| Konu: | Türkiye Cumhuriyeti ile Azerbaycan Cumhuriyeti Arasında Stratejik Ortaklık ve Karşılıklı Yardım Anlaşması hükümlerinden kaynaklanan taahhütlerimizi yerine getirmek, ateşkesin gözlenmesi, ihlallerin önlenmesi, bölgede barış ve istikrarın sağlanması amacıyla, Türkiye'nin yüksek menfaatlerini etkili şekilde korumak ve kollamak üzere, hudut, şümul, miktar ve zamanı Cumhurbaşkanınca takdir ve tayin olunacak şekilde, Türk Silahlı Kuvvetlerinin Ortak Merkez'in görevlerinin ifası yönünde hareket etmek üzere yabancı ülkelere gönderilmesi, bu kuvvetlerin Cumhurbaşkanının belirleyeceği esaslara göre kullanılması ile risk ve tehditlerin giderilmesi için her türlü tedbirin alınması ve bunlara imkân sağlayacak düzenlemelerin Cumhurbaşkanı tarafından belirlenecek esaslara göre yapılması için 17/11/2020 tarihli ve 1272 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla verilen ve 10/11/2021 tarihli ve 1312 sayılı Türkiye Büyük Millet Meclisi Kararı'yla uzatılan izin süresinin Anayasa'nın 92'nci maddesi u |
| Yasama Yılı: | 6 |
| Birleşim: | 14 |
| Tarih: | 01.11.2022 |
HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim.
Sayın Başkan, değerli milletvekilleri; Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.
Bugün Azerbaycan'a asker göndermek üzere Cumhurbaşkanlığından gelen tezkereyi tartışmak, oylamak üzere konuşuyoruz. Partim adına söz almış bulunuyorum, Halkların Demokratik Partisi olarak her zaman yaptığımız gibi baştan pozisyonumuzu ifade ederek konuşmaya girmek istiyorum. Biz Halkların Demokratik Partisi olarak şu ana kadar bu Meclis kürsüsüne gelen bütün askerî tezkerelere "hayır" oyu verdik, tekrar bu pozisyonumuzu koruyacağız ve bu tezkereye "hayır" oyu vereceğiz. Birazdan gerekçelerini detaylı bir şekilde size aktaracağım.
Kıymetli arkadaşlar, burada bizim Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki savaş, gerilim, çatışmalı sürece dair genel bir tavrımız var, temel bir yaklaşım farkımız var. Bu mesele, tarihi olan bir mesele, 1990'lardan beri bir sönümlenen, bir alevlenen ama sürekli hem insani kayıplara hem ekonomik yıkımlara sebep olan çok çetrefilli bir mesele.
Dün Soçi'de Putin'le birlikte Nikol Paşinyan ve İlham Aliyev yan yana geldiler. Belli ki kısmi de olsa bir mutabakata varılmış Soçi toplantısında, en azından birbirlerine karşı güç kullanmama ya da güç kullanma tehdidinde bulunmama konusunda bir ortaklaşma söz konusu. Biz tabii, umalım, dileyelim; Ermenistan ve Azerbaycan arasındaki bu gerilim, bu çatışmalı durum kalıcı bir şekilde, bir ateşkesle, bir istikrarla son bulsun. Bu temennimizle birlikte açıkçası ben bu konuda çok iyimser olmadığımı da söylemek istiyorum. Yani bu mesele, karşılıklı egemenlik iddialarının olduğu bu tür meseleler fırsatını bulduğu zaman tekrar alevlenirler. Bunu niye söylüyorum?
Kıymetli arkadaşlar, Türkiye açısından baktığımız zaman -az önce de değişik hatipler konuştular- Hükûmet sürekli olarak belli bir diskurla konuşuyor: "Ermenistan'a karşı kardeş Azerbaycan halkına, Azerilere sonuna kadar yardım edeceğiz." "Tek milletiz, iki devletiz." "Sonuna kadar biz Ermenistan'a karşı bu mücadeleyi yürüteceğiz." Bunları dediler, Azerbaycan'a da ciddi yardımlarda bulundular, askerî anlamda Azerbaycan'ın kazanmasına da yardımcı oldular, doğrudur fakat dün Soçi'de yapılan toplantıda toplantıya Başkanlık eden Putin, taraflar da Ermenistan ve Azerbaycan'dı. Biz devlet ve milliyetçilik gözünden değil, orada yaşayan halkların penceresinden meseleye baktığımız için şöyle düşünüyoruz: Biz hem Azerileri hem Ermenileri kardeş halklar olarak görüyoruz, komşu ve kardeş halklardır bunlar. Devletleriyle problemler yaşanabilir, hükûmetleriyle çatışmalar olabilir ama nihayetinde otokton yani burada yerli olan halklardır. Türkiye Cumhuriyeti devletinin en büyük hatası, her 2 halka kardeş halk gibi bakmamasıdır, eğer bakmış olsaydı zaten, o dünkü Paşinyan, Aliyev toplantısı Soçi'de Putin'in ev sahipliğinde değil, belki de Türkiye'nin ev sahipliğinde İstanbul'da, Ankara'da ya da Kars'ta, Erzurum'da yapılabilirdi. Türkiye bu fırsatı kaçırmıştır, hepinize geçmiş olsun. Rusya, hiçbir dönemde belki olmadığı kadar Güney Kafkasya'ya yerleşmiştir. Şu an Rusya'nın iki dudağının arasında kalmış bir kaderleri var Azerilerin ve Ermenilerin; herkese geçmiş olsun.
Kıymetli arkadaşlar, bu noktadan sonra ne yapılabilir? Bu noktadan sonra Türkiye -tekrar söylüyoruz- hem Azerilere hem Ermenilere kardeş, komşu 2 halk gözüyle bakmalı ve mümkün mertebe bu çatışma durumunun kalıcı bir barışa, istikrara dönmesi için rol almalıdır, isterse yapabilir. Türkiye'nin bölgedeki bütün çatışma alanlarında, isterse, niyet ederse, siyasi iradeyi ortaya koyarsa yapıcı, barışçıl, istikrar koruyucu olma özelliği vardır, bu kapasitesi, bu yeteneği vardır; kullanır mı, ayrı mesele, şu ana kadar biz kullanmadığını düşünüyoruz, birazdan detaylandırınca sanırım meramımı daha iyi anlatabileceğim.
İlk beş dakikayı buna ayırdık. 2'nci beş dakika için, kıymetli arkadaşlar, ben başka bir konuya dikkatinizi çekmek istiyorum. Geçen hafta boyunca Hükûmet medyasında çok saçma sapan, çirkin, akıl, izan dışında haberler yapıldı benim de aralarında olduğum bir grup milletvekili ve siyasetçi hakkında. Biz, 24-26 Ekim tarihlerinde Alman Sosyal Demokrat Partiyle ilişkili olan Friedrich Ebert Vakfının davetiyle Avrupa Parlamentosu, Avrupa Birliği, Avrupa Komisyonuyla birtakım toplantılar yapmak için HDP'den ben Dış İlişkiler Sözcüsü olarak, değişik partilerden, 4 tanesi Millet İttifak'ına üye, artı, kimse çok bahsetmedi, arada akademisyenler de vardı... Türkiye'nin dış politikası hakkında muhalefet ne düşünüyor; muhalefetin Avrupa Birliği, Avrupa Parlamentosu, Avrupa Komisyonu yetkililerini dinleme, karşılıklı görüş alışverişinde bulunmak, böyle bir program. Gittik, tabii, Emek ve Özgürlük İttifakı'nı temsilen ben gittim hâliyle. Halkların Demokratik Partisi olarak, biz, biliyorsunuz, siz kabul etmeseniz de üçüncü bir ittifak kurduk, bunu genişletmeye çalışıyoruz.
Şimdi, kıymetli arkadaşlar, HDP veyahut da muhalefetten biri Avrupa'ya ya da Amerika'ya gittiği zaman -çok özür diliyorum bu kelimeyi kullandığım için- bu rezil yandaş medya ha bire haberler yapıyor. Rezil diyorum, kayıtlara geçsin diye söylüyorum, niye rezil olduğunu da şimdi anlatacağım ben size. Yalan var içinde, çarpıtma var içinde, iftira var içerisinde. Daha kötüsü, habercilik yapmayı bilmiyorlar çünkü hepsi aynı cümlelerle yazmış, "copy-paste" yapmışlar ya. Ya, yirmi tane gazetede aynı başlık, aynı içerikle hiç haber çıkar mı ya? İnsan biraz utanmaz mı? Hepsinin içinde aynı yanlışlıklar var. Bir örnek vereyim mesela: Selin Sayek Böke'nin orada olduğunu söylemişler, hiç alakası yok, Selin Hanım hiç yoktu orada ama yirmi tane gazetede kimse araştırmamış, açıp bir sormamış, anlatabiliyor muyum? Niye? O saraydaki o basın odası var ya, MİT'le birlikte haberi yapıyorlar, bütün medya organlarına geçiyorlar, hepsi aynı yalanı bangır bangır bağırıyorlar.
Kıymetli arkadaşlar, HDP olarak içeride, şurada, şu Mecliste, dışarıda, uluslararası kürsülerde neye inanıyorsak onu söylüyoruz; daha önce söyledik, gizli saklı herhangi bir düşüncemiz yoktur; orada da paylaştık, isterseniz detaylarını burada sizinle de paylaşabilirim, öyle çok ekstra şeyler konuşmadık fakat şunu söyleyeyim size: Burada, işte, "HDP, Millet İttifakı, 6'ncı ayak, 7'nci ayak..." falan böyle tuhaf tuhaf tartışmalar olurken... Ama gazetelere baktım, şey de ilginçti: Akşam, Milat, Takvim, Türkiye, Akit, Yeni Akit, Yeni Asır, Ülke TV... Ama ilginç, Perinçek hiç geri kalır mı? Aydınlık, Ulusal Kanal... Aynı haberler ha. Dostlarınızı iyi tanıyın, gerçekten ya, içler acısı bir durumdasınız ya, gerçekten. Bunu AK PARTİ ve cenahı için söylüyorum: İçler acısı bir durumdasınız çünkü Perinçek de artık yerini bulmuş, bütün haberlerini onlarla yapıyor. Başka? TRT Haber, TVNET, Ulusal Kanal falan filan yani. "Altılı masanın Brüksel buluşması..." bilmem, "PKK/HDP'yle İYİ Parti Brüksel'de buluştu." falan yani artı gırla.
Kıymetli arkadaşlar, bizim orada hem Avrupalı kurumlarla hem de birbirimiz arasında örtüştüğümüz, farklılaştığımız dünya kadar konu da oldu, gündem oldu yani burada isterseniz tartışırız, yeri değil fakat ilginç olan şöyle bir durum var: Bizi Avrupa'ya gitmekle... Mesela, hemen itham ediyoruz, Avrupa'ya gittiğiniz zaman direkt itham ediliyorsunuz. Bize ev sahipliği yapan Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü Nacho Sanchez Amor -siz iyi bilirsiniz- bizden önce Faruk Kaymakcı'nın toplantısından gelmişti çünkü Faruk Kaymakcı Dışişleri Bakan Yardımcısı, Avrupa Parlamentosunda bu tahıl koridoruna dair bir PR çalışması yapıyordu. Yani onlar gidince iyi, biz gidince inanılmaz bir korku içerisinde... Yalan, iftira falan, böyle inanılmaz bir kampanyaya maruz kaldık. Biz bildiğimiz doğruları hem içeride hem dışarıda tabii ki anlatmaya devam edeceğiz. Türkiye'nin dış politikasının yanlış olduğuna; Türkiye ile Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi arasındaki birçok ilişkinin sıkıntılı olduğuna ve bunun aşılması gerektiğine dair düşüncelerimizi, nasıl aşılabileceğine dair düşüncelerimizi paylaştık ve onların da gerçekten Türkiye'ye dair ne düşündüğünü ilk elden dinledik; birazdan bazılarını sizinle de paylaşacağım. Öyle, Hükûmetin anlattığı gibi falan, ortada öyle bir durum söz konusu değil. Yakın zamanda dezenformasyon yasası geçti ya, Hükûmet olarak önemli oranda dezenformasyonu yapıyorsunuz zaten. Bak, birazdan tane tane anlatacağım size.
Kıymetli arkadaşlar, ona geçmeden önce, biz niye Türkiye'nin, etrafındaki siyasal gerilimlere askerî olarak müdahale etmesinin sıkıntılı olduğunu düşünüyoruz? Size birkaç tane örnek vereyim kıymetli arkadaşlar, biraz dikkatle takip ederseniz bir argüman yapmaya çalışacağım: Geçen gün Taliban'ın sözcülerinden birisi Diyarbakır'a gelmişti, vekili olduğum kente. Diyarbakır'da muhtemelen Orta Doğu'nun en kadim ve Müslüman, dindar halklarından birisi olan Kürtlere Taliban temsilcisi gelip İslam'ı anlatıyordu, Diyarbakır'da, vallahi! Yani "Diyarbakır sahabeler şehri, peygamberler şehri." diyor. Gelmişti. Olabilir, Taliban sözcüsü de gelebilir fakat bu Taliban sözcüsünün Diyarbakır'a gelmesinden önce, geçen sene ekim ayında, hatırlayacak olursanız, Dışişleri Bakan Vekili gelmişti Afganistan Taliban'dan ve Mevlüt Çavuşoğlu kendilerini "VIP"de karşılamış, sarılmış, böyle güzel pozlar vermişti -hatta Mevlüt Bey buraya geldiği zaman kendisine de söylemiştim- öyle bir sarılmış ki yani öyle bir sarılmayı çok nadir görürsünüz. Tabii ki olabilir yani Afganistan'dan Taliban gelmiş, Hükûmet olarak görüşmek de olabilir. Yani "İlla ki görüşülmez." diye de bir şey demiyoruz. Artı, Afganistan ve Taliban konusundaki Batı'nın oryantalist bakışını çok çok büyük oranda biz de görüyoruz ve eleştiriyoruz, mesele bu değil fakat geçen sene ekim ayında Taliban'ı "VIP" salonlarında kucaklayarak karşılayan Dışişleri Bakanı aynı ay içerisinde, Ekim 2021'de aralarında Kuzey Kıbrıs eski Cumhurbaşkanının da olduğu 42 kişiye Türkiye'ye giriş koydu. Bakın, "Kuzey Kıbrıs" dediğiniz Türkiye'nin bağımsız olarak tanıdığı bir devlet, eski Cumhurbaşkanı ve 42 siyasetçisine Türkiye'ye giriş yasağı konuldu, Taliban'ı da VIP'de karşılıyorsunuz. Türkiye'nin askerî varlığı bir dönem Afganistan'da oldu, Kıbrıs'ta 74'ten beri askerî varlığı var zaten.
Şimdi, kıymetli arkadaşlar, Afganistan'dan Türkiye'ye ne kaldı? Taliban gidip gidiyor, bir Taliban kaldı bize, millet pastayı götürüyor. Başka ne kaldı? O Afganistan savaşının yarattığı yıkım, dağılma ve nihayetinde yüz binlerce Afgan mülteci, perişan bir hâlde Avrupa'ya doğru gitmeye çalışırken Türkiye'ye geliyorlar, sınırlarından geçiyorlar. Bakın, tek bir meselenin Türkiye'ye nasıl yansıdığı...
Şimdi, Türkiye çok ilginç bir şekilde etrafındaki savaşlara müdahil olurken -ben biraz dikkat ettim, biraz araştırma yaptım- acaba bu ülkelerden Türkiye'ye ne geliyor? Mesela, Afganistan'dan Taliban ve yüz binlerce mülteci gelmiş. Bir örnek daha vereyim size, Suriye'den kim gelmiş? Bakın, Suriye savaşı yüzünden Türkiye'nin elinde olan problemlere bakın; hani, gireceğiz ya "Sahada da olacağız." diyorlardı ya "Sahada olacağız." Nur topu gibi İdlib sorununuz var, patlamaya hazır bomba. Heyet Tahrir el-Şam Türkiye'nin de terör listesinde olduğu hâlde Türkiye'nin parasını kullanarak orada şu an ekonomiyi yürütüyor, ileride çok baş ağrıtacak. Başka ne var? Suriye'de irili ufaklı yüzlerce çetenin, örgütün temsilcileri İstanbul'da, Antep'te, Kilis'te, buralarda; hatta Ankara'da hücre evleri var bunların, herkes bunları biliyor, bazen patlıyor. Başka ne var? 3,5-4 milyon mülteci var. Bakın, savaş hemen dibinizde oluyor; Türkiye'nin döndüğü hâle bakar mısınız? Başka? Geleceğim, bir iki şey daha söyleyeceğim size. Bu, Suriye'den gelen... Tabii, Cumhurbaşkanı şimdi çiçekler atıyor "Efendim, Esad gelseydi Esad'la da görüşürdüm." diyor on yıl sonra; bu kadar yıkımdan, bu kadar sorundan sonra.
Şimdi, Afganistan'dan Taliban ve mülteciler; Suriye'den binlerce örgüt, örgüt yöneticisi, hücre evleri, 4 milyona yakın göçmen... Askerî olarak müdahale ediyoruz ya. Başka? Ukrayna'dan ne gelmiş bize arkadaşlar? Geçen gün gördük, Azov Taburunun 5 komutanı şu an Türkiye'de. Kim bunlar biliyor musunuz? Neonazi faşist örgütler bunlar 2014 yılından beri. Tabii, Ukrayna şu an Rusya'ya karşı haklı bir mücadele verdiği için kimse Ukrayna içindeki faşistleri de konuşmak istemiyor ama bunlar bildiğiniz Neonazi komutanlar. Türkiye ara bulucu oldu ya, Nazi komutanları getirdi, şu an Türkiye'nin ev sahipliğinde burada, savaş bitene kadar burada kalacaklar. Savaş oluyor, Türkiye neye ev sahipliği yapıyor?
Bir tane daha anlatayım size: Rusya'dan bize ne geliyor? Geçen Avrupa Parlamentosu -Avrupa Birliğinin- toplantılarında çokça gündeme geldi, şu an dünyada yer bulamayan zengin Rus oligarklar yatlarıyla birlikte Türkiye'ye akın akın geliyorlar arkadaşlar. Hükûmet de paraya sıkışmış ya, 5 kuruş para da yok ya, ha bire onlara "Buyurun, buyurun efendim, burası..." Hem Avrupa Birliği hem Amerika defalarca Hükûmeti uyarıyor -iyi dinleyin arkadaşlar- şunu diyorlar: "Siz, Avrupa'nın uyguladığı yaptırımlara katılmıyorsunuz, bu konuda anlayabiliriz sizi -anlayışsız değiller ha- çünkü Rusya'yla bir sürü ilişkiniz var, biz bunu görüyoruz. Yaptırımlara velev ki uymadınız, biz bunu gördük ama bu yaptırımları delmeye çalışıyorsunuz." Bu nedir biliyor musunuz? Daha önce İran yaptırımlarını Reza Zarrab gibi rezillerle delmişti ya bu Hükûmet, hâlâ yakasını kurtaramıyor Halkbank dâhil, siz benzer bir şey yapıyorsunuz, dünyadan kaçan ne kadar Rus oligarkı varsa eskiden Putin'in dostu... Kredi kartı kullanmıyorlar, keş para kullanıyorlar, o yatların içerisinde muhtemelen kasa kasa, balya balya paralar var. E alışıksınız kasa kasa, balya balya kayıt dışı ekonomiye. Hazır, seçimlere doğru, 5 kuruş da kasada para kalmamış "Efendim, nereden gelirse gelsin, biz bunları alalım." mantık bu.
Kıymetli arkadaşlar, Türkiye'de -milliyetçilik o kadar gırla gidiyor ya- vatandaşlığın bedeli olmuş 400 bin dolar. Eskiden 1 milyondu, 2018'de para kalmayınca 250 bine indirdiler biliyorsunuz, sonra herhâlde ekonomik kriz başlayınca, hani emlak mülkiyetine ihtiyacınız var ya, "Ya, vatandaşlık 250 bin dolar, o da çok ucuz oldu. Efendim, biraz kaldıralım..." 400 bin dolar veren -işte yolunu açıyor- Türkiye'ye vatandaş olabiliyor.
Bakın, ya, bir Rus milyarder, zengin, ne yaptığı önemli değil -insan kaçakçısı mıdır, adam mı öldürmüş, uyuşturucu mu kullanıyor, önemli değil- gelsin parayı bassın, kral gibi yaşar ama Türkiye'nin onuru, dünya çapında tanınan eğer 5 Adli Tıpçısı varsa biri Şebnem Korur Fincancı, bazıları "Şebnem Hoca vatandaşlıktan atılsın." diyebiliyor. Vay be(!) Ne milliyetçilik, ne yurtseverlik, helal olsun(!)
Kıymetli arkadaşlar, Türkiye, etrafında hangi askerî meseleye müdahil olmuşsa o ülkelerin neredeyse bütün sıkıntıları bir şekilde Türkiye'ye gelmiş, bumerang gibi Türkiye'yi vurmuştur. Suriye'den bahsettim, Irak'tan bahsetmedim, benzerdir. Türkiye'deki güvenlik ve istikrar açıkları ha bire derinleşiyor. Türkiye'nin hâlihazırda Somali'de, Katar'da sürekli, Irak'ta, Suriye'de, Kıbrıs'ta, Azerbaycan'da fiilî anlamda askeri var ve bunlar NATO çerçevesinde olan şeyler değil, daha ikili ilişkiler üzerinden. Biz, tabii, HDP olarak toplumsal, siyasal, diplomatik bütün meselelerin siyasetle müzakere edilerek çözülmesini isteriz. Türkiye, kendi bölgesinde gerçekten yumuşak güç isterse kullanabilecek potansiyele, tarihsel arka plana, mirasa da sahiptir fakat bu konuda her geçen gün iradesi gittikçe daralıyor, azalıyor, hatta yok oluyor. Başta söylediğim yani Putin Ermeniler ve Azeriler arasındaki meselenin çözümü için Soçi'de ev sahipliği yaparken Türkiye de buradan en fazla işte böyle, askerî tezkere için tekrar bir tartışmaya, bir oylamaya gidiyor. Mesele budur, ya... Masadan da büyük bir oranda çıkmıştır.
Kıymetli arkadaşlar, son olarak şunu söyleyeyim: Türkiye, tabii, seçimlere doğru giderken milliyetçiliğin, hamasetin, militarizmin, popülizmin, sağcılığın zirveye vuracağı bir döneme doğru gidiyoruz. Biz, HDP olarak şu ana kadar, kararlı, ısrarlı bir şekilde yaptığımız gibi, doğrunun yanında olmaya, her türlü antimilitarist projeye destek vermeye devam edeceğiz. Barış için, toplumsal huzur için, demokrasi için, haklar için kendi tavrımızdan milim kadar taviz vermeyeceğiz.
Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)