| Konu: | Endüstri Bölgeleri Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 9 |
| Tarih: | 19.10.2022 |
HDP GRUBU ADINA MUAZZEZ ORHAN IŞIK (Van) - Teşekkürler Sayın Başkan.
İktidar birçok alanda olduğu gibi tarım ve sanayi alanında da krizlere neden olan politikalarda ısrar etmektedir. Gelinen aşamada tarım ve sanayi sektörlerinde istihdam azalmış, ülke hem gıda hem de teknoloji üretiminde dışa bağımlı kalmıştır. Bu yönüyle üzerinde konuştuğumuz endüstri bölgelerinin kurulması hakkındaki kanun önemlidir. Türkiye'nin çok geri kaldığı yüksek teknolojili ve katma değeri yüksek üretim modeli temel bir ihtiyaçtır ancak devasa gelişmeler içerisinde olan sanayi ve teknoloji üretiminin insana, topluma ve doğaya yönelik olumsuz etkileri görülmeden bir planlama içerisinde olmak daha büyük sorunlara yol açmaktadır.
Türkiye'de sanayinin temel sorunlarından bir tanesi AR-GE faaliyetlerinin yetersizliğidir. Bu yetersizliği "teknokent" adı altında binalar yaparak çözemezsiniz. Adı "teknokent" olup faaliyetlerinin teknolojiyle ilgisi olmayan bu merkezlerde, yeterli sayıda bilim insanının istihdam edilmediği, istihdam edilen kadroların seçiminde de liyakatin dikkate alınmadığı ortadadır.
Yine, araştırma geliştirme merkezlerinin üniversitelerle olması gereken bağı da kurulmamıştır. Maalesef, üniversitelerin hâli de içler acısıdır. OHAL ve KHK'lerle içi boşaltılan akademiye yönelik iktidarın temel politikalarını, rektörleri tek elden çıkmış, öğrencileri, akademisyenleri fişleyen üniversitelerde; Boğaziçi Üniversitesine atanan kayyum uygulamalarında; ihraç edilen barış akademisyenlerine yönelik hukuksuzlukta; ataması yapılmayan üniversite gençliğinde görmekteyiz. Bir hukuki garabet olan ihraç, KHK, OHAL ve kayyum rejimi devam ettikçe ifade hürriyetinden, akademik özgürlükten, araştırma ve geliştirmeden söz edilemez. Zaten kısıtlı olan bu ifade özgürlüğünü de son çıkardığınız sansür yasasıyla tümden ortadan kaldırdınız.
Değerli milletvekilleri, imalat sanayisinin üretim yapısında ve dijital dönüşüm sürecinde organize sanayi bölgeleri, endüstri bölgeleri ve teknoloji geliştirme bölgeleri önemli bir alandır. Ancak Türkiye'nin bu yeni teknoloji devriminde henüz istenilen noktada olmadığı açıktır; dijital dönüşümde beklenilen ivmeyi yakalayamamıştır, ülkenin çağın gerisinde kalma durumu kalıcı bir hâl olmuştur.
İktidarın sadece teknoloji üretiminde değil enerji üretimi ve dağıtımında da önceliğinin yaşam hakkı ve toplumun yararı olmadığını biliyoruz. Erzincan İliç'teki siyanür sızıntısında; Sakarya'daki barut fabrikasının patlamasında; Soma, Ermenek, Şirvan ve en son Bartın'da yaşanan maden katliamlarında da gördük.
Başka bir sorun da sanayi sektörünün alan seçimi ve teknoloji üretim biçimidir. Bu yasa değişikliğinin hedeflediği Dördüncü Sanayi Devrimi sürecine uyum için Bakanlığın yol haritasında organize sanayi bölgelerine öncü rol biçilmiştir. Peki, hâlihazırda organize sanayi bölgelerinin mevcut bölgesel durumu nedir? Ülkede yaklaşık 250 olan organize sanayi bölgelerinin yarısı 10 ilde birikmiştir. Örneğin, Çankırı'daki organize sanayi bölgesi sayısı Ağrı, Batman, Kars, Muş, Siirt, Hakkâri'deki yani bu 6 ildeki toplam organize sanayi bölgesine eşittir. Üstelik saydığım bu illerin her birinin nüfusu, Çankırı'nın nüfusundan daha fazladır.
Bölge illerinde yatırımlar yapılmadığı gibi, var olan küçük yatırımlar da AKP eliyle kapatılmıştır. İnsan kaynaklarından doğal kaynaklara, enerjiden ham maddeye, her şeyi bölge illerinden alıp batıdaki sanayi tesislerinde rant için sömüren bir politika yıllardır sürdürülmektedir. Bu politika Türkiye'nin iç göç, bölgesel eşitsizlik ve emek sorununun da temel nedenlerinden biridir.
Bölgesel dengesizlik, eski sömürge yöntemleri gibi doğal kaynakların talanı ve bölgeler arası eşitsizliği süreklileştirirken sanayinin yoğunlaştığı bölgelerde ise hastalıklı bir bünye gibi büyüyen şehirler oluşturmaktadır. Bu bölgelerden biri de İzmit'tir. Türkiye geneli kanserden ölenlerin oranı yüzde 12 iken İzmit'te bu oran yüzde 18, Dilovası'nda ise yüzde 33 olarak tespit edilmiştir.
Biz HDP olarak her zaman her yerde ekolojik tahribatı hızlandırmayacak, doğayla uyumlu, yaşamı esas alan ve toplumsal bir teknoloji üretimi yapılmasını savunuyoruz. Ancak bu kanun değişikliğinde de olduğu gibi iktidarın, birçok faaliyeti için "ÇED Gerekli Değildir" şeklinde düzenlemeleri artırmaya çalıştığını görüyoruz. Doğa talanının yol açtığı olumsuz sonuçlar birçok yerde olduğu gibi Van Gölü ve göçmen kuşların diyarı olan Erçek Gölü'nde de ciddi bir çekilme şeklinde ortaya çıkmaktadır. Sadece göller değil içme ve kullanma suyu için yapılmış barajlar da kuruma riskiyle karşı karşıyadır.
Sanayi ve teknoloji üretimi iklim krizinden bağımsız ele alınamaz. İklim krizinin derinleştiği bu süreçte, tüm insan faaliyetlerinin çevreye etkilerinin incelenmesi ve geriye dönüşü güç olan olumsuz etkilerin önlenmesi gerekir.
Çevresel etki değerlendirmesi yapılması bir zorunluluktur. Endüstri bölgelerinin kurulmasında ÇED süreçleri mutlaka işletilmelidir. ÇED süreçleri aşılarak yapılan birçok girişimin, geri dönüşü olmayan doğa, kültür ve tarih varlıklarını yok ettiğine defalarca tanık olduk. Türkiye'de önceliğin kısa vadeli rantta olduğunu, doğa talanına dönmüş HES faaliyetlerinde, Hasankeyf'te, İkizdere'de, Zilan'da gördük. Teknoloji üretiminin, gündemine daha az kirleten teknolojileri alması gerekmektedir ancak Şırnak'ta, Dersim'de, Bingöl'de ormanları sistematik bir şekilde kesen bu iktidarın çevresel bir önceliği olmadığını biliyoruz. Kirleten teknolojilerin ve sanayi üretiminin toplum sağlığını tehdit eder düzeyde olduğu bilinmelidir.
Sanayi ve teknoloji politikasında ihmal edilen bir alan da sanayi atıklarıdır. "Sao Paulo" gemisinin yani asbestle dolu ölüm gemisinin Türkiye'ye getirilmesi için AKP mahfillerinin çabaladığını biliyoruz.
Ekolojistlerin mücadelesi olmasa Türkiye'yi kapitalizmin çöplüğü yapacaksınız. Özellikle Marmara Körfezi'nde sanayi atıkları doğal yaşamı tehdit ediyor. Sadece burada değil ülkenin her yerinde sanayi işletmeleri için mutlaka geri dönüşüm ve atık arıtma sistemleri zorunlu olmalıdır. Denetim ve yaptırım konusunda gerekli disiplin uygulanmalıdır. Rant değil, toplumsal yarar ve doğal yaşamın korunması öncelik olmalıdır.
Sayın üyeler, üretimde dijital kontrol, tasarım ve enformasyonun yaygınlaştığı bu çağda bedensel emeğe ihtiyacın azalacağı ve işsizliğin de artacağı bilinmelidir. Peki, işsizliğin yüzde 30-40'lara ulaştığı bölgelerimiz varken nasıl bir istihdam politikası ve toplum yararına üretim perspektifiyle bu süreçler planlanacaktır?
Kanun teklifinde endüstri bölgelerine yatırım, teşvik ve desteklemeyle ilgili düzenleme yapılıyor. Türkiye'de yatırım, teşvik ve destek sistemlerinin sicili çok da olumlu bir geçmişe sahip değildir. İktidarın burada bile kayırmacılık yaptığı, liyakatin esas alınmadığı birçok pratiğin sonucunda ortaya çıkmıştır. Bugün, açlık, enflasyon, çevresel felaketler pahasına bir kesime rant ve sermaye biriktirmeyi ekonomik büyüme olarak propaganda eden iktidar anlayışı, ekolojik bir endüstriyi ve istihdamı artırmayı, sosyal adaleti ve ekonomik refahı hedefleyebilir mi? Hiçbir gerekçe yaşama, toplum sağlığına ve doğal çevreye zararlı bir faaliyeti ekonomik gelişme ve ekonomik üretim faaliyeti diye meşrulaştıramaz. Türkiye'nin sanayi ve teknoloji bütçesi ve kadrosu halk için değil, savaş ve güvenlikçi politikalara harcanmaktadır. Hürriyet gazetesinin daha 2007 yılındaki bir manşetinde dört saatlik bir hava operasyonun maliyeti 20 milyon dolar olarak açıklanmıştı. Londra'da bulunan Demokratik Gelişim Enstitüsü için hazırlanan raporda, Türkiye'nin Kürt sorununun çözümünde güvenlikçi politikaları tercih etmesi amacıyla sadece son kırk yılda 3 trilyon dolar kaybettiğini belirtiyor. Gelmiş geçmiş tüm iktidarlar yıllardır, Kürt sorununda demokratik bir çözüm yerine, ısrar ettikleri savaş politikalarıyla çözümsüzlüğü derinleştirmektedir. Bu savaşın maliyeti Türkiye'nin mevcut millî hasılasından katbekat fazladır. 2023 bütçe teklifinde "savunma" adı altında savaş politikalarına ayrılan pay 468,7 milyar TL'dir; bu miktar 2022 yılı bütçesinin tam 2 katıdır.
Bütçenin büyük bir bölümünü savaşa ayıran ve savaşta ısrar eden iktidar, sınır ötesi operasyonlarına hâlen devam etmektedir. Daha dün sosyal medyada Türkiye'nin, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi topraklarında kimyasal silah kullandığına yönelik haber ve bazı görüntüler basına yansıdı. 2021'den beri sürdürülen operasyonlarda uluslararası hukuk tarafından "savaş suçu" olarak nitelendirilen kimyasal kullanımına dair ciddi bulgular ve iddialar söz konusudur.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurunuz Sayın Işık.
MUAZZEZ ORHAN IŞIK (Devamla) - Teşekkürler.
Kimyasal silah kullanımı Cenevre Konvansiyonu'na aykırıdır, savaş suçudur ve açıkça insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Başta Kimyasal Silahların Yasaklanması Örgütü ve Birleşmiş Milletler olmak üzere ilgili uluslararası kurullar ve kamuoyu bu duruma sessiz kalmamalıdır. Bu iddialar en kısa zamanda bağımsız heyetler tarafından araştırılmalıdır.
Ülkeyi krizlerden krizlere sürükleyen AKP-MHP iktidarının güvenlikçi ve çatışmacı politikalarındaki bu ısrarı daha fazla krizi ve kopuşu beraberinde getirmektedir. Artık herkesin bir durup düşünme vakti gelmiştir ve herkes bilmelidir ki kutuplaştırmayla, tecritle, güvenlikçi ve savaş politikalarıyla Türkiye, demokratik, barışçıl bir toplumsal yaşama ve refaha asla ulaşamaz.
Tüm halkımızı saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)