| Konu: | Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 19/10/2021 tarihli ve 1309 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2022 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 12 |
| Tarih: | 26.10.2022 |
HDP GRUBU ADINA TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Adana) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; sözlerime başlarken Suudi Arabistan'da çalışmakta olan Hataylı işçilerimizin başına gelen bir konudan bahsetmek istiyorum.
Antakyalı Mehmet Binicioğlu ve kardeşi Anıl Binicioğlu, Samandağlı Ertan Özçelik Suudi Arabistan'da yaşamlarını devam ettirmeye çalışan Antakyalı emekçiler. Suudi Arabistan'da bir süredir yargılanıyorlar ve idam kararları onaylanmış. Aileleri büyük bir destek bekliyor, Türkiye Büyük Millet Meclisinden destek bekliyor ve bizler çağrımızı daha önce de bu konuyla ilgili yapmıştık farklı kişilerle ilgili gelişmeler üzerinden. Bizlerin "Suudi Arabistan'da idam kaldırılsın." çağrısını yapabiliyor olması gerekiyor. Bizler başka ülkelere asker gönderme konusunda canhıraş bir şekilde uğraşırken aslında diğer ülkelere nasıl bir katkı sağlanacağı ve diğer ülkelere ne gibi çağrılar yapılacağı konusunda hiçbir şekilde kafa yormuyoruz. Bu insanların Türkiye'ye iadelerini talep etmeliyiz. Suudi Arabistan'da -başta Adana, Mersin, Hatay hattında yaşayan- çok sayıda Arap Alevinin çalıştığını biliyoruz. Ailelerin neredeyse temel geçim kaynağı, yurt dışı işçiliği, başta Suudi Arabistan olmak üzere Körfez ülkeleridir. Bu konuyla ilgili oradaki işçilerin korunması bakımından adım atılmalı ve oradaki yargılama usulleriyle ilgili bir anlaşma üzerine çalışma yapılmalıdır.
Evet, değerli halklarımız, Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti tezkeresini şu an görüşüyoruz. Türk Silahlı Kuvvetlerinin, Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlara katılımına ilişkin verilen yetkinin bir yıl daha uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresini görüşmekteyiz. 25 Nisan 2013 tarihinde Birleşmiş Milletlerin 2100 numaralı Kararı'yla siyasal sürecin desteklenmesi ve güvenlik kaynaklı bazı görevlerin icra edilmesi amacıyla Birleşmiş Milletler Mali çok boyutlu entegre, istikrar misyonu kurulmuştur. Bölgedeki istikrara dikkat çekerken, bu tezkerenin gerekçeleri sunulurken şunlar ifade ediliyor: Afrika'da bölgesel istikrar ve barış için tehdit oluşturan insani ve siyasi krizlerin çözümüne ülkemizce askerî katkıda bulunulmasının önemine vurgu yapılarak, bölgede ve genel olarak Afrika Kıtası'nda izlemekte olduğumuz faal politikamızın doğal bir uzantısını oluşturacağına dair bir dayanak sunularak bu tezkere uzatılmak isteniyor. Otoriter güç; silahı, şiddeti, baskıyı meşrulaştırmak için "Toplumsal ve insani krizlere bizler çözüm arıyoruz." diye bu girişimleri bu şekilde gerekçelendiriyor.
Bakın, bölgesel çatışmaların durdurulması amacıyla Birleşmiş Milletler Barış Gücü, IŞİD benzeri cihadist çetelerle mücadele için odaklanan 4.500 kişilik Fransız müdahale gücü ve aynı amaçla Sahra Altı Afrika ülkelerinin katılımıyla oluşturulan 5 bin kişilik Sahel Askerî Gücü Mali'nin farklı bölgelerinde etkinlik göstermektedir ve bütün bunlara rağmen orada bir istikrarın sağlanamadığı oldukça açıktır ve MINUSMA tarafından yayınlanan rapora göre, Mali'deki siviller ciddi bir güvenlik tehdidi altındalar, çocuk askerlerin sayısında çok ciddi bir artış var. El Kaide başta olmak üzere, bu akımın etkisindeki örgütlerin Sahra Çölü üzerinden ülkeler arası geçişlerinin ve silah transferlerinin yapıldığı bilinen bir gerçeklik. Dolayısıyla, Türkiye'nin Libya'daki İhvancılara sağladığı silahların, Kuzey Afrika'dan bu örgütler sayesinde, Sahra altındaki örgütler aracılığıyla geçmesi mümkündür ve bunların yolları açılıyor. Mali'de 20 binden fazla yabancı askerî güç bulunmaktadır. Buna rağmen Mali'de istikrar sağlanamıyor çünkü Mali'de hâlen demokratik bir anayasa ve hükûmeti denetleyecek bir mekanizma oluşturulabilmiş değildir yani mesele, oraya asker göndermekle çözülmeyecektir.
Birleşmiş Milletler, Mali'ye yığdığı Barış Gücü'nü her açıdan doğru bir biçimde konumlandıramadı ne yazık ki. Türkiye'deki iktidar bu tezkereyi şu şekilde gerekçelendirmişti: Faal dış politika, altını özellikle çiziyorum, faal dış politika. "Bölgede ve genel olarak Afrika Kıtası'nda izlemekte olduğumuz faal dış politikamızın doğal bir uzantısı olarak bu tezkere onaylanmalıdır." diyor; bu doğru değil. "Faal"den kasıt Suriye, Irak ve Libya'da olduğu gibi ülkelerin iç işlerine karışmaksa, oralarda istediği gibi siyasi, askerî operasyonlar yapmaksa, bölgeden devşirilen savaşçıların -özellikle Suriye'den çocuk savaşçıların- Libya'ya ve başka yerlere gönderilmesiyse, büyüttükleri askerî sınai komplekslerinden çıkan ürünleri satmaksa; evet, burada bu iktidardan daha faal bir iktidar bugüne kadar bu ülkeye gelmedi. Bir süredir AKP ve şürekâsının politikaları nedeniyle Türkiye, bölge halkları hatta ülkelerin yöneticileri tarafından dışlanmaktadır, varlığı kabul edilmemektedir. Bu konuda da oldukça faal bir politika izlediniz, kutluyoruz sizi.
Bakın, geçen hafta Lübnan tezkeresini bizler yine burada görüşürken AKP'li hatip muhalefetin yaptığı konuşmaları "Dedikodu yapıyorsunuz." diye nitelemiştir. AKP'nin dış siyasetinin tamamen barış ve istikrar üzerinde şekillendiğini ifade etmiş ama ben daha bugün sabah konuşmasını yeni baştan okudum ve orada gördüm ki bu konuşmanın ekseriyeti silah sanayisinde Türkiye'nin geldiği seviyeyi anlatmaya ayrılmış ama hangi ülkeye barış ve istikrar kazandırdıklarına dair bu iktidarın bu konudaki icraatlarına hiçbir şekilde yer vermemiş konuşmasında çünkü böyle bir icraat yok. Âdeta bir silah şirketinin temsilcisi gibi, bu kürsüyü bir milletvekili kullanamaz. Bir siyasi parti bu ülkeye silah tüccarlarının istediği gibi bir dış politika belirleyemez; ne yazık ki böyle bir dış politika belirlemeye devam ediyor AKP iktidarı.
Bıkmadan usanmadan söylemeye devam edeceğiz; Türkiye, Mali ve Afrika Cumhuriyeti'ne değil asker göndermek, sınır dışında bulunan bütün askerlerini Türkiye'ye geri çağırmalıdır. Türkiye'nin yurt dışına asker göndermesine, bizler HDP olarak, baştan beri karşı çıkıyoruz ve bu tarzda gelen tezkerelere "hayır" oyu kullandık, kullanmaya da devam edeceğiz. Bölgede faal olmayı, bölgeye barış ve istikrarın kazandırılmasını, bu konuda hizmet etmeyi bizler de HDP olarak elbette canıgönülden istiyoruz ama bunu şu yöntemle yapabileceğimize inanıyoruz: Barışçıl, bilinçli bir diplomasiyi geliştirerek; siyasal, kültürel, ekonomik ortaklıkları güçlendirerek; dâhilî ve haricî çatışmalardaki sembolik değil, gerçekten barış gücü misyonuna uygun bir biçimde davranarak ve bu biçimde dış ilişkilerimizi geliştirerek elbette ülkemizin bu misyonu oynayabileceğine dair inancımız sonsuzdur.
Türkiye'nin jeostratejik konumunun ne kadar önemli olduğunu hepimiz biliyoruz ama bu konumu, mevcut olan AKP iktidarı bir yandan dış siyaseti, iç siyaseti dizayn etmek bir yandan da muhalefeti birçok konuda yanına dizmek için kullandı bugüne kadar ne yazık ki ve aynı zamanda -biraz önce bahsettiğim- silah ticaretini güçlendirmek için kurdular; SADAT gibi örgütler ülkenin dış siyasetini belirler pozisyona geldi. İşte, AKP'nin barıştan ve istikrardan anladığı dış siyaset budur ve biz buna kökten karşı çıkıyoruz.
Bakın, daha birkaç gün önce, 21 Ekimde İslam İşbirliği Teşkilatı 12'nci Enformasyon Bakanları Konferansı'nı gerçekleştirdi ve o konferansta AKP Genel Başkanı Erdoğan ilginç bir konuşma yaptı; iletişim teknolojilerinin geliştiğinden, sosyal medyanın gelişiminin pek çok avantajı olduğundan ama bir o kadar da hayati tehlike arz ettiğinden bahsetti ve -ülkemizde geçtiğimiz günlerde kanunlaşan- dezenformasyon yasasının önemini ve hukuka ne kadar önemli bir kazanım sağladığını orada anlattı. İslam İşbirliği Teşkilatı üyelerini de Türkiye Konseyi Medya Forumu'na destek vermeye davet etti. İşte AKP iktidarının faal olduğu konu bu; yasaklar, yasaklar, yasaklar. Orta Doğu ve Afrika ülkelerinin önüne konulan altın değerindeki proje tam da bu. Bu ülkelerde zaten yeterince medya yasağı var, sizin medya yasağı modelinize ihtiyacı yok. Siz o ülkelere başka çağrılarda bulunmalısınız Türkiye adına konuşacaksanız.
Bakın, bir de suç işleri bakanı da medya yasaklarıyla ilgili "Almanya'da ve Fransa'da daha katısı var." diyerek orayı, sözüm ona, referans gösteriyor ve Türkiye'deki dezenformasyon yasasını buradan savunmaya kalkışıyor. Tabii, bu esnada dün basın emekçilerine dönük bir operasyon gerçekleşti. Dün sabah Mezopotamya Ajansı ve JINNEWS muhabirleri gözaltına alınıyor. Gözaltına alınanların arasında yeni doğum yapmış bir kadın var, kırk beş günlük bebeği var ve altı saat bebeğini emzirmesine izin verilmiyor.
Utanmadan arlanmadan faşizmi özgürlük diye başka ülkelere ihraç etmeye kalkışan bir iktidar bizi yönetiyor ne yazık ki.
Biri Türkiye'yi Batı'yla güya kıyaslayarak "Türkiye'yi basın cenneti yaptık." diyor, öteki de "Ey İran, ey Suud, sizdeki de yasak mı canım? Bizim yasaklar sizin yasakları yener. Şahane yasaklar bizde, istiyorsanız model alabilirsiniz." diyor. AKP Türkiye'de tesis ettiği tek adam rejimini bu şekilde bölge halklarına ihraç etmeye kalkışıyor. Oysa Büyük Orta Doğu Projesi'nin eş sözcülüğünü üstlenirken Erdoğan, orada beklenen, bu ülkede bir ılıman İslam modeli yaratmak ve bu ılıman İslam modelini bölgeye ihraç etmekti ama ne yazık ki AKP bunu da yüzüne gözüne bulaştırdı ve yapamadı.
Yine, aynı toplantıda, İslam İşbirliği Teşkilatının konferansında Filistin davasından bahsetti, Suriye'de siyasi çözüme destek vereceğine dair cümleler kurdu. Filistin'e bakalım: İslam İşbirliği Teşkilatının kuruluş nedenini hepimiz biliyoruz. Filistin davasını barışçıl bir şekilde çözebilmek. Ama bu konuda AKP iktidarı, deyim yerindeyse, tam bir timsah gözyaşı dökerek Filistin davasına sahip çıkıyor. Gerçek anlamda Filistin davasına hiçbir zaman ciddi olarak sahip çıkılamadı. Bakın, Mavi Marmara olayında yaşananlar ortadadır; orada "one minute" demesine rağmen Erdoğan'ın çok büyük bir geri adım attığını görüyoruz. Yine, on dört sene sonra İsrail'e büyükelçi atandı ve tabii ki bu süre zarfında hiçbir şekilde ne askerî ne ticari ne de ekonomik ilişkiler hiçbir şekilde askıya da alınmadı İsrail'le. Bizler mazlum Filistin halkının yanındayız ve Cezayir'de toplanan Filistin Ulusal Birlik Girişimi'ni buradan selamlıyoruz. Aslolan bir halkın zulüm karşısındaki birlikteliğidir ve Filistinli 14 yapı yan yana gelerek, Filistin konusunda bir ortaklaşma sağlayarak yol almak istiyor. Buna enternasyonalist dayanışma da eklenince, bu konudaki dayanışmayı en güçlü şekilde büyütebileceğimize dair bizlerin inancı sonsuzdur. Bunu yapacak olan AKP iktidarı değildir; ikiyüzlü ve riyakâr siyasetle bu işler yürütülemez.
Suriye'ye de "Siyasi çözüme destek vereceğiz." diyor. 2011'den beri başlayan savaşta şayet Türkiye oradaki IŞİD, El Nusra ve bunların uzantısı olan örgütleri desteklememiş olsaydı, "Oranın Kuvayımilliye'si." dediği Özgür Suriye Ordusunu desteklememiş olsaydı, gerçekten Türkiye barışa hizmet edebilirdi orada ama savaşın bu kadar uzun sürmesinde, çok açık ve net, Türkiye'nin 911 kilometrelik sınırını selefi-cihadist çetelere, bu örgütlere her anlamda açmasının sonucu olarak buradan aldıkları destekle sürdürebildiler ve şimdi, oradaki istikrarsızlığın temel nedenlerinden biri Türkiye'nin uyguladığı dış siyasettir.
Bakın, şimdi, Türkiye ve Suriye arasındaki görüşmeler gündeme gelmişken, HTŞ'nin Afrin'i ele geçirdiğine dair haberler yansıdı medyaya ve daha sonra Türkiye'nin, sözüm ona müdahalesiyle AKP iktidarının,HTŞ'nin oradan İdlib'e çekildiğine dair bilgiler paylaşıldı fakat yeni yeni gördüğümüze göre, akan haberlere göre, HTŞ şu anda hâlâ Afrin'de bulunuyor. HTŞ kiminle savaştı orada? ÖSO'yla. ÖSO kim? Türkiye'nin baştan beri desteklemiş olduğu, AKP iktidarının desteklemiş olduğu bir örgüt -demin de ifade ettim- Cumhurbaşkanı bu örgüt için "Bu, Suriye'nin Kuvayımilliyesi'dir." demiştir ve şimdi onun yerini HTŞ alıyor. Peki, AKP bütün bunları neden izliyor, neden müsaade ediyor, kendi haberi dışında mı oldu bunlar? Tabii ki değil. Burada karmaşık bir denklem yaratarak özellikle Rusya'yla masaya otururken ve şayet resmî düzeyde bir Suriye-Türkiye görüşmesi gerçekleşirse -ki farklı düzeylerde bu görüşmelerin olduğu biliniyor zaten ama- iki ülkenin başkanlarının görüşmesi söz konusu olacak olursa masaya yatıracak güçlü bir kartla gitmek istiyor Erdoğan, bunun hazırlıklarını yapıyor. Ama diyelim ki Suriye'yle görüşme olmadı, bu kartı farklı alanlarda elverişli bir şekilde kullanmak istiyor AKP. Hangi alanda? Seçime yaklaşırken yine Suriye kartı bir kaos sebebidir, kaos olarak burayı kullanabilir, bunu bütün muhalefet ve Türkiye'deki 84 milyon yurttaşımızın özellikle seçim arifesinde özenle izlemesi gereken bir konu. Bir diğer konuysa Suriye Demokratik Güçlerine karşı HTŞ'nin savaştırılması.
Burada, biz iktidara soruyoruz: Heyet Tahrir el-Şam'ın Afrin'de bizim sınırımız olmasına mı razı gelirsiniz, yoksa Zeytin Dalı Harekâtı'yla göç ettirilen, oranın kadim halkı olan Kürtlerin ve Arapların mı komşumuz olmasını yeğlersiniz. Bizler sivil halkın komşumuz olmasını yeğleriz. Bu tür örgütlerin Türkiye'ye ne kadar kaybettirdiklerini, burada işlemiş oldukları katliamlar ve cinayetleri sanırım hiçbirimiz unutabilmiş değiliz. Bu sözüm sadece AKP iktidarına değildir, bu iktidarın ülkeyi uçuruma götürmesine razı gelen bütün güçleredir, bütün güçler bunu ciddiyetle düşünmelidir.
Evet değerli arkadaşlar, bakın, bugün, sabahleyin Türk Tabipleri Birliği Genel Başkanı Şebnem Korur Fincancı tutuklandı. Biraz önce, Grup Başkan Vekilimiz bu konuyla ilgili detaylı bilgiler de paylaştı sizlerle. Ben açıklama yapmış olduğu konuyla ilgili şunu hatırlatmak istiyorum: Bakın, biz bu kürsüden kimyasal gazların kullanılmasına dair yine konuşmalar da yaptık. Almanya Bilimsel Dayanışma Kurulu üyesi Aken, federe Kürdistan bölgesine gidiyor ve orada bir inceleme yapıyor.
KEMAL BÜLBÜL (Antalya) - Tulay Vekilim, gözaltı, tutuklama değil.
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Aken, Birleşmiş Milletlerde kimyasal silah uzmanı olarak çalışmış bir insan ve şunları söylüyor: "Kimyasal saldırı gerçekleştiğine dair pek çok bulgu var ve bir araştırma yapılmalı. Ben bir rapor hazırlayacağım ve bu raporu Alman Hükûmetine sunacağım." diyor. Burada, tabii ki şunu hatırlatmak isterim: Türkiye, Birleşmiş Milletler Cenevre Konvansiyonu ile kimyasal silahların kullanılmasını yasaklayan, Kimyasal Silahlar Sözleşmesi'ne taraf bir ülkedir ve bu konuya dair Millî Savunma Bakanı bir açıklama yaptı "Bizim envanterimizde kimyasal silah yok." diye. Biz, burada, şu çağrıyı yapmak istiyoruz hem uluslararası güçlere hem ilgili kurumlara: Bağımsız ve tarafsız bir komisyon oluşturulmasını ve gidip yerinde inceleme yapılmasını... Millî Savunma Bakanı bizzat bunu kendi talep etmelidir "Envanterimizde bu silahlar yoktur." diyerek ortaya çıkan belgeleri geçiştiremez. Bu konuda, hakikaten sizler bunu kullanmamışsanız bu komisyonun oluşturulması için buna öncülük etmesi gereken Millî Savunma Bakanıdır, AKP iktidarıdır. Aksi takdirde, uluslararası sözleşmelere ve hukuka göre bir suç işleniyor ve bu suçun bedeli ağırdır, bizler bu suçun ortağı olmak istemiyoruz.
Evet, değerli arkadaşlar, sözlerimin son kısmına gelirken İran'daki kadın hareketinden bahsetmeden geçemeyeceğim ve İran'da saçının teli gözüktüğü için İran ahlak polisi tarafından katledilen sevgili Jina Masha Amini'yi buradan bir kez daha saygıyla anıyorum. Kadın hareketinin sadece İran'da değil, Orta Doğu, Afrika ve Türkiye'nin dört bir yanında nasıl dalga dalga büyüdüğüne "..."(*) yani "Kadın, yaşam ve özgürlük!" sloganının, kadın hareketinin bütün dünya ölçeğinde nasıl ortak bir bilince ve slogana dönüştüğüne hepimiz tanıklık ettik. Fakat İran'da -ne yazık ki Türkiye'de de bunun benzerlerini çok görüyoruz- kadın hareketinin bu büyümesini ve gelişimini dış güçlerin tetiklemesiyle ve desteğiyle İran'a karşı, rejime karşı dış güçlerin bir oyunu gibi aksettiriyorlar. Hatırlayacaksınız, AKP iktidarı ve Erdoğan Gezi direnişi için aynı şeyleri söylemişti. Ben buradan şunu hatırlatmak istiyorum: Kadın hareketinin başta bölgede olmak üzere bütün dünyada devletlere, otoriter rejimlere ve erkek egemen zihniyete karşı, onların toplumdaki bütün örüntülerine karşı en güçlü mücadeleyi verdiği bir dönemden geçiyoruz.
(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)
BAŞKAN - Buyurun.
TULAY HATIMOĞULLARI ORUÇ (Devamla) - Teşekkür ederim Başkan.
Kadın hareketini "Dış güçlerin etkisinde olan yapılar." şeklinde yaftalayarak bu güçlü direnişi, aslında bu otoriter rejimlere karşı güçlü direnişi, erkek egemen sisteme karşı güçlü direnişi hiç kimse yok sayamaz, yok sayamadıklarını da kadınların sokaktaki güçlü duruşu göstermektedir.
Evet, sevgili Jina âdeta kadınlar adına karları delerek güneşe ulaşan bir kardelen çiçeği gibi. İnsan yaşamına kastederek onu 22 yaşında toprağa gömen zihniyete karşı mücadele edeceğiz çünkü insanın, insanca yaşam hakkından daha değerli hiçbir şey yoktur ve bunun için de küresel ölçekte bu seslerin birbirini görerek ve duyarak yankılanması kadın hareketi açısından çok umut vericidir, kadınların özgürlük mücadelesi için de çok anlamlıdır.
Hepimize başarılar diliyorum, kadın hareketine bu anlamıyla başarılar diliyorum. (HDP sıralarından alkışlar)
Teşekkür ederim.