| Konu: | Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika Cumhuriyeti'nde icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere, Türk Silahlı Kuvvetlerinin yurt dışına gönderilmesi ve Cumhurbaşkanınca verilecek izin ve belirlenecek esaslar çerçevesinde bu kuvvetlerin kullanılması için Türkiye Büyük Millet Meclisinin son olarak 19/10/2021 tarihli ve 1309 sayılı Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi uyarınca 31/10/2022 tarihinden itibaren bir yıl uzatılmasına ilişkin Cumhurbaşkanlığı tezkeresi münasebetiyle |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 12 |
| Tarih: | 26.10.2022 |
CHP GRUBU ADINA UTKU ÇAKIRÖZER (Eskişehir) - Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Türk Silahlı Kuvvetlerimizin Birleşmiş Milletlerin Mali ve Orta Afrika'da icra ettiği harekât ve misyonlar kapsamında yurt dışında görevlendirilmesini bir yıl uzatan tezkere hakkında Cumhuriyet Halk Partisi Grubumuz adına söz almış bulunuyorum. Yüce Meclisimizi saygıyla selamlıyorum.
Öncelikle belirtmek isterim ki uluslararası terörizmle mücadele amaçlı olduğu için, üyesi olduğumuz Birleşmiş Milletlerden çıkan bir karar olduğu için ve Türkiye bu misyonlara katılmaya davet edildiği için biz bu tezkereye olumlu oy kullanacağız. Bu vesileyle buradan, hem vatanımızın savunmasında hem de ülkemizden binlerce kilometre uzakta uluslararası terörizmle mücadele için, barış için görev yapan kahraman Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarımızı selamlıyorum. Şehitlerimizi rahmetle minnetle anıyor, gazilerimize saygılarımı sunuyorum. Afrika'ya gidecek evlatlarımızın üstlendikleri tüm görevlerde olduğu gibi bu görevi de başarıyla tamamlayarak sağlıklı biçimde ülkemize dönmelerini yürekten diliyorum.
Sayın milletvekilleri, yurt dışında asker bulundurma konusu dikkatli bir biçimde ölçülüp biçilmesi ve karar verilmesi gereken bir mesele. Yaklaşık 60 bin askerimizin sınırlarımızın dışında görev yaptığı bir dönemden geçiyoruz. O yüzden, Meclisimizin bu konularda sağlıklı bilgilenmesi ve bunun ışığında, yine, sağlıklı bir tartışma yapılarak bu kararların verilmesi gerekmekte. İşte, bu tezkerede de -önümüzde- "Hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tespit edilmek üzere." deniyor.
Değerli milletvekilleri, hiçbir demokraside hudut, şümul, miktar ve zamanı tek kişiye bırakacak yetkiyi meclisler vermezler, veremezler çünkü hesap veren yönetim anlayışında bu kabul edilemez ama bu ucube tek adam yönetiminde maalesef önümüze yine bu şekilde getiriliyor. Heyet olarak karar verme, tartışarak karar verme, heyet olarak sorumluluk alma anlayışı tamamen ortadan kalkmış durumda. Az önce de belirttim, askerimizi yurt dışına gönderme kararı önemli bir karar, tek kişinin ben gönderdim, oldu demesiyle yapılmaması gerekir. O nedenle, mutlaka Meclisimizin Dışişleri Komisyonunda, Millî Savunma Komisyonunda, Güvenlik ve İstihbarat Komisyonunda ya da onların ortak yapacağı toplantılarda bu kararların önceden tartışılmasında büyük yarar görüyoruz. Dışişleri Bakanı, Millî Savunma Bakanı, onların bürokratlarının gelip milletvekillerini tezkerelerin nedeni, çıkarlarımız açısından önemi, beraberinde getirdiği güvenlik riskleri konusunda bilgilendireceği, soruları yanıtlayacakları kapsamlı toplantılardan bahsediyorum.
İşte, bugün, bir görev uzatma söz konusu. Bu komisyonlarda geçen bir yılda, beş yılda, on yılda o uluslararası misyon için görevini yapabilmiş mi o misyon? Gönderilen birliklerimiz faydalı olmuş mu? Ulusal çıkarlarımıza hizmet eden bir görevlendirme olmuş mu? Yoksa, artık asker göndermeye gerek kalmadı diyebileceğimiz bir aşamaya ulaşılmış mı? Bunların tartışılması gerekir. Böyle bir karar alma sürecine Meclisimiz ve ülkemizin mutlak ihtiyacı var. Hele hele tüm yetkilerin tek kişide toplandığı bu ucube tek adam yönetiminde buna her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Mesela, ortada bir BM kararı yokken, Türkiye'nin çıkarı yokken, sarayın ikbali için Katar'a, Dünya Kupası'na kalkan olmaya askerimizin, polisimizin gönderilmesine biz karşı çıktık, karşıyız. Benzer biçimde, Libya'da, yine ortada bir BM kararı yokken, orada çatışan taraflar arasında bir taraf tutar pozisyonda askerimizin gönderilmesine biz karşı çıktık, karşıyız.
Değerli milletvekilleri, Cumhuriyet Halk Partisi olarak önümüze gelen her tezkerede şu soruyu ısrarla sormaya devam ediyoruz: 27 Şubat 2020'de Suriye'de şehit düşen 34 askerimizin hesabını sorabildiniz mi? O askerlerimizin şehit edilişinde sorumluluğu bulunduğu devlet yetkililerince açıkça ifade edilen Rusya'ya karşı ne yaptınız? Hiçbir şey. Tam tersine, Türkiye'yi eskisinden daha da fazla Rusya'ya bağımlı yaptınız. Hesabını sordunuz mu? Bir kuru özür olsun alabildiniz mi? Hayır. Ama bir Rus savaş uçağı Türkiye tarafından düşürüldüğünde Rusya, yazılı, resmî bir özür mektubu alana kadar Türkiye'ye karşı her tür yaptırımı uygulamıştı. Siz ise 34 şehidimizin hesabını sormayı bıraktık bir kenara, ardından, ulusal onurumuzu ayaklar altına alma pahasına gidip Putin'in kapısında dakikalarca bekletildiniz. O hakaret yetmedi, bekleme görüntülerinin kamuoyuyla paylaşılmasını dahi sineye çektiniz. Sizin o hep övündüğünüz ilkeli, onurlu dış politikanız işte, ancak bu kadar ilkeli, ancak bu kadar onurludur.
Değerli milletvekilleri, tabii ki Rusya, Türkiye için önemli bir ülke, bölgemizdeki gelişmeleri doğrudan ya da dolaylı etkileme gücüne sahip bir ülke, ilişkilerimizi iyi tutmak Türkiye'nin ulusal çıkarına ancak önce Gürcistan'da uluslararası hukuku yok sayan müdahaleleri, ardından egemen bir devlet olan Ukrayna'nın Kırım bölgesinin işgali, sonra Ukrayna'nın işgali; hepsi uluslararası hukuka aykırı. Bunlar kabul edilebilir hareketler değil. İktidar ve muhalefet kabul edilemez buluyoruz. Nitekim, Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Sayın Mustafa Şentop'un, bu hafta Zagreb'te Uluslararası Kırım Platformu Birinci Parlamenter Zirvesi toplantısına katılarak bu tutumumuzu kayda geçirmesini olumlu değerlendiriyoruz. Ukrayna Parlamentosu Dışişleri Komisyonu ile TBMM Dışişleri Komisyonumuzun toplantısında Cumhuriyet Halk Partisi temsilcisi olarak bizzat ben konuyu gündeme getirerek Sayın Şentop'a çağrıda bulunmuştum "Türkiye en üst düzeyde bu toplantıya katılmalı." demiştim. Sonuçta, Meclisimizin o toplantıda en üst düzeyde katılım sağlaması hem Kırım Tatarı soydaşlarımızı memnun etti hem de Rusya'nın hukuksuz işgali altında ulusal egemenliğini koruma mücadelesi veren Ukrayna'yı memnun etti. Sayın Şentop orada bir de konuşma yaptı. "Rusya'nın Kırım, Donetsk, Luhansk, Zaporijya ve Herson'u ilhakını tanımıyoruz, bunlar yok hükmündedir." dedi. "Kırım ve ilhak altındaki diğer bölgeler dâhil Ukrayna'nın toprak bütünlüğüne Türkiye sarsılmaz destek veriyor." dedi. "Dünyayı kan ve gözyaşına boğmaktan kaçınmayanlar var." dedi. Meclisimizin resmî tutumunu ortaya koyması açısından bunlar önemli açıklamalar. Peki, iyi, güzel ama değerli milletvekilleri, bu söylem ile eylem birbirini tamamlamıyor. Saraydaki tek adam yönetimi Rusya'ya kendisini öyle bağlamış ki Sayın Meclis Başkanının sözlerinin hiçbir anlamı kalmıyor. Neden böyle diyorum? Size bir fotoğraf gösteriyorum. Bakın, bu fotoğraflar tam da Sayın Şentop Kırım Zirvesi'ndeyken dünya basınında yer aldı. Ne bunlar? Putin'in baş destekçisi Rus oligarkların yatları. Öyle böyle değil, her biri yüz milyonlarca dolar. Bizimle ne alakası var? Çünkü yatlar Türk limanlarına demirli. Bakın, tek tek haritada yerleri işaretlenmiş. Uluslararası yaptırım kararı var, hiçbir yere gidemiyorlar, vah vah! Türkiye'ye sığınmışlar. Bakın, haritada tek tek yerleri belirlenmiş. 32'den fazla yat girmiş karasularımıza, en az 13 tanesi demirli şu anda. İsimleriyle, yerleriyle biliniyor: "Predator" "Solaris" "Titan" "Ragnar" "Romeo" "Flying Fox" "Halo" "Eclipse" "Anna" "Garcon" "Pasific". Değerli milletvekilleri, kim bu oligarklar? Moskova'daki savaş makinesinin destekçileri, belki de gizli ortakları. Hangisinin, hangi yatı Türkiye'nin neresinde, işte hepsi biliniyor, yazılıyor, görüntüleniyor. Biz burada savaşı kınayan bildiriler yayımlayalım, Sayın Şentop gitsin Kırım Zirvesi'nde konuşsun sarayın umurunda değil. Onlar ne yapıyor? Putin'in destekçilerine kol kanat açıyor. Bir de bunun adına "tarafsızlık" diyerek bizi ve dünyayı kandırmaya çalışıyorlar. Evet, tahıl güvenliği için yürütülen diplomasi tarafsızlıktır, önemlidir, değerlidir; barış için çaba göstermek, ara buluculuk girişimlerinde bulunmak doğrudur ama değerli milletvekilleri, buradan uyarmak isterim, bu fotoğrafın adı "tarafsızlık" falan değildir, bu fotoğrafın adı düpedüz ambargo fırsatçılığıdır, yaptırım fırsatçılığıdır. Bunun adı yeni Reza Zarrab'lar yaratmaktır, bunun adı yeni ayakkabı kutuları demektir, yeni para sayma makineleri demektir. Bu yatların ülkeye girişine rahatlıkla izin verenlere seslenmek isterim. Ukrayna'da yaşanan zulümden, ölen, işkence gören binlerce sivilden haberiniz var mı? Yerinden edilen milyonlardan, ülkelerinin kurtuluşu için savaşan Ukraynalı askerlerin eşleri ve çocuklarının Türkiye'ye sığındıklarından haberiniz var mı? Bursa'da, Eskişehir'de, Elâzığ'da ve başka şehirlerde geçici olarak misafir ediyoruz. Eskişehir'de biz birkaç kez ziyaret ettik; belediyelerimiz, merkezî idare destek veriyor. Bildiğim kadarıyla Sayın Emine Erdoğan o anneleri bizzat ağırladı, çocuklarının konserini dinledi. O zaman kim bu vicdansız ambargo fırsatçıları? Bu yatlar neyin nesi? Yani şimdi siz Moskova'daki savaş makinesinin ortağı bu oligarkları Türkiye'ye sığınan o Ukraynalı kadınlar ve çocuklarla bir kefeye mi koyuyorsunuz? Bu fotoğrafın anlamı tam da budur değerli arkadaşlarım.
Tamam, Türkiye bu yaptırımlara uymuyor ama bunun anlamı her istediğini yapmak olmaz, olmamalıdır. Hukuken uymak zorunda olmayabilirsiniz ama bir de yazılı olmayan ahlaki, vicdani ilkeleriniz yok mu sizin? Hiç mi rahatsız olmuyorsunuz bunları gördüğünüzde? İşin kolayını bulmuşsunuz, ne gerek var vicdan azabı duymaya. Bir mesele sizi çok mu rahatsız ediyor, hemen sarayın sansürcüleri devreye girsin, herkesin gördüğünü görmezden gelelim, bu haberlere "Dezenformasyondur." damgası vurun geçsin, rahat etsin vicdanlarınız. Savaşmış, kadınlarmış, çocuklarmış, ölüyormuş kimin umurunda?
Değerli milletvekilleri, konuşmamın bu bölümünde bana gelen bir mektubu sizlerle paylaşılmasını istediği için burada paylaşacağım. Sadece bana da değil, AK PARTİ ve diğer partilerden milletvekillerine de gönderildi. Mektup, Gezi davasında on sekiz yıl hapse mahkûm edilen ve altı aydır şimdi adı "Marmara" diye değiştirilen Silivri Cezaevinde tutuklu Sayın Hakan Altınay'dan geliyor. İlk Gezi davasında, 2019'da yargılanıp 2020'de beraat etti, 2021'de hukuka aykırı olarak aynı iddiayla bir daha yargılanarak bu kez ilk derece mahkemede on sekiz yıl hapse mahkûm edilmiş durumda. Kim bu Hakan Altınay? Sadece ülkemizin değil, dünyanın en prestijli üniversitelerinin görüşlerine başvurduğu saygın bir araştırmacımız. Hepimizin muzdarip olduğu ülkemizdeki kutuplaşmayı kendine dert edinen, samimi bir diyalogla çözülemeyecek sorunumuz olmadığına inanan ve bu yüzden Boğaziçi Avrupa Siyaset Okulunu kuran kişi. 2014'ten bu yana bu okulda Türkiye'nin farklı illerinden ve çeşitli siyasi tercihlerinden yüzlerce gence ücretsiz eğitimler veriliyor. Geçmişte ve şu anda Meclisimizde bulunan çeşitli milletvekillerimizin de aralarında bulunduğu siyasetçiler, akademisyenler veriyor bu dersleri. Hepsi birbirinden değerli isimler; Rıza Türmen, Gülsün Bilgehan, Aydın Sezgin. İktidar kanadından değerli isimler de var orada eğitim veren, yanlış anlaşılmaya neden olmamak için isimlerini saymıyorum. Bir polemik yaratmak için değil Hakan Altınay'ın eğitim verecek isimleri belirlerken diyaloğu ve farklı görüşleri ne kadar önemsediğini göstermek için vurguluyorum bunu. Orada ders veren AK PARTİ'li arkadaşlarımızdan bazılarının şimdi mağdur sıfatıyla Hakan Altınay ve diğer sanıklar aleyhinde taraf konumunda olması ise ayrı bir çelişki. Mektupta yargılanma sürecine ilişkin çok önemli noktalar var bilmenizi istediği. Milyonların katıldığı Gezi direnişi asla bir suç değildir ama siyasi baskıyla oluşturulan mahkemede Hakan Altınay Gezi'yi başlatmak ve yaymakla suçlanıyor ama o süreçte yani 2013'ün Mayıs ayının ikinci yarısında Güney Amerika'da ve İsveç'te bulunuyor. En kritik gün 31 Mayısta, İstanbul'da AKP'li Sayın Yalçın Akdoğan'ın panelinde dinleyici. Yine, iddianamede Açık Toplum Vakfı Başkanı olmakla suçlanıyor ama o görevden ayrılalı üç ay olmuş mayıs ayında. Osman Kavala'nın başkanlığını yaptığı Anadolu Kültür yönetiminde deniyor ama o tarihte böyle bir şey söz konusu bile değil, Gezi'den tam dört yıl sonra oraya üye oluyor. Mahkemenin Hakan Altınay'ı suçladığı tek faaliyeti ne biliyor musunuz? Avrupa Birliğine yazılmış bir mektup. 20 kişi ortak imzalamışlar ve diyorlar ki: "Gezi olayları nedeniyle Türkiye'yle üyelik müzakerelerini aman durdurmayın, devam ettirin." Şaka gibi ama maalesef ülkemizin acı gerçeklerinden biri. Bu nedenle suçlu bulunup cezaevine konulmuş durumda; üstelik, AKP iktidarında Dışişleri Bakanlığı, Dışişleri Müsteşarlığı, AB Genel Sekreterliği, Kamu Güvenliği Genel Sekreterliği ve büyükelçilik yapmış onlarca ismin "Biz Hakan Altınay'ın Türkiye'nin çıkarları için çalıştığına kefiliz." açıklaması yapmalarına rağmen. Kendisi de anlatıyor ülkemizin iyiliği için çalıştığını, uğraş verdiğini yıllarca. Bir tanesinin ben de gazeteci olarak tanığıyım. 2004'te kurulan ve Türkiye adına bugüne kadar yapılmış en başarılı kamu diplomasisi adımı olarak bilinen Bağımsız Türkiye Komisyonu'nun oluşturulmasında ve çalışmalarında Sayın Altınay'ın kurucu rolü vardır. Kim vardı, hatırlayın; Avrupa'nın 9 ülkesinin eski Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve Dışişleri Bakanları Türkiye'nin AB üyeliğini Avrupa kamuoyuna anlatmaları için bir araya getirilmişti. Açıkladıkları raporda "Türkiye'nin üyeliği, Avrupa'nın çıkarınadır." sonucuna varmışlar ve bu kanaatlerini tüm Avrupa'da anlatmışlardı. Türkiye'nin AB adaylığının önünü açan bir girişim olduğunu herhâlde benim kadar AK PARTİ sıralarındaki mevkidaşlarım da biliyordur. Daha AKP iktidarının "FETÖ" diyemediği dönemde, Hakan Altınay örgüt için "Bu kadar güç kullanan bir yapı, bu kadar gayrisaydam olamaz." diyen kişidir. Fransa Dışişleri Bakanının yüzüne "Eğer Fetullah Gülen Le Monde'a yazıp kendisini Türk muhalif diye sunabiliyorsa ve sizin buna söyleyecek hiçbir şeyiniz yoksa Fransız Millî Marşı'nın Konya'da ıslıklanmasına şaşırmamanız gerekir." diyen kişidir Hakan Altınay. ABD'de katıldığı toplantılarda "IŞİD'i sizin Guantanamo, Irak işgali gibi hatalarınız yarattı, şimdi de kendi yarattığınız canavarı yok etmek için kendi insan hakları kuruluşlarınızın insanlığa karşı suç ve etnik temizlikle suçladığı PKK'yla iş birliği yapmanıza sessiz kalmamızı bekliyorsunuz, bunun mantığı nerededir?" diyen kişidir Hakan Altınay. Türkiye hakkında uluslararası yayınlarda çıkan ırkçı değerlendirmelere yanıt vererek "Oryantalist düşünceleri bırakın, Türkiye'yle eşit ilişki kurmayı deneyin." diyen kişidir.
Böyle bir insanın şimdi bu ülke tarafından zindanda çürütülüyor olmasına isyan etmemek mümkün değildir değerli arkadaşlarım. Hakan Altınay eline silah alıp adam öldürmüş değil, bırakın silahı, taş atmış değil. Yargılaması hâlâ sürmekte, dosyası istinafta ve sonra da Yargıtay aşaması var yani henüz suçluluğu kesinleşmemiş. Hâl böyleyken, inadına, altı aydır hapiste tutuluyor. Sadece o da değil, Mücella Yapıcı, Mine Özerden, Çiğdem Utku, Can Atalay ve Tayfun Kahraman; hepsi suçsuz, hepsi masum, inadına, altı aydır zindanda tutuluyorlar. Yine, bir başka masum insan, Osman Kavala'yı tam bin sekiz yüz yirmi iki gündür, tam beş yıldır özgürlüğünden mahrum zindanda tutuyorlar. Kim tutuyor? Görüntüde yargı ama asla bağımsız, asla tarafsız bir yargı değil. Sarayın talimatıyla, siyasi talimatla bu insanlar hayatlarından, ailelerinden, sevdiklerinden koparılmış durumda.
Peki, diyeceksiniz ki: Bu Hakan Altınay niye bize mektup göndermiş? Onu da yazmış mektubunda, diyor ki: "Bizim hakkımızdaki tutarsızlık ve hatalarla dolu bu yargılama sonuçları bir bütün olarak Türkiye'yi olumsuz etkiliyor. Dünya kamuoyu, Türk yargısının öncelikleri konusunda tamiri imkânsız bazı yargılara varmış durumda. Bu yargının daha da kemikleşmemesini sağlamak Meclisin ve siz milletvekillerinin de görevidir." Soruyorum: Haksız mı Sayın Hakan Altınay değerli milletvekilleri?
Anayasa'nın giriş bölümünü hatırlatıyor mektubunda: "Ben vatan ve millet sevgisi için, ülkem insanlarının hakları için elimden geleni yaptım ama Anayasa'nın girişinde yazan onurlu ve huzurlu bir hayat sürme hakkım hoyratça ihlal edilip ülkemiz bu yargılamayla zor duruma düşürülüyor. Buna en güçlü şekilde müdahale etmenin siz milletvekillerinin tek tek ve grup olarak sorumluluğunuz olduğunu düşünüyor ve gereğini talep ediyorum." diyor.
Değerli milletvekilleri, elinizi vicdanınıza koyarak yanıt verin, haksız mı Hakan Altınay? Yerden göğe kadar haklı. Bu milletin temsilcileri olan bizler için ülkedeki ekonomik yoksulluğu yenmek ne kadar önemliyse demokrasi, hak, hukuk ve adalet açlığını gidermek de o kadar önemlidir, o kadar hayatidir. "Milletin Meclisi" demek özgürlüğü hukuksuzca elinden alınan Hakan Altınay'ın ve tüm Gezi tutuklularının da Meclisi demektir. Aylardır istinaf mahkemesinin bir an önce dosyalarına bakmasını bekliyorlar. Kavala hakkındaki AİHM kararı yıllardır uygulanmıyor. Ülkemiz bu ayıptan ne zaman kurtulacak değerli arkadaşlarım?
Gezi davası başta olmak üzere, sivil toplum temsilcilerine, gazetecilere yönelik baskı ve tehditler, cezaevlerinde haksız, hukuksuz tutuklu düşünce suçluları, itirazlara rağmen hayata geçen sansür yasası ve daha niceleri; bunların her biri ve hepsi Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bu yana oluşan ulusal saygınlığımızı hızla eritmekte. Demokrasiden, adaletten, insan haklarından, hukuk devleti ve güçler ayrılığından uzaklaştığımız her bir karar bizleri bu utanç çukuruna gömmekte. Bu çukurdan kurtulmanın tek yolu var; o da insan haklarına saygılı, demokratik, laik, güçler ayrılığına dayalı parlamenter sisteme yeniden dönmek. Cumhuriyetimizin kuruluşunu kutlayacağımız bu haftada bir kez daha hatırlatmak isterim ki milletimizin iradesiyle en yakın zamanda biz bu yolu açacağız. İçeride de dışarıda da Büyük Önderimiz Mustafa Kemal Atatürk'ün bize gösterdiği "Yurtta barış, dünyada barış." vizyonunu ülkemize yeniden kazandıracağız diyor, hepinizi saygıyla selamlıyorum. (CHP ve İYİ Parti sıralarından alkışlar)