanılan sosyal medya mecralarını hedef alıyorlar, bunun için mecraları düşmanlaştırıyorlar. Bu, yeni bir durum değil kuşkusuz. İktidarın dikensiz gül bahçesi yaratmak için daha önce de pek çok hamlesi oldu, özellikle muhalif seslere yönelik pek çok saldırısı gerçekleşti. Baskıcı rejimin inşası sürecinde muhalif medyaya yöneldiler, "darbe" dediler, "şiddet" dediler, "manipülasyon" dediler, kendileri gibi düşünmeyen, kendilerine hizmet etmeyen, biat etmeyen, kendi politikalarına itiraz eden herkesi kriminalize ettiler, düşmanlaştırıldılar. Kimseye yaşam hakkı tanımıyorlar, topluma düşünme ve bu düşüncesini ifade etme özgürlüğünü çok görüyorlar. "Biz sizin yerinize düşünürüz, onu açıklarız; siz de söylediklerimizi tekrarlayın." diyorlar.
Bazen "Bu ülke, dünyanın en özgür ülkesidir." diyorlar ya, iktidar ve yandaşları için öyle elbette. Kendilerine ve yandaşlarına her türlü suçu işleme hakkı tanıdılar. İktidar ve yandaşlarının yolsuzluğunu, işlediği suçları, yağmalarını, halkın kaynaklarını talan etmelerini ve hatta cinayet işlemelerini bile soruşturacak tek bir savcı bırakmadılar. Evet, yasalar size ve yandaşlarınıza işlemiyor. Topluma dayattığınız kuralların sizi bağlamadığını düşünüyorsunuz, oysa yanılıyorsunuz, gerçekten büyük yanılıyorsunuz. Sizi peşinen uyarıyoruz: Bakın, muhalefete ve topluma karşı tuzak olarak düzenlediğiniz bu yasalar bir gün sizin de ayağınıza dolanır, siz de bunlardan nasibinizi alacaksınız. Bu ülkede gerçek bir adalet ve yargı sistemi kurulsun, evrensel hukuk geçerli olsun bakın bakalım kimler yapıyormuş dezenformasyonu, çarpıtmayı, bakın bakalım kimler yalan merkezleri seri üretiminin kurucusudur. Bütün bunları toplum görüyor ve tarihe not düşüyor.
Bu iktidar blokunun temel bir özelliği var arkadaşlar, muhalefete karşı neyi suçlama konusu yapıyorsa onu bir araç olarak kendi dışındaki herkese uyguluyor, dayatıyor. "Halk egemenliği" deyip darbeden bahsediyorsa bilin ki halk iradesini hiçe sayarak darbe pratiklerini geliştirecektir. Ne zaman şiddeti diline doluyorsa mutlaka topluma karşı ölçüsüz ve zalim bir şiddet uygulamasının arifesindedir. Sırf bu gerekçelerle onlarca, yüzlerce muhalif basın mecrası kapatıldı, yüzlerce gazeteci tutuklandı, internet medyasına sansür getirildi, kapatılmadık muhalif tek bir yayın ve televizyon, gazete bırakılmadı. Şimdi de bunların konuşulmasını, eleştirilmesini suç hâline getirmek istiyor iktidar. Şimdi bunların konuşulmasını engellemeye çalışıyorlar ya, hakikati engelleyebileceklerine inanıyorlar. Hakikati engellemeye hiç kimsenin gücü yetmedi, bu iktidarın da gücü yetmeyecek; özgür basını susturamayacaksınız. Bu topraklarda hakikatin peşinden koşanlar her türlü bedeli ödeyerek düşüncelerinden taviz vermedi, düşüncelerini ifade etmekten asla geri adım atmadı; bundan sonra da yürekli, özgürlüğe sevdalı gazeteciler bu uygulamaya rağmen bu yasalar karşısında geri adım atmayacaktır. (HDP sıralarından alkışlar)
Şimdi "Yalan haber." diyerek "dezenformasyon" "manipülasyon" diyerek "hakaret" diyerek toplumun son nefes borusu olan sosyal medyayı tek taraflı ve tümüyle muhaliflere kapatmayı amaçlıyorlar. Sosyal medyada ve genel olarak medyada sorunlar var mı? Elbette dağ gibi sorunlar var. Yalan haber üretiliyor mu? Elbette üretiliyor. Dezenformasyon ve manipülasyon bir yöntem hâline gelmiş mi? Elbette gelmiş. Bütün bunlar doğru ama dezenformasyonun da yalan haberin de yalan üzerine kurulmuş siyasetin de hakaretin de tek gerçek sorumlusu ve hatta tek sahibi bu iktidarın kendisidir. Sırf bu işleri yürütmek için halkın kaynaklarından beslenen trol ordusu, Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı ve ona bağlı gruplar birer dezenformasyon merkezi gibi çalıştırılıyor. Topluma hakaret etmek için örgütlendirilen bu kesimlere halkın bütçesinden çuval çuval para aktarılıyor. Siz, gerçek gazetecileri, hakikatin peşinden koşanları, sizin yalanlarınızı ve suçlarınızı ortaya çıkaranları terörist ilan edip cezaevine dolduracaksınız, insanlara kendini ifade etme hakkı tanımayacaksınız, bu ülkede yaşamalarına kendi uygulamalarınızla izin vermeyeceksiniz, onları başka yollara ısrarla yönlendireceksiniz, sonra bunları eleştirenleri de şiddetle, terörle ilişkilendireceksiniz öyle mi? Buradan açıkça söylüyorum: Bu şiddetin tek ve gerçek sorumlusu sizlersiniz. İnsanlara bu topraklarda yaşam hakkı tanımayan sizin politikalarınızdır. Düşünce ve ifade özgürlüğü engellenerek toplumu şiddete yönlendiriyorsunuz. Sanıyor musunuz ki siz baskı yöntemlerini artırdıkça toplumun itiraz hakkı tümden ortadan kalkar ve biter? Suriye rejimi kadar kendi halkına baskı uygulayan bir rejim var mıydı? Saddam kadar halkına eziyet eden ve zulmeden bir iktidar, bir diktatör var mıydı? Çok uzağa gitmeye gerek yok, İran'ı hatırlatayım: İran gibi katı bir rejim halkına zulmediyor iken bugün, bakın, o baskı ve zulüm politikaları insanların, kadınların, tüm halkın özgürlük istemlerine ve taleplerine engel değil hatta gerekçe oldu, orada toplum ölümüne bu baskılar karşısında direniyor.
Bütün bunları anlamadıysanız, dönün bugün bel bağladığınız ama tarihin çöp sepetine giden 90'lı yılların aktörlerine bakın. O dönemin iktidarının mağduru olarak iktidara geldiğinizi sürekli iddia ettiniz, belki de uygulamalardan sizler de yer yer payınızı aldınız çünkü dünün mağdurları, bugünün zalimleri ve zorbaları olabiliyor. Ne acıdır ki o günün zalimleri ve sizin şimdiki ortaklarınız, onlara bağlı çeteler 90'lı yıllarda Kürt gazetecileri, muhalif aydınları sokak ortasında katletti. Mesela, cebinde katledilecek Kürt iş adamları listesini taşıyan ve sizin gibi Kürtlere düşmanlık politikası yürüten ve bugün hâlâ ortağınız gibi gördüğünüz Tansu Çiller'in akıbetine dönün bakın. Onun döneminde hakikati yazan onlarca gazeteci katledildi ama özgür basın geleneği hakikatin peşinden koşmaya devam etti ve o katliamları yapanlar amacına ulaşmadı. Bu saldırılar ve bu baskılarla ilelebet iktidarda kalmayı düşleyen, hayal eden Çillerlerin ve 90'ların diğer karanlık aktörlerinin esamesi okunmuyor bugün. O dönemin aktörleri özgürlüğün sesini bastıracaklardı; bu amaçla, bu yolla kendi politikalarını sürdürüyorlardı. Şimdi, en fazla "Hangi marinaya çökeriz? Hangi karanlık işi çeviririz?" bunun hesabını yapan çetelere döndüler sizin sayenizde. O yüzden söylüyoruz, heveslenmeyin; o yüzden söylüyoruz, toplumu susturmaya çalışarak amacınıza ulaşamayacaksınız. Bu düzenleme, sizin tarihe, hakikate, topluma karşı açtığınız savaşın son düzenlemesi olacak. Hakikate karşı başlattığınız savaş mutlaka ve mutlaka özgürlük isteyenlerin lehine sonuçlanacak, siz kaybedeceksiniz. (HDP sıralarından alkışlar)
Bu düzenlemeyi hangi kılıfla sunarsanız sunun, hangi gerekçeyle güzellemeye çalışırsanız çalışın, tartışmasız bir şekilde bu düzenleme katı bir sansür yasasıdır. Bu düzenlemeyle öyle yalanla, manipülasyonla, dezenformasyonla, hakaretle, iftirayla mücadele edileceği iddiası kesinlikle, külliyen yalandır. Bunu siz de biliyorsunuz ama siz yalan atına bindiğiniz için inemiyorsunuz, felakete koşuyorsunuz. Yalan üzerine inşa edilen bu düzenleme olsa olsa yalanın üretimine hizmet eder, olsa olsa dezenformasyon yaratır. O yüzden bu düzenleme, iktidarın yalan, manipülasyon, iftira, hakaret yöntemlerini yasallaştırma girişimidir; iktidarın ürettiği yalanların yasallaştırılma, legalleştirilme çabasıdır. Bu düzenleme, dezenformasyonla mücadele yasası değil, hakikatle mücadele yasasıdır; gerçek gazetecilikle mücadele ve savaş yasasıdır.
Onlar "Bu ülkede kriz yok, yoksulluk yok, Kürt sorunu yok, kadınlar katledilmiyor." derken, bunun karşısında muhaliflerin "Cumhurbaşkanı sarayda yaşıyor, uçan saraya biniyor." "Halk ekmek bulamazken sarayın bir günlük harcaması 10 milyon TL." demesi suç olacak bu yasaya göre. Hatta "Kriz var." demek, "Enflasyon yüzde 100'lere ulaştı." "Dolar 20 TL'ye dayandı." demek bu yasaya göre suç olacak. Yani iktidar ne derse desin tekrarlaması isteniyor muhaliflerin. Bu düzenleme, George Orwell'in "Otoriterleşen her rejim, kendi mitlerini yaratıyor, aksi görüşlere sansür uyguluyor, hayali ve iç, dış düşmanlar üretiyordu." sözleriyle resmettiği 1984'ün AKP versiyonu olarak karşımıza çıkıyor bugün.
Bu yasal düzenlemenin maddeleri gerçekten de Abdülhamit'in uygulamalarını akla getiriyor. II. Abdülhamit de tıpkı bu yasadaki düzenlemeler gibi neredeyse her kelimeyi, her ifadeyi yasaklamaya çalışmıştı bir yasayla. Bazı yasaklı kelimeleri hatırlatmak isterim size. Abdülhamit'e göre "şüphe", "çöküş", "parlamentarizm", "psikoloji", "cumhur", "özgürlük", "demokrat", "diktatör", "sansür", "Millet Meclisi" yasaktı. Hatta daha ötesine gideyim, Abdülhamit'e göre "sakal" ve "boya" demek de yasaktı çünkü II. Abdülhamit sakallarını boyuyordu. (HDP sıralarından alkışlar) Daha ötesi var, "burun" demek yasaktı çünkü bu sözcük padişahın büyük burnunu andırıyordu. Yani II. Abdülhamit kendi iktidarı kelimelerin gölgesinden korkan bir yönetime dönüşmüştü. Şimdi karşımızdaki iktidar neredeyse bu hâle gelmiş durumda. Medyanın yüzde 95'ine el koydular arkadaşlar. Kendi gazetecilerini tetikçiye, denetimlerindeki gazeteleri sarayın bültenine dönüştürdüler. Kendi meslektaşlarını jurnalleyen bir gazetecilik türettiler ama buna rağmen hakikatle başa çıkamıyorlar bir türlü. Korkuyorlar, o yüzden bu düzenlemeyi getiriyorlar; hâlâ korkuyorlar, ellerindeki imkânların hakikat karşısında hiçbir hükmü yok çünkü. Medya palazlandıkça toplum içinde güç kaybediyorlar, yalana başvurdukça baş aşağı gidiyorlar; yine de ezberlerinden vazgeçmiyorlar. Daha fazla sansür, daha fazla yalan, daha fazla manipülasyon için bu düzenleme getiriliyor.
Bu düzenleme, sadece halkın haber alma hakkına yönelik bir saldırı değil, aynı zamanda iktidarın kendi ipini çekmesi düzenlemesidir. Bütün gazetecilik meslek örgütleri uyarıyor, "Yapmayın." diyor ama bunlar, seçimleri kazanmak için, kendi politikalarını sürdürmek için bu yasaya ihtiyaç duyuyor. Ama kaçınılmaz olandan kesinlikle kurtulamayacaklar çünkü hakikatle savaşanın sonu yenilgidir.
Bu iktidar zihniyetinin tahayyülü tekçiliktir. Meydanlarda şefleri "Tek, tek." diyerek işi en sonunda tek lidere getirdi; oradan tek partiye, şimdi tek düşünceye getirmek istiyorlar. İstiyorlar ki herkes onların borazanı olsun, istiyorlar ki herkes onların sözlerini tekrarlasın ama bu topraklar binbir renkli çiçek bahçesidir. Bu toplumu tek renge mahkûm edemeyecekler, edemeyeceksiniz. (HDP sıralarından alkışlar)
Sizin etrafınızda şakşakçılar olabilir, bütün yandaşlarınız papağana da dönüşmüş olabilir ama bu toplumu asla papağana dönüştüremeyeceksiniz. İktidarın amacı belli, yapmak istedikleri ortada ama yaptıklarının sonuçlarını, acısını hepimiz çekiyoruz. Toplumun geniş kesimlerinin de şapkasını bu yasa karşısında önüne koyması gerekiyor. Türkiye nasıl adım adım bu noktaya geldi, getirildi? Bakın, biz aylardır söylüyoruz, dilimizde tüy bitti, dedik ki: "Bu toplumda tek bir kişi bile özgür değilse hiç kimse özgür değildir." Dedik ki: "Bu toplumda tek bir kişinin hakkı, hukuku ayaklar altındaysa bu toplum haksız ve hukuksuz bırakılmış oluyor." Aylardır uyarıyoruz yasaların çiğnenmesine göz yummayın diye. "Tecride sessiz kalmayın, bunun bedelini bütün toplum ödeyecek." dedik, dinletemedik. Dedik ki: "Bu tecrit bütün toplumu kuşatıyor.", yine dinletemedik. İşte, şimdi, bu düzenlemeyle toplumun tümü neredeyse dijital bir tecride alınıyor. Her birimizin, bu ülkede yaşayan her bir ferdin kendi özgürlüğüne sahip çıkmasının yegâne yolu başkasının, diğerinin özgürlüğüne sahip çıkmaktır.
Değerli arkadaşlar, biz telkin ve eleştirilerimizi tarihe karşı sorumluluğumuzun gereği olarak burada ifade ediyoruz. Bu iktidardan bir beklentimiz yok, bu iktidarın bu yasayı demokratikleştirerek bu Meclisten çıkaracağına dair de inancımız yok. Bu düzenlemeden korkmuyoruz, halkımız cesaretle, kararlılıkla bu düzenlemeye karşı mücadelesini sürdürüyor, sürdürecek. Biz sadece göz göre göre bu ülkeye kaybettirecek adımların atılmasına engel olmaya çalışıyoruz ama elbette biliyoruz ki iktidar can havliyle bu yöntemlerini, bu uygulamalarını sürdürecek. Bu konuda kararlılığımız tamdır, halkımıza olan inancımız sonsuzdur.
Meslek kuruluşlarına, basın kuruluşlarına buradan seslenmek istiyorum: Bu yasa teklifinin Türkiye toplumuna getireceği tek şey karanlıktır, daha fazla zulümdür. Gelin, hep beraber demokrasiyi, aydınlığı, ifade özgürlüğünü savunalım. Yaşasın özgür basın. "..."(*) (HDP sıralarından alkışlar)