GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 19/10/2021 tarihli ve 1309 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2022 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:12
Tarih:26.10.2022

İYİ PARTİ GRUBU ADINA AYDIN ADNAN SEZGİN (Aydın) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; kısaca "MINUSMA" ve "MINUSCA" olarak adlandırılan, Mali'de ve Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki Birleşmiş Milletler misyonları kapsamında görev yapmakta olan Türk Silahlı Kuvvetleri personelinin görev süresinin uzatılmasına ilişkin tezkereye İYİ Parti olarak "evet" diyoruz.

Afrika, dünyada silahlı çatışmaların en yoğun ve yıkıcı şekilde yaşandığı kıtadır. Özellikle Sahra Altı Afrika'da nüfusun önemli bir bölümü açlık sınırında yaşamakta, temel sağlık, eğitim ve altyapı hizmetleri son derece yetersiz kalmaktadır; uluslararası çabalar da bunun onarılmasına imkân sağlamamaktadır. Kıtanın karşı karşıya olduğu yoksulluk, yokluk, salgın hastalıklar ve siyasi istikrarsızlık gibi sorunların arkasında iklimsel zorluklar bulunduğu gibi, kötü yönetim ve yolsuzlukların payı, tabii, tarihin izleri de büyüktür.

1,1 milyar nüfusuyla dünyanın toplam nüfusunun yüzde 13'ünü oluşturan Sahra Altı Afrika dünya gayrisafi yurt içi hasılasında yalnızca yüzde 3'lük paya sahiptir. Yaşanan insani ve siyasi krizler nedeniyle, Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti başta olmak üzere kıtadaki pek çok ülke çeşitli dinî ve etnik örgütlerin, terör gruplarının, cinayet ve çıkar şebekelerinin tasallutu altındadır. Uluslararası camianın -biraz önce belirttiğim gibi- ekonomi, güvenlik ve hukuk alanlarındaki katkıları son derece yetersiz kalmaktadır. Bununla birlikte, özellikle hidrokarbon ve diğer ham madde kaynakları sayesinde Afrika'daki bazı ülkeler hızlı büyüme rakamlarına ulaşabilmektedir.

Eski sömürgeci ülkelerin ve genel anlamda Batı'nın Afrika karnesi berbattır. Eski sömürgeci ülkeler ve genel anlamda Batı, gerçekten, Afrika'da çok acıklı, çok kötü işlemler, işler yapmışlar ve çok kötü bir siyaset izlemişlerdir. Ancak Rusya Federasyonu ve Çin gibi ülkeler de Afrika'nın içinde bulunduğu makûs durumu istismar vasıtası olarak değerlendirmekte, özellikle Rusya, silahlı çatışmalarda taraf olarak yer almaktadır. Afrika'daki silahlı çatışmalarda kullanılan silah ve mühimmatın yüzde 35'ini Rusya, yüzde 17'sini Çin tedarik etmektedir; ABD'nin payı da yüzde 10 civarındadır. Rusya'nın, paralı askerleri Wagner vasıtasıyla Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti ve komşuları, Afrika ülkelerine uzandığı, farklı ülkelerde darbeleri tahrik ettiği, darbeler yaptırdığı bilinmektedir. Rusya, Batı Afrika'da son olarak da Burkina Faso'da yaşanan darbelerdeki rolünü gizlemeye dahi ihtiyaç duymamaktadır. Ayrıca, Rusya, Afrika ülkelerinin çoğuyla da askerî ve teknik iş birliği konusunda hükûmetler arası anlaşmalar imzalamış durumdadır. Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsünün raporları, Rusya'nın Afrika ülkelerine askerî ve nakliye helikopterleri, uçaklar ve uçaksavar füzesi sistemleri gibi kullanılmış askerî teçhizat tedarik ettiğini ortaya koymaktadır.

Kıtadaki imkânlar ve hızlı nüfus artışı Çin'in bölgeye nüfuzunun temel sebepleri arasındadır. Afrika'nın çok hızlı bir altyapılaşma ihtiyacı vardır. Çin, burada, bu ihtiyacı karşılamak amacıyla kıtaya girmiş ve kıtaya yerleşmiştir; bunları, altyapı ihtiyaçlarını uygun maliyetle ve hızlı bir şekilde sağlayarak, ayrıca finansman da temin ederek çok önemli bir zemin kazanmıştır. Afrika ülkeleri Çin'e borçları karşılığında doğal kaynaklarını, limanlarını vermekte; borçlarını ödeyemeyenler de Çin'le kritik bir bağımlılık ilişkisine girmek zorunda kalmaktadır. Çin, bu tür bir tabi kılma, âdeta esir durumuna düşürme stratejisini ısrarlı şekilde izlemektedir. Kısacası, Rusya ve Çin'in Afrika'daki varlığı hem kıtada askerî ve ekonomik olarak yeni bir sömürge düzeni yaratmakta hem de bölgesel ve küresel istikrar üzerindeki risk ve tehditleri artırmaktadır.

Değerli arkadaşlar, tarihin bariz bir şekilde ortaya koyduğu gibi dünya Afrika'ya borçludur yani Afrika dünyadan alacaklıdır. Afrika ülkelerinin birçoğunda yozlaşma ve yolsuzluklar had safhada devam ederken Rusya ve Çin'in kıtadaki artan etkisi bu eğilimi perçinlemektedir. Rusya ve Çin'in, mevcut yönetimleriyle, rejimleriyle ne Afrika'da ne de dünyanın başka bir bölgesinde demokrasi ve hukukun üstünlüğüne öncelik vermesini, insan haklarına saygı anlayışına katkı sağlamasını beklemek beyhudedir; Doğu Türkistan'da ve işgal altındaki Kırım'da da bunu açık şekilde görüyoruz. Uygur Türkleri ve Kırım Tatarları başta olmak üzere pek çok Türk ve Müslüman topluluk bu iki ülke rejimlerinin despotluğundan, totaliterliğinden, hukuk tanımazlığından çok çekmiştir, çekmeye devam etmektedir. AK PARTİ iktidarı ise bu iki ülkenin başını çektiği Şanghay İşbirliği Örgütünün kapısında nöbet tutmakta, fırsat buldukça kendisini içeriye kabul ettirmeye yönelik girişimlerde bulunmaktadır. Bunlar yani "Şuraya gireceğim; Rusya'yla, Çin'le bu stratejik ilişkiyi kuracağım." hamleleri iktidarın taktik hamleleri olarak takdim edilmektedir; bunu bazı yazarlar, iktidarın bazı sözcüleri öne sürmektedir. Bütün bunlar, bu iddialar, böyle, bu hataları taktikmiş gibi yorumlamaya çalışmak aldatma teşebbüsünden öteye gitmez çünkü ülkelerin uluslararası ilişkilerinde birlikte olmayı tercih ettikleri aktörler, coğrafyalar kendi rejimlerini açığa çıkarma açısından turnusol kâğıdı vazifesi yaparlar. Nitekim, İkinci Dünya Savaşı'nda Almanya'nın en yakın müttefiki faşist İtalya'ydı; savaşa girmese dahi faşist İspanya da mihver devletlerinin yanında yer alıyordu. Savaşın başlangıcında totaliter Sovyet komünist rejimi ile totaliter Alman Nazi rejimi anlaşabilmişlerdi.

Bugün Sayın Cumhurbaşkanının normal ikili ilişkilerin ötesinde Rusya ve Çin'le müttefiklik bağı kurma hevesi tek adam rejiminin insan hakları vizyonu ve demokrasiye yaklaşımıyla da paraleldir. Çin rejimi Doğu Türkistan'da Uygur Türklerine ve Çin'deki diğer soydaşlarımıza zulmetmektedir. Bazı Batılı ülkeler zulüm uygulamalarından sorumlu yerel ve merkezî hükûmetteki yetkilileri yaptırım kapsamına almıştır. Hem Doğu Türkistan'da Sincan Özerk Bölgesi'nde hem de merkezî hükûmette bu zulümle suçlanan yöneticiler yaptırım kapsamına alınmaktadır. Bari iktidar da bu işten sorumlu olanlara karşı göstermelik de olsa bir yaptırım listesi çıkarabilseydi. Maalesef, insan hakları ve demokrasi nutukları aldatma ve yanıltma cümlelerinden ibaret olan iktidar, uzun yıllar Doğu Türkistan'daki ağır ve kitlesel insan hakları ihlallerine, insanlığa karşı suç kategorisindeki uygulamalara ses çıkaramamıştır. Bugün yavaş yavaş ve tereddüt içinde milletimizin duygu ve düşüncelerini yansıtmaya başlamıştır ancak bu da fevkalade yetersizdir.

Değerli arkadaşlar, Afrika küresel düzlemde olduğu kadar ülkemiz açısından da önemli bir coğrafyadır. Özellikle, Mısır ve Libya başta olmak üzere Kuzey Afrika ülkeleri tarihsel ve kültürel olarak yakın irtibatlı olduğumuz coğrafyalardır. Bu ülkeler sadece Doğu Akdeniz politikamız açısından değil, Afrika politikamız açısından da çok önemlidir. Stratejik anlamda çok kritik bir mevkide olan Mısır, ülkemiz açısından taşıdığı önemle taban tabana zıt bir şekilde uluslararası ilişkilerimizdeki en büyük hatalar yumağının böğründedir. Orta Doğu ve Kuzey Afrika'daki bütün ülkelerle, dünyanın geri kalanıyla olduğu gibi ideolojik ve hayalci bir uluslararası ilişkiler tarzını tercih eden iktidar Mısır'la da ilişkileri basbayağı berbat etmiştir. Kısaca "İhvan sevdası" olarak tanımlayabileceğimiz ancak arkasında cumhuriyet düşmanlığına kadar götürülebilecek çok derin bir hezeyanı barındıran bu yaklaşım nedeniyle Mısır, Filistin, Suriye ve Libya başta olmak üzere pek çok yerde iktidar çuvallamıştır; dış politika geleneğimizin incelikleriyle on yıllardır inşa edilen hassas ilişkiler tamamen altüst edilmiştir. Oysa Mısır Mursi'den çok önce gayet verimli ilişkilere sahip olduğumuz istisnai önemde bir ülkedir. Mısır daha o yıllarda, Mursi'den çok önce münhasıran Türk girişimcilere ait bir organize sanayi bölgesi tahsis eden tek ülkeydi. Mısır'la ilişkilerimizdeki ağır ekonomik kayıplara ilişkin pek çok örnek sayılabilir ancak bunlar siyasi alandaki kayıplarımızın yanında az bir şey ifade etmektedir, itibar kaybımız ise kelimelerle ifade edilemeyecek kadar ağır, iktidar mensuplarının idrakte zorlanacağı kadar hazindir. İhvan tutkunuz ve hayalleriniz ağır kayıplara yol açmıştır. İktidar, Arap âleminde ülkemizin ulusal menfaatlerinden çok İhvan hareketinin çıkarlarını ve bekasını gözetmiştir. İhvan tutkusunun yansıması olarak atılan adımlar milletimize bazen stratejik çıkarlar kılıfıyla, bazen ulusal menfaatler kılığında, bazen de insan hakları bahanesiyle takdim edilmiştir. "İhvan" deyince insan haklarını hatırlayan iktidar, büyük bir devlet olan komşumuz İran'a hâkim, mevcut rejimin ağır baskılarına direnen İranlı kardeşlerimiz için en ufak bir destek ifadesi seslendirmekten âcizdir. İktidarın insan hakları hassasiyeti bırakın evrensel olmayı, İslamcı olmayı bile becerememiştir; katı bir mezhepçiliğin bağnazlığına hapsolmuş durumdadır. Ne var ki İhvan'ın uluslararası hayalleri bugün toptan çökmüştür tıpkı iktidarın uluslararası ilişkileri gibi.

AK PARTİ iktidarının İhvan sevdasını aşan, akılcı, sonuç alıcı bölgesel bir politikası olmadığının diğer bir örneği Filistin'deki kardeşlerimizin durumudur; aslında, bu, bir trajedidir. Ülkemiz, Filistinli kardeşlerimizin haklarının korunması konusunda hiçbir dönemde bugünkü kadar zayıf kalmamıştır. Filistinli kardeşlerimizin durumu son on beş yılda gerilediği kadar hiç gerilmemiştir. Bunun nedeni, AK PARTİ iktidarları döneminde gerçekçi ve makul bir dış politika yaklaşımı yerine, Filistin'de de İhvan, Hamas ve hamaseti merkeze koyan bir yaklaşımın benimsenmiş olmasıdır. Bugün artık Filistin'de dengeler değişmektedir, Hamas ve El Fetih el sıkışmışlardır. Filistinli 14 grup, İsrail işgaline karşı ortak hareket etmek için bir uzlaşmaya imza atmışlardır. Bu uzlaşının kuvvetlendirilmesi, Filistin davasına hizmet etmek isteyen her hükûmetin, çevrenin, kurumun görevi olmalıdır. Mısır ve Suriye'de olduğu gibi Filistin'de de gerçekçi değil; ideolojik ve hayalci bir uluslararası ilişkiler tarzını tercih eden iktidar, şaşırtıcı olmayan bir şekilde Filistin'de de denklemin dışında kalmıştır. Filistinli taraflar arasındaki son mutabakat, Mısır ve Cezayir'in kolaylaştırıcılığı sayesinde sağlanmıştır.

Libya'da yapılan hatalar çok uzun bir bahistir, bambaşka bir fasıldır, onlara burada temas etme vaktim maalesef yok. Ancak sürekli olarak karşımıza Libya'yla tesis ettiğimiz ilişkilerin meşruiyeti sorunu ortaya çıkmaktadır. Türkiye'nin uluslararası ilişkilerinde meşruiyeti sorgulanmaya müsait adımların atılması, beklenen, vadedilen yararları sağlamayacaktır. Artık dış politika vasfını yitiren uluslararası ilişkilerimizin, hep uluslararası meşruiyet içinde, ülkemizin uluslararası itibarını ve ulusal çıkarlarımızı koruyan tarzda yürütülmesini çok isterdik; maalesef durum hiç de öyle değildir.

Cumhuriyetin dış politikasının önemli bir yöntemi bölgemizde ittifaklar, uzlaşmalar tesis etmekti; böylece, hem tarafımıza yönelebilecek riskler bertaraf edilir hem de bölge ülkeleriyle karşılıklı verim sağlayacak sonuçlar elde etmek mümkün olurdu. O zamanlarda lüzumsuz didişmeler içine girmeyen Türkiye'nin itibarı, bugünkü hazin durumun aksine, fevkalade yüksekti. Aslında bu, bölgesinde ittifaklar kurma yöntemini tüm akıllı ülkeler ve hükûmetler tarih boyunca gerçekleştirmişlerdir. Yani, bu, bizim cumhuriyet geleneklerine uygun dış politikamız sadece Ankara'da icat edilmiş bir anlayış değildi; daha önceki tecrübelere dayanıyordu. İktidarımızda bu ilkelere, bu anlayışa yeniden öncelik verecek ve ülkemizin bu alanlarda kendisine yakışan mertebeyi sağlayacak adımları atacağız.

Genel Kurulu saygılarımla selamlıyorum. (İYİ Parti sıralarından alkışlar)