GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 19/10/2021 tarihli ve 1309 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2022 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:12
Tarih:26.10.2022

MHP GRUBU ADINA İSMAİL ÖZDEMİR (Kayseri) - Sayın Başkan, saygıdeğer milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetlerinin Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlara katılımına ilişkin verilen yetkinin bir yıl daha uzatılması hakkında Meclisimize sunulan Cumhurbaşkanlığı Tezkeresi'yle ilgili Milliyetçi Hareket Partisi Grubumuz adına söz almış bulunmaktayım. Gazi Meclisimizi ve ekranları başında bizleri izleyen aziz milletimizi sevgi ve saygılarımla selamlıyorum.

Sayın Başkan, muhterem milletvekilleri; Afrika Kıtası, zengin yeraltı kaynakları, jeostratejik konumu, önemli su yollarına olan yakınlığıyla her yönden yüksek potansiyele sahip olan durumuyla tarihin her döneminde dikkat çeken bir bölge olmuştur. 2020 verilerine göre, dünyada en hızlı büyüme gösteren 10 ülkeden 7'si Afrika'dadır. Bu durum, dünyadaki çoğu ülkenin dikkatini de çekmektedir ve rekabeti Sahra'nın altına da üstüne de taşımaktadır. Batı Afrika ülkesi olan Mali, bölgedeki diğer ülkeler gibi uzun yıllar Fransız sömürgesinde kalmış ve 1960 yılında Fransa'dan bağımsızlığını kazanabilmiştir. Bağımsızlığı elde ettiği günden bu yana siyasi istikrara kavuşamamış olan bu ülke, kalıcı barış ve huzuru da ne yazık ki yakalayabilmiş değildir. Fransa, 2013 yılından bu yana çeşitli gruplarla mücadele bahanesiyle ülkedeki askerî varlığını devam ettirmiştir. Fransa'nın Afrika'da uzun süredir, sömürgeci politikaları ve yine terörle mücadele bahanesiyle bulundurduğu askerî varlığının misyonu yerine getiremeyişi sonucunda bugünlerde de gözlemlediğimiz üzere bölgeden dışlanmaya başlamıştır. 2021 yılının Haziran ayında Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, yaklaşık 5 bin kişilik Fransız birliklerinin Mali'den çekileceğini açıklamış ve Sahel bölgesindeki askerî üslerini kapatacağını ilan etmiştir. Mali'de terör gruplarıyla mücadele bahanesiyle bulunan Fransız askerî varlığı halkın tepkilerine sebep olmuş, Fransız karşıtı protestolar zaman zaman tertip edilmiş ve geçtiğimiz ağustos ayında da Fransa ülkedeki askerlerini tamamen geri çekmiştir. Afrika'nın sahip olduğu zengin kaynaklar, iç savaşlar ve El Kaide, Boko Haram, DEAŞ gibi terör örgütlerinin sahaya birinci aktör olarak sunulduğu bir ortamda yönlendirilmeye çalışılmaktadır. Kıtanın birçok bölgesinde varlık gösteren terör örgütleri otorite boşluklarına sebebiyet verirken bununla beraber iç savaşları da günden güne beslemektedir.

2012 yılına kadar daha sakin bir yapıya sahip olan Mali'de ülkenin kuzeyinde faaliyet gösteren ayrılıkçı Tuareg hareketinin yükselişe geçmesiyle beraber durum kötüye gitmeye başlamıştır. Tuaregler, Mali'de yerel bazı örgütlerin de desteğini kazanmış ve akabinde bu ülkede bulunan geniş çöl alanlarını ele geçirmiştir. Durumu kontrol edemeyen Hükûmet güçleri Avrupalı müttefiki Fransa'dan öncelikli olarak yardım istemiş ve Fransa 2013 yılında Serval Harekâtı'nı, bir yıl sonra da -2014'te- Barkhane Harekâtı'nı başlatmıştır. Fransa'nın sürdürdüğü harekâtlar terör gruplarını etkisiz hâle getirememiş ve Fransız birliklerinin ülkeye girmesiyle beraber de terör tehdidi ülkenin geneline yayılmaya başlamıştır. 2018 yılında Sahel bölgesinde gerçekleşen terör olaylarının yüzde 64'ü Mali'de vuku bulmuştur. Fransa'nın bölgede sivillere karşı suçlar işlemesi, terör gruplarının faaliyetleri için zemin hazırlarken ülkedeki Fransız karşıtlığının artmasına da sebebiyet vermiştir. Terörün ve terörizm artık sadece doğduğu coğrafyada sınırlı kalmadığı hepimizin malumudur.

Bu bakımdan, Afrika'nın güvenlik ve istikrarının sağlanması sadece bu bölgenin değil, dünyanın geri kalanının da üstlenmesi gereken bir sorumluluktur. Gerekli önlemler alınmadığı takdirde bölgede yaşanan insani ve siyasi kriz, başta yakın coğrafyalar olmak üzere, dünyanın genelini etkileyebilecek bir potansiyele sahiptir. Afrika ülkelerini sömürme düşüncesini taşıyanların var olduğu bir ortamda, Türkiye'nin insanı esas alan, eşitlikçi ve adil yaklaşım çerçevesinde Afrika'daki etkinliğini artırması ve barış misyonlarına katkı sağlaması tercih değil, zorunluluk hâline gelmiştir.

Kıtanın giderek gelişen yatırım olanakları, beraberinde pek çok fırsatı da elbette barındırmaktadır. Karşılıklı saygı temelinde yürütülecek iş birlikleri ülkemiz ekonomisine de şimdiye kadar büyük katkılar sağlamıştır. Afrika'da yatırım yapan çok sayıdaki Türk şirketinin varlığı, kıtadaki istikrar ortamının artmasına paralel olarak diğer ülkelerle geliştirilecek iş birlikleri sayesinde yükselebilecektir. 16-18 Aralık 2021 tarihinde ülkemizin ev sahipliğinde gerçekleştirilen 3. Türkiye-Afrika Ortaklık Zirvesi sonuç bildirgesinde barış, güvenlik ve yönetişim; ticaret, yatırım ve sanayi; eğitim, bilgi ve iletişim teknolojileri becerileri; gençlik ve kadın gelişimi, altyapı gelişimi ve tarım; dayanıklı sağlık sistemlerinin teşvik edilmesi konularında karşılıklı olarak mutabık kalındığı anlaşılmaktadır.

Öte yandan Türkiye, kıtayla ilişkilerin güçlendirilmesini teminen tüm Afrika ülkelerinde temsilciliklerimizin açılmasına da büyük önem vermektedir. Bu bağlamda, 2022 yılı itibarıyla Afrika'daki diplomatik misyon sayımızın 44'e yükseldiği ifade edilmektedir. Ülkemizin Afrika'daki yatırımlarının kapsamı da aynı düzlemde gelişimini sürdürüyor. Tarihî ve kültürel bağlarımız olan tüm Afrika ülkeleriyle diplomatik, siyasi, ekonomik, ticari, sosyal ve kültürel ilişkiler geliştirilmesi ve derinleştirilmesi elzemdir. Bu ilişkiler uzun vadede Türkiye'yi küresel bir güç hâline getirme hedefimizin, tüm kıtalarda güvenilir dostluklar kurma vizyonunun ve çok boyutlu dış politika izleme anlayışımızın somut bir göstergesi olacaktır.

Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; dünyadaki pek çok ülkenin dikkati uzun süredir Afrika üzerindedir. Bu bağlamda, Amerika Birleşik Devletleri, Çin, Fransa, İngiltere gibi ülkeler, bölgede altyapı yatırımlarını artırırken siyasi iş birliklerini de geliştirerek kendilerine yeni pazarlar oluşturma arayışında olduklarını ilan etmektedir ve bu durum da uluslararası kamuoyu tarafından bilinmektedir. Öte yandan Rusya'nın da bölgede etkinliğini artırmaya yönelik girişimlerinin olduğu görülmektedir. Söz konusu bu ülkelerin girişimleri ve sebeplerinin iyi tahlil edilip akıllardan çıkarılmaması gerekir. Hâl böyleyken ülkemizin Afrika'ya sırt dönmesi, bölgedeki gelişmeleri görmezden gelmesi ve yine bölgenin barış, güven ve istikrarını göz ardı etmesi düşünülemeyecektir. Türkiye'nin, Afrika Kıtası'nın kuzey, doğu ve güney bölgesinde yer alan kıyı şeridinin stratejik önemini de iyi değerlendirmesi elzemdir.

Tüm bunlarla beraber, 15 Temmuz 2016 sonrasında FETÖ terör örgütünün etkisini artırma çabası içerisinde olduğu bölgelerin başında da Afrika Kıtası'nın geldiği açıktır. Aynı çerçeveden bakıldığında, ülkemizin FETÖ'yle uluslararası mücadelesinde Afrika'nın yok sayılamayacağı gerçeği karşımıza çıkmaktadır. Türkiye'nin Afrika'da bulunması, bölgenin güvenliği için önemli olduğu kadar ülkemizin güvenliği açısından da önem arz etmektedir. Ankara merkezli küresel bakış açımız ve hedeflerimiz çerçevesinde Afrika'nın anlam ve önemi elbette ki büyüktür. Ülkelerin pek çoğunun Afrika'da etkinlik göstermeye çalıştığı ve bölgenin uzun süredir siyasi kaos ve istikrarsızlık yaşadığı da hatta bu sarmala hapsedilmek istendiği ortadadır. Afrika'da darbeler âdeta bir gelenek hâline gelmiş ve iktidar değişikliği için doğal bir yol olduğu görüşü benimsenmeye başlanmıştır.

Türkiye'nin bölgedeki varlığının devam etmesinin, Rusya-Ukrayna savaşı sonrası ülkemizin izlediği politikalar da göz önünde bulundurulduğunda hem bölgesel hem de küresel açıdan büyük anlam ifade ettiği anlaşılacaktır. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi 25 Nisan 2013 tarihinde aldığı 2100 sayılı Karar'la Birleşmiş Milletler Çok Boyutlu Entegre İstikrar Misyonunu yani kısa adıyla MINUSMA'yı başlatmıştır. 29 Haziran 2015 tarihli 2227 sayılı Karar'la da görevin kapsamı genişletilmiştir. Türk Silahlı Kuvvetleri personeli bölgede istikrar ve barış için tehdit oluşturan insani ve siyasi krizlerin çözümüne askerî katkıda bulunmak adına Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde görev yürütmektedir.

Tezkereye konu olan Mali, yaklaşık 20 milyon nüfusa sahip, geniş yüz ölçümü bulunan bir ülkedir. Ülkede 2013 yılında silahlı grupların saldırılar gerçekleştirmesi ve bazı şehirlerin ele geçirilmesi askerî müdahaleyi de beraberinde getirmiştir.

Aynı şekilde, henüz istikrar ve barış iklimini yakalayamamış olan Orta Afrika açısından ülkemizin Birleşmiş Milletler kapsamında sürdürülen çabalara destek olmasının da önemi büyüktür. Orta Afrika Cumhuriyeti, Afrika Kıtası'nın merkezinde olması sebebiyle taşıdığı jeostratejik potansiyeline ek olarak zulme uğrayan çok sayıda Müslüman'ın bu ülkede yer alması Türkiye'nin doğrudan üzerinde durması gereken önemli bir konuyu da beraberinde getirmektedir. Ülkenin çevre ülkeler kaynaklı yaşadığı problemlerin çözüme kavuşturulamaması bölgede kaotik bir havanın hâkim olmasına sebebiyet vermektedir. Orta Afrika Cumhuriyeti'nde yaşanan olayların komşu ülkelere sıçrama potansiyeli oldum olası yüksek seyretmiştir. Bu gelişmeler göz önünde bulundurulduğunda Orta Afrika'nın da normalleşmesinin sağlanmasına katkıda bulunmak, Afrika Kıtası'nın geri kalanına sağlanacak önemli bir destek olarak görülmelidir. Arzumuz, son dönemde tespit edildiği üzere, etkin ve barışçıl Türk dış politikasının Afrika'daki insani ve siyasi krizlerin çözümüne katkı sağlayabilmesidir.

Değerli milletvekilleri, günümüz şartlarında, Afrika Kıtası'nda bulunan ülkelerle ilişkiler dikkate alındığında 3 ayrı yaklaşımın birbiriyle hâlihazırda rekabet hâlinde olduğu görülmektedir. Bunlardan ilki, Batı tarzı ve insani temelli olmayan, sömürgeciliğe dayalı ve kendi bünyesinde koloniliği hedefleyen politikalardır. Afrika Kıtası geçmişten günümüze kadar sömürgeci anlayıştan çok çekmiştir. Kaynakları ve potansiyelleri Batılı devletlerce sömürgeleştirilen Afrikalılar, dün köleliğe, bugün ise fakirlik ve istikrarsızlığa mahkûm edilmek istenmektedir. Geçmişte toprakları ellerinden alınan Afrikalılar, bugün terörizm tehdidiyle yaşamaya mecbur bırakılmak istenmektedir. Sorunu yaratan Batı anlayışı, buna mukabil, sorun çözücü ve kurtarıcı olarak kendisini göstererek Afrikalı ülkelere âdeta çöreklenme çabasındadır. Ancak ne hikmetse, var olan sorunların da çözülebildiği görülmemekte; tam tersine, sürekli değişen koşullarla devam etmesi sağlanmaktadır. Batı'nın Afrika'ya yönelik çarpık anlayışı, Ukrayna ve Rusya arasında yaşanan savaş sebebiyle ortaya çıkan gıda krizinde de kendisini çok net bir şekilde göstermiştir. Afrika ülkelerinin yaşadığı gıda sorunu karşısında Batılı ülkeler her defasında bu bölgeyi işaret ederken, soruna Türkiye'nin ara buluculuğunda çözüm getirilmesinin ardındansa nakledilen gıdayı Afrika'dan ziyade kendilerine sevk etmeyi önceleyen bir politika benimsemişlerdir. Batı'nın bu yaklaşımına karşılık küresel rekabette karşı safta bulunan diğer bazı ülkelerse Afrika ülkelerini kalkındırma vaadiyle kıtada varlık göstermektedir. İkinci bir yaklaşım, bir başka farklı yaklaşım olarak ifade edebileceğimiz bu anlayışa sahip olan ülkeler, bazı altyapı yatırımlarını üstlenmek koşulu ve yüksek faize sahip borçlandırmalar yoluyla yine Afrika ülkelerine sözde "Destek olundu." imajını çizmektedir. İlgili yatırımlar tamamlandığında ise borcunu ödeyemeyen ülkelerin, başta zengin ekonomik potansiyele sahip maden yatakları olmak üzere, yine ilgili ülkelerin millî varlıkları borçlarına karşılık ele geçirilmektedir. Bu şartlarda Batı'dan ağzı yanan Afrikalıların, Doğu kökenli ülke yahut ülkelerin takip ettiği bu politikalarla da yine kaynakları ve imkânları ellerinden alınmaktadır. Dolayısıyla birbiriyle rekabet hâlinde olan iki yaklaşımın Afrika Kıtası'ndaki ortak noktası, farklı yöntemlerle de olsa Afrika ülkelerinin zengin kaynaklarını ele geçirmeye odaklanmıştır. Bu şartlarda Afrika'nın âdeta mengenenin iki ucu arasında sıkıştırılmak istendiği açıktır. İnsani ölçü ve değerlendirmeler esas alındığında, yine birbirine zıt gibi görünen tarafların izlediği siyasetin doğru, ahlaki ve vicdani olduğunu söyleyebilmek mümkün olmayacaktır. Buna karşın, 21'inci yüzyılda Afrika açısından Türkiye'nin takip ettiği insan merkezli politikalar ise üçüncü bir yol olarak âdeta umut ışığı ve çıkış gerekçesi şeklinde algılanmaktadır. Bugün tarihî ilişkilerimizin olduğu ve yabancısı da olmadığımız Afrika Kıtası'ndaki yürüttüğümüz münasebetleri tek kelimeyle açıklayacak olursak "birlikte" ifadesinin öne alınması, öncelenmesi gerektiğiyle karşı karşıya kalırız. Birlikte kazanmak, birlikte kalkınmak, birlikte ilerlemek ve geleceği de birlikte inşa etme bilinciyle yol almanın üstün vizyonunu yansıtan ülkemizin Afrika politikası Afrika'nın yüzlerce yıldır beklediği umudun da karşılığıdır.

Türkiye elbette küresel seviyede ve bölgelerde diğer güçlerle rekabet etmektedir. Mühim olansa ortaya koyduğumuz tavır ve politik ölçünün bize yakışan tarzda ilerleyebilmesi ve sürdürülebilir olmasıdır. Nitekim, bugün Afrika'da yaptığımız da tam olarak budur. Türkiye'nin farkı, insanı yaşatma ve yaratılanı Yaradan'dan ötürü sevme ve saygı duyma düsturundan kaynaklanmaktadır. Bu anlayışla, Afrika ülkeleriyle sürdürdüğümüz ilişki ekonomiden altyapıya, kültürel ilişkilerden savunma sanayisine varıncaya kadar çok geniş bir ölçekte karşılıklı güven ilkesiyle ilerlemeyi sürdürmektedir.

Yine, bugün itibarıyla Afrika ülkeleriyle süregelen ticaret hacmimizin 30 milyar doları bulması ve 50 milyar dolarlık ilave hedefe yönelik öngörülenden daha kısa sürede yakalanabileceğine dair samimi düşünceler de kuşku yok ki bu hedefe ulaşılabileceğini ispat etmektedir. Sömürgecilik yerine samimiyeti, borçlandırma yerine ortaklığı ve ucuz yaklaşımlar yerine insani sıcaklığı gösteren Türkiye'nin, Afrika Kıtası'na sunduğu en büyük vaadi ise kuşku yoktur ki daha adil bir düzenin var olması gerekliliğidir. Üstünlerin ve güçlülerin menfaatlerini önceleyen yaklaşımlar yerine, dünyanın sanılandan ve özellikle de sembolleşen tabir itibarıyla 5 ülkeden çok daha büyük olduğu hakikati en sağlıklı şekilde bu kıtada dalga dalga yayılmakta ve karşılık bulmaktadır. Toplamda 54 ülkeyle Birleşmiş Milletler Genel Kurulunun yüzde 28'ini temsil eden Afrika, küresel meselelerde çok daha fazla söz sahibi olmayı hak etmektedir. Günü geldiğinde ucuz yardımlarla Afrika ülkelerinin desteğini alabilmek için bu oranları hatırlayanlar gerçekteki potansiyele ise saygı duymamaktadır. Buna karşılık insanın insanca yaşayabileceği bir nizam, bir dünya nizamı için Türkiye'nin sürdürdüğü sorumlu siyaset Afrika'nın istikrarının teminatı hâline gelmiştir. Bugün kıtayı neredeyse baştan sona esir alan terör tehdidine karşılık Türkiye'nin terörle mücadeledeki tecrübesi ile savunmaya dayalı imkânlarını paylaşması Afrika'nın 21'inci yüzyılda daha istikrarlı bir yapıya sahip olabileceğine işaret etmektedir. 2020'de Afrika'ya gerçekleştirdiğimiz savunma sanayi ihracatımız 83 milyon dolar olurken, takip eden dönemde ise bu rakam 300 milyon dolara yaklaşmıştır. Yine mevcut durumda Afrika'daki ülkelerin neredeyse yarısı Türkiye'yle savunma sanayi iş birliği anlaşması imzalamış ve şu ana kadar da 14 devlet Türkiye'den muhtelif savunma sanayi ürünlerini satın almıştır. Savunma gibi hassas bir konu, üstünlüğün yanında güven duygusunun da bir yansıması olarak kabul edilirken ülkemizin aynı alanda nasıl bir prestije sahip olduğu da kendini böylelikle gösterebilmektedir. Türk Hava Yollarının kıta genelindeki uçuş operasyonları, yer destekleri ve Afrika'yı dünyanın geri kalanına bağlayan çalışmaları yine Türkiye'ye duyulan güvene katkı sağlayan bir başka unsur olmuştur. Aynı şekilde TİKA'yla beraber çok sayıdaki sivil toplum kuruluşumuzun yürüttüğü insani ve altyapı destek faaliyetleri de ülkemizin farkını ortaya koyan ve Afrika'yla ilgili yaklaşımımıza zenginlik katan konuları içermektedir.

Diğer yandan, Afrika'ya giden sömürgeci geçmişe sahip ülkelerin devlet başkanlarının hemen her yerde gerek toplum kesimleri gerekse ülke yöneticileri tarafından tepkiyle karşılanmasına karşılık, başta Sayın Cumhurbaşkanımız olmak üzere, ülkemizi temsil eden isim ve heyetlerin ziyaretlerinden duydukları sıcaklık ve memnuniyeti açıklıkla göstermeleri ise bir başka önemli konudur. Temennimiz, Afrika Kıtası'yla geliştirdiğimiz ilişkilerimizin her kapsamdaki potansiyelinin daha da ileri bir noktaya varabilmesidir.

Bu sebeplerle, ilgili tezkereye Milliyetçi Hareket Partisi olarak olumlu yönde oy vereceğimizi belirtiyor, Gazi Meclisimizi tekraren sevgi ve saygılarımla selamlıyorum. (MHP sıralarından alkışlar)