GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:2
Tarih:04.10.2022

CHP GRUBU ADINA AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Hepinizi saygıyla selamlıyorum efendim.

Anayasa Mahkemesi kararlarında diyor ki: "Özgürlük alanlarının sınırlarını Türkiye Büyük Millet Meclisi, Parlamento belirler." Yasalar bu nedenle vardır, yasa yapıcılar bu nedenle vardır, parlamentolar bu nedenle vardır çünkü özgürlük çok kıymetli bir şeydir, onu elinizden kaçırdığınızda onu tekrar kazanabilmek için bir Atatürk'e, bir Kuvayımilliye'ye, bir Ulusal Kurtuluş Savaşı'na ihtiyaç duyarsınız, yoksa yoktur. (CHP sıralarından alkışlar) Bakın coğrafyalar Atatürksüzlükten, Kuvayımilliyesizlikten yıkılan devletlerle dolu, paramparça olan devletlerle dolu. O zaman varlığımızda, güvenlik içinde yaşadığımız toplumlarda neye sahip çıkacağız? Özgürlüğe sahip çıkacağız. Peki, özgürlüğe sahip çıkmak ne demektir? Özgürlüğe sahip çıkmak elinde sopası olanın yanında olmak demek değildir; özgürlüğe sahip çıkmak sopanın hüküm süremeyeceği bir düzenin yanında olmak demektir. Eğer siz, milletinizi sopalarla koruyacaksanız, onu koruyamazsınız. Eğer siz, milletinizi yasaklarla koruyacaksanız, koruyamazsınız. 1933'te Mustafa Kemal, Amerika'dan bir eğitimci getirmiş, dönemin çok meşhur bir eğitimcisi; Anadolu halkının eğitilebilirliği üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi kütüphanesinde 32 sayfalık bir raporu var. Amerikalı eğitimci Anadolu'yu gezmiş, bir rapor vermiş, "Anadolu halkı eğitilemez." diyor. "Neden eğitilemez?" diye sormuşlar. "Çünkü Anadolu halkı yarı çıplak ve aç." diyor, "Yarı çıplak ve aç." O Anadolu halkının, yarı çıplak ve aç Anadolu halkının gazeteleri var, ajansı var, gazetecileri var ve Mustafa Kemal'e ağır hakaret var. Mustafa Kemal dava açmış, bir tören sırasında Mahmut Esat Bozkurt'a soruyor, "Ne oldu benim dava çocuk?" diyor, "Efendim, kaybettiniz." diyor, "Ya, öyle mi? Boynumuz kıldan ince." diyor. O günden bugüne geldiğimiz yer, o günkü ruhun hâkim olması gereken bir yerdir.

Ben anlatacaklarımın büyük bir kısmını size kendi yaşadıklarımdan hatıralarla süsleyeceğim. Bu gazetecilik nedir bir anlamanızı istiyorum. Körlerin fil tarifi gibi... Sayın Grup Başkan Vekilime göre bu gazeteciler iyi insanlar.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - Sataşma.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Oturulur, konuşulur, hoş sohbet güzel ama yani "ama" var, şimdi o "ama"yı anlatacağım size; o "ama" neye karşılık geliyor? 16 Aralık 1993, sabaha karşı saat dört buçukta telefonum çaldı, o zaman Kanal D'nin başındayım, Doğan Grubu medyasının da Genel Yayın Yönetmeniyim. Telefon çaldı, telefonu açtım; arayan, havaalanındaki Sayan Büfede gazete dağıtan çocuk. Dostuz, arkadaşız. Nasıl oluşmuş? Yıllarca gidip gelirken kitap alışverişi yapmışız, yorum yapmışız. Allah rahmet eylesin, karaciğer yetmezliğinden öldü; ailesini saygıyla selamlarım. "Ağabey, Abdullah Öcalan'ı getirdiler. Böyle, 50 metreden gördüm, sisler içinde bir uçak indi. Bir otobüse bindirdiler, galiba bir adaya götürüyorlarmış." dedi. "Bak evladım, senin söylediğin şey çok önemli bir şey. Gördün mü?" dedim, "Ağabey, gördüm." dedi. "Lan oğlum, evladım, nasıl gördün?" dedim, "Ağabey, bayağı karşımda, capcanlı gördüm." dedi. Adam Kenya'da diye biliyoruz. Bunun üzerine ben hemen kalktım; bütün arkadaşlarımı, Kanal D'deki bütün haber merkezini seferber ettim; herkes sabah o saatte evinden çıktı, haber merkezine geldi, oturdu. İki tane talimatım var: "Bir, Amerika'daki bütün arkadaşlardan derhâl bu konuyla ilgili bilgi alın; iki, Avrupa'daki bütün arkadaşları, bütün temsilcilerimizi uyandırın, bunu takip etsinler." Üç: Bana düşen ödevler var. Hemen sabah saat altıya çeyrek kala MİT Müsteşarını aradım. Allah rahmet eylesin, çok iyi bir eşi vardı; hanımefendi açtı telefonu, dedi ki: "Şu an banyoda yani veremem telefona." "Peki, sonra beni arasın lütfen." dedim. Saat yedi buçukta beni kendisi aradı. Dedim ki: "Efendim, Abdullah Öcalan'ın Türkiye'ye getirildiğine dair bir bilgi var, bu bilgiyi sizden teyit etmek istiyorum." "Türkiye'de 1 tane MİT var, 2 tane yok. O bir tek MİT Müsteşarı olarak söylüyorum ki Abdullah Öcalan Türkiye'de değil." dedi. "Peki, teşekkür ederim." dedim, kapattım ama içim içimi yiyor. Çocuğu aradım tekrar, "Gördün mü gözünle?" dedim, "Gördüm gözümle Ağabey." dedi. "Peki." dedim. Güvenlik kaynaklarını aradım. "Yok." diyorlar. Saatin olgunlaşmasını bekledim, rahmetli Cumhurbaşkanımız, o dönemki Cumhurbaşkanımız Sayın Süleyman Demirel'i aradım, "Toplantıda." dediler. Sayın Başbakan Bülent Ecevit'i aradım, Rahşan Hanım çıktı, "Bülent Bey şu anda bir görüşmede." dedi. Bülent Bey'in bir görüşmede olduğu benim için yüzde 45 olguyu doğruladı ama bilgi yok, bir kaynaktan bilgi alamıyorum. Bunun üzerine Amerika'daki Kozluklu arkadaşımı ben aradım. "Fuat bir şey var mı, ne oluyor, böyle bir bilgiye sahip miyiz?" Bir iki saat içerisinde -yolda geliyorum bu sırada- Amerika'daki arkadaşım "Kenya'da bir operasyon olmuş." dedi. Bunun üzerine inisiyatifi aldım ve "Girin arkadaş haberi Abdullah Öcalan Türkiye'de." dedim, sabah saat dokuza çeyrek vardı. O gün herkes o saate kadar, Sayın Başbakan basın toplantısı yapana kadar herkes beni yalanladı, Türkiye'de herkes "Yalan bu haber." dedi, haber doğru çıktı. Abdullah Öcalan Türkiye'deydi. Ben bunu Abdullah Öcalan'ın nasıl yakalandığını "Operasyon" diye bir kitap hâline getirdim. Abdullah Öcalan'ın kendisine de avukatları aracılığıyla ulaştım "Nasıl yakalandığını sordum?" 34 sayfadan oluşan bir bilgi notu gönderdi, ben de o bilgi notunu "Operasyon" kitabının giriş kısmına koydum. Bu yazarlık faaliyetimden dolayı Ergenekon terör örgütünden içeri alındığımda, altı yıllık mahpusluğum süresince PKK'yı yöneten 16 Ergenekoncudan 1'i olarak yargılandım. Bana denildi ki: "Savunma yapacak mısın?" "Hayır, savunma yapmayacağım." dedim. "Niye yapmayacaksın?" denildi. "Bak, Abdullah Öcalan'la görüşüyormuşsun, avukatlarla Asrın Hukuk Bürosu'nda senin görüşmelerine dair notlar çıktı." "PKK buna çok güler. O yüzden savunma yapmayacağım." dedim. O yargılamanın sonunda bir haberi doğrulatmak, bir entelektüel faaliyet, bir kitap yazmak, bir olguyu anlatmak konusunda bu ülkede geldiğimiz nokta... Mersin'de polisevimize saldırı gerçekleşti, hain, alçakça bir saldırı ve o saldırıda bir polisimiz şehit düştü; Allah rahmet eylesin, saygıyla sevgiyle anıyorum. Bir terörist öldürüldü. Ne oldu terörist öldürülünce? Terörist Cumhuriyet Halk Partili oldu. Kim söylüyor? Taksici söylemiş, taksici öyle beyan etmiş. Kim söylüyor bunu? İçişleri Bakanı söylüyor. Peki, arkadaşlar, haberi yapan, doğrulamaya çalışan kim? Dezenformasyonun kaynağı kim? Bu yasa çıktığında dezenformasyon yaptığı için İçişleri Bakanına, İçişleri Bakanını yanıltan, o terörist konusunda yanlış bilgi veren memurlara, kamu görevlilerine ne yapacağız? Var mı yasada hükmü, var mı? Peki, böyle adalet olur mu, böyle düzen olur mu? (CHP sıralarından alkışlar)

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Hiçbir alakası yok.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Arkadaşlar, çürüyen her şey düşer demiştim, bu düzen düşmüştür.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Anlattığınız şeyin bu yasayla alakası yok.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - 29'uncu madde burada çok tartışılan bir konu, dezenformasyon... Maraş olayları, 1979... Hürriyet gazetesinin Ankara temsilcisi Cüneyt Arcayürek Maraş'a gidiyor -arşivlerden bakabilirsiniz- "Maraş kaynıyor, düdüklü tencere gibi patlayacak." diyor. İktidarda Cumhuriyet Halk Partisi var, rahmetli Başkanımız Bülent Ecevit. Bülent Ecevit Bey bu yazıyı okuyunca Cüneyt Arcayürek'i arıyor, durumu öğreniyor. Sayın Cumhurbaşkanı Korutürk gazeteciyi Köşke çağırıyor, Çankaya Köşkü'ne çıkıyor gazeteci, bilgi veriyor. Bülent Bey'i Cumhurbaşkanı çağırıyor "Ya, nedir bu gazetecinin yazdığı?" diyor. "Efendim, sıkıyönetim var, sıkıyönetim komutanımızla görüştüm, Maraş'ta bir şey yok." diyor, "Maraş'ta hiçbir şey olmayacak." diyor. 1979 yılında, Cüneyt Arcayürek oradan geldikten sonra, Maraş'ta bizim utancımızın en büyüklerinden biri oldu, bir gazeteciyi dinlemediğiniz için oldu. Şimdi, siz o gazeteciyi susturmak istiyorsunuz. Dezenformasyon mu haber? Hayır, değil, tarih o gazeteciyi haklı çıkardı.

Size başka bir örnek vereyim: Domuzlar Körfezi. Kennedy çıkarma yapacak; CIA büyük tantanalarla çıkarma raporları hazırlamış, her şey hazır, gidilecek, Castro alınacak, bütün devrimciler yakalanacak, hapse atılacak, mahkûm edilecek.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Tuncay Bey bizi dinlememiş, belli yani.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Ben size çok saygı duyuyorum, çok derinden dinledim. Size yeminle söylüyorum, aileniz size karşı çıkar bu yasa nedeniyle; yapmayın, aileniz size karşı çıkar. (CHP sıralarından alkışlar) Sizi çok seviyorum, size hürmetim sonsuz.

Domuzlar Körfezi Çıkarması'nı Times gazetesinin muhabiri öğreniyor ve bir yazı kaleme alıyor "Sakın çıkarma yapmayın. Çıkarma yapacağınız yer bataklık, kullanacağınız adamlar amatör, bunu yapmayın." diye bir yazı kaleme alıyor savunma muhabiri. Kennedy, CIA'in baskısıyla, o gazetecinin yazısını yayınlatmıyor. Domuzlar Körfezi Çıkarması Amerika'nın en büyük utanç vesikasıdır. Gazeteciyi çağırıyor, özür diliyor. O günden sonra -öldürülmesinde bunun çok büyük payı vardır- CIA'i bir daha kabul etmiyor, asla görüşmüyor CIA'le.

Şimdi, siz bu yasayla Millî İstihbarat Teşkilatına, buraya bir MİT mensubu girse, buradaki 600 milletvekilini katletse onun haberini yaptırmama yetkisi veriyorsunuz. Neden? Neden böyle bir yetki? Dünyanın hangi ülkesinde var bu yetki? Hangi ülkesinde var bu yetki? Niye bir MİT mensubuna bu yetkiyi veriyorsunuz? Böyle bir şey olur mu? Bunun karşılığında siz ne alacaksınız, ne vereceksiniz? Girdi içeriye, hepimizi öldürdü, gitti; hakkında haber yapamazsınız bu yasa çıktığı andan itibaren. Neden? "Neden?" sorusunu soruyorum? 29'uncu madde... 29'uncu madde şu maddelerin birleşiminden oluşuyor: Gazeteciye diyeceksiniz ki: Hakaret (125), halk arasında korku, panik (213), suç işlemeye tahrik (214), suçu ve suçluyu övme (215), halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama (216), kanunlara uymamaya tahrik (217), halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma (217/A) -burada uyduruyoruz bunu, kataloğa sokacağız, bununla suçladığımız kişiyi cezaevinde hep tutuklu yargılayacağız- Cumhurbaşkanına hakaret (299), devletin egemenlik alametlerini aşağılama (300), Türk milletini, Türkiye Cumhuriyeti devletini, devletin kurum ve organlarını aşağılama (301), silahlı örgüt (314), halkı askerlikten soğutma (318), Terörle Mücadele Kanunu'nun 6'ncı maddesinin ikinci ve dördüncü fıkrası... Yalçın Küçük'ün kulaklarını çınlatayım, hocam böyle durumlarda derdi ki cezaevinde bize: Kardeş ne anlattın sen? Ölmüşüz de haberimiz yok. Bu ne hâldir ya? (CHP sıralarından alkışlar) Vah, vah, vah! Ne yapmış adam ya! Ne büyük suç işlemiş ya! Allah Allah! Bu "gazeteci" dediğiniz yaratık canavar olmuş! Bir karanlık yaratıyorsunuz, içine "gazeteci" diye bir canavar koyuyorsunuz; o canavar değil ama o karanlık sizi yutar, o karanlık sizi yutar, yapmayın bunu, bunu yapmayın. (CHP sıralarından alkışlar)

Maddeyi okuyayım size, meşhur 29'uncu maddeyi okuyorum: "Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığıyla ilgili gerçeğe aykırı..." "İşlenemez suç." diyor arkadaşlar. İşlenemez suçsa koymayalım, niye koyuyoruz işlenemez suçu buraya?

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Evet, işlenir, işlenir.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Bir marka diğer markaya karşı...

Hukuk bilgisine çok hürmet ettiğim için beyefendinin, ayrıca dostum olduğu için Sayın Yıldız'ın söylediğine aynen katılıyorum. Arkadaşlar, işlenemez suçsa biz bunu bu maddeye niye koyuyoruz ya? Ne işi var bunun burada? Nedir o?

ALİ FAZIL KASAP (Kütahya) - Saray istedi, saray!

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Arkadaşlar, markaların, insanların...

HÜSEYİN YAYMAN (Hatay) - Demokrasiyi korumak için olabilir mi?

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Demokrasi böyle korunamaz efendim, sopalı korunamaz demokrasi. Demokrasiyi özgürlükle korursunuz, demokrasiyi cumhuriyeti yüceltmekle korursunuz, halkı yüceltmekle korursunuz. (CHP sıralarından alkışlar)

ENGİN ÖZKOÇ (Sakarya) - Adaletle.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Efendim, her gün yazı çıkıyor bir yerde -ben içki kullanmıyorum, hiç kullanmadım, sağlığım da elverişli değil "Alkolik Tuncay." Şimdi, ben bunun videosunu kesip koyacağım ya: "Alkolik bu." "Kaç şişeden sonra bu kafaya geliyorsun?" Özgürlük şişeyle gelinen bir yer olsaydı ohoo, biz aşmıştık oraları. Özgürlük mücadeleyle geliyor. Arkadaşlar, elinizdeki gücü oligarşiye teslim etmeyin, bürokratik oligarşiye, İletişim Başkanlığına, Basın İlan Kurumuna vermeyin. (CHP sıralarından alkışlar) Basın İlan Kurumu Başkanı Türkiye'de 11 toplantı yaptı. Yaz tatilinde çalıştı Basın İlan Kurumu. Biz kandırmışız herkesi, biz bütün akılları çelmişiz, parayı engellemişiz arkadaşlar yani buradan oraya gidecek para varmış da... Binalarını satarak yaşamaya çalışan bir kurum, gazeteci değiller, basın kartlarını babalarının malı gibi gazeteci olmayan kişilere dağıtıyorlar, herkese veriyorlar, çaycıya, çorbacıya veriyorlar. Allah'tan kavga ettik de İletişim Başkan Yardımcısı falan devreye girdi de orada bekleyen 1.200 kartı serbest bıraktılar.

Basın İlan Kurumu Başkanı ne diyor biliyor musunuz: "Bu yasa, köprüden önceki son çıkıştır ha! Kafanıza vururum ha!" diyor. Ne yaptı biliyor musunuz? İzmir Gazeteciler Derneğine 1 milyon, Konya Gazeteciler Federasyonuna 1,5 milyon, Bursa Gazeteciler Federasyonuna 1 milyon; cezaları yağdırdılar. Cezalar nerede bekliyor? Yönetim Kurulunun kararını bekliyor. Yönetim Kurulu kim? Oligarşi... Oligarşi... Kahrolsun oligarşi! Kahrolsun oligarşi! Yaşasın özgürlük! Yaşasın demokrasi! (CHP sıralarından alkışlar)

FETİ YILDIZ (İstanbul) - 4 bin gazete yerine 250 çıkarırsan o cezayı alırsın.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Bana hiç kimse devletin oligarşiyle ayakta tutulacağını anlatamaz. Benden daha çok...

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Naylon gazetecileri savunma.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Bu konuşmam nedeniyle bana ceza verirler, versinler, efendim, altı yıl daha yatarım, altmış yıl daha yatarım. Bu can, özgürlüğe ve demokrasiye feda olsun! (CHP sıralarından alkışlar)

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Naylon gazetecileri savunuyorsun.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Fetullahçı yargıç bana sordu: "Alevi misin?" "Sana ne ulan!" dedim. "Sana ne!" "Alevi misin?" "Sana ne!" "Suçla ilgisi var." "Aleviliğin suçla ne ilgisi olabilir? Sünniyim ama bugünden sonra Aleviyim." dedim. "Sünniyim ama bugünden sonra Aleviyim."

TURAN AYDOĞAN (İstanbul) - Kafada sorun vardır.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Bu yasa bana soruyor: Necisin arkadaş, kardeş, nereden geliyorsun, nereye gidiyorsun, neye mensupsun? Gazetecinin mensubiyeti falan olmaz, sorumluluğu vardır, gazetecinin sorumluluğu vardır.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - 4 bin gazete çıkaracağına 250 gazete çıkaranları savunuyorsun.

RAFET ZEYBEK (Antalya) - Dinleyin! Dinleyin!

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Naylon gazeteciliği savunuyorsun.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Gazeteci devletine karşı sorumlu değildir.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Hortumlamayı savunuyorsun!

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Gazeteci partiye karşı sorumlu değildir, gazeteci halkına karşı sorumludur.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Belgelerin etrafını...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Gerçeğe bağımlıdır, gerçeğe bağlıdır. (CHP sıralarından alkışlar) Başkasını da bilmem.

15 Temmuz, FETÖ darbesi olacak, bir ay önce gazeteci arkadaş yazdı. Bunların "Tuncay Opçin" diye garip bir adamları var, bir "tweet" attı, "tweet" şöyle diyor: "Biz size 'Bizi kovalayamazsınız.' falan demedik -mealen söylüyorum- Biz size 'Bir sabaha karşı geleceğiz, sizi yataklarınızdan alacağız.' dedik." diyor. "Tweet"i okudum, arkadaşlara dedim ki: Bunlar darbe yapacaklar. Enişteden öğrenmeye ne gerek var, bir buçuk ay önce belli zaten. Bir gazeteci yazdı -enişte, taksi şoförü, Süleyman Soylu- dedi ki: "Darbe yapacaklar." Bu gazeteci hâlâ gazeteci; dinlemedi. O dezenformasyon mu oldu şimdi? Bu yasa çıksaydı adamı yargılamaya başlamıştık bile. Biz de Ergenekon'dan yargılanırken bir sanık bir gün düğmelerini yırttı, yargıca doğru fırladı "As ulan beni, as beni, as!" dedi. Adamın yanıtı ne oldu biliyor musunuz? "Vallahi Ceza'da yeri yok, kanunda yeri olsa seni niye asmayayım? Ben de çok istiyorum ama kanuna koymamışlar." dedi.

(CHP ve HDP sıralarından gülüşmeler) Bir gün o yargıç döndü bana dedi ki... "Anayasa'ya aykırı, ya, bana bu sorduğun soruyu soramazsın. Sen bana nasıl sorarsın 'Alevi misin?' diye." dedim. "Vallahi Anayasa'nın o maddesini biz aykırı buluyoruz ama." dedi. Lan sen kimsin! Basın İlan Kurumu, sen kimsin arkadaş! Dışarı çıktın diye bunları sakladım, geldin, söylüyorum: Sen kimsin arkadaş! Sen Parlamentonun iradesini, oligarşik, bürokratik tutumunla nasıl gider de şikâyet edersin herkese! Ne hakla gidersin de şikâyet edersin! (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar) Oligark! Keyifçi! Oligark!

SELAMİ ALTINOK (Erzurum) - Ayıp, ayıp!

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Oligark... Ayıp olan şey...

SELAMİ ALTINOK (Erzurum) - Görev yapıyor. Ayıp, ayıp! Hakaret edemezsin.

BAŞKAN - Sayın Özkan, Genel Kurula hitap edelim.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Hayır efendim.

SELAMİ ALTINOK (Erzurum) - Hakaret edemezsin! Hakaret edemezsin!

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Hakaret burada, vereyim, okuyun, hakaret burada.

SELAMİ ALTINOK (Erzurum) - Burada görev yaptı. Ayıptır ya!

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Sizin iradenize söylüyor, size; bana söylemiyor, size söylüyor.

SELAMİ ALTINOK (Erzurum) - Burada gelmiş, görevini yapıyor.

BAŞKAN - Arkadaşlar lütfen...

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Görevini yapmıyor, görevi siyaseti eleştirmek değil, Parlamentoyu eleştirmek değil, burada alınan kararları eleştirmek değil.

BAŞKAN - Sayın Özkan, Genel Kurula hitap edin lütfen.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Onun görevi Parlamentonun...

SELAMİ ALTINOK (Erzurum) - Sizin muhatabınız Parlamento kardeşim.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Siz bürokrasiyi savunuyorsunuz, ben Parlamentoyu muhatap olarak kabul ediyorum.

SELAMİ ALTINOK (Erzurum) - Sizin muhatabınız o değil.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Orada oturuyor, orada oturuyor.

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

SELAMİ ALTINOK (Erzurum) - O, orada bilgi vermek için oturuyor.

BAŞKAN - Arkadaşlar, müsaade edin.

MAHİR ÜNAL (Kahramanmaraş) - Cevap hakkı olmayan bir bürokrata bu tavrınız doğru değildir.

BAŞKAN - Evet, sözlerinizi tamamlayın Sayın Özkan.

Süreniz bitti. Son bir dakika.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Peki, bir dakika içinde topluyorum.

Bir de gülerek bitirelim. İzmir'de seçim çalışması yapıyoruz. Vatandaşımızın biri "Mustafa Ağabey, nasılsın?" dedi. Balbay'la beni sürekli karıştırıyorlar, Ergenekon davasının yarattığı bir doğal sonuç. Benim de o gün iyi sıhhatte olsunlarım yerinde herhâlde, dedim ki: Ya, arkadaş, ben Mustafa Balbay değilim. Genelde tabii, çok, canım falan der geçerim. Ben Mustafa Balbay değilim dedim. On dakika sürdü tartışmamız ve bana "Mustafa Ağabey, böyle davranırsan küserim." dedi ve gözünden yaş geliyor. Kendisine sarıldım, dedim ki: Şaka yapıyorum arkadaş, şaka yapıyorum, ben Mustafa Balbay'ım. Bu yasanın bir şaka olduğuna inanmak istiyorum. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar) Özgürlük sadece benim sorunum değil, özgürlük hepimizin sorunu. Bizden geriye sadece saygı kalacak, bizden geriye sadece saygı kalacak; yaşam saygıdan daha uzun süren bir şey değildir, saygı yaşamdan daha uzun süren bir şeydir.

FETİ YILDIZ (İstanbul) - Nezaket!

AHMET TUNCAY ÖZKAN (Devamla) - Hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)

BAŞKAN - Teşekkür ettim Sayın Özkan.

Gruplar adına söz talepleri karşılanmıştır.

Şimdi, şahıslar adına ilk söz Sayın Onursal Adıgüzel'in.

AHMET TUNCAY ÖZKAN (İzmir) - Efendim, Maraş katliamını "1979" diye yanlış söyledim, "1978" diye tutanaklarda düzeltilsin.