| Konu: | Cumhurbaşkanlığının, Katar Devleti Hükümeti Tarafından Talep Edilen Desteği Sağlamak ve Dünya Kupası Kalkanı Harekatına İştirak Etmek Üzere Hudut, Şümul, Miktar ve Zamanı Cumhurbaşkanınca Takdir ve Tayin Olunacak Şekilde Türk Silahlı Kuvvetlerinin Katar Devleti Sınırları İçerisinde ve Katar Devleti Karasuları ile Mücavir Bölgelerinde Görevlendirilmesi ve Bu Kuvvetlerin Cumhurbaşkanının Belirleyeceği Esaslara Göre Kullanılması ile Risk ve Tehditlerin Giderilmesi İçin Her Türlü Tedbirin Alınması ve Bunlara İmkan Sağlayacak Düzenlemelerin Cumhurbaşkanı Tarafından Belirlenecek Esaslara Göre Yapılması İçin Anayasa'nın 92'nci Maddesi Uyarınca Altı Ay Süreyle İzin Verilmesine Dair Tezkeresi (3/2077) münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 3 |
| Tarih: | 05.10.2022 |
HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli milletvekilleri, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
2022'de yapılacak FIFA Dünya Kupası organizasyonunun güvenliği için Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının Katar'a gönderilmesine dair, fezlekeye dair partim HDP adına söz almış bulunuyorum.
Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim: Zaten bu tezkereye dair bizim parti olarak bir şerhimiz var. Bu tezkereye çok güçlü bir şekilde hayır diyeceğiz, gerekçelerini birazdan açıklayacağım.
Katar-Türkiye arasındaki -tırnak içerisinde- aşka dair düşüncelerimi ifade etmeden önce iki konuya dikkatinizi çekmek istiyorum.
Birincisi, 13 Eylül tarihinde İran'da Jina Mahsa Amini -bir Kürt kadın- başörtüsünü yanlış taktığı için İran ahlak polisi tarafından gözaltına alınıp işkenceyle katledildi ve onun akabinde olaylar var, protestolar var; İran'ın genelinde var. Sadece Kürtler değil, Azeriler sokaklarda, Farslar sokaklarda, Beluçlar sokaklarda, herkes sokaklarda ve İran'daki otoriter yönetime karşı tavırlarını ortaya koyuyorlar kadınlar özellikle. Halkların Demokratik Partisi adına Jina'ya Allah'tan rahmet diliyoruz; buradan oraya, yoldaşlarına dayanışma duygularımızı iletiyoruz. Türkiye'de yaşayan herkesi de komşu ülke olan İran'daki bu yaşanan vahşete, sıkıntılara duyarlı olmaya davet ediyoruz.
Yanılıyor olabilirim, az önce başka arkadaşlara da sordum; sürekli hümaniter dış politikadan bahseden Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetinden şu ana kadar İran'a dair resmî bir açıklama, bir kınama biz duymadık. Yanlış olabiliriz, bu konuda Hükûmetin görüş açıklamasını da bekliyoruz. 130'dan fazla insan ölmüş, kadınlar orada işkenceyle öldürülüyor ama görebildiğimiz kadarıyla, dış politikada insani değerlere sürekli vurgu yapan Hükûmetin, şu ana kadar en azından kamuoyunun güçlü bir şekilde bildiği bir pozisyonu söz konusu değil.
Tabii, Kürtleri ve kadınları öldüren sadece İran devleti değil. Dün, aslen Konyalı, Konya'nın Kürtlerinden olan Nagihan Akarsel, bir Kürt kadın ve gazeteci, Süleymaniye'de, Irak'ın Süleymaniye kentinde suikastla öldürüldü. Daha önce de Süleymaniye'de suikastla öldürülen birkaç Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Kürt var; biz daha önce söyledik, Mehmet Zeki Çelebi bunlardan birisiydi, öldürülmüştü; çoluk çocuğuyla orada yaşıyordu. Kendisinin, MİT'le ilişkili olduğunu söyleyen insanlar tarafından tehdit edildiği, yazışmaları, telefon yazışmaları, bunlar açıklanmıştı. Bakın, Türkiye Cumhuriyeti devletinin nüfus cüzdanını taşıyan bir kadın Süleymaniye'de suikastla öldürülüyor ve Hükûmetten çıt yok, çıt yok. Tabii, katilinin yakalandığı söyleniyor, katili yakalanmış; bir bakalım Nagihan Akarsel'in katilinin arkasında nasıl bir rezillik, nasıl bir alçaklık çıkacak. Bu konuda da Hükûmeti, en azından... Yani neresinden bakarsanız bakın Türkiye Cumhuriyeti devletinin nüfus cüzdanını taşıyan bir kadın Süleymaniye'de öldürülüyor. Katar'a asker gönderebiliyorsunuz. Buna dair en azından iki çift laf kurabilmenizi de -tabii o pozisyonunuz varsa- bekliyoruz; bakacağız, bu ikisini de yakından takip edeceğiz.
Kıymetli arkadaşlar, hem tezkerede var hem de Hükûmet sözcüleri sıklıkla ifade ediyorlar; Türkiye ile Katar arasındaki ilişkiler düşündüğünüz kadar öyle çok köklü ilişkiler falan değil kıymetli arkadaşlar, yaşanan aşk öyle çok büyük bir aşk filan değil. Ben biraz hani hem ideolojik hem jeopolitik hem de ekonomik olarak Türkiye-Katar yakınlaşmasına dair sadece birkaç not izah edeyim size.
Şimdi, Türkiye ile Katar arasındaki ilişkiler, özellikle AK PARTİ iktidara geldikten sonra, 2002 ile 2011 arasındaki dönemde -2011, "Arap Baharı" dedikleri sürecin başladığı tarih- bazı ilişkiler var. Açıkçası ideolojik olarak Müslüman Kardeşler'e yakınlık üzerinden kısmi bir yakınlaşma söz konusu ama öyle çok da ciddi ilişkiler söz konusu değil. Fakat, Arap Baharı başladığı noktada siyasal İslamcılara hem Türkiye'nin hem de Katar'ın verdiği açık bir destek söz konusu. 2011-2013 arasında Tunus'ta, Mısır'da, Suriye'de, Yemen'de, Somali'de, birçok yerde hem Katar'ın hem Türkiye'nin çok yakın çalıştığını görüyoruz.
Şimdi, Türkiye ve Katar'ın bu kadar yakın çalışmasına karşı bir de 4'lü var, çok da öyle muteber bir 4'lü değil. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn ve Mısır; bunlar, karşı bir cephe oluşturdular. Hatırlayacaksınız, 2014 yılında bunlara "4'lü" diyorlardı; Mısır, Birleşik Arap Emirlikleri, Suudi Arabistan ve Bahreyn, "guartet" diyorlar bu 4 ülkeye. Bunlar 2014 yılında Katar'dan büyükelçiliklerini çekmişlerdi. 2017'nin -yanılmıyorsam- Haziranı olması lazım, o zaman da bu 4 ülke sınırlarını komple kapatarak Katar'la iktisadi ve diplomatik bütün ilişkilerini kesmişlerdi. Tam da o noktada, 2017'den sonra Türkiye ile Katar arasındaki ilişkilerin ivme kazandığını görüyoruz çünkü Katar körfezde iyice sıkışmış, Sünni Arap âlemi içerisinde iyice sıkışmış, güvenlik kaygısına şiddetli girmiş... Amerika'nın her ne kadar orada büyük bir üssü olsa da Amerika'nın güvenceleri yetmiyor ve açıkçası Türkiye'yi askerî olarak Katar'a davet ettiler, Türkiye de Katar'a gitti. Orada daha önce üs vardı, bunu genişlettiler, farklılaştırdılar, şu an Türk-Katar ortak üssü şeklinde çalışıyor. Kalıcı olarak orada personel var, kalıcı personel de var yani açıkçası Katar Türkiye'den koruma satın almaya çalıştı, bunu da başardı, yaptı, koruma verdi Türkiye. Bunu da niye yapıyor Katar? Katar'ın, kendi bölgesinde biraz daha otonom, daha bağımsız dış politika izlemek için güvenliğe ihtiyacı var; Amerika'dan gelen güvenlik yetmiyor "Türkiye beni koruyabilir." diyor. Türkiye şu ana kadar da korudu, çok temel olarak da Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri'nden Katar'a gelebilecek herhangi bir askerî müdahalenin bu şekilde önü alınmış oldu. Bu açıdan belki hayırlı da olabilir diyebilirsiniz yani en azından bir savaşın önüne geçmiştir.
Fakat ondan sonra ne oluyor kıymetli arkadaşlar? 2018 yılında, biliyorsunuz, Türk lirası devalüe olduğu zaman Katar'ın kısmi destekleri söz konusu olmuştu, yatırım artmaya başlamıştı. 2019'un sonuna kadar Katar'ın Türkiye'deki yatırım sermayesi 20 milyar dolar civarına ulaşmıştı. 2020'nin ortalarında, pandeminin tam ortasında, gerçekten iyice parasız kaldığımız bir dönemde Katar'la 15 milyar dolarlık bir swap anlaşması da yapılmıştı yani bir anlamda Katar kendi güvenlik işini taşere etmiş görünüyor yani "Parayı vereyim, siz beni koruyun." aslında bunu söylüyor; belki çok kaba bir tabir, biraz da provoke olsun diye söylüyorum. Kendi güvenliğini sağlayamayan bir Katar Türkiye'den destek istiyor.
Bakın, Katar şimdi bu hâliyle bir de Dünya Kupası'na ev sahipliği yapmak istiyor ama diyor ki: "Ya, ben gelecekleri koruyamıyorum." Madem gelecekleri koruyamıyorsan niye ev sahipliği yapmaya çalışıyorsun? Kime güvenerek yapıyorsun? Kimden destek istemiş? İşte, yazıyor; Amerika'dan istemiş, Fransa'dan istemiş, İngiltere'den istemiş, İtalya'dan istemiş. 22 tane Arap ülkesi var, tek bir tanesinden istememiş. Bir Türkiye'den istemiş, bir de Pakistan'dan istemiş. Çok ilginç bir durum değil mi yani? O kadar dost çevre var Orta Doğu'da, asker mi kalmamış, gitsin buraya ama gitmiyor. Dolayısıyla muhtemelen Türkiye'de bu şekilde yani sürekli Katar'ın güvenlik ihtiyacına cevap vererek ekonomik anlamda, yatırım anlamında, zor zamanlarda bir şekilde böyle... Son derece pragmatik bir ilişki. Bunun kardeşlikle, müstesna bir ilişkiyle, aşkla falan bir alakası yok; karşılıklı jeopolitik çıkarlar, karşılıklı konjonktürel çıkarlar yan yana getirilmiş bir durum.
FİKRİ IŞIK (Kocaeli) - Doğru olan da o zaten.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Evet yani böyle bir durum.
Fakat hani "yerli" "millî" diyorsunuz ya, yalnız bizim o konuda, o anlamda milliyetçi, militarist bir tarafımız yok çok şükür. Fakat ya bu neyin aklıdır gerçekten? Az önce muhalefetten de söylediler, resmen ekonomik yatırım, destek vesaire için güvenlik güçlerini buradan oraya gönderiyor yani ilişkinin temel mahiyeti bu, hoşunuza gitsin gitmesin, Katar maşallah önemli oranda güvenlik işlerini Türkiye'ye taşere etmiş durumda.
Şimdi, bu işin Katar tarafı kıymetli arkadaşlar, bir on dakika Katar'la ilgili konuştuk. Müsaadenizle, konuşmanın geri kalanında ben Türkiye'nin genel anlamda dış ilişkilerine dair birkaç düşüncemi ifade etmek istiyorum. Birkaç tane hemen böyle önemli başlıklardan girelim. Arkadaşlar, Yunanistan ve Kıbrıs meselesi biz seçimlere doğru giderken muhtemelen daha da köpürecek. Açıkçası her iki ülkede de gelecek sene seçim varken ne Türkiye ne Yunanistan bu meseleyi oturup çözebilecek bir zeminde, bir noktada değil. Her seçim öncesi yine popülist bir dalgalanma söz konusu. Sadece burası değil, karşı taraf da yapıyor, Miçotakis de sonuna kadar bunu köpürtüyor; herkes kendi milliyetçi popülist tabanlarını seçimlerden önce konsolide etmeye çalışıyor. Olan da ne oluyor? Aslında iki komşu ülke, iki komşu halk arasındaki ilişkiler, gerilimler, anlaşmazlıklar daha fazla eskale oluyor, militarize oluyor, olan durum bu. Seçimlerden sonra muhtemelen başka bir iklimin içerisine de girecek.
Kıymetli arkadaşlar, işte, Türkiye çok sıkışmış durumda her açıdan, ekonomik olarak sıkışmış yani sadece sıkışan Hükûmet değil, Hükûmet sıkışıyor ama ülkeyi yönettikleri için bütün ülke sıkışmış durumda. Seçimlere doğru gidiyoruz. Açıkçası, bu Hükûmetin Türkiye içinde ekonomiyi, toplumu yedi sekiz ayda toparlama gibi bir şansı yok yani akıl var, mantık var; borcumuz ortada, üretim ortada, ilişkiler ortada. İçeride bir toparlama imkânı artık kalmamış olan Hükûmet, çok seri ataklarla dış politikada toparlama yapmaya çalışıyor. Dış politikada -tırnak içerisinde- elde edebileceği birkaç tane zaferi iç politikaya tahvil ederek burada bir başarı zemini yakalayıp seçime gitmeye çalışıyor.
Bakın, bunlardan bir tanesi, biliyorsunuz, on yıldır Türkiye'nin Orta Doğu'da zaten bir ilişkisi Katar'la kaldı -bugün konuştuğumuz Katar- onun dışında, çok şükür hiç kimseyle bir ilişkisi kalmamıştı yani Suudi Arabistan'dır, Bahreyn'dir, Birleşik Arap Emirlikleri'dir, Mısır'dır, Suriye'dir... Ne bileyim, aklınıza gelen var mı? İsrail zaten öyle. Herkesle kanlı bıçaklı kavga... Ne yaptı bütün bu süreçler içerisinde? 2010'dan 2020'ye kadar bütün seçimleri özellikle Orta Doğu'da kimi liderlerle girilen polemiklerle geçirdik. Bir dönem Mursi'yi lanetlemeyle geçti, bir dönem İsrail'i lanetlemeyle geçti, bir dönem Esad'ı lanetlemeyle geçti. Bir dönem Birleşik Arap Emirlikleri'ne "darbenin finansörü" denildi. Suud, Kral işte, katil, "katil Selman" değil mi, Veliaht Prens. Yani her dönem bir bakıyoruz Türk dış politikası sürekli olarak iç politikada çok önemli bir gündem yani kitleyi coşturmak için -kaba bir tabirle- ver coşkuyu, ver coşkuyu; dış politikayla ilgilenme seviyesi maalesef bu kadar.
Ne oldu? Ben şimdi tabii eleştireceğim, Sayın Bakan burada diyecek: "Tabii, dış politika dediğiniz ne olacak ki pragmatisttir, reel siyasettir, pozisyonlar değişir." Değişir, değişir de kıymetli arkadaşlar, ben Türkiye dış politikasının, Orta Doğu'daki dış politikasının güncel resminin şu olduğunu düşünüyorum. Bunu, öyle basitçe bir U dönüşü yaptığınız için bu resmi göstermiyorum; bu, basitçe bir U dönüşü meselesi değildir, anlatacağım. Burada Cumhurbaşkanı var, karşısında da "Kaşıkçı'nın katili." dediği Veliaht Prensin resmi var; muhabbet güzel, Veliaht Prens çok güzel gülüyor. Şu arkada da Binali Bey var, o da keyifli, Binali Bey de arkada çok görünmüyor. Kaşıkçı davasını sattılar kaba bir tabirle, şu manzara ortaya çıktı Suud rejimiyle. Cumhurbaşkanı Cidde'ye gittiği zaman, yanlış hatırlamıyorsam vali düzeyinde karşılanmıştı havaalanında. "Katil" dediğiniz Veliaht Selman'ı Cumhurbaşkanı uçağının kapısına kadar kendisi şahsen uğurladı, gitti. Şimdi, şurada düşünmek... Tabii, hani, bu nezaketle açıklanabilecek bir mesele değil kıymetli arkadaşlar yani bakın, Cumhurbaşkanı, "katil" dediği şu Selman var ya, bu "katil" dediğine böyle sarılabiliyor. Daha, Allah için -yedi yıldır ben HDP'de siyaset yapıyorum- HDP'ye dair olumlu tek bir kelime kullanamamış ya, tek bir olumlu kelime ya. Yani "en büyük düşmanımız" dediğine kolaylıkla sarılabiliyor ama iç politikada, iç siyasette kendisi gibi düşünmeyen herkese de her gün, yedi gün yirmi dört saat saldırıyor, bugün dâhil.
Kıymetli arkadaşlar, sadece bu değil ama, bu değil. İsrail'le ilişkileri biliyorsunuz toparladılar -tırnak içinde- normalleştirdiler. Bu normalleşme sürecinin mimarını da ben size söyleyeyim: Birisi şu Cumhurbaşkanının sarıldığı kişidir, birisi budur; birisi de Trump'ın damadı olan -biliyorsunuz- Kushner. Onun o esprisiydi, hâlâ onu uygulamaya çalışıyorlar. Biden dönemi geldi ama siyaset değişmedi, hâlâ o kulvarda ilerliyorlar. Türkiye, bu Hükûmet Orta Doğu siyasetinde -tırnak içerisinde söylüyorum- bir anlamda boyunun ölçüsünü almış; Mısır'dan, İsrail'den Birleşik Arap Emirlikleri'ne kadar herkesle normalleşme durumuna geçmiştir. Başka da bir çıkış yolu yoktur; reel olan, doğrudur, budur. Madem buydu da on yıl neyin afrası tafrası yapıldı? Bu ilişkiler niye bu kadar paralize edildi? Sadece onu söylüyoruz yani mesele basitçe "Efendim, siz U dönüşü yaptınız." meselesi falan değildir, mesele kendi içinde hiçbir tutarlılığı olmayan, konjonktürel iç politikaya dayalı olarak tüketilen, fırsatçı, pragmatist bir dış politikadır; her şeye benzeyen ama hiçbir şeye benzemeyen bir dış politika. Şu an, Birleşik Arap Emirlikleri, darbe finansörü olmakla suçlanan Birleşik Arap Emirlikleri kardeş oldu, İsrail zaten öyle. Biliyorsunuz, Mavi Marmara meselesi 20 milyona oraya verildi, işte Kaşıkçı'yı da Suud'a verdiler. Zaten geçen gün Cumhurbaşkanı Şanghay'da "Esad gelseydi buraya, ben kendisiyle konuşurdum." diyor. "500 bin kişinin katili." diye Cumhurbaşkanı bunu 1.500 defa söyledi. 500 bin kişi katili Esad'la "Ben görüşürdüm zaten." diyor.
FİKRİ IŞIK (Kocaeli) - E, değil mi yani?
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Tabii. Yok, yok; görüşsün, görüşsün 500 bin kişinin katiliyle. Suriye'deki Kürtlerle de bir zahmet görüşsün, burada HDP'yle de görüşsün, bazen CHP'yle de görüşsün, İYİ Partiyle de görüşsün; onu söylüyoruz, başka bir şey demiyoruz, demiyoruz görüşmesin. Türkiye'nin maruz kaldığı dünya kadar sorun, problem var, tabii ki görüşeceksiniz, konuşacaksınız ama bu konuşmanın "term"leri nedir, nasıl konuşulur, ne için konuşulur, ortaklaşılarak mı konuşulur yani yoksa iç politika malzemesi olarak mı? Ben size açık söyleyeyim: Mülteciler konusu bu seçimlerin muhtemelen en büyük meselelerinden biri olacak. Cumhurbaşkanı en azından seçimlerden sonra belki mültecileri gönderebiliriz diye bir algı üretmeye çalışıyor, Suriye'yle normalleşme bunun bir parçası. Çok fazla bir yere gitmez. Nereye gidecek bu insanlar? Suriye'de bir daha istikrar mı kalacak? Yirmi, otuz yıl o ülke kendini toparlayamayacak. Irak'a bakın, yirmi yıldır Amerika oradaydı, ne oldu? Bakın, toparlayamıyor, hükûmet oluşturamıyorlar yani.
Dolayısıyla kıymetli arkadaşlar, şunu demeye çalışıyorum: Orta Doğu'da -tırnak içinde- bütün eski düşmanlarıyla "normalleşme" adı altında ilişkilere "reset" çekme ve bunu da seçimlere giderken kullanma...
Ben Sayın Bakana soruyorum: Sayın Bakan, niye 2023 seçimlerinin hemen arifesinde bunlar yapılıyor? Acelesi nedir bunların, Türkiye bir altı ay daha dayanamaz mı? Niye şu görüntüyü bu sıratımüstakimde verme ihtiyacı hissediyor? Benim iddiam odur ki dış politika alanında yapılan bütün çalışmalar şu seçimleri kazanmakla ilgilidir çünkü iç politikada yapacağınız hiçbir şey sizi başarıya götüremeyecek. Onun için, içeriden ziyade sürekli dışta konuşma, hatta tepemizdeki Ukrayna savaşından bile Türkiye için -yandaş medyaya bakarsanız- zafer üzerine zafer elde etme gibi bir siyaset uygulanıyor orada.
Toparlayacak olursak kıymetli arkadaşlar -çok Orta Doğu konuştum, Avrupa'yla toparlayayım- ayın 12'sinde Türkiye'ye dair Avrupa Konseyi izleme raporu çıkacak, orada birçok madde var. Bakın, sadece Avrupa Konseyi izleme raporu değil, bir de bugün geldi bize, Venedik Komisyonu da bu dezenformasyon yasasıyla ilgili taslak raporunu çıkardı, ona da bir bakmanızı öneririm. Dış politikada gündem sadece Orta Doğu değil, Avrupa'da da Türkiye ciddi anlamda tartışılıyor.
Bu arada, ben buraya gelirken bir arkadaş bir not göndermiş. Avrupa adalete kişi başına 79 euro harcıyormuş, biz 16 euro harcıyormuşuz. Bu da adalete gösterdiğimiz maddi destek, bir haber olarak da gönderildi bize.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Tamamlayın sözlerinizi.
HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Hemen tamamlıyorum Sayın Başkan.
Kısaca şöyle toparlayayım: Biz Katar tezkeresine tabii ki "hayır" diyeceğiz. Biz, Türkiye'nin şu ana kadar çıkardığı bütün tezkerelere tartışmasız "hayır" demiş tek partiyiz sanırım, bunu da iç rahatlığıyla bir daha yapacağız yani, o konuda kimsenin bir sıkıntısı olmasın. Ve Hükûmeti de tekrar, bu vesileyle, dış politikayı iç politika malzemesi olarak kullanmamaya, içsel anlamda daha tutarlı, daha uzun vadeli düşünmeye davet ediyoruz. Evinizin içini düzenlemeden dışarıda yapacağınız hiçbir girişimin size seçimleri kazandıramayacağını da tekrar vurguluyoruz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyoruz. (HDP sıralarından alkışlar)