GENEL KURUL KONUŞMASI
Konu: Türkiye Cumhuriyeti ve Avrupa Komisyonu Arasında Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA III) Çerçevesinde Türkiye Cumhuriyeti'ne Yapılacak Birlik Mali Yardımının Uygulanmasına İlişkin Özel Düzenlemeler Hakkında Mali Çerçeve Ortaklık Anlaşmasının Onaylanmasının Uygun Bulunduğuna Dair Kanun Teklifi münasebetiyle
Yasama Yılı:6
Birleşim:28
Tarih:01.12.2022

HDP GRUBU ADINA HİŞYAR ÖZSOY (Diyarbakır) - Teşekkür ederim Sayın Başkan.

Değerli milletvekilleri, Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum.

Bugün, Katılım Öncesi Fonlara Dair Mali Çerçeve Anlaşması'nı tartışmak üzere burada toplanmış bulunuyoruz, yalnız ortada şöyle bir durum var. Şimdi, Türkiye'ye yapısal reformlar karşılığında verilen bu bütçenin ismi, İngilizce ifadeyle "The Instrument for Pre-accession Assistance" Yani bir ülke, Avrupa Birliğine girme niyeti olan bir ülke formel olarak Avrupa Birliğine giriş sürecinde birtakım siyasi, hukuki, ekonomik, idari reformlar yapıyor ve bunun karşılığında Avrupa da onlara finansal destek sunuyor, asıl mesele bu. Fakat bu IPA fonlarının 2017-2018'den sonra -özellikle Türkiye'deki demokrasi, insan hakları standartlarının gerilemesi yüzünden- bir kısmı kesintiye uğradı ama hâlâ Türkiye'de çok önemli bir finansal kalem olarak birçok projeyi destekliyor.

Şimdi, bunu biz Dışişleri Komisyonunda da konuştuk; demokrasi, hukuk ve insan hakları alanıyla da ilgili olarak birçok noktada projelerin yapıldığını görüyoruz. Çok önemli kalemler var burada; ceza infaz kurumlarıyla ilgili, hâkim ve savcı adaylarının eğitilmesiyle ilgili, Emniyet sistemindeki sivil denetimle ilgili, temel eğitim kurumlarında demokrasi kültürünün güçlendirilmesi gibi. Yani isimleri gerçekten güzel olan dünya kadar proje var. Yalnız, ortada şöyle bir durum var kıymetli arkadaşlar: Bu IPA fonlarını alıp kullandıkça -niyet edilen o demokratik standartlar yerine- Türkiye'de işleyen demokrasi kurumu, hukuk kurumu neredeyse kalmamış durumda yani ne kadar çok Avrupa'dan IPA desteği alıyorsunuz o kadar çok Avrupa'nın temel değerlerinden uzaklaşıyorsunuz.

Bakın, size birkaç örnek vereyim. Şimdi, Türkiye ile Avrupa Birliği arasında müzakerelerde 3 temel alan var: Birincisi, Türkiye'nin Avrupa Birliğine tam üyeliğine yönelik katılım süreci; 2018 yılından itibaren donmuş durumda, ortada katılıma dair zerre kadar bir ilerleme söz konusu değil. İkincisi, gümrük birliğinin güncellenmesi. Biliyorsunuz, mevcut durumda tarım ve yerel yönetimlere dair, o alanlara dair gümrük birliği söz konusu değil; bunun güncellenmesi talepleri söz konusu ama Türkiye'deki genel, siyasal, toplumsal istikrarsızlık yüzünden o süreç de tıkanmış durumda.

Üçüncü olarak, önemli maddelerden bir tanesi de vize serbestiyeti. Hatırlayacak olursanız, Hükûmetteki parti Adalet ve Kalkınma Partisinin 2015 yılındaki en büyük seçim vaatlerinden biriydi, seçim olacak ve herkes Avrupa Birliği ülkelerine serbest gidecekti, vize serbestisi olacaktı öğrenciler için, işverenler için vesaire. Şimdi geldiğimiz noktada, bırakın vize serbestiyetini şu an neredeyse bütün Avrupa ülkeleri Schengen vizesi konusunda Türkiye'ye örtük ambargo uyguluyor. Eminim, buradaki vekillerin neredeyse hepsine talepler geliyordur aile birleşimleri için, öğrenciler için, işverenler için, Avrupa'da çalışan işçiler için; yani işimizi gücümüzü bırakmışız, partilerin dış ilişkiler alanında çalışan insanlar olarak vize kurumlarına dönmüşüz biz gerçekten, vize konusunda vatandaşlara yardımcı olmaya çalışıyoruz, Türkiye'de âdettendir ya araya insan koyarak, adam koyarak vize aldırmaya filan çalışıyoruz; böyle bir durumdayız. Demek istediğim, ne Avrupa Birliğine katılım konusunda ne gümrük birliği konusunda ne de vize serbestiyeti konusunda herhangi bir ilerleme söz konusu değil; ilerlemeyi bırakın, sürekli bir gerileme söz konusu. Avrupa Komisyonunun da Avrupa Parlamentosunun da Türkiye'nin demokrasisine, hukukuna dair yayımladığı bütün raporları da yok hükmünde sayan bir Dışişleri Bakanlığı var çünkü hoşlarına gitmeyen ne rapor çıkmışsa "Bu yanlıdır, bu taraflıdır ve biz bu raporu reddediyoruz." diyorlar. Şimdi, bir taraftan Komisyonun, Parlamentonun raporlarını reddedip diğer taraftan da IPA fonlarıyla sözüm ona onların kaygılarına denk düşecek projeler üretiyoruz. Yani bunu samimiyetle söylüyorum, bu IPA fonlarının dağıtımına baktım; ben Avrupa Birliği yetkililerinin yerinde olsam amacına uygun kullanılmayan tek bir kuruşu vermem. Mesela diyor ki: "Ben bu parayı size veriyorum, adalet kurumunu reforme edin. Hâkimleriniz adil olsun." Mesela diyor ki: "Ben size bu parayı veriyorum, Anayasa kararlarının uygulanmasını sağlayın." Bunun için proje yapılıyor, para veriliyor Türkiye'ye fakat yerel bir hâkim bile, yani birinci derece bir mahkemeden bir hâkim bile en üst bağlayıcı mahkeme olan Anayasa Mahkemesi kararlarını takmayabiliyor, arkasında da maşallah dağ gibi Hükûmetin siyasi iradesini bulabiliyor hatta kimileri hızını alamayıp "Biz Anayasa Mahkemesini de kapatalım." diyebiliyorlar yani aslında anayasal rejime karşı suçtur Anayasa Mahkemesini kapatmak.

Şimdi, kıymetli arkadaşlar, şuraya kadar biraz Avrupa Birliğiyle ilgili konuştum. Ben, konuyu, buradan, biraz Avrupa Birliği ve Avrupa Konseyinin ortaklaştığı bir alana taşımak istiyorum, o alan da şudur: Tabii, Türkiye'nin Avrupa Birliğiyle ilişkileri sadece demokrasi, hukuk ve insan hakları değil; ekonomik alanda, tarımsal kalkınma alanında, göçmen, güvenlik, istihbarat, gibi dünya kadar alanda iş birliği yapıyor ama Avrupa Birliği ile Avrupa Konseyinin ortaklaştığı bir alan var, o da demokrasi, hukuk ve insan hakları. Şimdi, Avrupa Konseyi, temelde iktisadi, daha sonra idari, siyasi bir hüviyet kazanmış Avrupa Birliğinden farklı olarak demokrasi, hukuk ve insan hakları konusunda çalışan bir kurum. Türkiye de sürekli olarak bu Konseyin kurucu üyelerinden biri olmakla övünen bir ülke fakat son altı yedi yılda Türkiye'nin demokrasi, hukuk ve insan hakları karnesi yüzünden neredeyse Konseyden atılma noktası gelmiş, birazdan detaylarını paylaşacağım.

Şimdi, kıymetli arkadaşlar, Avrupa Konseyi'nin değişik organları var. Bu organlardan bir tanesi "Committee For The Prevention Of Torture" dedikleri CPT -herkes artık CPT ismini biliyor- Türkiye'deki cezaevlerindeki durumları inceler, rapor eder ve hükûmete "Bunu düzeltin." der. Geçen gün Dışişleri Bakanına Bütçe Komisyonunda sordum, bana cevap göndermiş; gerçekten sorduğum soruya cevabın dışında her şeyi söylemiş orada. Türkiye 2016, 2018 ve 2021 yılındaki CPT raporlarını ne açıklıyor ne uyguluyor; içinde ne olduğunu da bilmiyoruz. Merakla soruyoruz ama belli ki orada bayağı istenmeyen durum söz konusu herhâlde yoksa cesaretleri varsa getirirler orta yere koyarlar, ne olduğunu hepimiz birlikte görürüz.

Venedik Komisyonunun -ben yedi yıldır Avrupa Konseyi'nin çalışmalarına katılıyorum- üzerinde en fazla bilgi, rapor ürettiği ülke Türkiye'dir, hemen hemen her sene bir iki tane temel yasalara dair muhakkak gelir rapor hazırlar. En son dezenformasyon yasasıyla ilgili yaptı, biliyorsunuz. Daha önce terörün finansmanı konusunda yapmıştı, yerel yönetimler konusunda yaptı, yaptı da yaptı. Venedik Komisyonu, yasama süreçlerinin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi değerleriyle uyumlu olması için takip eden, destekleyici bir organ ama CPT kararları uygulanmadığı gibi Venedik Komisyonu hiç sayılmıyor zaten.

Avrupa Konseyi Yerel ve Bölgesel Yönetimler Kongresi, Türkiye'deki yerel yönetimlerin durumuna dair her yıl rapor yayınlıyor. Geçen sene, sadece HDP belediyeleri değil, genel olarak Türkiye'de yerel yönetimin artık neredeyse kalmadığına dair raporlar yayınladılar. Avrupa Konseyinin başka bir organı Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi, bizim de üyesi olduğumuz Meclisin -merhaba, Başkan da geldi, Avrupa Konseyi Parlamentosu Türkiye Delegasyonu Başkanı Sayın Ahmet Yıldız- yakın zamanda izleme raporu çıktı. İzleme raporunun sonucu şu: 2017 Nisan ayında Türkiye izleme sürecine dâhil edilmişti ama 2017'den 2022'ye kadar demokrasi, hukuk ve insan hakları konusunda herhangi bir ilerleme, pozitif adım olmamış yani temel olarak söylüyorum, özetle.

İnsan Hakları Yüksek Komiserinin son yedi yılda Türkiye'ye dair çıkardığı sayısız rapor var, açıklama var; en son olarak oraya geleceğim kıymetli arkadaşlar. On dakikamda da Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını önünüze getirmek istiyorum, Kıymetli Grup Başkan Vekilimiz de onaylıyor bu durumu. Önemli arkadaşlar bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesini kararları; evet, iktidar şu anda çok umursamayabilir ama çok önemlidir. Bakın, niye önemli? Sondan başlayayım, 8 Kasım tarihinde Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, şu an hâlâ cezaevinde bulunan kıymetli Eş Başkanımız Figen Yüksekdağ'ın da aralarında bulunduğu 13 milletvekili hakkında bir karar açıkladı. Bu kararı 7 kişilik bir jüri verdi. Bu jürinin içinden bir yargıç karşı oy kullandı. Sizce kim olabilir bu? Saadet Hanım, Saadet Yüksel; her şeye karşı oy kullanıyor. Ama bu da gerçekten biraz sıkıntılı bir durum yani şahsileştirmek istemiyorum ama kendisi açısından da sıkıntılı bir durum. Daha önceki kararlarda da benzer bir duruma düşmüştü. Hukuk gözünden değil, Hükûmet gözünden meseleye bakıyor. Aksi hâlde, mesela 16 yargıcın verdiği kararda niye bir tek siz karşı oy kullanırsınız ki yani? Ya hukuk müktesebatları çok farklı, arka planları çok farklı ya da "Ben orada hukuku değil, evrensel değerli değil, Hükûmetimin bana 'Hukuk budur.' dediği şeyleri savunurum." diyor. Neyse... Karar almışlar 6'ya karşı 1. Kararda şunlar var: "Bir: 2016 yılında bu insanların tutuklanması bir hak ihlalidir, hukuksuz yere tutuklandılar." diyor. "İki: Hukuksuz yere tutuklananların hukuksuz yere tutuklulukları uzatıldı çünkü beş altı yıl tutuklu kalanlar oldu." diyor, bu iki. "Seçme ve seçilme haklarından mahrum bırakıldılar." diyor. Belki de en önemlisi, son üç yıl içerisinde Türkiye hakkında 3'üncü kez 18'inci madde ihlali verdiler. 18'inci madde ihlali şu demektir arkadaşlar... Avrupa Konseyi tarihinde yoktur, Türkiye tarihe geçmiştir, üç yılda 3 defa tarihe geçmiştir. Şunu diyor 18'inci madde: "Türkiye'de hukuk yoktur. Bu insanların hepsi, HDP'li milletvekillerinin hepsi siyasi saiklerle, siyasal çoğulculuğu boğmak ve siyaseti sınırlamak için tutuklandılar, yargılandılar, cezaevlerine atıldılar." Kim bu insanlar? Birkaç örnek vereyim; Figen Yüksekdağ, hâlâ cezaevinde, kıymetli İdris Baluken -bazılarınız hatırlıyorsunuz, Grup Başkan Vekilimizdi, şurada oturuyordu, kendisi tıp doktoru- İki gün önce kendisini ben Sincan Cezaevinde ziyaret ettim altı yıldır orada. Bu arada, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Figen Yüksekdağ ve İdris Baluken için derhâl tahliye ve beraat istemiş. Besime Konca Vekilimiz bir dönem cezaevinde yattı, şu an yurt dışında yaşamak zorunda. Abdullah Zeydan Milletvekilimiz beş yıl cezaevinde yattı, çıktı. Nihat Akdoğan Milletvekilimiz, yine, Selma Irmak cezaevinde yattı uzun süre, çıktı, yurt dışına çıkmak zorunda kaldı. Ferhat Encü uzun dönem cezaevinde yattı. Gülser Yıldırım daha yeni tahliye oldu iki ay önce. Nursel Aydoğan, Çağlar Demirel'i beş yıl hapis yatırdınız. Burcu Çelik, Ayhan Bilgen, Leyla Birlik vesaire vesaire; 13 milletvekili.

Şimdi, kıymetli arkadaşlar, bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tekil yargıç kararları da değil, bunlar jüri kararlarıdır. Şimdi, bu karardan önce ne olmuştu? Geçen sene 40 HDP milletvekilinin dokunulmazlığının hukuksuz bir şekilde kaldırıldığına mahkeme hükmetmişti, onun için de tazminatlar ödendi 40 milletvekiline. Orada 18'inci madde ihlali yoktu ama ondan önce Selahattin Demirtaş'ın iki kararında yine 18'inci madde ihlali söz konusuydu Büyük Dairenin verdiği kararda.

Şimdi, kıymetli arkadaşlar, bunu biraz detaylı anlatmak istedim. Bu, şu demektir: 2016 yılından itibaren HDP'ye yönelik olarak ürettiğiniz bütün argümanların hukukla uzaktan yakından bir alakası yoktur, tescillenen budur. Şu an devam eden Kobani davasında benzer argümanlar, benzer suçlamalar söz konusu.

Yine, HDP'nin kapatılma davasında, zaten bu davalarda yani bu bahsettiğim milletvekillerinin, Selahattin Demirtaş'ın davalarında ifade ettiğiniz bütün o argümanların hepsini Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içeriğine girerek a'dan z'ye kadar değerlendirmiş ve nihayetinde şunu demiştir aslında anlamak isteyene, bir parça aklı, basireti kalana: "Altı yedi yıldır kan kusturduğunuz, yargı eliyle bitirmeye, yok etmeye çalıştığınız HDP'ye yönelik bütün tasarruflarınız siyasidir ve buna bir nokta koyun." Tabii, Türkiye buna uyar mı uymaz mı; bu, ayrı bir tartışmanın konusudur. Şu ana kadar bizim görebildiğimiz kadarıyla, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarını uygulayabilecek bir siyasi iradeye ve cesarete de sahip değildir. Cumhurbaşkanı defalarca söyledi, aslında ilginç bir şey söyledi Selahattin Demirtaş'la ilgili ilk karar çıktığı zaman, hatırlayacak olursanız Hükûmetin resmî argümanı şuydu: "Efendim, tamam, karar çıktı ama bu karar daha nihai bir karar değil çünkü biz bu karara itiraz edeceğiz." Ettiler; iki yıl sürdü itiraz süreci. İki yıldan sonra çok daha güçlü bir karar çıktı, bu defa 18'inci madde ihlali de veren bir karar çıktı; karar kesinleşti, Büyük Daire kararı olarak çıktı. Kararı uygulamak gibi bir niyetleri yok ya, efendim, bu defa da topu taca atıyorlar: "Efendim, başkaları da başka kararlar uygulamıyorlar." Şu an argüman bu, argüman değişti. Ya, kıymetli arkadaşlar, Avrupa Birliği ya da Avrupa Konseyi istiyor diye değil, şu ülkenin demokratik standartlarını, hukuk standartlarını, insan hakları standartlarını sizin düşünmeniz lazım ya. Bakın, bağımsız yargı olduğu zaman HDP çok rahat aklanabiliyor; biraz zaman aldı, beş yıl aldı, altı yıl aldı. İnanın bize, ne paralar verdiler. Bakın, biz en azından Türkiye'den avukat tuttuk, Almanya'dan özel avukatlar tuttular ya Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinde Türkiye'yi savunsun diye, paralar verdiler dünya kadar ama argümanınız olmadığı zaman, isterseniz dünyanın en iyi hukuk takımını götürün ortaya koyun -çünkü ortada bariz olan bir hukuksuzluk durumu söz konusu- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin tescillediği durum budur.

Şimdi, kıymetli arkadaşlar, Türkiye bir yol ayrımında, bir yol ayrımına gelmiş durumda. Siyaseten söylüyorum bunu, önümüzdeki birkaç ay içerisinde Türkiye'nin belki en önemli seçimlerinden birini yapacağız, ya ibreyi demokrasiye, hukuka, insan haklarına, özgürlüklere, adalete ve toplumsal refaha doğru kıracağız -ya bunu yapacağız- veyahut da Türkiye tam anlamıyla hukukun rafa kalktığı, kırıntılarının bile olmadığı, insan haklarının esamesinin okunmadığı bir ülkeye dönüşecek. Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi Türkiye'yi kurtaracak olan bu tür dışsal kurumlar değildir, biz bunun farkındayız, bunların güçlerini de abartmamak lazım ama bizim bu Hükûmete de bu muhalefete de temel olarak söylediğimiz şudur: Eğer siz kendi toplumunuza demokrasi, hukuk, insan hakları tesis etmek istiyorsanız bu tür kurumların Türkiye'ye katabileceği bilgileri ve deneyimleri söz konusu.

Şimdi, ben burada Sayın Ahmet Yıldız'a -Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisinde Türk Delegasyonu Başkanı- sormak istiyorum: Sayın Başkan, bunu gerçekten soruyorum yani eğer Türkiye, Avrupa Konseyine üye olmak istemiyorsa bunun kararını vermek zorunda çünkü kimse Türkiye'yi orada zorla tutmuyor, değil mi?

AHMET YILDIZ (Denizli) - Hiç öyle bir hâlimiz var mı?

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Sizin yok ama eğer gerçekten de orada kalınacaksa orada kalmanın da kimi kuralları, kaideleri söz konusu yani orada "Biz AİHM kararını takmayız, biz Büyük Daireyi takmayız." "E, o zaman burada ne işiniz var?" diye soruyorlar insana. Dolayısıyla, zaten Rusya'nın Konseyden çıkarılmasından sonra şu an Türkiye topun ağzında, 1'inci sırada bu hak ihlalleri vesaire konusunda. Umalım, dileyelim bu vesileler...

(Mikrofon otomatik cihaz tarafından kapatıldı)

BAŞKAN - Teşekkür ediyorum Sayın Özsoy, süreniz tamamlandı.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Bitiriyorum Başkanım.

BAŞKAN - Tamam.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Umalım, dileyelim...

ÖZGÜR ÖZEL (Manisa) - Başkanım, uluslararasında olur bir dakika ya.

BAŞKAN - Efendim, hiç kimseye vermedim, Sayın Özsoy'a pozitif ayrımcılık yapamam.

HİŞYAR ÖZSOY (Devamla) - Tamam, teşekkür ediyorum.

Genel Kurulu saygıyla selamlıyorum. (HDP sıralarından alkışlar)